London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 E hadi o zaman!

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Emanuela Marlot
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
Emanuela Marlot


Mesaj Sayısı : 113
Nerden : London

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 5:30 pm

E hadi o zaman! Tumblr_lyuf94MEoF1qaon7qo3_250-1*E hadi o zaman! Dina
Alex Mclain * Emanuela Marlot
Ağustos 2012
Faydalı bir arkadaşlığın başlangıcı

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Emanuela Marlot
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
Emanuela Marlot


Mesaj Sayısı : 113
Nerden : London

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: Geri: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 5:40 pm

"Has.ktir! diye küfretti Ema elindeki sarı tişörtteki lekeyi tırnağıyla kazımaya çalışırken. O tişörtü de yatağının önündeki yığına fırlattı ve şimdi neredeyse boşalmış olan dolabına döndü. Parmak ucunda yükseldi ve kolunu en üst rafın arkasına doğru uzattı. Çıkardığı mavi gömleği koklayıp giyilebilir olduğuna karar verdikten sonra geçirdi üstüne. Çalışma masasının üzerinden anahtarlarını aldı ve odasının kapısını ardından kapattı. Küçük ve rutubet kokan dairelerinin kapısına iki adımda ulaşabilirdi; ama yerde yığılmış yatan annesine takıldı. Normal şartlarda annesini yatağına taşır, üstünü değiştirir ve yerdeki kusmuğu temizlerdi; ama bugün zaten geç kalmıştı. O yüzden vicdan azabı duymadan kadının üstünden atladı ve kendini dışarı attı. Yapmak zorunda olmadan bakıcılığını yaptığı onca güne sayabilirdi bunu. Yarı zamanlı olarak çalıştığı mağazaya gitmek için normalde izlenmesi gereken yol önce otobüse binip üçüncü durakta inmek ve sonra da metroya binmekti ; ama Ema her zaman yaptığı gibi kazandığı azıcık parayı yola harcamamak için metro istasyonuna doğru koşmaya başladı.

Aynı gün akşam üstü

İki deneme kabinin arasındaki saate gözünü dikmiş dakikaların geçmesini bekliyordu. Mesai bitimine tam olarak bir dakika on üç saniye kalmıştı. Bu yüzden aslında 42 bedene ihtiyacı olan bir kadın gelip de elindeki pantolonun 38 bedeninin olup olmadığını sorduğunda Ema'nın içinde bir şeyler öldü. "Sanırım kalıpları biraz dar." deyince kadın, Ema kibarca gülümsedi. Bir dakika iki saniye ve ondan sonra benim problemim olmayacak diye düşündü raflarda 38 beden pantolonu ararken. "İşte buyurun." Kadın gülümseyip deneme kabinine geri girdi. 53 saniye Kabinden gelen seslerden kadının bir süre daha oradan çıkmayacağını tahmin etti Ema. "Sissy!" diye seslendi kenarda duran sarışın bir kıza. "İçeride 38 beden deneyen bir 42 var. Ben çıkıyorum." O gün mağazayı kapatacak olan Sissy pis bir bakış attı Ema'ya. Cumartesi gecesi fazla kilolarını kabullenememiş kadınlarla dolu bu lanet yerde tıkılı kalmadığı için çok memnundu Ema. Arka odaya geçip üzerinde isminin yazılı olduğu siyah tişörtü çıkardı ve hala temiz olduğundan çok da emin olmadığı mavi gömleğini geçirdi üstüne. Kimlik kartını çalışma saatlerinin -dolayısıyla aldıkları paranın- hesabını tutan makineye okuttuğunda saat 18.01'di. Parasını alamayacağı o fazladan bir dakikaya acıyarak mağaza kapısından çıktığı sırada Sissy kadını 42 beden denemeye ikna etmeye çalışıyordu.

Bir yaz akşamına göre serin, Londra'ya göre normal havada yavaş yavaş Soho'ya yürümeye başladı. Henüz eve gidemezdi. Çünkü yolda en az bir buçuk saat harcayacaktı ve o zaman da annesinin ayılıp yeniden içmeye başladığı saatlere denk gelecekti eve varışı. O evden çıkana kadar bir yerlerde bir şeyler içmeyi tercih ederdi. Hep yaptığı şeydi ne de olsa. Dean Street'e dönen köşeye geldiğinde her zamanki sokak satıcısından bir peynirli sandviç aldı. Adam sandviçi, Ema parayı verir ve hiç konuşmazlardı. Muhtemelen İngiltere'de en sevdiği kişilerden biriydi bu adam bu yüzden. Sandviçi yerken yürümeye devam etti. Tam bitirdiği anda Bar Italia'nın önüne gelmişti. Çok büyük bir hayranı değildi Ema buranın; ama Soho'da gidilecek en makul yer olduğunu düşünüyordu. İçeri girdiğinde yüzüne sıcak hava vurdu. Hiçbir ısıtıcının açık olmadığını bildiği için, sıcağa insanların soluklarının neden olduğunu düşündü. Elinde tepsi, aceleyle önünden geçen kızıl saçlı bir çocuğu selamladı. "Kolay gelsin Scott." Çocuk başıyla karşılık verip hızla bir masaya servis yapmaya koyuldu. Bu sırada Ema da bara ulaşmıştı. Aylardır ona servis yapan ama hala adını bilmediği barmene "Bir Buddingtons." dedi. Mekanın neredeyse tüm garsonlarını tanıyordu; ama ağızdan laf alma konusundaki becerilerine tanık olduğundan beri barmenlerinden uzak duruyordu. Hem zaten garsonların da çoğu zaman işleri başlarından aşkındı. Daima iletişim kurmaya zamanı olmayan kişileri tercih ederdi Ema. Birasından bir yudum aldı ve her zaman yaptığı gibi barın karşısındaki boydan boya içki dizili duvarda kaç şişe olduğunu saymaya başladı. Tam üçüncü gin şişesini de saymıştı ki yan gözle az önce belirgin bir Amerikan aksanı ile ravioli sipariş etmiş olan çocuğa Will'in servis yaptğını gördü. Normalde insanların işine burnunu sokan biri değildi Ema. Ama çocuk hoştu ve belli ki sabah annesini yerde bıraktığı için birilerine yardım etmek istiyordu. "Yerinde olsaydım o ravioli'yi yemezdim." dedi çocuk kafasını kaldırıp ona baktığında. "William Amerikanlardan nefret eder. Muhtemelen içine falan tükürmüştür." Ona şimdi net olarak bakınca çocuğun gerçekten yakışıklı olduğunu gördü Ema. "Ben Ema." Elini uzatıp öne doğru eğilirken gömleğinin o son düğmesini iliklediğinden emin olamadı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: Geri: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimePaz Şub. 05, 2012 6:50 pm

"Geçenlerde olandan sonra Soho'ya uğramazsın diye bekliyordum." Becky ensesini kaşırken Alex omzunu duvara yasladı, Becks bu hareketiyle her zamanki gibi farkında olmadan pişmanlık mesajını vermişti. Kollarını göğsünde kavuşturdu ve Becky'nin alttan attığı bakışa gülümsedi. "Başıma bela aldığım her yerde gelmeme sözü verseydim Amerika'da çoğu bar kutlama yapıyor olurdu." "Ve İngiltere'de." "Ve İngiltere'de." diyerek onayladı Alex gülerken. Becks ile aralarında bir dargınlık olmasını istemiyordu ama Clem ile yaşadığı The-Cock-Macerası bütünüyle Becky'nin suçuydu. Clem'i sahneye çıkarmamalı, bütün olan şeylere dur demeliydi ama kendi eğlencesi için olanlara göz yummuştu. Eğlendiğini reddetmiyordu, şaşırtıcı derecede pişkindi konuyla ilgili. Sorun etmelerini anlayamıyordu bile, ona göre bir şey eğlenceliyse insan kendini akışına bırakmalı, keyfini çıkarmalıydı. Clem'in üzerine kızgın yağ dökülüyor gibi viyaklamasını eğlenceli bulması, işte garip taraf buydu. Alex Clem'e göre o akşam ile ilgili daha ılımlıydı çünkü başına gelen tamamiyle kendi suçuydu. Yine garip enstanteneler yaşamaktan kurtulamamışlardı. "Dönünce Clem'den özür dilediğimi söyler misin Lexie? Bu kadar sorun edeceğini düşünmemiştim, biliyorsun." Biliyordu, kesinlikle biliyordu. Aynı durumda olmadığı için Clem'i anlayamasa da Clem'in kendisini öldürmek istemesinden huzursuzluk duyuyordu. Becks iyi bir kızdı, neyse ki aksi taktirde çok daha tehlikeli biri haline gelirdi, ama eğlence düşkünlüğü ve normal bir insana kıyasla daha açık fikirli oluşu onu biraz çekilmez kılabiliyordu. "Niye burada çalışıyorsun Becks? Bir sürü iş bulabilirsin, istersen sana Pizza Hut'ta ya da bizim markette bir şeyler bulabilirim. Burası gay bar, sen eşcinsel bile değilsin." dedi Alex dayanamayıp. Becky başını eğdi, kot yeleğinin siyah düğmeleriyle oynamaya başlamıştı, cevap vermeye karar verince başını kaldırıp gözünün önüne düşen saçı geri atmak için başını salladı. "Burayı seviyorum. Size korkunç gözüküyor ama sokakta karşılaşabileceğin herhangi birinden farklı değiller, çok daha eğlenceliler bile. Ve sokaktaki insanlara kıyasla burada çok daha normal hissediyorum." Alex konuşan Becky'i incelerken kızın onu ilk gördüğü zamana kıyasla ne kadar benzer olduğunu düşündü. Liseden beri etrafındaki herkes bir çeşit evrim geçirmişti, Becky ise hala katır gibi inatçı, küçük burunlu kızdı. Saç tipleri ve yaşam koşulları hariç hep aynı kafayı yemiş Becky. Evet hala The Cock'ta çalışıyor olmasını deli işi buluyordu. "Neyse sen bilirsin kovboy. Keyfine bak." Becky'nin kulaklarının en fazla bir altına kadar uzanan dalgalı siyah saçlarını karıştırdı. Becky kırmızı rujla örtülü dudaklarını gerip uyaran bir gülümseme attı Alex'e. "İçeri gelecek misin? Joey seni soruyordu. On birden önce açık değil, korkma." Alex soru ile beraber hudutlara dikilen binaya göz attı. İnsanlar olmadığında kendi halinde beton yığınından başka bir şey değildi. "O akşamki tavşan kostümünü giyeceksen olabilir." Becky Alex'in omzuna sağlam bir yumruk indirdi, farkında değildi ama eli maşalı biriydi. "Biz kuzeniz Mclain." "Üvey kuzen, lütfen." Becky içeri girerken kendi kendine gülüyordu, Alex'e nazik bir kıza hiç uymayacak bir el hareketiyle cevap verdi. Alex yüzünü ekşitip güldükten sonra barın kapısının kapanma sesi duyuldu, Becky gitmişti. Alex kendisini orada tutan hiçbir şeyin olmadığını anladığı anda The Cock'tan uzaklaşmaya başladı, buraya gelmesi bile kötü bir nam edilmesine sebep olabilirdi.

Yürürken kendince bir karar almıştı; tamamen rasgele bir yere gidecek canı ne istiyorsa onu yiyecekti. Bunu söylemek eskisinden daha zordu çünkü dengeli harcama denen hiç bilmediği bir şeye uyması gerekiyordu. Canının istediği gibi yaşayamamak belediye otobüsü kullanmak zorunda kalmak gibi zorlu bir şeydi. Aklına bu düşünce ile nereye girdiğine bakmadan içeri daldı. Havası onu direk içeri çekmişti, yüzüne vuran sıcak hava bile hoşgeldin diyordu. Etrafa kısaca göz attıktan sonra kendini gözüne ilk çarpan yere attı. Garip aksanı olan bir adam, Alex ingiliz aksanını garip karşılıyordu bu aksan ondan da alışılmamıştı, yaklaşıp ne istediğini sordu. "Ne alabilirim?" Adam Alex'e yapmacık bir gülümseme ile bakıp bir italyan barında olduğunu, ne isterse onu alabileceğini söyledi. "O zaman bir Ravioli mükemmel olur." İtalyan yemekleri ile ilgili bildiği tek şey buydu. Bir de pizza ve spagetti ama adamdan bunları istemenin onu küçük görmek gibi olacağına karar vermişti. Ema'nın sesini duyana kadar iyi bir seçim olduğunu düşünüyordu. "Yerinde olsaydım o ravioli'yi yemezdim." dedi kız. "William Amerikanlardan nefret eder. Muhtemelen içine falan tükürmüştür." Alex'in kaşları havaya kalktı, ağzı bir şey söyleyecek gibi açılmıştı. Adamın gülüşünün sahteliğine bakılırsa bir dilim ekmek bile istese onu tükürüklü yemek zorunda kalacağını sezmişti. Kendini tanıtan kızın elini minnettarlıkla sıkarken "Alex." dedi. Hala Amerika'da olsa soyadını söylerdi, insanlar soyadını duyar duymaz mutlaka bir yerden tanışık çıkıyordu. İngiltere'ye geldiğinden beri bunu değiştirmek için çok uğraşmıştı. "Uyarı için teşekkürler, bir saniye." Ema'ya gülümsedikten sonra William adındaki adama el salladı. "Ravioli yerine bir şişe Becks alabilir miyim? O kadar da aç değilmişim." En azından şişe kapalı gelecekti. Şişeyi bırakıp Ema adındaki sevimli sarışın kıza doğdu döndü taburesinin üzerinde "Hayatımı kurtardın, tükürüğe alerjim var. Ölebilirdim." Gülerken o günün ikinci kararını da vermişti: Ema'yı tanımak istiyordu. Ne yaptığını, kim olduğunu, evcil hayvanı olup olmadığına kadar. Eğlenceli olacaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Emanuela Marlot
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
Emanuela Marlot


Mesaj Sayısı : 113
Nerden : London

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: Geri: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimePaz Şub. 05, 2012 10:46 pm

Barlarda tanıştığı insanlarla arkadaşlıklar kuran biri değildi Ema. Ama bu demek değildi ki barlarda tanışıklıklar kurmazdı. Tabii ki kurardı. Hem de sonradan çok memnun olduğu tanışıklıklar. Çünkü bar sohbetleri kontörlü hat satın almak gibiydi. Kolaydı. Kendin hakkında çok fazla şey söylemek zorunda değildin. Birçok şeyi uydurabilirdin ve kısa bir sürede ihtiyacını gördükten sonra kurtulabileceğim çok hoş bir şey elde etmiş olurdun. Evet, Ema'nın barda tanışılan insanlara bakış açısı buydu. Kısaca sohbet et, seks yap ve bir daha yüzünü bile görme. Alex'e elini uzatıp adını söylerken de aklındaki tam olarak buydu; ama şaşırtıcı bir şekilde Alex kız kaldırmaya gelmiş bir abaza ya da şaşkın bir turist gibi görünmüyordu. Hatta Ema'nın yıllarca birçok ortamda bulunmuş annesinden öğrendiği insan sarraflığına göre ilginç ve tanınmaya değer biri gibi görünüyordu. İnsanlarla yakın ilişkiler kurmayı ve onları tanımayı zaman kaybı olarak değerlendirirdi Ema. Çünkü gözlemleme fırsatı bulduğu ilk romantik ilişkiler de ilk arkadaşlık ilişkileri de fiyasko ile sonuçlanmıştı. Madem hayatından defolup gidecekler ve giderken de arkalarında temizlemek için sana bir yığın pislik bırakacaklar, insanlara kibar davranıp, onları tanımaya çalışıp, sevgi göstermenin anlamı ne ki, hem zaten söyledikleri güzel şeylerin yarısını senden bir çıkarları olduğu için söylüyorlar diye düşünüyordu. Bu yüzden çıkar ilişkisi en sevdiği ilişki tipiydi. Çünkü herkes görevini ve ne yapması gerektiğini bilir ona göre davranırdı. Sahte oynaşmalar, yapmacık sözler ve harcanan onca vakit ve enerji olmazdı. Ema'nınki gibi bir yaşamda zaman ve enerji nakit demekti. Nakit ise her şeydi.

Ama o gün ayakları onu eve götürmemişti işte. Geri geri sürüklemişti ve bu bara getirmişti. Zamanı vardı. Annesinin evden çıkmasını bekliyordu ve bu da dün gece ne kadar içtiği ile ilgili bir durumdu. Silvia'nın ne zaman ne kadar içeceği hiçbir zaman kestirilebilir bir şey değildi. Zamanı ve enerjisi vardı işte. Belki de çok uzun süredir ilk defa tamamen gereksiz bir şeye harcamak için sahipti bunlara- o kadar uzun bir süreydi ki bu en son ne zaman 'boş boş' bir şey yaptığını hatırlamıyordu. Bu yüzden Alex'in esprisine çoğunlukla yaptığı gibi göz devirip burun kıvırmadı. Güldü. Üstelik yapmacık ya da zorlama değildi. Gerçekten güldü. Çok daha iyi esprilere hiç gülmediği doğallıkta ve samimiyette güldü. Çünkü bu fikir hoşuna gitmişti. Bu gece burada oturabilir ve Alex'le sohbet edebilirdi. Sadece sohbet edebilirdi. İşler farklı gelişirse geceyi birlikte geçirirlerdi ve Ema da şikayet etmezdi -çünkü iyi görünüşü her zaman takdir ederdi ve Alex ışıkta daha görünür hale geldikçe topladığı takdir de artmaya devam ediyordu. Belki de sadece sohbet ettikleriyle kalırdı; ama bu da önemli değildi. Çünkü Ema o akşamüstünü buna adayacaktı. Hiçbir şey yapmamaya.

Birasından koca bir yudum aldı ve dudağının üstünde kalan köpüğü yaladı. "Geçen gün Scott onun boxerını gerçek bir Amerikan bayrağından diktiğini söylüyordu. Will için iç çamaşırı olarak bayrak giymek bir hakaret de." diye açıkladı William'ın her zaman yukarı doğru çektirip görünmesine özen gösterdiği boxerı düşünerek. "Şimdi düşündüm de umarım aynı boxerdan birkaç tane vardır. Çünkü hiç çıkardığını görmedim." dedi gözlerini dehşetle açarak. Bir yandan da bu çabasına hayret ediyordu. Birilerini güldürmeye çalışmak sık yaptığı şeyler arasında değildi. İşin aslı iletişim kurmaya çalışmak da pek huyu değildi. Bugün gerçekten garip bir gündü işte. Barmenin yaptığı espriyi duyup ona dik dik baktığını görebiliyordu yan gözüyle. Ne suratsız adam diye düşündü. En azından bu haz etmeme durumu karşılıklıydı. Ema en sinir bozucu gülüşüyle onun bakışlarını yakalayıp şimdi boşalmış olan bardağı doldurmasını işaret etti ve adını-bilmeyip-sürekli-gördüğü-barmenin tükürük hikayesinden ilham almamış olmasını diledi.

Barmenin yeni doldurduğu bardağını aldı ve taburesinden atlayıp daha yakın bir tabureye geçti. "Birleşik Krallıklar'a hoşgeldin!" dedi elindekini tokuşturmak üzere havaya kaldırıp, sonra duraksayıp hafifçe indirdi. "Yeni geldiğini varsayıyorum tabii. Sahi neden buradasın?" Ema'nın zengin-babanın-para-kazanmak-için-tezgahtarlık-yapan-kızı durumunun ona kazandırdığı bir şey vardı. Zenginlerin ne yiyip, ne içtiğini, ne konuşup, ne giydiğini, neyi nerede yaptığını iyi bilirdi. Küçükken babasının limuzininden inip annesinin kenar mahalledeki evine girdiği günlerde aradaki farkı gözlemleme fırsatı bulmuştu. Bu yüzden rahatlıkla söyleyebilirdi ki Alex soyadı-her-ne-ise alt kesimden bir aileden gelmiyordu. Hatta orta kesimden bir aileden de gelmiyordu. Onu ele veren ilk şey pantolonunun kumaşıydı. Muhtemelen Ema'nın tüm pantolonlarının toplamından daha pahalıydı. İkinci şey Ema'nın hayatı boyunca kuaföre harcadığı paradan daha fazlasının ödendiğini tahmin ettiği saç kesmiydi Alex'in ve saati ve masanın üstünde duran telefonu... Liste böyle uzayıp gidiyordu. Ema böyle bir adamın Londra'ya gelmesine neden olacak binlerce senaryo üretebilirdi; ama Soho'da gidebileceği onlarca kaliteli mekan varken neden Bar Italia'ya geldiğini açıklayacak tek bir tane bile gelmiyordu aklına. İşte tam o sırada Alex'in hikayesini merak ettiğini fark etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: Geri: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimeSalı Şub. 07, 2012 4:36 pm

Ema'nın konuşma şekline bakılırsa hayatına rastgele giren bu barın devamlı müdavimlerindendi Alex nereye girdiğine bile bakmamıştı ya, neyse. Soho'da ismini bilmediği barın tekine girmenin ne kadar yanlış bir şey olduğunu yeni anlıyordu, rus mafyasının arka kapılardan birinde iş görüştüğü bir yere de dalmış olabilirdi. Şansına sadece Amerikalı düşmanı İtalyan çalışanları olan bir yere girmişti. Öte yandan içerideki odalardan birinde İtalyan Mafyası'nın iş görüşmesi yapmadığı bir yer olduğundan da emin değildi. Ema az önce sipariş verdiği adamla ilgili bir şeylerden bahsediyordu, Alex dikkatle dinlediğinde konunun adamın boxerı olduğunu anladı. Amerikan bayraklı boxer giymek, büyük bir mesele sayılmazdı ama adam bunu bir hakaret gösterisi niyetiyle yaptığına göre doğru olmadığına kanaat getirmişti. Amerika'da görseler adamın milliyetçi yaklaşımı ile duygulanacak bir sürü insan vardı. Kültürlerin bu kadar farklı olması ne garip. "Amerikan aksanımı gizlemenin bir yolunu bulmalıyım aksi taktirde adam gibi bir yerde yemek yemem imkansız." diye mırıldandı Ema'ya gülerken. Geçen gün de küçük bir restoran keşfettiğine sevinip yemeğini Evie'lere yakın bir yerde yemeye başlamıştı. Ucuzdu ve güzeldi ama ısrarla Fish&chips'ine sirke istemediğini söylediği halde balığı ve patatesleri sirkeli buluyordu. Sirke! Balık ve patates ile iyi gittiğini hangi yarım akıllı söylediyse İngiltere'nin neredeyse tamamı balık ve patatesi sirkeli yiyordu. Başlarda balık ve patates ikilisini saçma bulduysa da alışmaya başlamış, sirke olmaması koşuluyla sevdiğini bile söyleyebilirdi. Küçük bir restoran olduğu için geri gönderme gibi bir kendini beğenmişlik yapmamaya çalışmış, bir sonrakinde özellikle sirke istemediğini belirteceğine kendine hatırlatıp yemeğini yemişti. Tam iki hafta boyunca üstelik. Sonunda garson şefin bunu yabancılara özellikle yaptığını söylemişti, aynı buradaki 'sevgili' arkadaşımız gibi, ingiliz olmayanlara zorla ingiliz adetlerini dayatıyordu. O günden sonra sokakta kamyon arkalarından satılan fish&chip gözüne çok daha güzel görünmeye başladı, biri sirkeli olacak diye dayatırsa balığı atıp kaçabilir, yakalanmama korkusuyla uzaklaşabilirdi. Elbette Ema'yı bırakıp şık bir italyan barından topuklamayacaktı zaten Amerika'da da sevilmediği düşünülürse sayamayacağı kadar çok tükürüklü makarna yemiş olmalıydı. Birası geldiğinde rahat bir nefes alıp teşekkür etti, barmen ya Ema'nın birasını doldurduğundan ya da konuşmanın konusuna kulak misafiri olmanın verdiği rahatsızlıktan, teşekkürünü yanıtsız bıraktı. Aşırı milliyetçi insanın her hali çekilmezdi, aynı şeyi yapan bir sürü Amerika'lı tanıyordu ve hiçbirine katlanamazdı. 'Burası özgürlükler ülkesi' lafının altına sığınmış binlerce ödlek insan barındırıyordu ülkesi. Yine de aksanları ingilizlerden çok daha iyiydi. "Şişe açacağı alabilir miyim?" dedi yanından geçip giden barmene. Hadi ama! Ema'nın taburesinden atladığını gördü göz ucuyla, şişesinin kapağına şişeyi bir tür force ile, hani şu Star Wars'ta lafı geçip duran türden, açabilecekmiş gibi bakıyordu. Kapağı oldukça pahalı olduğunu bildiği tezgaha yaslayıp kapağa vurarak açtı. Kapak ahşap üzerinde ısırık izine benzer bir iz çıkarmıştı, Alex barmen ile göz göze geldiğinde omuz silkip şişesini kaldırdı kadeh kaldırırcasına. Adamın gözleri bir çizgi şeklini almıştı ama homurdanmak harici bir şey yapmadı. Müşteri memnuniyeti, diye geçirdi içinden Alex. Pahalı bar tezgahını dağıtırlar ama her zaman haklıdırlar.

Ema yakındaki tabureye tırmandığında Alex'in bütün ilgisi ona döndü. Fazla büyük bir rastlantıydı, yardım eden iyi niyetli kızın bir de güzel çıkması. İri gözbebekleri, porselen bebeği andıran düzgün bir burnu vardı. Alex kendi kendini tebrik etti, barlarda tanıştığı kızların yüzlerine çok az dikkat ederdi. Öte yandan saat daha erken sayılırdı ve yeterince sarhoş değildi. Buradan Alex'in yeterince sarhoş değilken çok daha iyi bir insan olduğu ortaya çıkıyordu. Ema'yı incelemeye devam etti, elbette sapık gibi değil, kız çizgi filmlerde görebileceğiniz prenseslere benziyordu. Bir çeşit barbie gibiydi ama barbie bebek lakabıyla gezinen hafifmeşrep makyaj delisi küçük kadınlar gibi değil, daha sade, daha sevimli. Ve daha sevilesi. Üstüne alaycılığı eklenince oldukça kafa dengi bir insan çıkıyordu ortaya. Hoşgeldiğini söylediğinde uzattığı yumruğa cevap verdi gülerek. Normal de değildi ve bu aslında hoş bir şey idi. Başka bir kız olsa manzarasını zenginleştirmek için hafifçe öne eğilir, iri gözlerini hafifçe kısıp seksi olduğunu düşündüğü bayağı bir ses tonuyla sorardı sorularını. Doğaldı. Ya da Alex gerçekten yanlış kızlarla takılmıştı. Neden burada olduğunu sorarken ihmal ettiği biradan büyük bir yudum aldı, Becks soda gibiydi. "Doğruyu söyleyeyim mi? Harward'dan kaçtım. Çoğu gencin aksi istikamete gidiyorum sanırım." Bir de Clem için geldim diye düşündüyse de bunu sesli beyan etmedi. "Burası gözüme güzel gözüktü ama google'ın dediğinden çok daha fazla yağmur yağıyor. Hiç güneşin bir hafta durduğu oldu mu?" Kendini rahat hissediyordu, sosyal bir iolmasına karşın yeni insanlarla uyum sağlayabilen biri olarak tanınmazdı ama şaşırtıcı derecede kendisi gibi davranıyordu. İmalı laflar, gizemli adam tavırları, arada buğulu çıkan ses, hiçbiri yoktu. Kendisiydi, komik, içten, alaycı. Ve Ema onu ilk elden tanıyordu, herhangi bir rolün ardına sığınmadan. Bu çok sık olmazdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Emanuela Marlot
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
Emanuela Marlot


Mesaj Sayısı : 113
Nerden : London

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: Geri: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimeÇarş. Şub. 08, 2012 2:41 pm

Hiçbir zaman kendi hikayesini anlatmaya meraklı olmamıştı Ema. Çünkü insanların verdiği ve verebileceği her türlü tepkiden tiksiniyordu. Acıma, merhamet duygusu ve hatta bazen hor görme ya da burun kıvırma. Ema'nın hikayesini dinleyip verilebilecek iki tür tepki vardı. Ya anlattığı kişi acır, bu kadar berbat bir yaşamı olduğu için onun adına üzülür ve tamamen bu nedenler yüzünde -hak ettiği, istediği ya da çalıştığı için değil- ona yardım etmeyi teklif ederdi. Ya da Ema'yı babasını silip atıp sonra da merhamet dilenen şımarık kızın teki olmakla, ne istediğini bilmemekle suçlardı. Ema bu iki durumdan da nefret ediyordu. Hiç denecek kadar az kişi biliyordu hikayesini ve hiçbirinin tepki vermeye fırsatı olmamıştı; çünkü hikayeyi dinlemeden önce Ema'yı tanımışlardı ve verecekleri tepkinin bir öfke patlamasına ya da daha kötüsü arkadaşlıklarına mal olabileceğini biliyorlardı. Ema'nın kendi hikayesini paylaşmak istememesi onu insanların hikayelerine karşı da ilgisizleştirmişti. Genellikle dersler mecbur ettiğinden biyografik yazılar okuduğunda ya da biri o sormadan hayat hikayesini anlatmaya başladığında düşündüğü tek şey 'Neden umursayım ki?' oluyordu. Hayatta her türlü insanın başına her türlü şey gelebilirdi onun için. Acımak ve acındırmak zaman kaybıydı. Bunun yerine zamanlarını daha yararlı şeylere harcayabilirlerdi. Mesela bir konuda şikayet etmeyi bırakıp o şeyi değiştirmeye çalışmak gibi. Uzun lafın kısası Alex'in hikayesini merak etmesi hatta dinlemeye can atması alışılmışın çok dışında bir durumdu. "Doğruyu söyleyeyim mi? Harward'dan kaçtım." diye başladı Alex sözüne. Ema bir an için yanlış duyduğunu düşündü. Onun için Harvard'dan kaçmak, bir televizyonla yüzmek gibiydi. Aklı selim kimsenin yapmayacağı hatta akıl bile edemeyeceği bir şey yani. Ema Harvard'dan kaçan biri Londra'da ne yapar merak ediyordu doğrusu. Yine de şaşkınlığını gizlemeye çalıştı. Hayatında ilk defa düzgün bir diyalog kurmaya çalışıyordu ve gözlemlerine dayanarak söyleyebilirdi ki birine kaçığın teki olduğunu söyleyip aklını peynir ekmekle yiyip yemediğini sormak bunun en iyi yolu değildi. Hem zaten o kapağı üniversiteye atmaktan başka bir şey düşünmeyen lise son sınıf öğrencisinin tekiydi. Daha taraflı olamazdı yani.

Alex tam anlamıyla havadan sudan konuşmaya başladığında Ema bir an için hayal kırıklığına uğramıştı; ama sonra fark etti ki bu Harvard kaçağı genç Amerikalının havadan sudan konuşması bile esprili ve keyifliydi. "Evet, tabii." diye cevap verdi Ema onun sorusuna kendinden pek de emin olmayarak; ama sonra suratını ekşitti ve kafasını salladı. "Ah hayır, kimi kandırıyorum ki. Üzgünüm güneşlenmek istiyorsan çok yanlış yerdesin." dedi. Sonra da gömleğinin kolunu hafifçe sıyırıp kolunu ona doğru uzattı. "Bak bu en bronz halim." dedi tavuk kıçı gibi bembeyaz tenini göstererek. Birasından tekrar kocaman bir yudum aldı. Kibar kibar bira içmek hiç huyu değildi. "Ha bu arada." dedi o an aklına gelmiş gibi aniden dönerek. "Sanırım aksan konusunda yardımcı olabilirim. Mesela basit bir cümle söylemeyi dene." Birasından bir yudum daha aldı ve öğretmen edasıyla ona döndü. "Tamam, geliyorum. Şimdi o t'yi biraz daha sert söyle. d gibi değil, t gibi yani." Kafasını öne doğru çıkarıp tıh-tıh sesleri çıkarmaya başladı. "Şimdi o'yu yay. Geliyooorum." Kaşlarıyla aynı anda, parmağını da havaya kaldırdı. "Yutma o r'yi. Bırak kalsın orada. Tamam. Geliyoorrum." Dışarıdan bakınca deli gibi görünüyor olmalıydılar. Birbirlerine bakıp deli gibi sesler çıkarıyorlardı. Alex neredeyse bir İngiliz gibi 'Tamam, geliyorum.' deyince Ema heyecanla onu alkışladı. "Şimdi tek yapman gereken bir cümle kurmadan önce onu bir kenarda on üç kere tekrarlamak." dedi kahkahalarla gülerken.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: Geri: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimePerş. Şub. 09, 2012 12:03 am

İnsanlar burada bunu yapmaz mıydı? Havadan sudan muhabbet açmak. Bahçesini sulayan adam komşusunun bir şeyini ödünç almak istediğinde konuyu mutlaka havaya getiriyorlardı. Hava ne kadar güzel değil mi, evet ama yağmur gelecek diyorlar, pazara bir şey kalmaz ah bu arada bilmemneyini ödünç alabilir miyim, elbette marge'a söyleyeyim de getirsin. Hava muhabbeti ingilizlerin her şeyiydi, havadan sudan muhabbet olmasa ingilizlerin sosyalleşmesi imkansızdı. Neyinden bahsediyorlarsa, 7/24 yağmurlu bir yerdi. Saçma.
Ema eğlenceliydi, İngilizlerin sıkça yaptığı saçma bir muhabbetten basit bir 'bu arada' ile kurtulabilmişti. Alex rahat bir nefes aldı, havadan sudan konuşma meselesi tamamen prosedür gereğiydi, devam ettirebilecek başka hiçbir kalıplaşmış cümlesi de yoktu. Ema aksan konusunda yardım edebileceğini söylemişti. Alex sırtını dikleştirdi, dersi dinlemeye hazır bir öğrenci gibi Ema'yı süzdü. Her zaman aksanını düzeltmekten bahsederdi ama Ema söyleyene kadar bunu hiç ciddi ciddi düşünmemişti. Bir mekana girip tek bir kelime söylediği anda 'sen Amerikalısın'lar sıkıcı olmaya başlamıştı, bir nevi etiketlenmek gibiydi. Bazıları iyi düşünüyordu bazılarıysa kötü. Amerikalı'ları sevenlerin ilgisini görmek güzeldi ama en ufak bir bahane sebebi bile olabiliyordu konuşmanız. Her ne kadar aksanı sevmese de alışması gerekiyordu, dört seneyi burada geçirecekse alışmak zorundaydı. Dudaklarını nemlendirip aklına gelen ilk şeyi söyledi. "Imm, tamam geliyorum nasıl?" Ema da birasını yudumlayıp öğretmen edasıyla kendisine dönerken sırıttı. Aklında gelen ilk cümle "çikolatalı dondurma yedim." olmuştu ama bunu söylemedi. Çikolatalı dondurma meselesi yüzünden psikologa gitmeliydi belki de, çocukluğundan kalma bir sorunu olabilirdi vardı ve bir psikologun kendisine Freud edasıyla yaklaşıp çocukluğunu su yüzüne çıkarması şarttı. Kadın bir doktor değil mümkünse, Freud edası ile yaklaşayım derken libido konusuna düşebilirlerdi, hoş olmazdı. T'leri t gibi söylemesi gerektiğinde Alex kaşlarını çattı."Tttamam, ttthhh... Ta. Ttta." Tükürür gibi söylemesi gerekiyordu. Ah İngilizler, nazik ve elit olduklarını savunur, kelimeleri tükürür gibi telaffuz ederlerdi. İngilizleri yadırgamayı kesinlikle bırakmalıydı.

Dilini dişlerinin arkasına yapıştırıp Ema'yı teklit etti. Aptal gibi görünüyor olmalıydı, göz ucuyla birinin bakıp bakmadığını kontrol etti. "Ttttamam, geliyo'um." R konusunda uyarılınca ryi tekrar etti. Bütün konuşmaları dilini üst dişlerinin arkasına yapıştırarak mı yapmak zorundaydı? Ağız yapısı şimdiden yamulmuş gibiydi, dudakları elindeki şişenin ağzından farksızdı. Böyle giderse seksi olmak için dudak büzen kadınlara dönüşecekti. "Geliyoooorum. Geliyooorr, rrr." Rler hırlamaya benzemişti ama Alex ısrarla söylemeye çalışmaya devam ediyor, gözü ucuyla Ema'ya bırakıp yüz ifadelerinden nasıl gittiğini anlamaya çalışıyordu. Rezalet, kendini rezil ediyordu. Ema da bunu umursamıyor gibiydi, birbirlerine bakıp saçma sapan sesler çıkarıyorlardı. Konuşmayı yeni çözmüş iki altı bez bağlı bebekler gibiydiler. Alex sonunda düzgün bir aksanla söyleyebildiğinde Ema tarafından alkışlandı, zaferini kutlamaktansa kahkahalara boğulup yumruğunu tezgaha vurdu. Başını kolları arasına gömdü ve güldü, dışarıdan nasıl göründüklerini görebilmeyi çok isterdi. Zeka özürlü gibi görünüyor olmalıydılar ve bu çok komikti."Başarrrrdım arrrrttık ben de birr İngilizim!" dedi birasını havaya kaldırıp az önce yaptıkları ile alay edercesine aksanı abartırken. Vurgulu r ve t'ler, uzatılan o'lardan ibaretti demek. Zor görünmüyordu ama her seferinde köşeye çekilip aksanını tekrar ettiğini düşünmek komediydi. Gerçekten. Komikti. "Konuşmanın çok merkezinde gibi hissediyorum, hoşuma gitmedi bu." dedi gülmeyi kesin insan gibi nefes alabildiğinde. Ema'ya sessizce bakıp onu sakince inceledi. Her mimik hareketini inceliyordu bir nevi alışkanlık olduğundan. "Sen kimsin Ema?" diye sordu mırıldanırcasına. Karşısındaki herhangi bir kitabın yan karakteri değildi, bir başroldü kendi hayatında. Hikayesi, duyguları, düşünceleri vardı. Herkes gibi.


Üzgünüüüüm *-* Hem bekletiyorum hem de saçma sapan yazıyorum, normalde böyle değilimdir. Toparlanacağım diye umuyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Emanuela Marlot
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
Emanuela Marlot


Mesaj Sayısı : 113
Nerden : London

E hadi o zaman! Empty
MesajKonu: Geri: E hadi o zaman!   E hadi o zaman! Icon_minitimeCuma Şub. 10, 2012 4:40 pm

Şüphesiz Ema hala bu son derece spontane başlayan sohbetin bu kadar eğlenceli olabilmesi karşısında şaşkındı. Bir bira içip eve gitmeye gelmişti Bar Italia'ya; ama şimdi ikinci birasını bitirmişti bile. Hala suratsız, neredeyse onlar orada değilmiş gibi davranan barmene seslendi.Aslında seslenmekten ziyade bariz bir şekilde onu duymazlıktan gelen adama avazı çıktığı kadar bağırmıştı. "Müşteri memnuniyeti sıfır." Alex'e dönüp sanki zaten tanışıklıkları Bar Italia ve onun suratsız personelleri üzerine kurulu değilmiş gibi. Barmenden bir cappucino istedikten sonra bu garip davranışını açıklamak zorunda hissetti kendini. "Asla üst üste iki kadeh içmem. İki kadeh bir cappucino, sonra iki kadeh daha ve bir cappucino." dedi içki içmeye ilk başladığı günlerden beri süregelen bu alışkanlığını bildirerek. Tabii ki bu alışkanlığın nasıl oluştuğunu anlatmayacaktı Alex'e; ama annesinin yanında Ema ile içki içmeye gidip de ona bir cappucino ısmarladığı günleri hatırlamadan edemedi. O günden beri kendini cappucino içebildiği sürece güvende sayardı. Cappucino içiyorsa asla annesi gibi olmayacaktı. Kadın elinde vodkasıyla Ema'nın fincanını koklar burun kıvırır içinde hiç alkol olmayan o şeyi nasıl içtiğini anlayamadığını söylerdi. Silvia yedi yaşındaki kızıyla konuşurken de on yedi yaşındaki kızıyla konuşurken davrandığından pek farklı davranmıyordu. Ema hiçbir zaman bir çocuk, bakması ilgilenmesi gereken biri olmamıştı onun için. Yalnız hayatında her zaman yanında olmak zorunda olan bir yol arkadaşı olmuştu. Diğer herkesin yaptığı gibi onu terk edip gidemezdi Ema. Ama annesinin kendini sevdiğini biliyordu. Hatta muhtemelen kadının tüm dünyada sevdiği tek kişiydi. Sadece onu tanıyordu. Yani kimi ne kadar severse sevsin hiçbir fedakarlık yapmayacak kadar tembel ve bencil olduğunu da biliyordu. Yirmi beş yıldır kendini içkinin pençesinden kurtaramamasının nedeni de buydu zaten: Böyle şeylerle uğraşmak için çok üşengeçti. Hayatında bir şeyleri değiştirecek enerjisi olsa o enerji ile sızdığı yerden kalkıp bir şişe daha tekila alırdı.

Alex'in konuşmanın merkezinde olmaktan duyduğu rahatsızlığı dile getirmesi Ema'nın dikkatini dağıtmış ve onu eski anılardan uzaklaştırmıştı. Tabii ki Alex'e aslında böyle devam etmelerini tercih edeceğini söylemedi. Kendi hakkında en basit bilgileri vermekten ileriye gitmekten pek hoşnut olmayacaktı. Mesela ona İngiliz olduğunu, Londra'da doğup büyüdüğünü ve hatta adının Ema olduğunu bile söylemişti. Saçma sapan bir alışkanlığından bile bahsetmişti. Bu yeterli değil miydi? "Sen kimsin Ema?" diye sorduğunda Ema bir saniye için durup düşündü. Gerçekten kim olduğu ile ilgili bin bir farklı düşüncesi vardı. Hala hiçbirinde tam olarak karar kılamamıştı; ama Alex için kim olduğunu biliyordu. "Kuzgunum ben." dedi en azından bir süre için Harvard'a gitmiş bu genç adamın Amerika'nın -Ema'ya göre- en iyi yazarının en iyi bilinen şiirlerinden birini hatırlayacağını umarak. "Hani bir geceyarısı kapını tıklatıp odana girmek için izin isteyen. Sonra bir büstün üstüne tüneyip bir kelimeden fazlasını asla söylemeyen." Alex neden bahsettiğini anlamazsa kulağa gerçekten delirmiş gibi gelecekti. Hatta bayağı delirmiş. Alex her an telefonunu çıkarıp Royal London hastanesinin psikiyatri koğuşunu arayıp gelip onu anlamalarını söyleyebilirdi. Toparlamak adına gülümsedi. "Bir Poe okuruyum mesela." dedi sanki Alex'in sorduğu kim olduğu değil de nelerden hoşlandığıymış gibi. Alex Ema'nın kendi hakkında konuşmaktan hoşlanmadığını buradan anlamış olmalıydı; ama bu kadar da esrarengiz davranmak istemiyordu. Şehre ve hatta ülkeye yeni gelmiş bir adam barda tanıştığı herhangi bir kızın esrarengiz tavırlarından etkilenebileceği gibi, ürkebilirdi de. "Adım Ema ve hayatta bir şeyi istiyorsan onu almak için uğraşman gerektiğine inanırım." dedi daha az esrarengiz ve daha samimi bir sesle. Yeni gelmiş sıcak cappucinosundan bir yudum aldı. Alır almaz da ağzındakini fincana geri çıkardı. Barmen müşterilerini defetmenin çok yaratıcı bir yolunu bulmuştu doğrusu. "Bulaşık suyu gibi tabirini duydum; ama ilk defa gerçek bulaşık suyuyla karıştırıp getirenini görüyorum." diye bağırdı barmene doğru. Bu sırada Alex Ema'nın surat ifadesine kahkahalarla gülüyordu. "Hadi gidelim buradan." dedi Alex Ema çoktan cebinden biralarının parasını çıkarmışken. "Bu lanet şey için para ödeyeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun koca kafa!" diye bağırdı arkası dönük birilerine servis yapmakta olan barmene. Adam son derece iri yarı olduğundan arkasını dönmeyi beklemeye niyeti yoktu. Kahkahalar içinde Alex'le kapıya doğru koşup bardan uzaklaştılar. Işıklı tabelası gözden kaybolana kadar neredeye gittiklerini bilmeden koşmuşlardı. Bu kısa koşunun ardından kenarda durum soluklanmaya ihtiyaç duymaları ikisinin de çok da formunda olmadığının bir göstergesiydi. Soluk soluğa eski bir binan önünde birbirlerine bakıp sırıtıyorlardı. O anlardan biriydi işte. İkisinden biri kafasını birkaç santim uzattığında dudakları birleşecekti. "Dudağının kenarında..." diye başladı Alex parmağını uzatarak. Ema gözlerini devirdi, gerçekten dünyanın en klişe hareketiyle mi öpecekti onu? Dudağının kenarında bir şey var mıydı büyük hamlesi? "Ah kes şunu!" dedi Ema parmaklarının ucunda yükselip onu öpmeden önce. Yaklaşık on saniye öpüştükten sonra ayrıldılar. "Vay canına. Bu..." "Biliyorum." dedi Ema başını sallayarak. Şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyorlardı. "Hiçbir şey hissetmedim." "Bir erkek kardeşim olsaydı onu öpmek nasıl olurdu biliyorum artık." İtiraflarını aynı anda dile getirdikten sonra kahkahalara boğuldular. Aralarındaki çekim ikisine de bunun muhteşem olacağını düşündürmüştü. Nitekim ikisi de yanılmıştı. Ortada bir gerginlik olmamasından memnun yürümeye başladıklarında "Ben hala açım." dedi Alex raviolisini yemesini engelleyenin Ema olduğunu hatırlatarak. "Köşede bir pizzacı var." diye cevap verdi Ema kendisinin de aç olduğunu fark ederek. En azından orada kimse siparişlerine tükürmezdi. "Ema, bu arada gerçekten dudağının kenarında köpük var." Alex hayli eğlenmiş bir şekilde ona bakarken Ema dudağını temizlemeye çalışıyordu. Bu geceden beklediği hiçbir şeyi elde edememişti; ama şansı olsa bir saniyesini bile değiştirmezdi. İkili köşedeki pizzacıya doğru yollarına devam ettiler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
E hadi o zaman!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» O Zaman Bir Elveda

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Soho :: Bar Italia-
Buraya geçin: