Jenna Loe Psikolog
Mesaj Sayısı : 48
| Konu: Jenna Loe Çarş. Şub. 01, 2012 9:03 pm | |
| Meslek ;Psikolog Kişilik & Kurgu ; Üniversiteden yeni mezun olmuş, genç ve güzel biri. Arkadaşlarıyla arası inanılmaz iyi. Kalabalık bir aileden gelme. Kardeşlerinin en büyüğü. Dert dinlemeyi biliyor. Sorun çözmekte başarılı. En büyük hayali bir okulda görev almak. Kurgum ise tanıştığı bir adam hayatını değiştirecek. Bu adam hastalarından birisi olacak. Onun peşine takılarak, mesleğini bırakma noktasına kadar gelecek. Onu, gerçek aşk olarak tanımlandıracak. Ama sonunda adam ölecek ve kendisi intihar edecek.Örnek RP ; Bir an önce siteye kayıt olmak istediğim için henüz örnek rp yazamadım fakat başka bir sitede yaptığım rp'yi kesitler halinde aşağıya bırakıyorum. Umarım kabul edersiniz.
- Spoiler:
Gözlerini açtığında güneş henüz gülümsememişti binalara. Her tarafı kaplamış olan beyaz büyü, güneşin toprağa ulaşmasına engel oluyordu. Yatağında fleksiyon/ekstansiyon hareketlerini yaparken telefonunun baş ucunda titrediğini duydu. Yuvarlanarak telefonunu eline aldı ve baş ucunda, içi su dolu bardağını yere düşürdü. Sessiz bir küfür yolladıktan sonra mesajı okudu. "Akşam üzeri için bir planın yoksa sana kahve ısmarlamak istiyorum." Mesajı atan kişi geleneksel Dieudonné aile yemeğinde yeni tanıştığı, upuzaktan kuzeni Mathias'dı. O gece çok konuşmuşlukları olmamıştı ancak onun hakkındaki belirli şeyleri biliyordu. Seherbazdı ve yalnız yaşıyordu. Bir de inanılmaz derecede büyüleyici bakan koyu kahve gözleri vardı. Yemeğin yapıldığı gece, henüz uyumamışken Care gerçekten de onu düşünmüştü. Bu zamana kadar yapılan çoğu aile yemeğinde karşılaşmamışlardı. Hatta hiçbirinde karşılaşmamışlardı. Onu ilk defa o gün gördüğü için belki de sadece 'Niçin bu zamana kadar yemeklere katılmamıştı?' diye aklındaki sorunun cevabını aramak için anımsamış olabilir. Mesajı okuduktan sonra yatağından kalktı ve yere kadar uzanan penceresinin menekşe rengi tül perdelerini iki yana ayırarak, beyaz storunu kaldırdı. Penceresini hafifçe açtı ve içeriye dondurucu soğuktaki kış havası yayıldı. Bunu yapmaktan haz duyuyordu. Böylece mevsimi iliklerinde hissedebiliyordu. Saate baktı ve henüz erken olduğunu görünce uyumaya devam etti. Gözlerini tekrar araladığında baş ucundaki saate baktı. Saat öğleni çoktan bulmuştu. Hızlı adımlarla bir duş aldı ve hazırlanmaya başladı. Zaman bugün gerçekten ona savaş açmıştı. Dakikalar düşman, aynalar dosttu. Henüz saçlarını bile kurutmamışken telefonu çalmaya başladı ve arayan Mathias'dı. Saat 4'de Corpus Delicti'de olacağını söylüyordu ve saat 3:30'du. Ayağından terliklerini fırlatarak koşar adımlarla banyoya giderek saçlarını kuruttu. Saat 4 olduğunda kadınlığının verdiği yetenekle bir kraliçe gibi hazırlanmış bulunmaktaydı. Diz altı kalem eteği ve beyaz gömleği esmer teninde adeta konuşuyorlardı. Cafenin kapısını açtı ve onu pencere kenarındaki masaların birinde otururken buldu. Yanına doğru ilerlerken topuklu ayakkabısın çıkardığı Tık! Tık! sesini duyunca ayağa kalkan Mathias'la el sıkıştıktan sonra gülümseyerek çikolata rengi gözlü adamın sandalyesini çekmesine izin verdi. Yerine oturduğunda paltosunu çıkarttı ve ellerini masanın üzerinde birleştirerek rahat görünmeye çalıştı. Sırtını sandalyeye tam yaslamamıştı ancak bir sopa yutmuş kadar dik duruyordu. 'Merhaba Mathias. Oturduğun yerin manzarası gerçekten çok hoş.' Gerçekten diyecek başka birşey bulamamış mıydı? Adamın ona bakan gözleri karşısında dili tutulmuş, kelime haznesinde tusunami oluşmuştu. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Birden ağzından 'Naber?' çıktı ve kendini tekmelemek istedi. 'Care, adam senin askerlik arkadaşın değil. Ne bu samimiyet?' diyerek iç sesi ona cevabı yapıştırdı.
---------- Kafasını pencereye vurmak istiyordu. Nasıl bu kadar saçma davranmayı başarabiliyordu? Normal hareket etmeyi bırak, beyni onu kısa süre önce terketmiş gibiydi. İçinden kendi kendine küfretmekle yetindi. Bu inanılmaz karizmatik adamla geçireceği bir süre daha vardı. Bu süre zarfında daha dikkatli olmalıydı. "Ben de iyiyim. Teşekkürler." Care'ın gece karası gözleriyle, yakışıklının koyu kahverengi gözleri bir ara buluştular. Kısa bir süre birlikte olsalar bile bu süre Care'ın içinde bazı şeylerin hareketlenmesine yetmişti. Mathias'ın da aynı duyguları yaşamış olmasını umdu. Çünkü en son böyle düşündüğünde gerçek aşk olarak tanımladığı Davis'le beraber olmuş ve o Karanlık Lord tarafından öldürülmesiyle hiçbir erkeğe o gözle bakmamıştı. Ama Matt farklıydı. Onunla ilk tanıştığı anda kalbini birisi sıkmış ve bırakmıştı. Bu genelde birisiyle aynı geleceği paylaşmak istediği zaman olurdu. Tabii ki Matt'le ilk karşılaşmalarında öyle birşey düşünmemişti. Niye böyle olduğunu da anlamış değildi aslında. Belki de onların kaderi, önceden yazılmış olanlardandı. Yanlarına yaklaşmış olan garsonla birlikte düşüncelerinden ayrıldı. Garson kız ilk Matt'e sordu. Beynine kan fırladı. Önceliği kendisinin istemesinden değil, sanırım bu duygunun adı olarak kıskançlık yüzünden. 'Ben bir mocha istiyorum. Fakat süt tozu yerine kutu süt koyabilir misiniz?' Süt tozunu hayatı boyunca hiçbir zaman tercih etmemişti. Onun garip bir tadı vardı ve boğazında garip tortular bırakıyordu. Bazen miğdesine kramplar giriyordu ve bunu doktoruna danıştığında bu tepkimenin psikolojik olduğunu öğrenmişti. Doktoruyla diyaloğu aklına gelince içinden gülümsedi. Birden hayata döndü ve Matt'le konuşmak için nasıl bir konu bulabilir diye düşündü. O sıra da kahveleri geldi ve içeriye bir çift girdi. Onlara uzun uzun baktı. Kendisi ve Matt yaşlarındalardı. Acaba onlar da böyle olacaklar mıydı? David'den sonra biriyle daha mutlu olabilir miydi? Her ne kadar gerçek aşka olan inancını kaybetmiş olsa da belki Matt'le bu hisse tekrar kavuşabilirdi. Ne kadar salakca bir düşünceye kapılmıştı böyle? Ya Matt'in de Care gibi bir düşüncesi yoksa? 'Kahve için teşekkürler Mathias.' Gülümsedi ve fincanını şerefe dermişcesine hafifçe havaya kaldırdı. Kahvesinden iyi bir yudum aldı. Boğazının yandığını hissetti ve çaktırmamak için pozisyon değiştirdi. Ağırlığını daha çok sol tarafının üstüne verdi ve sağ bacağını, sol bacağının üzerine attı. Ellerini kahve bardağının etrafında birleştirdi ve el ayalarının sıcak kalmasını sağladı. 'Gelenekselleşmiş Diedonné yemekleri yıllardır düzenlenir. Seni hiç görememiştim. ve senin hiç katılmadığına eminim. Bu zamanlardır nerelerdeydin de benden böyle mükemmel gözleri sakladın?' Bu dediğine pişman olmadı. Sonuçta gerçekleri söylüyordu ve Matt'den gerçekten etkilenmişti. Bu ilişkinin başlamasını istiyordu, Matt'in kendisinin olmasını istiyordu. David'e gerçekten aşıktı fakat onu, Matt'i istediği kadar istememişti. Matt onun için farklıydı. Yıllardır tanımadığı, içinde kalan aramadığı prensiydi. Kahvesinden bir yudum almak için fincanı eline aldı ancak soğuk hava nedeniyle kahvesi içilemiyecek kadar ılınmıştı. Henüz birkaç yudum aldığı kahvesini dolu olarak bırakmak tarzı değildi. Elestapublica. Dudaklarına yakınlaştırmış olduğu fincanından tekrar yükselen dumanlar, burun deliklerinden girerek soluk borusunu ısıttı. Gözlerini kapattı ve 'Bu hediyeyi bana armağan eden rahibe, sana minnettarım.' Bunu sürekli dile getiriyordu. Asasız büyü yapmak kadar eğlenceli birşey yoktu. Ve herzaman bildiği birşey vardı. Bu armağan başkalarına verilseydi kötü yollara bulaşacaklarına hiç şüphesi yoktu.
---------- Mathias, bunca yıldır düzenlenen aile yemeğine sadece aile bağları kötü diye mi katılmamıştı? Tabii ki hayır. Bu hiç inandırıcı değildi. Care, gözlerine baktı. Hata yakalamak istiyordu. Ancak Matt onun gözlerine bakmadığı için bunu anlaması biraz zor oluyordu. Ayrıca ona demin iltifat etmişti. Hemde bu zamana kadar kimseye bu kadar açık sözlü olmayarak. O iltifatı yok saydı. Bir erkek nasıl bunu yapabiliyordu? Matt kibardı ve anlayışlıydı. Nasıl birden bire bu kadar kabalaşabilmişti? Care'ın aklında bu sorular ve bunlardan daha da fazlası dönüp dolaşırken birbirinin üzerinde olan bacaklarını çekti ve sandalyesinin altında birleştirdi. Gövdesini biraz masaya yaklaştırdı ve tekrar avuç ayalarını ısıtmak için bardağına yöneldi. Birden şaşırdı. Karşısındaki yakışıklı sinirlenerek, öfkeyle birşeyler kusuyordu Care'ın suratına. Demin düşündüğü sorular aklına geldi. Artık kesinlikle onun bir yobaz olduğunu düşünüyordu. 'Demek ki herşey yakışıklı olmakla kalmıyormuş.' dedi iç sesi. Kesinlikle haklıydı. Her yakışıklı kibar olamıyormuş. Bu garip biriydi. Kibar görünümlü yobaz? Onun için iyi bir tanım. Adam hala orda birşeyler zırvalıyadursun, Caressa kendini geriye çekti. Arkasına yaslandı ve ellerini bacaklarının üzerinde birleştirdi. Gerçekten niye hala burada duruyordu? Ayrıca Matt bu yaşına kadar bir bayana bağırılmayacağını neden öğrenmemişti? Bir de nasıl oluyorda Care'a mesleği gereği kendini üstün tutma çabalarını belli ediyordu. 'Hey sen, ağır ol bakalım. Senin karşında profesör var.' Bunu asla dışından söyleyemezdi. Yani söylemek çok isterdi fakat ne demişler; Karşındakinin Seviyesine Düşme. Şu asasız büyü olayını ona sakince anlatmayı denedi. 'Bak Mathias. Sana bunu anlatacağım ancak öncelikle şu tükürüklerini benden uzak tutmalısın.' Adamın tükürük saçtığı falan yoktu. Sadece Matt'in öfkesinin nasıl kusuşunu tükürük benzetmesiyle anlatmak istemişti. 'Bir rahibe, annem daha hiçbir çocuğuna hamile değilken ona hediye olarak böyle birşey vermiş. Fakat annem kullanamıyormuş çünkü bu hediye doğacak kız çocuğuna verilecekmiş. Şans ya, bu hediye bana verildi.' Ona diğer kardeşlerinin lanetli olduklarını söylemeyecekti. Bu kadar bilgiyi niçin ona vermiş, onu da bilmiyordu. Sonuçta şu anda dış kapının mandalı gibiydi Matt. Ve bu gerçekten çok özel bilgiydi. 'Senden ricam, bunu pek kimse bilmesin. Eğer öğrenilirse karanlık tarafın beni zorla alı koymasından korkuyorum.' Gerçekten korkuyordu. Karşısındaki adam onun tam güvenebileceği bir erkek olabilirdi. Güçlü, mükemmel kaslı ve en önemlisi seherbazdı. Kendini onun kollarında, ona sarılırken hayal etti. Kendini nasıl da güvende hissederdi. Ayrıca Matt onun nasıl büyü yaptığını anlamıştı ki? O kadar da yavaş davranmıştı oysa. Ağzının kıpırdamaması için elinden geleni yapmıştı. Konuyu bir an önce değiştirmek istiyordu. Bu hediye hakkında konuşmak, sanki kendini herkesden üstün görüyormuş gibi gösteriyordu onu. 'Bu konuyu geçebilir miyiz?' dedi. Sıkılmış tavrıyla daha kolay olabileceğini düşündü ve etrafa kaçamak bakışlar attı. Matt, demin siparişi alan garson kızı öyle bir süzmüştü ki, gerçekten kıskançlığı tavan yapmış, hala devam etmekte olan bir krize sürüklenirken buldu kendini. 'O yapıyorsa ben de yapmalıyım.' dedi içinden. Kapıdan ilk giren kişi sanki onun dediklerini duymuşda, buraya gelmiş gibiydi. Lacivert kumaş bir pantolon üzerine giydiği açık mavi gömleğiyle vücudundaki kasları saklamaya çalışmış, fakat bunu başaramamıştı. Karın kasları gömleğinin üzerinden her adımda belirgin oluyordu. Dizlerine kadar gelen Sherlock Holmes paltosunu çıkarttığında şu kas konusundaki düşüncelerinin kesinlikle doğru olduğunu kanıtladı. Kollarını her büküşünde daralan gömleğinin üst bölümü kaslarını ortaya çıkartıyordu. Kafasını çevirdi ve elinin üstünü çenesinin altına yerleştirerek dirseğini masaya dayadı. Bakışlarını Matt'e çevirdi ve ondan ayırmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.
------- Gözlerin içinde kaybolmak... Evet, bu gerçekte. Bir insan küçük bir noktaya bakarak uçsuz, bucaksız bir uçurumdan aşağı bırakabilir kendini. Caressa tam da böyle yapmıştı. Herşeye rağmen kendini bu uçurumdan aşağıya bıraktı. Ölmüş müydü? Hayır. Aksine bu aşkın ölümsüzlüğünün yazıldığı peri masalının başlığını kendi elleriyle atmış oldu. Büyücünün henüz tıraş olmasına rağmen kendini belli eden sakalları, ölümsüzlüğe doğru güden yoldaki engelleri yaratıyor olsa da ufukta bir yerde ışığın olduğunu görebiliyordu güzel cadı. Dikkatini dağıtan şey masaya koymuş olduğu sol elinin üzerinde hissettiği sıcaklık. İşittiği kısık sesli melodi anlamını yitirmiş, yerine karşısındaki yakışıklının mırıldandığı kelimeler. 'Sakın bir şey söyleme. Sana söylemek istediğim bir şey var.' Kaşlarını çatarak merakla odaklanmasına neden olduğu kelimeler. Buraya geldiğinden beri hayalini kurduğu sahnelerden birisi miydi bu? 'Senden hoşlanıyorum.'Kulaklarına inanamadı. Gerçekten yemeğin olduğu geceden beri gözünde canlandırdığı sahne. Bu kadar romantik olabileceğini nniçin hayal etmemişti ki? Tabii, doğru ya. Demin yaşanılan kabalık ve yobazlık dolu dakikalardan dolayı olmalıydı. Bir öyle, bir böyle olan Mathias'ın haraketlerini gözünün önüne getirdi. Onu hep böyle romantik görmek istiyordu. Bu, onun hayalinde canlandırdığı Mathias'dı. Romantik, yakışıklı ve güvenli. Üstelik onu mezara kadar koruyacağına söz vermişti. 'Seni ilk gördüğümden beri aklımdan çıkartamıyorum, Mathias.' Oturduğu sandalyeyi bir sinirle geriye attı ve hışımla ayapı kalktı. Bu davranışıyla ayağa kalkan Mathias'ın yanına hızlı adımlarla yürüdü ve yüzünü, iki elinin arasına alarak dudağına büyük bir öpücük kondurdu. Kondurmak fiilini yansıtmak istemişti ancak öyle olmamıştı. Kendini çektiğinde yanakları kızarmıştı. Nasıl böyle bir hareket yaparak kendini genç yaştaki aşıklara dönüştürmeyi başarmıştı? Belki de Mathias'a tahmin ettiğinden daha kısa bir süre içinde anlayamıyacağı bir biçimde aşık olmuştu.
| |
|
The Black Kitty meoow!
Mesaj Sayısı : 228
| Konu: Geri: Jenna Loe Çarş. Şub. 01, 2012 9:20 pm | |
| Jenna Loe, Psikolog. Karakter ID'si 8395168. Şöhret puanı, 20.
& Tebrikler, London Never Sleeps'e hoşgeldiniz... | |
|