London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Le Chef-d'oeuvre Inconnu

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Apollonia Chamberlain
Ronnie Scott's | Sahibi
 Ronnie Scott's | Sahibi
Apollonia Chamberlain


Mesaj Sayısı : 262

Le Chef-d'oeuvre Inconnu Empty
MesajKonu: Le Chef-d'oeuvre Inconnu   Le Chef-d'oeuvre Inconnu Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 6:01 pm

Le Chef-d'oeuvre Inconnu Ben-Barnes-ben-barnes-25645642-100-100 x Le Chef-d'oeuvre Inconnu Rachel-Hurd-Wood-rachel-hurd-wood-10674675-100-100
ALEX MCLAİN & APOLLONİA CHAMBERLAİN


En son Apollonia Chamberlain tarafından Perş. Şub. 02, 2012 3:01 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Apollonia Chamberlain
Ronnie Scott's | Sahibi
 Ronnie Scott's | Sahibi
Apollonia Chamberlain


Mesaj Sayısı : 262

Le Chef-d'oeuvre Inconnu Empty
MesajKonu: Geri: Le Chef-d'oeuvre Inconnu   Le Chef-d'oeuvre Inconnu Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 7:16 pm

Omuzlarını geriye doğru hareket ettirerek gevşemeye çalıştı. Son zamanlarda yaşadığı ufak nezleden ötürü masanın üzerine bir kutu peçete koymuş ve sürekli bir parça çeker olmuştu. Burnunun ucu kıpkırmızıydı, ara sıra gözleri yaşlansa da son günlerde ondan da kurtulmuştu ve hastalık vücudunu terk etme aşamasındaydı. Üzerinde ince pudra pembesi elbise yerine daha kalın bir şeyler giyse şimdiye hastalıktı kurtulmuş olurdu, evet kesinlikle kurtulurdu. Bunun üzerine pek kafa yormayıp mavi kaplı kalın dosyalardan birini daha açtı. Kendi masasında sıradan biri gibiydi bu boş saatlerde. Elinde buzsuz birasıyla ve renkli kalemleriyle kafasının basmadığı hesaplar için kullandığı hesap makinesiyle ve sütlü kahve tonlarında kalın çerçeveli gözlükleriyle bir üniversite öğrencisinden farkı yoktu. Haline bir an gülüp kafasını tekrar kağıtlara gömdü. Sıfırlar birler ikiler yediler beşler vardı, satırlarca süren firma isimleri ve ürünler vardı. Doluydu bütün kağıtlar, yüksek ihtimalle bardaki en sıkıcı işi kendisi yapıyordu. Müzisyenler onlara bahşedilen yeteneklerini ve sihirli uzuvlarını kullanır barmenler birbirinden karmaşık görünen şekillerde kokteyller hazırlar ve insanların yüzünü güldürür, garsonlar tek bir avuçlarında en az on bardak taşırdı. Apollonia ise sadece konuşur hesap yapar yeni bir şeyler alır kayıt tutar maaş verir düzeni sağlamaya çalışır bazense kalp kırardı. Yüksek ihtimalle buranın kötü kızı oydu, bir şeyleri idare etmek sorumlulukların yanı sıra bazen acımasız olma gereği getiriyordu ve işin bu aşaması can sıkıcıydı, oldukça can sıkıcı.
Elindeki metalik dolma kalemi bırakıp dosyaların kapaklarını birer ikişer kapattı, büyük ihtimalle bu ay aç kalmayacaktı kimse. Gülümseyerek birasından irice bir yudum daha aldı. Bileğindeki bilekliğin işlemesini incelerken yine ailesi dolu düşüncelerine dönmüştü. Bu bilekliği onun koluna takıp gitmişlerdi sanki hayatından, sonrasında o Çingeneler çalma gereği dahi görmeden bir gün içinde başka bir adamın yanına götürmüşlerdi onu. Başlarda korkmadığını söylerse elbette bir çocuk yalanı olurdu bu. Onunla yapamazdı elbet, anneye ihtiyacı vardı henüz küçücüktü. Lakin bir adamdan hele de ordu mensubu bir adamdan beklenmeyecek bir sevgiyle karşılaşmıştı. Bu onun için şans mıydı, mutlu mu olmalıydı şükür mü etmeliydi tanrıya? Cevaplaması güçtü. Çünkü öz ailesine dair hatırladığı şeyler bir iki fotoğraf karesi gibi sessiz ve anlaşılmazdı. Sadece gülümsemeler vardı zihninde, yalnızca bir çocuğun şekerden dünyasının ötesindeydi onlar. Sonrasında gerçeği öğrenmişti elbet, aramıştı, araştırmıştı. Bay Williams’a her zaman baba demek onu üzmüyordu çünkü hayatta gerçek bir tutunulacak daldı o. Sarışın değildi, gözleri ve yüz hatları Apollonia’ya benzemiyordu belki lakin o bir babaydı. Baba olmayı hak etmişti, gerçekten bir çocuğu olamayacağını çekmecenin içindeki kağıt parçasından öğrenmek genç kız için acı verici olmuştu. Kendisini neden bu kadar sevdiğini anlamak için başka bir şeye ihtiyacı yoktu, onun hayatındaki tek dişi biricik kızıydı. Williams olmasını dilediği bir Chamberlain. Evet hüzünlüydü hikayenin bir kısmı, fakat sonrasında ufak renkli bir hayatları olmuştu. Giderek bir şeyler yerine oturuyordu, en azından eski ailesinden medet ummayı bırakmıştı Apollonia, onları beklemiyordu. Sonra bir süre bu durum onun içini yiyip bitirmişti ve bu sefer ailesini kendi aramaya başlamıştı. Roger Williams, yani babası, bu durumdan ötürü ne sıkılmış ne de tepki göstermişti. Bir şekilde kızını anlıyordu, onun arayışına hak veriyordu. Bir yıl kadar süren araştırma süreci onu Chamberlain ailesine ulaştırabilmişti. Hayatını en kolay takip edebildiği kişi Claudia’ydı. Kendisine oldukça benzeyen yüz hatları ve sürekli gülümseyen halleriyle hep hayal ettiği kız kardeş portresini doldurabiliyordu. Evet çok tatlıydı, inkar edemeyeceği kadar sevimliydi lakin epey uzaktı kendisine. Birleşik Devletlerde, bir kentte yaşıyordu, ah maalesef ki Apollonia’nın genel kültürü bu kadar zayıftı. Gitmeye cesaret edememişti ki, nasıl edebilirdi ki?
Bu olayların ardından yıllar geçmiş ve Roger’ı kaybetmişti genç kız, yalnızlık gerçeğini ikinci kez yaşatmıştı hayat ona. Hayatındaki tek heyecan babasından kalan parayla açtığı bardı, sonrasında fakültesini tamamlamış ve devraldığı yeri biraz daha geliştirmişti. Aşık olmak aklına bile gelmemişti bu koşuşturmaca içerisinde, özellikle soyadını değiştirdikten sonra insanlara durumu açıklamak onun için ayrı bir işkenceydi. Dolayısıyla Chamberlain sadece yakınlarındaki insanlar ve resmi işler içindi. İnsanlar onu bir Williams kızı olarak tanıyor ve bu soyad bağlantısıyla ordu mensubu ve yakınları tarafından saygı görmesi de kaçınılmazdı.
Geçmişinin çetrefelli yollarından çıkıp ayaklanacakken kapının önünde etrafına bakan genç adam dikkatini çekmişti, buralarda hiç görmediği biriydi. Ya da görmüş müydü? Belki de gördüğünde sarhoştu ve bu derli toplu hali onu yanıltıyordu. Tek kaşını havaya kaldırarak Alrick’e sessizce genç adamı sorsa da olumsuz bir yanıt almıştı. Emindi, bu adamı bir şekilde bir yerlerde görmüştü. Ah tamam, bu kadar takıntılı olmanın anlamı yoktu. Boş bardağı bara bırakıp arkasını döndü ve “Merhaba, birine mi baktınız” dedi sakin bir ses tonuyla. Saat henüz erkendi ne de olsa.

*niye-güzel-olmadın-lan-ilk-polly-rpsi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Le Chef-d'oeuvre Inconnu Empty
MesajKonu: Geri: Le Chef-d'oeuvre Inconnu   Le Chef-d'oeuvre Inconnu Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 12:05 am

"Yağmurdan nefret ediyorum." diye hırladı Alex, kapüşonunun altından. İş çıkışı Freja ile beraber yürüyordu, iş çıkışı olmasına rağmen erken bir vakitti, yağmuru görene kadar şanslı olduğunu düşünüyordu. Üzerindeki her şey sırılsıklam olmuştu ve eve gittiğinde onu sıkmaya kalksa üç kova su çıkarabileceğine emindi. Islak olmanın en nefret ettiği tarafı üzerindekilerin ağırlaşması ve soğumasıydı. İliklerine kadar işlediğini hissediyordu Londra yağmurunun soğuğunun, parmakları buz tutmuş gibi elini sıktığında sızlıyordu. Duruşu bile rahatsızlığını belirtici nitelikteydi, yağmur damlaları kalın paltosunun kapüşonuna rağmen yüzünü buluyor, çenesinden aşağı damlıyordu. Üzerinde yürüdükleri kaldırımdan yola indiler. "İngiltere ile ilgili neden hep güneşli resimler koyuyorlar ki internete? Durmadan yağmur yağıyor, bir yerde nasıl durmadan yağmur yağabilir?" Alex kendi kendine konuşuyordu tabii, konu sitem etmeye gelince kendi kendine homurdanıp dururdu. Yanında yürüyen Freja sessizdi, Alex bir an kendini her şeyden yakınan koca karılar gibi hissetmekten alamadı. Islak kapüşonunu çekiştirip yürüyüşünü düzeltti, bu halde Liverpool-MU maçına giden kabadayılardan farksız görünüyordu. Yağmurdan şikayet edip durmaktaydı ama evden çıakrken bir kere bile aklına şemsiye almak gelmiyordu. Bir defasında evden henüz on adım uzaktayken hatırlamış ama geri dönüp almaya üşenmişti. Öte yandan üzerindeki kumaş palto yerine başka bir şey seçmemek konusunda ısrarcıydı, kimileri kumaş paltosunun aslında derisinin bir parçası olduğu ile ilgili şakalar yapıyordu. Sonuçta Alex yağmurda ıslanmayı hak ediyordu, böyle giderse de zaatüre olması işten değildi. "Sadece biraz daha az yağsa, birazcık daha--" "Mızmızlanmayı bırak, alışırsın. Asit yağmıyor." Freja sonunda konuşmayı seçmişti, Alex homurdandı. "Evet, ama... ıslak ve, şey... soğuk falan." Tamamen çocuklaşmıştı. Bir şeyler işine gelmediğinde huysuz çocuklar gibi homurdanma huyu vardı ama Freja'nın iyi bir noktaya parmak bastığını biliyordu; mızmızlanmaktaydı. Sadece iyi bir noktaya parmak bastığını kabul edecek güdü kendisinde yoktu.

Yol ayrımına geldiklerinde Alex durdu, farklı yönlere gideceklerdi bundan sonrasında. Alex ne tip bir vedalaşma gerçekleştirmesi gerektiğini bilmiyordu bu yüzden gideceği yöne ve Freja'ya baktıktan sonra elini duygusuzca havaya kaldırdı. "O zaman yarın görüşüyor muyuz?" Elbette aptalca bir soruydu, görüşeceklerini biliyordu. İkisinin de iş günleri kesişmekteydi. Alex Freja ile takılmayı sevse de onun yanında daha aklı havada biri oluyordu, sorunu doğru kelimeleri seçememekten kaynaklanmaktaydı aslında. Freja Alex'e doğru bakıp basitçe "Hı hı." dedi ve elindeki su şişesinden bir yudum aldı. Freja'nın iyi yanlarından biri de buydu, karşısındakinin saçmalıklarına tahammül edebilme yeteneği. Tüm bu gergin hissetmesinin sebebinin ilişkilerinin uzun süreli olmaması olduğunu bilen Alex zamanla gevşeyeceği düşüncesiyle teselli buluyordu. Freja ilginç bir kişilikti, durgunluğuyla karşısındakini gerebilen yapılı bir kız ama her nasılsa Alex onun yanında oldukça huzur buluyordu. Çalıştıkları korku filmi seti bozması alışveriş merkezinde dahi -ki tenha olduğu zamanlar titreyen florasanlarıyla olsun duygusuz bakan diğer çalışanlarıyla olsun gerçekten zombi saldırısına uğrayabileceklerinden korkuyordu kimi zamanlarda. Freja şişenin kapağını kapatıp karşısında bir sonraki adımının ne olması gerektiğini planlayan Alex'e alaycı bir bakış attı. "Git biraz dinlen Amerikan bozuntusu, öleceksin." Alex içten bir kahkaha attı. "Kesinlikle yorgunluktan ölmeyeceğim, Fry. Başka bir sürü şey olabilir." Havaya bakıp sanki biri duyabilecekmiş gibi bağırdı. "Zaatüre mesela!" Bu esnada kapüşonu geriye düşmüş, yüzü daha da ıslanmıştı. Freja'ya baktığında kapüşonu geri takmaya uğraşmadı, zaten vahim durumdaydı. "O zaman ben o tarafa gidiyorum."Omzunun arkasındaki yolu işaret etti baş parmağıyla. Freja yola bakıp dudak büzdü, ifadesi değişmemişti. "Tamam." Alex bir şey olmasını beklercesine tereddüt ettiyse de bir süre sonra omuz silkti. "Tamam." Geri geri adımladıktan sonra yola doğru dönüp yürümeye devam etti. Tüm garip hissetme durumlarına rağmen akşam Freja arayıp bir şey yapmayı teklif etse ne kadar aptalca davranırsa davranırsın geri çevirmezdi.

Yol ayırımından dönüp Ronnie'se vardığında yağmur hafiflemişti. Bir saniyesini ayırıp barın tabelasına baktı. Londra'ya geldiği ilk gün buraya geldiğini hatırlıyordu, daha dün gibiydi. Clem'i görmüş, tüm iğrenç yolculuğunun anılarını anında silivermişti. Şimdi aradan bir zaman geçmişti, bu esnada okula gitmiş, pizzacıda teslimatçılık işine girmiş, süpermarkette malları raflara dizmek için haftada on dolar almayı kabul etmiş ve arada sokak köşelerine kurulup para karşılığı portreler çizmişti. Haftanın çoğunu part-time işlere ayırıyor, buna rağmen eski harcadığı parayı kazanamıyordu. Paranın kendine yetmediğini, kalan son üç boş günün en azından birini doldurması gerektiğini fark ettiğinde aklına İngiltere'ye hevesle geldiği ilk günü gelmişti, doğal olarak da burası. Bass gitar çalmayı biliyordu ve New York'ta jazz barlarda Frank ve dostlarıyla arada buluşup bir şeyler çalıyorlardı, elbette o zamanlar sadece hobi olaraktı bu, şimdiyse iş olarak görmesi gerekecekti. Derli toplu görünüp görünmediğini kontrol etti. Islaktı ama düzgün görünüyordu. Daha fazla oyalanmadan içeri girdi.
...

"Merhaba, birine mi baktınız?" İçeride iki kişi vardı, arkasını dönüp soruyu yöneltene kadar kadını görememişti. Kadındaki bir şey o kadar tanıdıktı ki Alex soruya cevap vermeden önce dalgınca genç kıza baktı. Tanıdık gelen şeyin ne olduğunu fark etmesi sadece bir saniyesini almıştı, konunun aklını hiç terk etmediği düşünülürse uzun bile sürmüştü farkındalığı, Alex gözlerini kocaman açıp olası bir cevap düşündü lakin dikkati dağılmıştı. Karşısındaki kız, kadın, artık nasıl hitap edebilirse, aklına anında tek bir ismi getirmişti; Claudia Chamberlain. Sadece isminin bile tüm kanını çekebilmesi şaşırtıcıydı. Gözleri, saçları, yüzü, duruşunda bile onu görmüştü. Kelimelerin aklından neden uçup gittiğine şaşırmamalı.
Cümleler ağır çekimden kurtulmuş gibi arka arkaya geliverdiğinde Alex alık ruh halinden sıyrılamamıştı. "Ben şey, ımm.. belki, ben dedim ki..." Kendi haline gülüp başını iki yana salladıktan sonra kıza doğru yürüdü. Elini uzatmıştı tokalaşmak için. "Üzgünüm, kafam karıştı bir an. Alex Mclain." Tokalaştı. "Bass gitar çalıyorum da. Barın sahibini arıyordum, belki bana iş verebilir diye. Nerede bulabilirim onu, bara uğrar mı?" Paltosunu çıkarmaya girişti. O ıslak kumaş parçasından kurtulmayı o an her şeyden çok istiyordu. Bir yandan da barın sahibini görebilecekmiş gibi etrafa bakınıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Apollonia Chamberlain
Ronnie Scott's | Sahibi
 Ronnie Scott's | Sahibi
Apollonia Chamberlain


Mesaj Sayısı : 262

Le Chef-d'oeuvre Inconnu Empty
MesajKonu: Geri: Le Chef-d'oeuvre Inconnu   Le Chef-d'oeuvre Inconnu Icon_minitimeCuma Şub. 03, 2012 6:19 pm

Kimdi? Neydi? Ne yapıyordu? Ne yapacaktı?
Sorular zihnin en sevdiği oyunlardı aslında. En delirtici olanı en çözümsüz olanı ve en gereklisi. İnsan kendine sormadan edemezdi, durup dinlendiğinde bu maratona devam etmeli miyim diye sormadıkça ne yapacağını bilemezdi. İnsanlar sorardı sormasına lakin cevaplar her zaman doğru olur muydu orası belirsizdi. Açıkçası evren için belirli bir doğru da yoktu, çünkü ardından yeni bir soru gelir ve neye göre doğru kime göre doğru derdi insanlar. Bunda kimsenin suçu yoktu ağlarla örgülü olan dünyamız yuvarlak olması için bu dönemeçli yolları yaratmak zorundaydı. Düz bir çizgiyle var olamazdı belki de, kim bilir tam tersi düz bir çizgi bize öbür yolların varlığını unuttururdu ve Tanrı çok daha ideal bir evren yaratırdı. Tanrı da soru sorardı belki kendine, Tanrı da hata yapardı. Kime göre, neye göre?
"Üzgünüm, kafam karıştı bir an. Alex Mclain." İnce bir iniltiyle kıtırdayan boynunu çevirdi ve zihin dünyasının içinde çalkalanan şeyleri tadını yitirmiş bir sakız gibi kenara attı. İçten bir gülümsemeyle genç adamın kendini açıklama çabasını seyredip , “Hımm pekala, ben de Apollonia. Apollonia Williams.” Dedi ve Alex’in kendisine uzattı eli sıktı. Pek ciddi aşamalardı bunlar, insanlar tanışırken neden bu kadar kasılırdı bilmiyordu. Belki de kasılan tek kişi kendisiydi, sanki tanıştığı sırada buz kesilmiş bir canavardı da eridiğinde bir insana dönüşecekti. Saçmaydı. Düşüncelerinin büyük bir kısmı hayali saçmalıklarla doluydu, bazen komedi filminden zorla koparılmış karakterlerden biri gibi hissediyordu kendisini. Hani olması gereken yerde değilmiş gibi, gözlerini irice açtı. “Zor bir ihtimal. Genellikle diğer barlarıyla ilgilenir, eh oldukça zengin biri. Gördüğün üzere epey bakımsız bir bar, müşterileri sinek avlar gibi arıyoruz. Yakında kapıdan bedava içki var diyip sarhoş toplayacağız. Belki de birkaç kadın bulur burayı çekici bir yer haline getiririz. Jazz para etmiyor Alex. Sana Alex diyebilirim değil mi?” diyerek gülmeye başladı. Gözünde anlattığı barı hayal ettikçe korkunç bir senaryonun içinde kalan amatör oyuncunun başlamadan biten kariyerini canlandırdığını düşünüyordu. Genç adam karşısındakinin deli olduğunu sanıp birkaç saniye önce çıkardığı ceketiyle dışarı fırlayabilirdi. Lakin emindi ki şu an olanlara anlam veremiyordu. Polly kendisine de anlam veremiyordu gerçi, sıkıcı hayatını tanımadığı insanlarla renklendirme çabası da nereden çıkmıştı şimdi? İlginç. Dudaklarını hafifçe büzüp başını bir sağa bir sola doğru eğdi. Hala olayı çözememiş olan genç adamı daha fazla sıkmak istemeyerek ciddileşerek duruşunu dikleştirdi ve omuzlarını kambur pozisyonuna girmekten kurtardı.
“Pekala, Bay Mclain. Aslına bakacak olursak barın sahibi benim. Buralarda saçlarımı ağartacak olmam güzel bir şey olsa gerek. En azından bir müzisyen olarak beni anlayabilirsin. İş başvurularında CV isterler lakin kim olduğundan çok ne yaptığını önemsediğimden Perşembe akşamı deneyebiliriz bir şeyler. Eğer uygunsan tanıdığım solistler var beraber çalışma konusunda sorun çıkartmazlar. Piyanistimiz Joe, değişmez elemanımız olmakla beraber artık yaşlanmaya başladı. O konu daha sonra konuşulacak şeyler. Eğer istersen başlayabilirsin.” Durdu. Fazla ciddi olmuştu bu tavırları. Dengesiz günlerinden biriydi ve insanların karşısında rezil olmaktan kurtulamıyordu. Alrick’in gülüşünü hemen kulağının arkasında hissetmesi hiç de şaşırtıcı değildi. Duruma aldırış etmedi ve söyleyecek bir şeyleri daha varmışcasına devam etti, “Özür dilerim, bu gibi işlerle çok ilgilenmiyorum genelde Joe bakar, ilk deneyimim oldu. Ondan gördüğüm kadarıyla şimdi oturup ayrıntıları konuşabiliriz.” Dedi ve utangaç bir şekilde başını çevirdi. İnsanlarla iletişim kurmadaki başarısızlığına bir yenisini eklemek canını sıkmıştı.
Bardan iki bira kapıp tekrar Alex’in yanına döndü. Onu bir yerlerden hatırlıyor olma duygusu içine manasızca kemiriyordu. Tanıdık simaların insanda bıraktırdığı tesir oldukça rahatsız ediciydi, pek çok sefer gözünün o kişiyi ısırdığını zannederek anlamsız bakışlar fırlatırsın ve karşı taraf ne olduğunu anlamadan durumu belli etmemeye çalışır. Öyledir hayatın amaçsız kanunlar dizisi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Le Chef-d'oeuvre Inconnu Empty
MesajKonu: Geri: Le Chef-d'oeuvre Inconnu   Le Chef-d'oeuvre Inconnu Icon_minitimeCuma Şub. 03, 2012 11:17 pm

Apollonia barın sahibinden bahsederken ıslak paltosunu koluna attı. Bir şekilde bir büyü olmasını isterdi kıyafetlerinin ıslanmasını engelleyecek. Appolonia'nın karşısında ıslak gömlekle brezilyalı modeller gibi dikilmekten rahatsız olmuş bir şekilde paltosunu önünde tutarak kendini kapattı. Yağmurdan ağırlaşmış paltoyu üzerine geri geçirmek istemiyordu ama bu şekilde de dışarı pantolonsuz çıkmış gibi hissediyordu. Saçlarından sular damlaya damlaya Apollonia'yı dinlemeye devam etti, söylediği hiçbir şeye anlam veremiyordu. Müşterileri sinek avlar gibi avlamak? Bedava içki dağıtıp birilerini çekmek? Son geldiğinde mekan ağzına kadar doluydu. Kadın bulup mekanı çekici yere getirmekten bahsettiğinde gözlerini kısıp gülümsedi. "Ha, ne?" Karşısındaki genç kız başını sağa sola yatırıp duymamış gibi konuşmaya devam etti. Az önce saçmalamamış gibi ciddileşmiş, sırtını dikleştirerek resmi bir moda bürünmüştü de niye? Alex hangisinin kızın gerçek ruh hali olduğunu anlayamıyordu ama mekanın sahibi olduğunu öğrendiğinde gözlerini kocaman açıp kaçlarını kaldırdı. Barın sahibi bu kız mıydı? Çok gençti! Daha çok çalışmaktan çökmüş bir adam bekliyordu, saçları sakalarına karışmış, oturup Ray Charles'ın hayatı üzerine iki saat konuşabilecek bir tip. Karşısındaki kız ise inanılmaz derecede Cleo'yu andırmasına karşın, genç bir kızdan farksızdı. Onun üniversitede olmasını beklerdi, bir barda değil. Bu tip bir iş için uygun kişi gibi gözükmüyordu, elbette onu tanıdığı anda fikrini değiştirebilirdi.
Cv konusunun göz önüne alınmaması iyi olmuştu, Alex CVsine ne yazabilirdi ki? Pizza Hut'ta teslimatçıyım, alışveriş merkezlerinde malları rafa diziyorum, gitar çalıyorum ah bir de resim çiziyordum, nasıl unuturum! Yaralı hiçbir işi beceremiyordu. Ne tamirden anlardı ne ticaretten. Yemek yapabildiği düşünülürse bir yerde aşçılık yapabilirdi ama özellikle part-time işleri seçiyordu. Bu yüzden Ronnie's işinin fazla bir beklentisi olmaması gayet işine gelmişti. Yine de Apollonia'yı fazlasıyla dengesiz bulmuştu, şimdi de aşırı ciddi gözüküyordu. Özür dileyip bu işte iyi olmadığını söylediğinde başını salladı, kesinlikle diğer iş verenlere benzemiyordu. Bira getirmişti, Merlin aşkına, kim iş başvurusuna gelen birine bira ikram ederdi ki? Yamuk gülümsemesiyle biraya baktı. "İşe her başvurana bira mı ikram edersin? Öyleyse kapıdan çıkıp geri gelebilirim?" Mekandaki adını bilmediği adam kendi kendine gülerken Apollonia'ya bakıp omuz silkti. Alkolik olduğu bir sır değildi, şimdilik ingilizlerin bilmediği bir şeydi o kadar.

Oturduklarında Apollonia'yı daha çok inceleme fırsatı olmuştu. Cleo'ya benziyor denemezdi, başka birçok kızı Cleo'ya benzetmişti zaten, ama ona baktığında Cleo'dan başka bir şey düşünemiyordu. Hayatının yarısından çoğunu onu geçirerek yaşadığı düşünüldüğünde bu garip sayılmazdı ama Apollonia'yı süzerken Cleo'nun çekip gitmeden önceki hallerini yaşıyordu sanki, yemekhanenin masasında oturmuş ona gereksiz hayat felsefelerinden bahsederken gülüşünü izliyormuş gibi. Doğal olarak ikram edilen içkiye saldırdı. "Bak ben de çok iş başvurusu yapmadım ama genelde sordukları şey deneyimin olup olmadığı." dedi, ciddi olmaya çalışıyordu ama hoş sohbet birinin sorusuna cevap veriyor gibi rahat bir hali vardı. "Nerede çalıştığın, ne zamandır işle ilgilendiğin. Resmi, aptalca şeyler. İstersen bunu normal bir konuşma gibi yapabiliriz. Zaten beni işe almayı düşünüyorsan, ki umarım düşünüyorsundur yoksa biran ziyan olacak, bunları sormana gerek yok. Gerçekten, ufak bir muhabbet çevirebiliriz." Sorunun saçma olmasına rağmen bira şişesini masaya bırakıp elini yana açtı. "En sevdiğin renk ne mesela? Daha saçma bir soruyla başlayabilir miydim bilmiyorum ama bu da bir başlangıç sayılır." Alex karşısındaki gülüşü daha önce gördüğünü biliyordu. İçinde bir şeyi uyandıran bir gülüştü. Kimsenin daha önce aynı etkiyi bırakamadığı türden. Uzun zamandır canı bu şekilde yanmamış Alex, öncekinin aksine bu sefer acısına rağmen gülümsüyordu.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Apollonia Chamberlain
Ronnie Scott's | Sahibi
 Ronnie Scott's | Sahibi
Apollonia Chamberlain


Mesaj Sayısı : 262

Le Chef-d'oeuvre Inconnu Empty
MesajKonu: Geri: Le Chef-d'oeuvre Inconnu   Le Chef-d'oeuvre Inconnu Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 1:21 pm

Cümle kurmak öyle kolay bir uğraş değildir, hele de büyüdükçe insan için cümle kurmak daha da zorlaşır. Kullandığı her kelime ileride çuvaldız gibi kendine batacağından ötürü tüm kirli sözcükler içerisinden en pak olanını bulmak gerekir. Sonrasında ekler belirlenmelidir, rica edecekse kişi ona göre sesini de inceltmeli bir takım rica sözleri de kullanmalıdır. Emredecekse sesindeki tokluk kısa yüklemlerini yankılatacak derecede yüksek olmalıdır. Bazen de özne sorun yaratır, sen ve siz arasındaki ince çizgi yorar insanı, samimi olmakla saygılı olmanın arasındaki noktada topallar insan, pot kıracağını ve çizginin bir yanına düşüp kaşını gözünü yaracağını hayal eder insan. Kurtulmak için ise ıı, şey yani gibi bir manaya ulaşamamış sözcükler dizini kullanır. Bir de tüm bunları bir saniyeden kısa bir sürede yapma zorunluluğumuz vardır ki bu, bizi en çok hataya düşüren noktadır. Zaman kısaldıkça şans denemelerine başlar insan, hata yapar ve toparlar ya da bir ihtimal işin içinden sıyrılır. Apollonia genelde hatalarını örtbas etmek için geliştirmişti kendisini. Gerçekten durum böyleydi, bu da bir yetenekti sonuçta. Gülümseyişi ve bir şeyleri geçiştirmesi ona yardımcı olan en değerli enstürmanlarıydı. Tüm bunların dışında sesindeki yumuşaklık ve aksan, gözlerindeki ışıltı da eklenenince karşıdakinin gözünde hatalarını minimuma indirgiyordu. Bunun yeterli olup olmadığını sorguladığında ise net bir cevaba erişebilmiş değildi.
Birasından ilk yudumunu aldığında bugün fazlaca erken başladığını fark etti. Lakin lüzum yoktu endişelenmeye. Son birkaç haftadır kayda değer bir etkinlik görmemişti hayatında. Buralara uğrayıp eve gidiyor, binbir titizlikle ev işlerini kendi hallediyor ve uyuyordu. Hastalığından ötürü dışarıda kalmak da cazip değildi ne de olsa. Hem öyle hayatı boyunca telefonlarının susmamasına neden olan ısrarcı arkadaşları da olmamıştı. Popüler de değildi. Böyle bir hayatı zıttına yeğleme konusunda tereddütleri olsa da şu anki memnuniyeti şikayet etmesine izin vermiyordu, evren ne de olsa ayıp denen bir gerçeği barındırıyordu ister istemez. Bir de Tanrı’nın lütufları vardı ki elindeki bardakla bu konulara girmek pek de akıl karı sayılmazdı.
Genç adamın bira ikramı konusundaki bahsine karşılık beklemeden karşılık verdi, “Dışarı çıkarsan montunu sana vermem ve sırılsıklam olursun, saçlarından damlayan sular buraları ıslattığı an seni işe bile almam haberin olsun. Yumuşak kalpli derler ama bir o kadar da dengesizim. İstersen dene?” Tekrar güldü, eğleniyordu aslında. Bu saatlerde renkleri solan mekanın sıkıcı havasından kendisini kurtarabilmişti Alex. “Deneyimin olmadan kimse işe almıyorsa nasıl deneyim kazanabilirsin ki? Saçma. Ahh. Gerçi Joe’nun yöntemi buysa ve beni bir şekilde dinliyorsa saçlarımdan makarna yapabilir kendisine. O yüzden alışılagelmiş şeyleri umursamayalım diye düzeltebilirim cümleyi. Ayrıca bir biranın eksik olması önemli değil, etrafta sürekli bardaklar kırılıyor. Bakma, o kadar zengin de değilim sahip olduğum tek yer burası, arabam dahi yok, olsa da binmem. Ki orası uzun bir hikaye. Fakat yine de her kız çocuğu gibi limuzine binip pahalı elbiselerle bir baloya katılmak, kapıyı açan şoförün ardından elimi uzatıp zarifçe insanlara gülümsemek isterdim. Limuzin mükemmel bir şey düşünsene, tabi muhakkak park etmesi zordur ama. Sonuçta uzun, upuzun bir şey. En az bir kamyon kadar. İnsanlar kamyonların kasalarında yürüyebildiğine göre muhakkak limuzinin içinde de yürüyordur. “ Durdu. Aslında dediği hiç de mantıksız sayılmazdı. İnsanlar lükste sınır tanımıyordu belki lakin o koca limuzinin içinde arabanın gidiş yönünün tersine ilerlemek oldukça eğlenceli olabilirdi. Hatta içinde dans edip şarkı söylenebilir daha da ileri gidilebilirse parti verilebilirdi. Hayır, bir limuzini olsa kesinlikle içinde parti vermezdi. Arabalar zaten kirli şeylerdi ve üstüne bir parti verilse koltukların arasından şarap tıpalarının çıkması hiç de şaşırtıcı olmazdı. Manzarayı hayal ederek somurttu. Neden daha yetenekli bir şekilde hayal kurmuyordu ki? "En sevdiğin renk ne mesela? Daha saçma bir soruyla başlayabilir miydim bilmiyorum ama bu da bir başlangıç sayılır." Aslında akıllıca bir başlangıç olduğu inkar edilemezdi. Bardaktan ince dudaklarını kibarca ayırıp, çıplak dirseklerini masanın üzerine doksan derecelik açı yapacak şekilde yerleştirdi. Aynı zamanda masadaki sağ uzvuna ait eli boynunu sıvazlamak suretiyle kulaklarının hemen arkasına doğru uzatmış, saçlarındaki kısa tutamlarla uğraşmaktaydı.
“Hımm, en sevdiğim renk.. Beyaz sanırım, yani bütün renkleri ikili gruplara sokup mücadele ettirirsek finalde mavi ve beyaz kalır. Her mavi güzel olmadığına göre beyaz kazanır. Evet beyaz. “ Soru hakkının kendisine geçtiğini düşünerek dünyayı kurtaracak olağanüstü bir proje düşünür gibi elini çenesine götürdü ve sordu. “Nerelisin, yani en azından bir İngiliz’i andırmıyor aksanın. Muhakkak buralara yabancı olman gerek” Diyerek şüpheci gözlerle genç adamı süzdü. Sanki kendisi gerçek bir İngilizdi de, soru işte.
Tamam, böyle devam ederse sapık bir patron imajı verebilirdi, genç erkekleri parasıyla ve maskesiyle baştan çıkarmaya çalışan kötü kadın karikatürü değildi sonuçta. Sadece Alex hakkında varsayımlarda bulunmayı deniyordu. Başarısızca.
“Şey.. Ben seni tutmuyorum öyle değil mi? Biraz düşüncesiz olabiliyorum. Tamam belki bir birayla aklını çelmiş olabilirim fakat ilk günden kimse patronunun kalbini kırmak istemez. Bu arada patronun demişken, süper hızlı deneme programına çoktan aldım seni ve Perşembe günü burada olmazsan seni Londra’nın bir köşesinde elbet bulurum ve.. ıı ve bir şey olur işte orasını düşünmedim daha.” Tamam bu kadar gaddar değildi, biraz utanmıştı da. Dudaklarını büzerek aradığı –aslında aramadığı, cevabı duymak istemeyen bir ifadeyle Alex’e baktı, belli etmiyordu o kadar da.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Le Chef-d'oeuvre Inconnu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Leicester Square :: Ronnie Scott's-
Buraya geçin: