London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Araba Mezarlığı

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimeC.tesi Ocak 28, 2012 8:02 pm

Araba Mezarlığı Ibct1NlaCmvMnbAraba Mezarlığı IQlfHR89a5ded
Nanna Lindqvist & Harley Westwood
12 Temmuz 2012
Londra'nın bir ucu, araba mezarlığı, sarı araba.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimeC.tesi Ocak 28, 2012 8:04 pm

Uyuşturucu ana başlığındaki herhangi bir maddenin varlığı yahut yokluğu -su götürmezlik safhasında benzerdir- yaşamını öğüten bir değirmen; aynı zamanda saman alevinden gülümsemelerini yeşerten basitlikten oluşuyordu. Parlak turuncular, yanıp sönen maviler, yeşiller ve kırmızılar... Her şey yoğun, her şey güçlü; ama en çok da Harley güçlüyken; aslında en zayıf varlık olduğunu unutturan, acınası soluklarının dünyanın ağzına sıçan bir gerçek olduğuna inandıran bir şey. Zaman ve mekan tamlamasının son halkasında, hiçlikte, bir yolculuk gibi güzel ve tapılası. Derler ya güzel olan her şey senin sonunu hazırlar. Onun gibiydi işte, tam da göründüğü gibi güzel olan; ama öldüren. Kimse bu meretten ölünce ne Adonis gibi hortlayacaktı ne de onun gibi güzel görünecekti; ama önemli değildi. Harley'nin mantığına göre dibin de dibi vardı ve böyle düşününce Zerdüşt yanlış buyurmuş oluyordu işte. Her neyse, Harley her şeyin en iyisini bilirdi değil mi? Sittin sene önce yaşayıp saçmalamış bir herifin dediklerini kafaya takacak değildi. Onun neyi kaybedip özgür kaldığını, bu şeyin bir faydasının dokunup dokunmayacağını da bilemezdi. Zaten bu konuya kafa yoramayacak kadar az beyin kıvrımı vardı ve şu an dahi orada konaklayan hücrelerini de içine çektiği zehirle öldürüyordu. Bir nefes ve hop, bin hücre gider, kansere bir adım daha yaklaşılır ve Harley daha da geri zekalı olur.
İlginç bir şekilde dumanlanmamışken yürüyordu kurumuş toprak zeminde. İngilterenin en verimsiz arazisi burası olmalıydı. Gece, Dünya gezegeninin yarısını yorgan gibi örtmüş; ay birtakım romantiklerin gözlerinden hülyalı hülyalı geçerken, Harley için kocaman bir peyniri çağrıştıracak kadar sarıydı. İşte bu uzay faresi tarafından tırtıklanmış yuvarlağın gümüşi ışığında araba mezarlığında takılıyor olması yeterince sıradan bir davranıştı. 'Canın mı sıkılıyor, insan suratı görmekten mi bıktın? Siktir et gitsinler, sen al başını buraya gel.' Hal ve tavırları içerisindeydi. Parçalanmaya yüz tutmuş sırt çantasında çalıştığı bardan yürüttüğü çeşitli alkol mamüllerinin şişeleri şangırdarken derin bir nefes aldı. Yakında bu yüzden kovulması işten bile değildi; ama ne önemi vardı ki? Bir iş gider bir yenisi koşa koşa gelirdi. Yani- daha çok koşan taraf Harley oluyordu; ama hayati ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra ne önemi vardı ki?
Sıkıntılı bir tavırla yüzünü sıvazladı. Traştan bir iki gün sonra anca çıkmaya başlamış sakalları avuçlarında tatlı bir kaşınma hissi yarattı. Bugün kocaman, devasa, lanet olası bir hata yapmıştı. Siktiğinin Arap siki kadar kocaman, kol gibi bir hata. Şimdi böyle düşününce, 'bay umursamaz' kimliğine gayet ters düşen bir melankoli çıkmazında hissediyordu kendisini; ama telefonda ağlayan insan da öz annesi olunca insan garip hissetmekte haklı olabiliyordu işte. On dokuz yaşındaydı. Boklu on dokuz. İngiltere kırsalında yaşayıp başakların rüzgarda nasıl da boyun eğip pörsümüş sike benzediğine dair şiirler yazabilirdi; ama ne yapmalıydı Harley? İlla ki sorun çıkarmalıydı, liseden atılmalı, ıslah evine girmeli, uyuşturucuya başlamalı ve tek hayali sahnenin tozunu attırmak olmalıydı. Hala umut edip duruyordu işte. Ne Arnold ne de Harley'nin şahsı tarafından aylardır bir kez bile telefon açılmayan Haley Westwood'u arayıp ağlatmalıydı. Neden? Paraya ihtiyacımız var demek için. Niye? Çünkü borçtalardı. Niçin mi? En sinir olduğu sorulardı işte. İhtiyacı vardı, o sikik parayı göndermeyecekse cehennem olsundu o zaman, anne mi diyordu kendisine bir de? Gerçi Harley bu tip söylemlerde bulunduğu an pişman olduğunu söyleyemezdi. Vücuduna yeterince zararlı madde alıp sinirleri yatıştıktan sonra pişman olmuştu; ama iş işten geçmişti değil mi? Annesini severdi, annesi de onu severdi. Bir ara arayıp barışmalı ve burada çok iyi bir yerde çok iyi bir iş bulduğunu, araba almak için para biriktirdiğini falan uydurmalıydı işte.
Ayağının önündeki taşa tekme atıp toz kaldırdı biraz. Yamalı kotu iyice toz toprak olurken taş yuvarlandı yuvarlandı ve üst üste sağlamca dizilmiş arabalara doğru gitti. Harley onu takip etti aylakça. Hayatı bundan ibaretti işte. Ye, iç, sıç, hayal kur. Kafası yukarı doğru kalkarken kendisini yukarıya çeken bir beden gördü. Daha doğrusu iki adet ince bacak, yuvarlak bir kıç ve dişilere has üreme organını kapamış küçük bir don. Harley ağzında bitmek üzere olan bir sigara, elleri ceplerinde öylece dikilip yabancının çabasını izledi. "Güzel don." Seslenişi ile beraber uzun süredir konuşmadığı için hafifçe çatlayan sesine merhaba dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimePaz Ocak 29, 2012 12:24 am

Ayrıntılar her şeyi güzelleştiren ya da bok eden şeylerin başını çekiyordu. Ah, kesinlikle. Güzel bir manzara, havadaki hoş bir koku, dinlendirici bir melodi ya da en basitinden kalabalık bir masada oturduğunda sevdiğin mezenin sana daha yakın olması. Bir sigaranın dumanı bile bir şeyi göründüğünden daha farklı kılabiliyordu. Dar ve uzun yol sokak lambalarıyla aydınlanmıştı şimdi. Nanna, kasetçalarını çantasından çıkarıp kasedi ters çevirmeye üşenerek yürüyordu. Şu araba mezarlığına az kalmıştı zaten, oraya varınca halledebilirdi. Şikayet edince soruyorlardı. 'Neden müzikçalar almıyordu?' Sırf ısırıklı elma işareti için sayılan poundlara acırdı Nanna. 'Ama uygulamaları da farklıydı!' Nanna'nın kafası almazdı o uygulamaları. Nanna kasedi kalemle geri sarmanın verdiği duyguyu severek büyümüştü. 'Eh! Ozaman neden şikayet ediyordu?' Tamam, belki de kendisini kandırıyordu. Parası yoktu tamam mı? Ve eline geçen ilk parayla da üç gün önceki gittiği şu uyuşturuculu parti evindeki borçlandığı adama vermesi gerekiyordu. Bu basit bir sakso çek hallolsun işi değildi çünkü adam göte boru döşeyecek bir tipti. Ve acılı bir döşeme olacağından korkuyordu Nanna. Saat epey geç olmuştu. Alkoliklerin kusmuk kokularının havayı rahatlıkla doyuracağı bir saat. Evsizlerin ev aramaktan vazgeçip ellerindeki köpek öldürenlerle köprü altlarına sığındıkları saat. Ve Pizza Hut çalışanlarının çıkış saati. Ne tesadüf.

Dar kaldırımın üzerinde ilerlerken çizgilere basmamaya çalışıyordu Nanna. Zor bir işti. Konsantrasyon ve denge gerektiriyordu. Hele de elindeki Pizza Hut poşeti sürekli sol taraftan gelen kandırıkçı çizgileri kapatırken. Bu anlamsız oyuna yolun sonuna kadar bıkmadan devam etti. Dudağından sarkan sigara biriken küllerini, Nanna'nın kot gömleğine bağışlarken de sesini çıkarmayıp gözlerini devirmekle kaldı. Araba mezarlığı, hurdalık, kız cehennemi, ne denirse denilsin Nanna burayı seviyordu. Kız cehhenmi üzerinde düşünmüştü biraz. Galiba bu arabalarını kızları gibi seven insanların kullandığı bir deyimdi. Ama Nanna ileride bir araba alırsa ve değiştirmesi gerekirse- ölme eşeğim ölme- buraya getirecekti. Güzel manzara her şeyi daha da güzelleştirirdi çünkü? İlerideki araba yığınlarının tepesinden Thames'in ne kadar harika göründüğünü Nanna'dan başka kim bilebilirdi ki? Belki kediler köpekler veya kuşlar. Aha! Pislik kuşlar. Herhalde en güzel yerleri onlar buluyorlardı. Nanna'nın keşfettiği birkaç yer vardı. Clem'le takıldıkları apartmanın tepesi The Old Bailey'i gördüğü için şaheser gibiydi. Şehir merkezinden uzak Victoria Dönemi'nden kalma birkaç binanın olduğu sokağı gören bir su deposu da bulduğu harika yerlerden biriydi. Bir de burası vardı. Araba yığınlarının tepesinde kalan hiç bozulmamış, üzerine güneş vurduğu zaman kirli sarısının gururla parladığı bir araba vardı. Impala tipli, ama markası ve logosu sökülü olduğu için ne olduğunu bilemediği sarı araba. Yumuşak toprak zeminin üzerinde yürürken etrafına bakındı. Kimse yok gibi gözüküyordu. Eğer cebinde beş on pound daha olsaydı iki üç kutu bira da olurdu pizzanın yanında. Yine de bir şey vardı. Rahatlatıcı bir şey. Son aylarda Nanna'nın sol kolundaki deliklerin sebebi olan şey. Uyuşturucudan bahsediyordu. Çalabildiği zaman amfetaminler ve benzeri. Ama parası olduğunda da eroin. Evet, uyuşturucuyla ilgili bir şey olduğunda gelen ilk soru şuydu. 'Çok mu havalı olduğunu sanıyorsun kendini öldürerek?' Nanna kendisini hiçbir zaman öldürmek istememişti. Yani daha yapacağı onlarca şey vardı değil mi? Sadece riski yükseltiyordu işte. Ki bunu da o amaçla yapmıyordu. Şu, bir kere dene bir daha denemezsin muhabbetleri de doğruydu. İsteyen insan bir kerede bağımlı olmuyordu. Hadi ama ilk vuruş, çakış, doz, ne boksa onu aldıktan sonra kimse eroin diye bağırmıyordu. Ama hayatında mutluluk arayan, kendisini bir an olsun kraliçe gibi hissetmek isteyen bir insan devam ediyordu. Şu koca sikik İngiltere'de kraliçe olmak istemeyene enayi derdi Nanna. Herkes kraliçeyle konuşuyormuş gibiydi zaten. Herkes lord, düşesti zaten. Ya da onların kırması. Ne vardı işte? Nanna kullanıyordu onlara neydi ki?

Kalın tabanlı botları yumuşak toprağı ezerken durdu sonunda. Poşeti ağzıyla tutarken yavaş yavaş tırmanmaya başladı. İki üç araba çıkıp dinleniyordu. Altı yaşında maymun gibi daldan dala atlamaya benzemiyordu işte. Birincisi hurdalar eli kesebiliyordu, ikincisi de sigara yüzünden becerilen ciğerleri. Gri bir hurdanın kapısına tutunup bir iki dakika dinlendi. Sonra tırmanmaya devam etti. Şu fasülye sırığına tırmanan çocuk gibi hissediyordu resmen. Dikkatini toplamıştı, ayağını tekerlek-kaporta boşluğuna sokup kendisini yukarı çekecekti ki duyduğu sesle irkildi.
“Güzel don.” Ah, harika. Aşağıya baktığında görmeyi beklediği şey kafasında yırtık beresi, çükü elinde gezen bir evsizdi. Gördüğü şeyle kaşları kalktı. Nefesini kendisini yukarı çekmeye harcadığı için konuşamadı bir iki saniye. Ve dişleri arasındaki poşet de buna yardımcı oluyordu tabii. Arabanın tepesine çıkınca adama doğru döndü. Karakafalı adama orta parmağı gösterip boş eline aldı poşeti. “Git kendini becer.” dedi omuz silkip sarı arabanın camındna içeriye girerken. Böyle orta parmak gösteren asi kız olmak istediği yoktu Nanna'nın. Ama hala çalışan teypten gördüğü kadarıyla gecenin iki kırk ikisinde kimseyle kraliçeyle konuşulduğu gibi konuşamazdı Lady Nanna Lindqvist.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimePaz Ocak 29, 2012 5:44 pm

Sıcak bir temmuz yeli eserken Harley'nin burnuna pek de hoş olmayan kokular geldi. Sanki amonyağın ağır kokusunun arasında başka iğrenç bir şey daha vardı. Şöyle temiz bir nefes yerine, sigarasından son nefesini aldı. Karanlık içerisinde kırmızı kırmızı parlayan kor, izmaritle beraber yere düşüp turunculaştı. Keşke şu yel kız yukarı çıkarken esseydi, Harley o dondaki deseni aradaki mesafeden ötürü tam olarak seçememişti. Çilek miydi, ahududu mu? Arada büyük bir fark vardı sonuçta.

“Geliyorum eşek sikesice.” dedi fısıldayarak. Suratında çarpık bir sırıtış vardı. Şu bir zamanlar olan; ama paraya ihtiyacı olduğu anda sattığı televizyondaki parlak gülüşlerden değil. O da nasıl bir mantıktı onu algılayamıyordu; ama karanlık gecede kendisini yukarıya çekerken bunun hakkında düşünmedi. Gerçek hayatta öyle bir şey yoktu. Yani evsizlerin bile muntazam dişleri vardı, Harley'ninkiler savaştan çıkmış gibi olduğu için hiç inandırıcı değildi işte. Kendisini yukarıya çekti. Metalin soğuk olmasını bekliyordu; ama değildi. Yazın buraya gelmeyi bu yüzden daha çok seviyordu işte. Ne buz tutmuş kapılardan ayağı kayıyordu ne de çıkana kadar elinin işlevini kaybediyordu. Aslında zorlamayıp gidebilirdi; ama bu arabanın manzarası hem en iyisiydi hem de iki gece önce geldiğinde Joy Division kasetini burada unutarak asrın mongolluk örneğini göstermişti. Hem de ne moronluk ama! Ian Curtis, boynuna yağlı ilmeği Harley doğmadan çok önce geçirip gitmişti bu dünyadan. Eğer Harley o zaman yaşıyor olsaydı kayan yıldızın bütün samanyolunu peşinden sürüklemesi gibi giderdi peşinden. Yine de şimdiki temel problem çok farklıydı. Şu çilli kıç, Harley'e ait arabayı mesken edinecek gibi görünüyordu. Kaldı ki o aksanlı pilice de uyuz olmamış değildi. Sonuçta ne yapmıştı ki Harley? Güzel don demişti, altıma yak aletimi akciğerlerine kadar sokayım dememişti ki.

Sonunda kendisini sarı arabanın camından içeriye bıraktığında araba kulesi tehlikeli bir biçimde sallandı. Gökyüzüyle birleşmiş gibi görünen karanlık nehrin üzerindeki tek tük ışıklar ileri geri gitti ve kulağında bir çığlık duyuldu ki, galiba bu biraz da yarı bedeninin kızın üstünde olmasıyla da alakalı olabilirdi. “Ne bok yemeye atıyorsun ki koca- bedenini!” Arabanın sallantısı biraz dururken Harley hem kız tarafından itildi hem de kendisini biraz toplayıp şangırdayan çantasını omzundan çıkarıp yere koydu. Gözlerinin önüne düşmüş fötr şapkayı geriye itip kızıl kafaya baktı. Turuncuydu bir kere o, kızıl bile koyu kalabilirdi. Aslında tek turuncu olan saçları değil de komple bedeniydi galiba. Ölümcül bir çil yığını içerisindeyken Harley omzunu silkti. “Sakin ol tükürüklü aksan.” dedi yanağından bir damla tükürükçük silerken. Sapık gibi falan mı görünüyordu acaba Harley? “Bu benim arabam, sen burada ne bok yiyorsun asıl?” dedi kaşları havalanırken. Kızın suratındaki ifade değişimine baktı. Sahipleniyordu, Harley'nin arabasını sahipleniyordu! On saniye, ama daha uzun değil, birbirlerinin gözlerinin içine baktılar düşmanlıkla yadırgamak arasında bir ifadeyle. Sonra Harley'nin burnuna çok güzel bir koku geldi. Burnunu dikip havayı içine çekerken gözlerini kızdan kaçırmıştı bile. “O pizza mı-” dedi poşete uzanırken; ama lafı kesilmişti bile turuncu beyin tarafından, üstelik elinin üstüne de sert bir şaplak inmişti. “Nereden senin araban oluyormuş? Ne zamandan beri?” Göçmenler. Hepsi aynı boktu işte, hem gelip insanların mallarına konuyorlardı hem de hiçbir şeylerini paylaşmıyorlardı. Hayır. Harley ırkçı falan değildi, ülkesine karşı aşka yakın duygular besliyor olabilirdi; ama kafatasçılıktan uzaktı. Mesela alt katta yaşayan İspanyollar, Harley'nin en büyük uyuşturucu kaynağıydı.Onları seviyordu, onlara bayılıyordu; ama bu kızdan hoşlanmamıştı işte. “Ne zamandan beri söyleyeyim. Sende olmayan şey bende olduğundan beri, yaklaşık on dokuz yıldır olan bir şey bu ve hayır, bu bir sik değil. Bunun adı vatandaşlık belgesi. Yani benim ülkem benim arabam. Sikik aksanını götüne sokup arabadan inebilirsin şimdi kızıl göt.” dedi sakin sakin kaşlarını kaldırıp kızıllığa bakarken. Sonra derin bir nefes alıp gözlerini devirdi umarsızca. “Yani eğer pizzanı paylaşırsan da çok iyi dost olabiliriz.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimePaz Ocak 29, 2012 10:51 pm

Kafasını içeriye sokup yayları yer yer çıkmış koltuğun üzerine attı kendisini Nanna sakinlemiş bir ifadeyle. Tek istediği aşağıdaki iç çamaşırı fetişist herifin yukarı çıkıp geceyi mahvetmemesiydi. Arabanın içindeki rutubet ciğerlerinde oynaşıyordu. Direksiyona ayakkabısını dayayıp bağcıklarını bağlarken aşağıdan gelen seslerle birlikte alnında küçük iki çizgi oluştu. Geliyordu işte. Ne diye geliyorduysa? Çantasında bulabildiği tek yaralayıcı alet şırıngayken sonunucuyu harcayamayacağını düşünüyordu. Belki kafasına bir tekme çakıp kurtulabilirdi ondan. Derin bir nefes ve biraz daha rutubet. Kokuya bakılırsa iş üzerinde olan birini öldürüp de üç ay orada bırakmışlardı sanki. Kafasını hafifçe camdan uzattığında gördüğü manzara pek iç açıcı sayılmazdı. Yılmak bilmeden kendisini yukarı çeken adam Nanna'nın tırmanma süresi rekorunu aşacak gibi duruyordu. Araba hafifçe sallandı. Nanna küçük bir küfür savurup sıkıca tutundu direksiyona. Sarsıntıların şiddeti artarken Nanna direksiyona sıkıca tutunuyordu bir faydası olacakmış gibi. Sonunda çekik gözlülerin kentinde yaşanan cinsten bir deprem olurken dudakları aralandı ve bir çığlık bağışlandı sessiz geceye. Sapık. Katil. Sapık katil! İkisi birden olabilirdi. Ya da Pizza Hut çalışanlarını öldürmeye çalışan bir adam olabilirdi. Nanna'yı oraya kadar takip etmiş bir seri katil olmuş olma olasılığı ne kadardı? Çekip gitseydi her şey güzel olurdu ama her gördüğü dona atlayacak kadar da sikini pantolonunda tutamıyordu anlaşılan. Harika, o işe girmeyecekti Nanna. Ya da gelirken şu saçma çizgi oyununu oynamayıp etrafına bakınacaktı. Hep böyle olmuyor muydu? Dikkatsizliği başına bela olmuyor muydu? Aşağıdan daha küçük gözüken ama yanına çıktığında bir dev olduğunu anca fark ettiği adamı süzerken tükürükler saçarak konuştu.
“Ne bok yemeye atıyorsun ki koca- bedenini!” Hala sallanan arabanın devrilip ezilmesi ihtimaline rağmen adamı göğsünden ittirip pis pis bakmakla yetindi. Oyuncağı elinden alınmış gibi bir hali vardı Nanna'nın. Adam ise burnunu pisliğe bulaştırmaya bayılan bir tipe benziyordu. Adamın onu süzmesiyle birlikte geriye çekilip baktı ona pis pis. Para istiyorsa yanlış kişiye çatmıştı. Tecavüze meraklı bir sapık idiyse işte o zaman Nanna'nın botunun altındaki bokun tadına bakacaktı.
“Sakin ol tükürüklü aksan. Bu benim arabam, sen ne bok yiyorsun asıl?” dedi sapık, İngiliz olduğunu belli etmek istercesine milletine özgü o garip ağız hareketlerini yaparken. Kızıl kaşlar çatıldı. Kafasındaki şapka ve yamuk dişleriyle fazlasıyla sinir bozucu gözüken adama elinden geldiğince sert baktı. Korkmanın ilk kuralı korktuğunu belli etmemekti. Adamı köpek gibi değerlendirse de umursamadı. Ne yani? Bu onun arabası mıydı? Cidden onun arabası mıydı yoksa Nanna'nın arabası olduğu gibi mi oluyordu? Öğrenmek için tek yol vardı ama ağzını açtığı anda yanındaki pizza poşetine uzanan ele geçirdi bir tane. Harika. Cidden köpekti galiba kokuya geliyordu.
“Nereden senin araban oluyormuş? Ne zamandan beri?” Gözü bir yandan tek yiyeceği olan pizzasını kollarken adamın suratına bakıyordu. Arkadaş falan istemiyordu Nanna. Arkadaş isteseydi gidip o gece alemin tekine katılırdı ya da fazla mesai yapardı. İnsanlar yalnızlık istemeye neden saygı duymuyorlardı? Madem kız cehennemine geliyordu ve görüyordu ki araba doluydu, başka bir arabaya gidebilirdi. Bu kadar basit. İfadesi bile bozulmayan adamın koltukta hafifçe kaykılmasını izledi. Sonra son derece pörtlek olan gözlerinin bayılmasını. Biraz ikilemde bırakıcı bir hareketti bu.
“Ne zamandan beri söyleyeyim. Sende olmayan şey bende olduğundan beri, yaklaşık on dokuz yıldır olan bir şey bu ve hayır, bu bir sik değil. Bunun adı vatandaşlık belgesi. Yani benim ülkem benim arabam. Sikik aksanını götüne sokup arabadan inebilirsin şimdi kızıl göt.” Sesindeki sakinliği bile Nanna'nın kapıyı açıp adamı dışarı atmak istemesine neden oluyordu. Bir kez olsun İngiltere'ye geldiğinde şu tiplerin göçmenleri iyi karşıladığını görmek istiyordu. Ama nerede?
“Yani eğer pizzanı paylaşırsan da çok iyi dost olabiliriz.” Aç köpek! Götünü yesindi Nanna'nın. Onu bile yemesindi. Yine de edilen lafın altında kaldığını hissederken kaşları çatıldı, burun delikleri açıldı ve pizza poşetini de çantasıyla birlikte kucağına aldı. Sinirlendiğinde kuracağı İngilizce cümleler kafasında allak bullak bir hale geliyordu.
“Bana bak ırkçı piç.” dedi çantasına resmen sarılmışken. Ne diyeceğini de bilmiyordu ki. Bir iki saniye duraklama yaşayıp camdan dışarı baktı. “Pizza falan vermiyorum sana. Arabadan da çıkmıyorum.” Yapabildiği tek şeyin inat etmek olduğunu fark ettiği anda sinirden kızarma fonksiyonu baş gösterdi. Yeterince renkli olan suratı domatese benzeyene kadar kızardıktan sonra adama baktı sinirle. Kafasındaki kirli fötr şapkayı ona yedirmek istiyordu o anda.
“Göçmenlere alış tamam mı? Sizin bokunuzu topluyoruz. Pizza diliminizdeki mısır tanelerini sayıyoruz. Ve altı üstü hurdalığa gelip sahipsiz bir arabada geceyi geçiriyoruz. Alıp veremediğin ne bilmiyorum.” dedi nefesini burnundan verirken. Bu sırada göğsüne bastırdığı poşetin içindeki pizzalar da rezil oluyordu. Gülünç bir halde olup adamın eline koz vermekten nefret etti.
“Şimdi. Önce ben geldiğime göre siktirip gitmeye ne dersin? Giderken şu büyük depremlerden birini yaratmazsan sevinirim.” Cümlesini tamamlamak için adamı süzdü. “Koca götünle yani.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimePtsi Ocak 30, 2012 12:02 am

Kızın suratını ağır çekimde görüyor gibi bir şeydi şu anda. Kelimeleri anlaşılmaz bir anafor gibiydi, ki zaten anaforsa nasıl anlayabilirdi Harley? Artık solmuş rujun süslediği alt ve üst dudaklar yamularak birbirini terk etti, onda da pek parlak dişler olduğu söylenemezdi hani, burun delikleri genişledi. Son derece aykırı bir biçimde dağılmış; ama çokluğundan dolayı bir düzen içerisindeymiş gibi görünen çillerin kapladığı teni gerildi, mimikleri korkunç haller aldı. Elmacık kemiklerinden yayılmaya başlayan kırmızılık geri sayım gibi bir şeye işaret ediyor olmalıydı.
Beş.
Kızın mahvolmuş kırmızı boyalı tırnakları uzadı. Yerlerini kahverengi pençeler aldı. Harley burada nefesini tuttu, nasıl bir canavar çıkmıştı karşısına bu sefer? Pizza poşeti parçalanırken camlara kanlı sosiler yapıştı. Beyni bunun çüküne gönderilmiş tekinsiz bir mesaj olduğunu söylüyordu.
Dört.
Bu evrede kızın yüzündeki kemikler ileri doğru hamle yaparcasına atıldı. Neredeyse bir köpeğin ağzını andırıyordu. Dişleri uzamaya başladı, şu an oldukça beyaz olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi Harley. O kadar ki diş macunu reklamında başrol edinebilirdi.
Üç.
Harley onun artık bir kız olmadığını anlamıştı, o bir yaratıktı. Oturduğu yerde biraz dikleşip kaşlarını çattı. Londra'yı ele geçirmek isteyen kötü bir ruh vardı karşısında. Genç adam mağrur ve her zamankinden daha da kendine güvenen bir ifadeyle baktı. Şehrin, kraliçenin korunmaya ihtiyacı vardı; ama neyse ki Harley Westwood buradaydı. Tanrının bir lütfu olarak, bu canavarı geldiği cehenneme geri gönderecekti.
İki.
Canavar evrimini tamamlarken, gözleri kırmızılaştı. Gözünü kan bürümüş olmalıydı, ancak bu sonucu çıkarabildi kara kafalı. Oysa yaratık yanlış adamı seçmişti. Kahramanlar Konseyi'nde bu konu hakkında uzun uzun konuşmuştu Spiderman ve Kaptan Amerika ile. Onlar da Harley'nin en iyisi olduğunu düşünüyorlardı.
Bir.
Karşısındaki şey bir kurtadamdı, artık bunu anlayabiliyordu. Harley savaş tekniklerini düşündü. Yakından dövüş en mantıksızı; ama tek çaresi gibi görünüyordu. Eğer canavar bu kadının bedeninin on katı kadar olmasay-



“Koca götünle yani.” Her şey birden bire eski haline dönerken karşısında küçümen kızıl kafayı buldu. İçinde dilimlenmiş pizza olduğu belli poşetlere evladına sarılır gibi yapışmış, canhıraş sesleri bağışlıyordu Harley'e. Dünyayı bu mahlukattan kurtardığına dair kurduğu hayalleri sırasında surat ifadesi bir saniye için bile değişmemiş, öyle dinliyormuş gibi yapmıştı. Bu yıllar içerisinde kadınların dırdırına dair geliştirdiği bir korunma yöntemiydi, yoksa bu kızıl terörün vırvır etmesine tahammül etmesi imkansız gibi bir şeydi. Yine de kurduğu hayalde gerçek olan bir nokta vardı. Kızın ağzı burnu güzeldi; ama tam anlamıyla bir canavardı. Onun yeraltından, Hades'in yanından gelme ihtimalini düşündü. Daha geçenlerde bir deprem olmamış mıydı? İşte o zaman toprağı çıplak elleriyle yarmış, kendisini yeryüzüne çekmiş olabilirdi. Mavi gözlerinde parlayan bir öfkeyle tüm erkeklerin ebesini bellemek için burada olabilirdi.

“Sakin ol lan. Terminatör gibi karısın.” dedi hayal gücüne bir dur demesi gerektiğini bilirken. Sonra arabaya bindiğinden bir bir ilki yapıp Impala olması muhtemel aracın kasetçalarını açtı. İki gün önce unutulmuş kasetten cızırtılı bir Ian Curtis sesi gelirken huzurla arkasına yaslanıp bir sigara yaktı. Terminatör ona git demişti; ama Harley'nin öyle bir niyeti yoktu işte. “Bu arada gördüğün gibi buradayım, gitmeye de bir niyetim yok.” dedi omzunu silkip çantasından adını bile okuyamadığı bir içki şişesi çıkarıp kapağını açarken. Bir yandan da onunla konuşmama kararı almıştı, ne hali varsa görsündü. Hem inatçı keçinin tekine benziyordu ve Harley ne derse desin tersini söylemeye ant içmiş gibiydi. Yine de ağzını yamultup üfledi. “Irkçı falan değilim ben, sen sik delisi karılar gibi çirkeflik ettin diye öyle dedim.” dedi omzunu silkerken. Gerçi kız ne etmişti ki? Harley'nin öyle davranası tutmuştu, olan buydu. Yine de omzunu silkti. “Benim gayet yakın arkadaşlarım var. Mesela alt komşularım İspanyol. Bayılıyoru- neyse. Ve İsveçli de var. Koyduğumun Londra'sında İngiliz yok zaten. Ne fark eder. Hem benim bokumu falan topluyor olsan bok içinde olmazdım. Demek ki işini iyi yap-” Harley'nin çenesi de düşüktü, kabul etmek gerekirdi; ama birden susmasının nedeni bunu düşünmüş olması değil, arabanın kokusu arasında dalgalanan şarkıydı. She' s Lost Control dönerken kasette Harley sesi açtı. “Bak tam da seni anlatıyor.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 9:01 pm

Konuştukça konuşuyordu Nanna. Bozuk İngilizcesiyle, aksanı beş para etmez boyutlara geldikçe daha çok konuşmak istiyordu. Ve en çok sinir olduğu da karşısındaki herifin bir saniye bile değişmeyen surat ifadesiydi. Sanki bir kutu akinetonu bir seferde yutmuş gibiydi. Tek bir kası bile oynamıyordu, tamamen gevşemişti herif. Söyledikleri bittiğinde, Nanna'nın ensesinden aşağıya doğru bir sıcaklık yayıldı. Öyle ki tüm vücudu patlamanın etkisinden kurtulmuştu sanki. Yayları çıkmış koltukta daha rahat bir pozisyona giremezdi. Yaz ayının ılık rüzgarı kırık sürücü camından içeriye eserken Nanna adamın suratına bakmaya devam etti. Kalkıp gitmemek için tek nedeni şu inat denen pis duyguydu herhalde. Giderse o kazanacaktı. Amacı da buydu değil mi? O pörtlek gözlerin tamamen boş bakmasının sebebi buydu. Tamam, daha önce sarı arabayı o da tatmıştı demek ki. Biliyordu yani uyuşturucu etkisinde olan bu manzaranın güzelliğini. Nanna onunla paylaşırdı arabasını. Farklı gecelerde tabii. Arabaya kız muamelesi çekilmesi doğruydu galiba. Nanna favori orospusunu paylaşamayan bir kodaman gibi hissediyordu.
Adam kasetçalara hamle yaptığında bu sefer tepkisiz kalan Nanna'ydı.
“Sakin ol lan. Terminatör gibi karısın.” Terminatör. Yani burada tüm pislik Nanna'nındı ha? Hadi oradan. Cidden. O garip ağız hareketleriyle Nanna'nın idrak edemeyeceği uzunlukta cümleler sokup laf yarıştırırken koca karı olmuyordu da Nanna bir iki şey söyleyince mi terminatör oluyordu yani? Kasetçalardan yükselen sesle birlikte kulak kesildi sakince. Joy Division. Harika. Bir de müzik zevki iyi bir herife çatmıştı. İngilizlerin kendi müziklerine değer vermedikleri söylenirdi bir de. Keşke bu adam da öyle olsaydı. Ortamdaki yoğun gerici havadan dolayı mı bilinmez adam sigara yakmıştı. Şarkının altından duyulan hafif çıtırtı sesi hoşuna gitse de çaktırmadı. O hala terminatöre tepkiliydi.
Çantasından şişe çıkarırken gitmeyeceğini bildiren adama bakıp içini çekti Nanna. Koltuktakio rahatlık hissi sırtına batan yaylar sayesinde bozuluyordu şimdi. Ya da şu adamın tavrı olabilirdi. Eğer yeterli gücü olsaydı, beş dakika önceki sinir bozukluğu anında adamın götünü camdan itmişti bile. Bir içki şişesi ortamda belirirken Nanna gözlerini kaçırdı. Pislik Nanna'nın sahip olamadığı her şeye sahipyi. Pizza dışında tabii. Kucağında ezilip büzülen dilimlenmiş pizzalara bakıp içini çekti. O poşette Nanna gibi üç kişiyi doyuracak kadar pizza vardı. Belki içki karşılığında biraz pizza-
“Irkçı falan değilim ben, sen sik delisi karılar gibi çirkeflik ettin diye öyle dedim.” Pizza paylaşma düşüncesi *sik delisi karı* kelime öbeğinin her bir harfinde kendisini unuttururken Nanna adama bakıyordu. Yamuk ağzıyla çizdiği görüntünün hoş olduğunu falan mı düşünüyordu? Başka şartlarda belki. Ama şimdi Nanna ondan ayakkabısının altındaki köpek boku kadar nefret ettiği için iticiliğine paha bile biçemiyordu.
“Benim gayet yakın arkadaşlarım var. Mesela alt komşularım İspanyol. Bayılıyoru- neyse. Ve İsveçli de var. Koyduğumun Londra'sında İngiliz yok zaten. Ne fark eder. Hem benim bokumu falan topluyor olsan bok içinde olmazdım. Demek ki işini iyi yap-” Kayıtsızca konuşmaya devam eden adamın sözünü kendi kendine kesmesiyle Nanna etrafına bakındı. Bir şey mi olmuştu? Kasetteki şarkıya olan imayla birlikte Nanna'nın kaşlaır çatılmıştı.
She's Lost Control.
Belki de fazla abartıyordu.
Ian Curtis'in sesi mi değiştiriyordu Nanna'nın fikrini ama adama alışması gerektiği düşüncesi kafasındaki minik bir delikten baş göstermişti. İnsan bazen çok abartır bazı şeyleri. Küçücük şeyleri. Belki de Nanna'nın tek ihtiyacı uyuşmak, kafayı bulmak, uçmaktı. Clem'den aldığı borç para suyunu çektiğine göre yapacak bir şey yoktu. Şu meret fazla pahalıydı. Hem de göçmen olunca kazıklamaya çalışıyorlar, almayınca da kendi haline bırakıp gidiyorlardı. Belki de bu yüzden yüklenmişti adama ırkçı ve benzeri suçlamalarla. O da öyle davranınca Nanna'nın damarına basılmıştı işte. Kolay şey değildi. Damarında eroin gezinmeyeli uzun zaman oluyordu. Ve prozac hiçbir işe yaramıyordu. Ama bugün değil. Bu gece en azından yanında bir şişe Valium vardı ve bunun tadını çıkaracaktı Nanna. Kucağındaki pizza poşetini düşünmeden adamın suratına fırlattı ve tepkisini görmek istemeden arka koltuğa geçti kendi koltuğunun üzerinden.
“Üzgünüm.” dedi sakince.
Shadowplay.
“Kanalizasyona girmek istersen boka batarsın.” dedi çantasına uzanıp içinden bir kutu çıkarırken. Eline döktüğü iki hapa mutluluğun resmi, her şeyin anahtarıymış gözüyle baktı. Sonra ağzına atıp arkasına yaslandı. Gözleri arabanın yırtık tavan döşemesine ve sigara yanıklarıyla çizilen şekillere takılırken nefeslerini derinleştirmeye çalışıyordu.
“Şu İngiliz Lordlarından biri olamaz mısın? Bak ben kendimi Leydi Nanna gibi hissetmeye başladım bile.” Küçük bir kıkırtı boyası geçmeye yüz tutmuş dudaklarından dökülürken sesi Ian Curtis'inkine karışmış ve daha hoş bir melodi gibi gelmişti kulağına. Rahatlamanın vücudunu ele geçirmesine izin verdi. Parmakuçları uyuşuyormuş ve tırnaklarının yok oluyormuş hissi güzeldi kesinlikle. Para bulmalıydı Nanna. Daha fazla para daha az tırnaklanma hissiydi. Arka koltuğa boylu boyunca uzanıp kolunu da koltuğun baş kısmına uzatırken suratındaki ifade huzur bulmuştu. Böyle anlarda kafasını boşaltmaya çalışıyordu. Ama hep bir şeyler geliyordu işte şu lanet olası aklına. Neden geliyordu ki? Kaşları çatılıp birbirine yaklaşmışken İsveç'i düşündü. Kendi ülkesi gibi gelmeyen yeri. İngiltere de ona kendi ülkesi gibi gelmiyordu. Evsiz, yurtsuz, kimsesiz hissediyordu Nanna bu koca kentte. Leydi Nanna işi yalandı. Bok parçasıydı Nanna. O bile değildi. Ve her böyle hissettiğinde olduğu gibi gözleri doldu. Bu kadar çabuk etki etmesinin verdiği his, sabah sigarası gibiydi. Yalnızca onun yüz katı gibi.
“Görünüşe göre bu gece burayı paylaşacağız.” dedi Nanna uykusunda mırıldanır gibi bir sesle.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 12:20 am

Büyük hayalleri; ama basit zevkleri vardı. Zaten hep basit olmuştu.
Belli bir ölçüde eroin onu tatmin ederdi, dünyayı parmağının ucunda çevirmenin vereceği hazdan çok daha geçerli ve kısa bir yoldu. Gerçi kendi tezlerini çürütmekten zevk almasa da itiraf etmeliydi ki, dünyayı ele geçirmek de fena fikir değildi. O zaman bütün o haz doruklarında şampanya patlatabilirdi; lakin Harley iyilerin yani fakirlerin safındaydı. Bundan kelli de üretilmiş bütün o güzellikleri başkalarıyla paylaşmak zorunda olmak gibi bir sıradanlığa sahipti. Koca bir haftasını, hani o ebesinin amına mum dikilmiş yedi günü, kafasına öksürük şurubu dikerek geçirmek durumunda olan zavallı kesimden olmalıydı, zira insanlık şu paylaşma işini Harley'de sık sık bulunmayan bir şeyle yapıyordu. O bahsi geçen, cehennemin dibini boylayısıca insanlık, buna deli gibi mecburdu. Sik kafalı Libyalı pezevenkler parayı icat etmek zorundaymış gibi! Harley sırf bu yüzden iyi ve onurlu bir İngiltere vatandaşı olmak istese dahi başaramıyordu. Öncelikle girdiği hiçbir işte sigorta yaptırmıyordu ki; devletin işsizlere konut, yiyecek ve kıyafet alsınlar maksadıyla verdiği çekleri böylelikle alabiliyordu. Üstüne bir de işsizlere ödenen maaş için başvurmuştu. Vergi bile vermiyordu, bu yeni dünyada eskisinden de cesur olmak mecburiyetindeydi işte. Bebek İsa. Böyle bakınca ne kadar ahlaksız duruyor öyle, değil mi? Değil mi? Ama değil, Harley ülkedeki enflasyonu veya geçim sıkıntısını düşünmek zorunda mıydı? Onlar da adam gibi para vermiyorlardı zaten, şöyle dolgun bir işsizlik maaşı olsa böyle mi olurdu? Havadan gelen çekleri gidip başkalarına satıyordu ve oradan çıkan ne barınmaya ne de yiyeceğe yetecek bir gıdım para da sadece biraz ot ve biraz da eroin aldırıyordu. Merhaba, o kadar eroin kime yeter ki? Kimseye. İşte bu yüzden iyiden iyiye illegalleşiyordu insanlar. Daha geçen hafta kamu hizmetini bitirmişti Harley. Eğer salak gibi eczaneden antidepresan çalarken yakalanmasaydı- Ama ne yapabilirdi ki? Kafası zaten uçmuştu ve eh, camı aşağı indirdikten sonra o karanlıkta bir de şırınga aramıştı sağda solda. Yani sonuç olarak Harley'nin bu basit zevki başkaları tarafından kabul görmüyor diye, bu toplumda eşek götünden düşmüş bok muamelesi görüyordu.

Mutlu değildi işte. Kucağında kokusu ağırlaşmış bir pizza öylece kalmışken mutlu değildi. Oysa buraya kendisini iyi hissetmek için gelmiyor muydu? Yani ne? Arabanın çatlak ön camından Londra'yı izlemeyi severdi. Yani tamam. Yöneticileri sevmezdi ama- zaten onları hangi çatlak severdi ki? Şehrin büyük bir canavar tarafından saldırıya uğradığını ya da dış uzaydan gelme hilkat garibelerinin insanları yediğini hayal ederdi. İşte o noktada Harley'nin de içinde bulunduğu bir grup insan çıkar ve tüm dünyayı kurtarırdı; ama en çok da Harley kurtarırdı. Süper kahramanlık vazifelerini yerine getirdiği için, şehrin anahtarı verilirdi Kraliçe tarafından. Pizzayı kemirirken bunların hiçbirinin olmayacağı gerçeğini inatla reddetti. Kafasına acı sıvıdan dikip ciğerlerinin yanmasından başka bir etkiyi beklerken Leydi Nanna'nın kim olduğunu çözmeye çalışıyor olmamalıydı işte. Sahiden de kim olabilirdi ki? Soğumuş; ama hala lezzetli olan pizzadan bir ısırık aldı. Uzunca bir süre konuşmamış bir bu konuyu düşünmeye çalışmıştı. Keşke beynine uğramadan çıkıp giden cümlelerden olsaydı. Harley kraliyet ailesinden bir Kraliçe'yi bir de Leydi Diana'yı tanırdı. Kadın öldüğünde beş yaşında falandı galiba Harley. Annesi ne kadar da çok ağlamıştı öyle. Zavallı Diana Frances Spencer daha iyisini hak ediyordu çünkü. İşin aslı Harley de daha iyisini hak ediyordu, galiba annesi de o yüzden ağlamaya devam ediyordu. “Ben Leydi Nanna falan tanımıyorum o kim?” dedi kızın eline bir şişe verip onun Valium'undan üç tane kadar aldı. “Bu senin olsun, bu üçü de benim.” dedi zaten onun karşı çıksa da ancak lafta kalacak bir uyuşuklukta olduğunun bilincindeyken. Hapları yuvarlarken o müthiş kas gevşemesi olayına sarılabilirdi; ama o kadar elden ayaktan düşmüş oluyordu ki yapamadı. Kızıl beyinlinin kıkırdamasına çevirdi kafasını. “Ne diye-” dedi gözbebeklerini karanlıktan ziyade büyüten diğer şeyin kanına karışmasıyla iyice mayışırken. “Leydi Nanna benim çünkü.” dedi kız çatlak bir sesle. Kıkırdaması dinmişti, ikisinin nefes alışverişleri ve insana kendisini suçlu hissettiren Isolation dolanırken arabanın içindeki ağır havada Harley anladığına dair bir hımlama çıkardı. Kız soyluydu yani. O zaman Harley de soyluydu. Yani bir bok değillerdi; ama Harley olduğunu varsayabilirdi, bunu yapabilmek için dumanlı olmasına gerek bile yoktu. “Anladım. Kraliçeye selam söyle. Lord Westwood'dan.” dedi burnunu dikerken. Sonra bomboş bakışları dışarıdaki yoğun karanlığa takıldı, bir yandan dalmış kafasını kaşıyordu hissetmeyerek. “Harley Westwood. Birgün-” dedi sanki birisini çok özlüyormuş gibi içini çekerken. “Dünyanın vajinasında fink attığımda hatırlayabilirsin.” dedi. Valiumun verdiği özgüven konuşuyordu tabi, Harley kendi bedeninin içinde bir yerde uyuyakalmıştı ya da kim bilir, yeni uyanan şey oydu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Araba Mezarlığı Empty
MesajKonu: Geri: Araba Mezarlığı   Araba Mezarlığı Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 10:42 am

Lord. Harley. Westwood. Beyninde kelimelere tek tek baskı yaparak söylediğinde bile Nanna için bir şey ifade etmiyordu. Kimdi bu Westwood? Nanna'nın ne işi vardı o arabada? Midesinde asitlerle parçalanmış üç küçük hapla birlikte hem de. Her dakikası kendisine yabancı geliyordu belki de. Hayır, tasarladığı şey bu değildi. Bu şekilde olması için gelmemiti İngiltere'ye. Kim isterdi ki sefil bir şekilde hurdalıkta gezinip kafasını uyuşturmayı? Evinde şöminenin karşısında oturup sıcak çikolatasını neden yudumlamıyordu ki? Ah, evi kaç kilometre uzakta olduğunu bile bilmediği şu İskandinav yarımadası, sarışınların cenneti, karların ülkesi olduğu için olabilirdi. Belki yeterince çabalamıyordu. Gözleri sigara dumanı ve kirden grileşmiş tavanda boş boş gezinirken elindeki yarı dolu şişeyi hafifçe salladı.
“Çabalamıyorum Lordum.” mırıldanma dudaklarından kaytısızca dökülürken adamın oradaki varlığını reddediyordu belki de. Kendi düşünceleriyle boğulmak üzereydi ve şu sidik rengindeki alkol de buna hiçbir fayda sağlamıyordu.
“Sen dünyanın-” kaşları çatıldı, kafası yattığı kirli koltuktan hafifçe doğruldu. Gözleriyle Harley'i arıyordu şimdi. Sonunda bulduğunda rahatlamış bir ifadeyle kafasını geriye yatırdı yine. Öksürür gibi bir kıkırdama baş gösterirken konuşmaya çalışıyordu.
“Neyine demiştin? Vajinasına. Hıhım.” Kafası kontrol edilemeyen bir şekilde sallanırken derin ya da onun derin sandığı bir nefes çekti dumanlı havadan. Harley dünyanın vajinasına çomak sokacaktı. Kendi çomağını. Nanna'nın çomağı bile yoktu ki! O yüzdendi belki de. Eğer biraz daha uğraşsaydı diğerleri gibi, şu zayıflayıp ince bele sahip olmak için kaburgalarını aldıran ya da işine kendini adamak için bekaret yemini edenlerden falan bahsediyordu. Nanna kafasına eseni yaptıkça sahneye tırnaklarını zor geçirirdi. Biraz daha kıkırdayıp ortama ses getirdiğini düşünürken kasetin o sırada bir tak sesiyle bittiğini duymuştu.
“Çantamdan kaset çıkar.” dedi işaret parmağı dışında gevşek olmuş yumruğu havada dalgalanırken.
“Karışık bir tane olacaktı. Güzel şeyler var. Cidden güzel.” dedi yamulmuş ağzına şişenin kafasına götürürken. Yatarken içmenin zor olacağını fark edip hafifçe doğruldu ve arabanın kapısına yaslandı. Sıcaklık ensesinden çenesine, suratına ve oradan tüm vücuduna yayılırken birkaç yudum daha aldı şişeden. Bir iki dakikalık kraliçe ve soyluluk oyunu da tükendiğinde elinde bir şey kalmıyordu. Birazdan uyuyup kalacaktı, sabahın kör saatlerinde kaportanın üstüne konup bir şeyler kemiren karga sayesinde uyanacaktı. Fark edecekti ki karga pizzasını çalmış yiyor. Ona bir küfür savuracaktı belki de. Nanna'nın yaptığı şey de buydu. Durduğu yerde sızlanıp dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğundan şikayet etmek. Bir çaba göstermemek. İşin ayağına gelmesini beklemek. Kendisini hırslı biri olarak tanımlardı Nanna ama şimdiden bu bohem hayat düzenine ayak uydurmuştu bile. Sürekli işlere girip çıkıyordu, atılıyordu, kendisini rezil hissedecek her işe adım atıyordu. Rujunu şişenin ağzına bağışlamış dudakları aralandı. Küçük, tiz ve ortasında çatlayan bir çığlık döküldü dudaklarından.
“Ne diye-” diye başlamıştı adam. Nanna'nın bağırmasından rahatsız olduğunu belirten bir dizi küfür de onu takip ederken onun hala şu soyluluk oyununda kaldığını düşünüyordu Nanna. Eğer düşünebiliyorduysa tabii. Bir ara gözlerinden yaş süzüldüğünü ve onların da oracıkta kuruduğunu fark etti Nanna. Akmış makyajını elinin tersiyle silebildiğini düşünüp Harley'e baktı. Solgun tenin üzerindeki benler yerinde durmayıp sürekli dans ediyorlardı sanki.
“Şu uyuşturucunun bizi mutlu etmesi gerekmiyor mu?” Kasetçalardan tanıdık bir müzik yükselirken bir iki saniye durup Joey Ramone'un sesinden onun mucizelere inandığını dinleyip gülümsedi. Bir mucize olacaksaydı eğer- kıkırdadı. O sadece filmlerde olurdu. Mucizeler yani. Şu karşısındaki adamın da bir mucize beklediği belliydi. Herkesin en az kendisi kadar zavallı olmasında kimsenin suçu yoktu. İnsan doğasında olan bir şeydi sonuçta bu. Sürekli değişen ruh hali olduğu doğruydu ama kıkırdamaları her halinde baş gösteriyordu.
“Sen de mucize mi bekliyorsun Harley?” dedi adamın adını söylediğini fark ettiğinde daha fazla gülümserken.
“Mucize falan olmayacak. Ben sizin gibiler yüzünden burada çürüyeceğim ve bir gün kanalizasyonda cesedimi bulacaklar. Yine kaybetmiş olacağım. Ama bu sefer.” Elindeki şişe yine kafasına dikilirken ağzına dolup taşan içkiye aldırmadı.
“Büyük son olacak. O yüzden bir işe yara ve şu teybi kapat. Mucizelere inanmıyorum ben.” Elindeki şişeyi arabanın zeminine bırakıp gözlerini kapattı. Uyuyacaktı. Sonsuza kadar olmasa da kendini iyi hissedinceye kadar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Araba Mezarlığı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: The Streets-
Buraya geçin: