London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Hello, sweetie.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimePtsi Şub. 06, 2012 5:27 pm

Hello, sweetie.  Iv5JhM8CYw9W4


En son Clementine Crandal tarafından Ptsi Şub. 13, 2012 5:37 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Geri: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimePtsi Şub. 06, 2012 5:41 pm

Nanna'dan ayrılalı iki saat olmuştu ve hala yürüyordu. Bu tipik bir durumdu onun için, Nanna'yla geçirdiği saatlerin sonrasında bir süre fazladan sıkılıyordu. Nanna sürekli enerjik, sürekli eğlenceli olmak zorundaymış gibiydi, keyfi olmasa bile moral veren güldüren bir tarafı, en azından gülme isteği yaratan komik benzetmeleri vardı. Yurtta sıkılıp aradığı pansiyonda telefon konuşmaları bir "İmdat, sigara!" çağrısına dönüşünce yemek yemek için Nanna'yı bulmuş, birlikte ucuz küçük bir yerde bir şeyler atıştırmışlardı. Sigara içmek için kullanılan arka bahçede Nanna'yla oturmuş, kedi sevmiş, sigara içip Nanna'nın hayatında yeni olan birkaç şeyden bahsetmişlerdi. Onaylamasa da kabul etmeliydi, Nanna'nın anlattıkları Clem için çok farklı, çok yeni bir dünyaydı. Hatta onu düşününce kendi hayatı bazen kendisine amaçsız, haksız bütünüyle sıkıcı ve yanlış geliyordu. Nanna bir süre sonra başka bir takım işleri olmak bahanesiyle yanından kalkınca Clem sıkıntıyla arkasından baktı, Nanna'ya yardım edemiyor olmak onu geriyordu, elinde olsa mesela bağımlılık yapmayan uyuşturucu üretecekti ya da bütün uyuşturucu satıcılarını dövecek ve bu kızı üzmeyin diye bağıracaktı, bilemiyordu. Ya da belki Nanna'ya hep içtiği kolaların birinin kapağından ev, bol para, uyuşturucudan kolay kurtulma klavuzu ve şöhreti hazır sadece solist bekleyen bir grup çıkarırdı, bilemiyordu. Arkasından bir süre daha kalıp oturduğu yerde kedi sevmeye devam etti. Kendi kedilerini deli gibi özlüyordu, böyle olunca da gördüğü her kediye saldırırcasına atlamaya başlamıştı, biraz olsun özlem gidermeye çalışıyordu. Ama bu daha çok şey gibiydi, karnınız çok açken birinin yemek yemesini izlemek gibi. Aklından bir iki seçenek, görüşebileceği birkaç insan geçirdikten sonra pes edip yurda dönmeye karar verdi. Aslında geri dönmeden Evie'ye de uğrayabilirdi, son iki haftadır onu görmemişti, ancak Alex'le karşılaşmak istemiyordu. Son The Cock faciasını düşününce Alex ne zaman arasa bir bahane bulup çıkamayacağını söylemişti. Bir bakıma yalandı bu, aslında Alex'in yapacağı yeni bir programa güvenemiyordu hala. Belki biraz da suçluyordu onu, bilmiyordu. Yani eğer o bir şeyleri daha detaylı öğrenmiş olsaydı- en azından barın adını o saçma sapan şeye- neyseydi. Olan olmuştu, ne desindi artık. Sadece eşcinsellik fikrinden tamamen nefret etmediği için şanslı sayıyordu kendini. Bir de homofobi edinseydi o gecenin sonunda iyice kafayı yerdi muhtemelen. O yüzden bir süre daha umursamayacaktı Alex'i ve yeni bahaneler ileri sürüp görüşmeyi erteleyecekti, sadece bir süre daha.
"Clem!" diye seslendiler arkasından yurda girdiği anda. Hangi filmi izlemesi gerektiğine odaklanmış beyni küçük bir şaşkınlıkla etrafına bakınması emrini verdi. "Hı- kim?" Ona doğru gelen kızı görünce rahatlayarak gülümsedi. Bu da başka bir sorundu, ani tepkilere ve birinin peşinden gelmesine duymaya başladığı hassaslık. İyice ürkek hale gelmeden o geceyi bitirdiği için biraz daha memnun olmalıydı, ama hala onu düşünecek kadar rahat hatırlamıyordu olayı. Bunu kafasında itip gelen kıza baktı. "Dalgınsın?" "Bir şey düşünüyordum, önemli değil boşver. Bir şey mi oldu?" Kız onaylarcasına başını salladı. "Biri seni görmeye gelmiş." Biri? Mavi saçlı kız olmasa iyi ederdi. Çünkü birini beklemiyordu, beklese zaten gelmesine yakın yurttan çıkmış olmazdı. "Kimmiş?" Bilmiyorum dercesine dudak büktü karşısındaki. "Sen yoktun bana haber verdiler, önemliyse diye, ama indiğimde burada değildi. Aléxandre ya da Amélia gibi bir şeydi galiba adı, yani sanırım." Önüne sunulan iki seçeneğe güldü. "Çok alakalıymışlar, neyse teşekkürler, önemliyse gelirler zaten tekrar." Sanırım diye mırıldandıktan sonra kızın arkasından merdivenlere yöneldi, hala şu tanımadığı misafirin kim olduğunu düşünüyordu. Yani kesinlikle öyle birini tanımadığına emindi. Belki yanlış anlaşılma olmuştu, belki adını yanlış hatırlıyorlardı yani Aléxandre ve Amélia'nın alakası yoktu sonuçta. Hatta belki başka birine, başka bir Clementine'a, ya da Clémence'e gelmişlerdi, olabilirdi. Mümkündü.
Bir şarkı mırıldanarak sekerek çıktığı merdivenlerden odasına gelene kadar bir sorunu yoktu, ancak kapıyı açıp odaya girince dudaklarındaki şarkı satırları buz olup yere düşmüş ve kalanları da dudaklarına ağırlık yaparak ağzının şaşkınlıkla açılmasına neden olmuştu. Odada uzun, dalgalı, kahverengi saçları olan biri vardı. Elindeki mendile benzer şeyi yüzüne sürüp duruyordu ve tamamen alakasız giyimiyle tuhaf göründüğünü de söyleyebilirdi. Ağzını kapatmayı akıl edince kendini toparlayıp sordu. "Pardon, kimi aramıştınız?" Pek çok şey görmeyi bekleyebilirdi, mesela bir sapık, bir hırsız, yolunu kaybetmiş ağlayan biri bile olabilirdi elindeki mendili düşününce. Ama kesinlikle görmeyi beklemediği, beklemeyeceği ve hayal dahi edemeyeceği tek bir görüntü vardı. Uzun saçları, topuklu ayakkabıları ve iyi yapılmış makyajıyla Alex Mclain.
"Sen- ne?" Bir an kalakalıp karşısındaki adama baktı ve sonra hızla dönüp arkasındaki kapıyı kapattı. "Ne yapıyorsun Alex, bu da bir çeşit şaka mı? Becky nerede, dolapta mı bekliyor?" Hırsla mırıldanıp duruyordu, duyulma ihtimalini göze alacak değildi elbette. Kapıyı kilitleyip arkasına döndüğünde ona doğru yaklaşmış Alex'i daha yakından gördü, o an irkilse de yakından oldukça komik görünüyordu. Elindeki mendilin ne olduğunu da anlamıştı Clem, yüzündeki tonlarca boyayı çıkarmak için uğraşıyordu. "Ne işin var burada Alex? Bütün bunlar da ne oluyor?" Eliyle bütün kılığını kaplayan geniş bir daire çizdikten sonra onu iterek geriletip odanın ortasına yürüdü. Belki şaşkınlık ve biraz da kızgınlığın etkisiyle fazla itmişti, ya da belki Alex o ayakkabılarla acı çekiyordu. Sahi o ayakkabılar neydi öyle? "İki oda yandaki kız arkadaşıma geldim, bu kadar zahmete girmişken seni de göreyim dedim." Bakışlarını ayakkabılardan kaldırıp yüzüne dikti çocuğun. "Tamam! Tamam öyle bakma, şakaydı." Mehleyerek ilerleyip yatağa oturdu. Alex'se peşinden gelmeyip masadaki torbaya doğru ilerlemişti. "Sen beni ısrarla ekince ben sana geldim. Barış çubuğum da var" Elindeki torbayı salladı. O ne dercesine elindeki kumaş torbaya baktı Alex'in, ama o daha soramadan Alex şüpheli bir ifadeyle yeniden konuşmuşyu. "Ya da barış dondurması." İster istemez güldü Clem de. Alex ve dondurma ilişkisini biliyordu. Alex'in bütün kadınları onun için bir kutu dondurma etmezdi mesela. Eğer sevişmenin ortasında gösterilmiyorsa koca bir kova dolusu dondurma için bırakmayacağı ortam yoktu. Aslında düşününce, sevişirken önüne dondurma sürmeyi denememişti Alex'in, belki o bile ihtimal dahilindeydi. Alex hala konuşuyordu karşısında, ikna edici olmaya çalışan bir sevimlilikle. Clem gülünce onun da yüzü gülmüştü. "Kaşığım da var, merak etme her şey kontrol altında. Zaten her zaman her şeyi düşünürüm bilirsin." Alayla 'aha'layan arkadaşını duyunca hafifçe yüzünü buruşturdu, Clem'in her şeyi düşünmek sözüne alaylı tepkisinin neye yönelik olduğunu biliyordu. "Tamam, bunu söylemesem de olurmuş. Hadi yiyelim." Alex ve Clem'in ufak atışmaları her zaman dondurmayla çözüldüğünden Alex'in dondurma getirmiş olduğuna şaşırmıyordu. Kızdıran taraf her zaman dondurma sunardı ötekine, öteki de dondurmanın cazibesine ve arkadaşının haline kıyamaz kabul ederdi. Bir çeşit gelenekti, yedi yaşlarından beri. Yani kendi dondurmalarını gidip kendileri alabildikleri zamanların başlangıcından beri. "Tamam" dedi Alex, torbadan çıkardığı dondurmaları tam karşılarına koydu ve geçip Clem'in yanına otururken elindeki kaşıklardan birini kızın avucuna koydu "sen yemiyorsan ben de yemem." Blöf yapıyordu, barizdi. Alex Mclain asla konu çikolatalı dondurmaysa karşısında durmasına ve el sürememeye katlanabilecek kadar iradeli olmamıştı, konu dondurmaysa tabii. Bir Clem'e bir dondurma kutularına bakıp duruyordu. "Ama baaak, ne kadar güzeller, çikolata parçalarını görüyormusun üstüne resmini basmışlar ve ve yumuşak, tatlı ve çikolatalar var bak. Onları erimeye mi terk edeceksin? O kadar acımasız mısın?" Gülerek kalkıp dondurma kutularını aldı Clem, yerine dönerken birini Alex'e uzatmıştı. "Biliyordum!" Onun sevincini yok sayıp bir süre daha konuşmayarak kutuyu açıp bir kaşık dondurmanın ağzında bıraktığı mükemmel tatla oyalandı bir süre ve sonra kaşığın ucuyla Alex'in halini işaret etti. "Bu hal ne?" "İçeri girmek için yaptım, gerçi bakmadıkları bir anda yukarı sıvıştım ama kızlar yurdunda dolaşan bir erkek kargaşa yaratırdı." Doğal olarak dercesine başını sallayıp dondurmaya kaşığı soktu. "Saçın?" dedi sorarcasına. Alex ağzındakini yutana kadar bekleyebilirdi ama Alex yanıtlamak için birden yutunca bir an yüzü şekil değiştirmişti. "Evie yaptı. Çok tuhaf değil mi? Evinde bir sürü saç var, uçlarına toka geçirilmiş. Kimin kafa derisini yüzdüyse artık. Biraz korkunç görünüyorlar aslında ama saçıma takınca güzel oldum." Alex'in güzel oldum deyişine kıkırdadı ve ağzına bir kaşık dolusu dondurma gönderirken konuşmadan üstündekileri işaret etti. "Bunlar Evie'nin. Yani bazıları. Bazılarını da Sylvia'dan aşırdık çünkü.Üstümdeki onun, ama pantolon Evie'nin. Aslında pantolonu bana olunca Evie biraz hayal kırıklığı yaşadı sanırım. Benim gibi bacakları olmadığını söyleyip durdu sürekli, onun bacakları güzelmiş. Niye böyle dediğini pek anlamadım, zaten onun bacakları da olmamalıydı ama bence benimkiler de oldukça güzel görünüyor şu an." Dondurmayla birlikte boğulacaktı gülerken, Alex kocaman eliyle pat pat sırtına vurunca içindekileri çıkarmamak için zar zor yutkundu. Kılık değiştirmek açıkça Alex'i güzel olduğuna ikna etmiş gibi görünüyordu. Barışmak falan yalan diye düşündü o an, Alex'in onu öldürmeye geldiğine karar vermişti, önce dondurma yerken güldürmek sonra sırtını göğüs kafesine yapıştırmaya çalışmak. Belki de öldürmek değil sadece iki boyutlu bir Clem yaratmak istiyordu, bilmiyordu henüz. Alex'se onun iyi olduğunu görünce başka bir şeyi yeni farketmiş gibi, dikkat çekebilmek için ayaklarını salladı. "Ama topuklu ayakkabıları satın aldık çünkü bana göre yoktu evde. Aslında ilk söylediğinde kabul etmedim ama Evie topuklu ayakkabılarla daha inandırıcı olacağımı söyledi. Başta biraz zordu ama alışınca bunlarla maraton bile koşabilirsin. Rahatlar." Ayağındaki platform topukları birbirine vurup duruyordu, ayakkabının ucundan çıkan birkaç parmağın üstündeyse parlak, kırmızı bir oje vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Geri: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimeSalı Şub. 07, 2012 2:36 pm

"Evie tokaları kafa derime saplaman gerektiğini sanmıy--Ah!" Alex başını çekmeye çalışmıştı ama bu canının daha çok yanmasına sebep oldu. Evie bir şeyler mırıldanıp dişlerinin arasına kıstırdığı yeni tokayı saçlarına takarken yana kayan peruğu düzeltti. "Dayan biraz, iki tane kaldı." Alex Evie'nin yüzüne karşı taklidini yaparken tokalardan biri daha batmıştı. Evie'nin küçük tokaları matkap niyetine kullanıp beynine ulaşmak istemesinden şüpheleniyordu. Bütün olay çok saçı olmasıydı, Evie peruğu takma işlemlerine geçmeden önce saçının uzun olmasının peruğun sabit kalması konusunda işe yarayacağını söylemişti ama tokayı nereye taktığını bildiği söylenemezdi. "Kendimi görebilir miyim artık?" diye sorarken üzerine eğilen Evie'nin göğüsleriyle göz teması kurmamak için kızın çenesini izliyordu. Evie bıkkınlıkla birazdan biteceğini söylerken dudak büzdü ve omuzlarına dökülen peruğu parmağına doladı. Kıza benzemek için bu kadar çaba göstermek zorunda kalması gururunu okşasa da işin daha çabuk bitmesini isterdi. Peruk, makyaj, kıyafet, hepsi çetrefilli işlerdi ve Alex beklemekten sıkılmıştı. Kadın kılığında sokağa çıkmak için heyecanlandığını düşünmesin diye bunu Evie'ye söyleyemiyordu zaten oldukça komik bir sabah yaşamışlardı. Alex her zamanki gibi Evie'nin odasına kapıyı çalmadan dalmış, kendi evinde kapı çalmaya alışmamıştı ki Evie'lerde çalsın, ve bağıra bağıra Evie'ye yardım etmesi gerektiğini söylemişti. Evie korkuyla dans hareketlerini andıran garip hareket silsilesinden sıyrılıp uyku gözlüğünü alnına çekmiş ve öfkeyle büyümüş kocaman gözlerini Alex'e doğrultarak ne bok yemeye odasına böyle daldığını sormuştu. Kapıyı çalmalıydı her seferinde böyle dalmamalıydı, özel alan diye bir şey vardı. Alex bütün söylediklerini kulak arkası edip şahane bir düşünce bulduğunu, sabahın köründe, söylemiş iş dönüşü yardım etmesini istediği bir şey olduğunu söylemişti. Üstelik Evie de hoşlanacaktı bu yardımdan. Odasından çıkmadan önce Evie bunu akşam da söyleyebileceğini söylemiş, sinirle hırlayarak gözlüğünü geri takmış ve kendini yastığın üzerine bırakmıştı. Alex de neden sabahın köründe Evie'nin odasına daldığını bilmiyordu ama aklına gelir gelmez odadan dışarı koşmuştu. Sonuçta akşam olmuş, Alex dahiyane fikrini sabaha kıyasla daha çekingence Evie'ye anlatmış, Evie de gülerek yardım etmeyi kabul etmişti. İlk düşüncesi Evie olmuştu, sonuçta kadınsı gereçleri ve güzel görünmeyi Evie'den daha iyi bilen başka bir tanıdığı yoktu. "Bitti mi?" Evie sabrının taştığını gösteren bir sesle inleyip çok az kaldığını söyledi. "Saçlarım güzel görünüyor." diye mırıldandı Alex. Peruğun ucunu burnunun altına götürüp bıyık gibi kıvırdığı sıralarda Evie saç işini tamamladığını söyledi. Kafasından düşüp düşmediğini kontrol etmek için biraz kıpırdattı, saç tokaları asıl saçlara takılı olduğundan Alex'in canını acıtmıştı çocuğun kötü kötü Evie'ye bakmasına sebep oldu. Evie vakit kaybetmeden elinin altındaki makyaj malzemelerine saldırdı, sarhoş olup geldiği günden beri Alex'in makyaj malzemelerine dokunmasına izin yoktu, pudra burnunu kaşındırırken Alex hapşuruğunu içine atıp gözlerini kırpıştırdı. Makyaj malzemelerinin kokusundan hoşlanmıyordu, japon pazarında satılan sabunlardan bile rahatsız edici geliyordu kokuları. Fırça suratında gezinirken nefes almamaya çalıştı. Evie ameliyata girmiş bir cerrah gibiydi, tek fark neşter yerine fırça kullanmasıydı. Gölgeleri iyi atıp atmadığını kontrol etmek için duraksayan Evie'ye baktı Alex, sanki bakışındaki bir şey makyajını çok daha güzel yapabilecekmiş gibi. Evie'nin attığı aşırı inceleyici bakıştan hoşlanmamıştı. "İstersen suratımı kendim halled--" "Hayır!"Makyaj malzemelerine uzanan eli Evie'nin darbesiyle durmuştu, elini kendine çekip Evie'ye sorarcasına bakış attı. "Bunlar. Oyuncak. Değil!" "Daha önce elime kalem aldım Evie." Evie kaleme doğru uzanan elini tutup Alex'in dizinin üzerine bıraktı. "Hatırlıyorum Alex, Maybeline mavi kalemimi katletmiştin!" Gün-bayımında-okyanus-altı rengi, tabii ya. Şu makyaj ürünleri satan firmaların renk tabloları için buldukları isimler de inanılmazdı, yakında boğularak-öldürülmüş-bebek-suratı-mavisi rengi çıkarırlarsa şaşırmayacaktı. Sahi, bebek mavisi diye bir şey vardı. Alex ellerini havaya kaldırıp pes ettiğini işaret ettiğinde Evie siyah göz kalemini eline aldı. "O biraz koyu kaçmaz mı?" Evie kalemi Alex'in gözüne yaklaştırırken gülümsedi. "Makyaj uzmanı olduğunu bilmiyordum. Yukarı bak." Alex denileni yaptı, kalem görüşünde çok yakın bir noktaya geldiğinde başını geri çekti. "Sabit dur." "Gözüme kalem sokuyorsun ama!" Alex Evie'ye elinde bir kobra tutuyormuş gibi bakıyordu. Evie'nin iç çektiğini gördü. "Gözüne sokmuyorum! Devam etmemi istiyor musun istemiyor musun?" Alex'in gözleri göz kalemi ve Evie üzerinde gidip geldikten sonra temkinli bir şekilde devam etmesine izin verircesine kafasını salladı. Evie göz kalemi çekerken sabit durmak kolay değildi. Tüm bunlara değdiğini düşünmüyordu güzel görünmenin. Her gün yapmak ne kadar zor olmalıydı. Kadınlara saygı mı duysun deli oldukları gerekçesiyle uzak mı dursun emin olamıyordu. Evie kalemi bitirip rimeli sürdüğünde rahatladı, rimele dayanmak daha kolaydı. Kırmızı bir ruj, Evie'nin ezip ört bas ettiği rujun rengine çok benziyordu rengi, dudakları üzerinde gezindi. Evie Alex'e ruju yapmak için ne yapması gerektiğini gösterirken Alex onu taklit etti. Ruju da iğrenç bulmuştu, yağlı gibiydi. Tadı da bir garipti. "Evie dışarı çıkıyorum istediğin bir şey var mı?" Evie ve Alex aynı anda kapıya döndüklerinde başını kapı eşiğinden daldırmış Becky ile karşılaştılar. Becks Alex'i görünce kaşlarını çattı. "Bu kız kim be?" Alex'in gülümsemesi büyürken rujlu dudakalrı ürkütücü duruyordu. "Kız dedi, duydun mu! Başardım." Becky'nin kaşları çatıldığı gibi ağır ağır alnına doğru kalkarken suratında eblek bir ifade vardı. Ses olmasa muhtemelen gördüğü en çirkin kızı gördüğünü düşünmeye devam edecekti. Alex kafasını salladı hızla, dalgalı saçları omuzlarını okşamıştı. "A-man-Tan-rım! A-Alex?!""Hayır Alexandra." Evie onaylamaz bir edayla başını iki yana salladı. "Ses konusunda çalışmamız gerekecek." dedi Evie, elleri belinde eserini incelerken. Kendini iyice kaptırmıştı, Alex'i bile kıza benzetebildiyse make-over konusunda daha fazla uzmanlaşmasına gerek yoktu. Alex sesli bir kahkaha attı. "Tizleştir." Anlamamış gibi duraksadıktan sonra sesini inceltip yeniden denedi. "Daha iyi." Ses denemesi için gülmemişti ama bunu söyledi, onun yerine dönüp aynadaki yansımasını izledi, bu sırada Becky ile Evie konuşmaya dalmıştı. Gerçekten çirkin bir kız olmuştu ama kızdı işte. Şu yolda görüp hiç sevgili olmayacağını düşünüp acıdığınız türden biri. Gözlerini kısıp seksi bir bakış atmaya çalıştı, kızların güzel görünmek için yaptığı bir dudak hareketi vardı duck face mi ne denen, biraz daha şiveli davranabilirse zengin yaşlı adamların ilgisini çekebilirdi. Şansını babası ile zorlayabileceğini düşündüğü anda ne yapmakta olduğu aklına geldi. "Tanrım, bu gerçekten oluyor değil mi? Kadın kılığında sokağa çıkacağım. Ne yapıyorum ben?" Celm için düştüğü durumun haddi hesabı yoktu zaten, listeye bir şey daha ekleniyordu sadece. Evie Alex'i süzerken kıkırdadı. Becky de başını yana yatırıp Alex'i süzüyordu. "Hala çok erkeksi." Becky'nin anlayacağı türden bir konuya düştüğünü fark edince yutkundu, onun eline düşmek istemiyordu. Becky ve işten arkadaşları da yardım edebilirdi ama bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyordu, o saçma akşam yeterince ilgi çekici biri imajını yansıtmıştı bir de kadın kıyafetleri ile giderse daha büyük bir topluluğun ilgisini üzerine çekmekten korkuyordu. Becky bir şey diyecekmiş gibi durduysa da gitmesi gerektiğini söyleyip Evie'ye Alex'in anlamını tam çözemediği bir bakış attı. O gittiğinde rahat bir nefes almıştı, Evie'nin sesini duydu. "Hadi şimdi seni giydirelim."
---
Alex Evie ile satın aldığı kırk iki numara topuklu ayakkabıları üzerinde yürürken son anda düzelttiği yanlış adımı düzeltti, bir süre yürüyünce alışması kolay oluyordu gene de yolda defalarca kez bileği kırmanın ucundan dönmüştü. Dondurma almak için girdiği süper markette kalçasını kavrayan yaşlı adama teşekkür mü küfür mü etmeli bilemiyordu ama alt raflardan birine uzanmak çok daha korkutucu bir hal almıştı. Dişsiz adam bakışına karşılık kıs kıs gülmüş, sigaradan kısılmış sesi ile Liverpool aksanını her yere saçarak uzaklaşmıştı. Lanet! En azından dondurma almıştı. Kasiyer tarafından hanımefendi olarak adlandırılmak da ayrı garipti, defalarca kez kendisine seslenmesine karşın kondomların olduğu rafa bakmaya devam etmişti. Kondomlara bakan bir kadın görünümünde olduğundan da kasada birkaç orta yaşlı, kafasındaki saçın peruk olduğu bariz sapkın adamla göz göze gelmiş, manalı bakışlarından kaçmıştı. Ama sonunda gelebilmişti işte. Üzerindekileri düzeltip güvenlik görevlisine doğru yaklaşırken ayna karşısında prova ettiği kısık bakışları sergiledi, adamın kalkan bakışlarına göre pek normal bir kız gibi görünmüyordu. "Clementine Crandal'ı görmeye gelmiştim." Güvenlik görevlisi bıyığını eliyle tarayıp kendisine Ben Stiller bakışları atan Alex'i süzdü. "Kimlik alabilir miyim?"" Niye?" Alex korkudan sesini inceltmeyi unuttuğunda gergince etrafa bakındı ve Marilyn Monroe gibi gülümsedi. "Yani niye ayol canım yavru kuzum kime ne edeyim ben, kimliğimi unuttum da, zaten girip çıkacağım bir şey olmaz, odalara da çıkmam beklerim gelmesini olmaz mı?" Adam başını sallayıp prosedür gereği olduğunu söylerken yurda yeni gelen bir kız yanlarına yaklaştı. Güvenlik görevlisi ile konuşurlarken adamın gözleri Alex üzerinde gelip gidiyordu, Alex onun başka bir tarafa baktığı anlarda omzunun üzerinden koşarak yurda girip giremeyeceğini düşünmekteydi, belki bir şekilde izini kaybettirebilirdi. Ama ikili konuşmayı bırakıp Alex'e döndüklerinde ödünün patladığını gizleyemediği kocaman bir sırıtma ile dikilirken buldular Alex'i. "Tamam, sadece isminizi alıp girmenize izin vereceğim ama odaya çıkmayacaksınız." Alex Evie'nin gözünü fazla kırpma uyarısını unutup rimelli kirpiklerini kırpıştırdı, ismini söylemesi gerekiyordu. "Alexandra. Alexandra Maclaintski." Evie ile bu konuyu da konuşmuşlardı, Evie soyadını söylememesi konusunda kararlıydı ama Alex rus göçmeni bir ailenin kızı olduğunu, babasını Rusya'da çetin kış koşullarında kaybettiğini söylemiş, soyadına sahip çıkması gerektiğini savunmuştu. Evie ise bunun gereksiz ve daha da önemlisi, gerçek dışı geldiğini savunuyordu. Adam bir şey demeden ismini not ettiğinde içinden 'aha!' dedi, Evie yanılmıştı. Adam kapıyı açtığında kız onunla beraber geldi, Alex somurttu. Kızdan kurtulup bir şekilde Clem'in odasına saklanmalıydı, sutyen dar geliyordu ve daha da insan içinde kalırsa sutyeni çıkarıp havada salladıktan sonra birine atarak özgürlüğünü beyan edecekti. Sessizce yürürlerken Alex durup aniden kıza döndü. "Bak tatlım hapishanenizin gardiyanına bir söz verdim ama uymayı düşünmüyorum. O yüzden gözlerini kapa da kaçayım." Kız önemli bir şey değilmişçesine duraksayıp omuz silkerken başını salladı. "Clem'i görürsem odasında olduğunu söylerim." Alex bunu beklemediğinden bir süre felç olmuş gibi durduktan sonra "Taamaam." dedi ve kızın üzerine atlamasını beklercesine geri geri yürüdü yavaşça. Herhangi bir şey yapacak gibi durmuyordu. Bağımsızlığını kazanan Alex engel olamadan yaptığı telaşı boş verip odaya çıktı.
---
"Uff beynim dondu!" Ağzındaki dondurmayı ağzında çevirip gözlerini kıstı ve güldü. Dondurmayı yavaş yemeyi çocukluğundan beri öğrenememişti. Beyin fonksiyonları işlevlerini geri kazanırken Alex rujunu sildiği için kendini kutladı, dondurma ile rujun tadının gitmediğini öncelerden biliyordu. Saçları dondurmaya girmesin diye feminen bir hareketle başını geriye savurdu. "Barış dondurmamı yediğine göre barıştık mı? Ya da kendimi sevdirebilmek için bu halde All The Single Ladies'i mi söylemem gerek?" Clem sessiz kalınca Alex gözlerini dondurmadan kaldırıp koyu göz kalemi çekilmiş kısık bakışlarını Clem'e fırlattı. "Aklından bile geçirme." Yapmayacaktı. Yapmazdı. Beyonce'un kalçası yoktu bir kere, marketteki tacizci yaşlı amcanın düşündüğünün aksine, yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Geri: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimeC.tesi Şub. 11, 2012 10:24 am

Orada hiç konuşmadan, sadece dondurmayı dürterek saatler harcayabilirdi. Sadece Alex'in var olduğunu bilerek zamanı düşünmeden oturabilirdi öylece. Bu hep böyleydi. Bilebildiği zamanın başından beri. Tamam, belki hep dememeliydi. Cleo'nun hep Alex'e kendisinden birkaç adım daha yakın olduğu bir dönem olmuştu. Ama o zamanlarda bile, Alex için Cleo kadar yakın olamasa da aralarındaki bağın daha farklı olduğunu düşünürdü. Bir Andre'yle kıyasladığında mesela. Andre'ye katlanamadığı çok olurdu ama Alex çocukluğu boyunca yanında olan, ve kendisinin katlanabildiği, ve kendisini mutlu etme yolunu bilebilen tek erkek cinsinden canlıydı. Alex doğduğunda vardı, ve o varlığı sorgulamak hiç aklına gelmemişti. Oradaydı, olacağını düşündürmüştü, Clem de sorgusuz kabul etmişti onu, sorgusuz çok sahiplenip çok sevmişti. Onun yanında kendisine zarar gelmeyeceğini bilecek kadar Alex'e inanırdı da zaten, çünkü o Alex'ti işte. Sırf çektiği için hayallerinden sürüklenebileceği tek insandı. Özellikle Cleo'nun gidişi ve Thomas'la yaşadığı zamanlardan sonra. Kişiliklerinin ve değerlerinin hayatları gibi birbirine kaynadığı, birinin gözyaşlarının diğerinin parmak izleriyle dolu olduğu ve dondurmanın temel besin olduğu zamanlardı. Gurursuzluklarının dondurma kasesinde boğulduğu, sarılıp uyudukları anlar haricinde sürekli gergin oldukları ve en ufak şeyde kırılacakken birbirleri için diğerlerini linç edebilecek kadar güçlü oldukları zamanlardı. Cleo gitmişti, Thomas benzeri darbelerle hayatının odağını delik deşik etmişti ve birlikte kalıp farklı yönler ve bok gibi hayatlar seçerken kendilerine ortak bir dünya kurmuşlardı. Ne kadar uzak olduklarının önemli olmadığı, birbirlerine bir şekilde yetişip el uzatabildikleri zamanlar. Şimdi bile düşününce, Alex'in yokluğu fikri uykusuz geceler gibiyken, onu neden bu kadar sevdiğine ya da neden ihtiyaç duyduğuna yanıt bulamıyordu. Alex vardı, olmalıydı. Olmadığı bir hayat dünyanın işleyişine, evrenin dengesine ters ve Clem'in hayatla olan bağlarını yakıp yıkacak kadar keskindi. Şimdi bile onun için pek çok şeyi yapabilecekken, pek çok şeyi gözden çıkarıp bir sürü şeye atılabilecekken, ve sunduğu şeyleri sorgulamadan kabullenirken, geçmişte yaralarının tek bir noktada kabuk bağlaması, farklı yaraların aynı kabukla örtülmesi tuhaf olmamalıydı, niye olsundu ki? Alex uyuşturucuydu, ve yemek. Ve güzel olan her şey. Onu iyileştiren. İki kedi ve huzurlu uykuydu. Alex kötü şansın, üzücü olayların, mutsuzluğun uykuya daldığı zamandı, Alex daha çok hissederek nefes alabilmek için koşması gibiydi. Mutsuzken, üzgünken sırf onu üzmemek için mutlu olabileceğini bildiği tek kişiydi. Ya da onu öyle bir anda mutlu edebilecek tek kişi...
Bunca zaman, Alex için yakın arkadaştan fazlası olduğunu bildiğinin farkındaydı. Lafta inkar ettiği ne varsa hepsinin tersini düşünüyordu içten içe. Söylediği her şeye rağmen Alex'i herhangi birinden, hatta ailesinin herhangi bir üyesinden daha fazla sahipleniyordu. Ve ona kalsa Alex'in ilişkilerine bile burnunu sokacak, sürekli dibinde olacak, üzülmesi ihtimalini kesin olarak çözmek için kavanozda besleyecekti. Ama bütün bunlar, hatta anlatabileceğinden fazlası, Clem'in düşünceleriydi. İçinde bir paranoyak, delicesine kıskanç bir dişi, paylaşmayı bilmeyen bir çocuk, çok şefkatli bir anne ve ne yapacağı belli olmayan bir bağımlıyla yaşıyor gibiydi durumu konu eğer Alex'se. Onu çok sevebilir, bunu sürekli söyleyip onu mıncıklayarak onu sıkmak istemediği için davranışlarıyla göstermek için çaba harcayabilir, yanına kimse yaklaşmasın isteyip bunu kendine saklamayı öğrenebilirdi, bunlar yaptığı şeylerdi. İş başvurusunda yetenek kısmına yazılması gerektiğini düşündüğü şeylerdi hatta. Ama kimi zaman, mesela Alex ve kızları konu olunca, ya da ufak bir şeyden tartışılınca, ya da Alex üzüldüğünde onu güldürmeyi başaramadığında, menapoz dönemine girmesi için gereken yılları saniyede atlayabiliyor ve o saniyenin ardından Alex'in kendisine verdiği değeri sorgulamaya başlıyordu. Ama o gün, yani Alex'in yanına kadın kılığında gelmesiyle kim olduğunu ve neler yapabileceğini bilmesi gerektiğini fark etti. Alex'in onun için yapabileceği şeylerin en azından bir anlamda ölçüsünün olmadığını fark etmişti. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğu konusundaki fikriyse kesinlikle sabit değildi.
Alex'i olduğu gibi, belki sadece var olduğu için sevebilirdi. Ve ne derse sorgusuz kabullenebilir, önüne atılan herhangi bir öneriyi sakince karşılayabilir, eğer yanında olacağını bilirse her şeyi yapabileceğini düşünürdü. Bunun en doğru olan olduğunu, zaten konu Alex'se başına bir şey gelmesi ihtimalinin olmadığını, Alex'in bir şekilde onu koruyacağını düşünüyordu, hatta buna düşünmekten daha ileri bir anlam yüklemiş, bildiğini sanıyordu. Ama son olanlar, yani Becky'nin çalıştığı partide yaşadıkları bildiğini sandığı her şeyi sorgulatmaya başlamıştı. Yani alkollü bir Alex onu koruyamazdı. Alkollü bir Alex, sarhoş, kendini kaybetmiş ve on santimetrelik mesafeden bile korkabilecek hale gelmiş bir Alex'in herhangi bir kötü durumda ona yardımı olmazdı. Dahası yardıma ihtiyacı olan kişi haline bile gelebilirdi. Bu durum da bütün Alex'le olan ilişkisi boyunca görmediği ufak bir çatlak gibi şu an gözüne batmaya başlamıştı.
Şu 'The Cock olayı' belki de fazla abarttığı bir şeydi. Becky'e olan siniri geçmemişti belki, evet, belki hala onu gördüğü yerde içinde bir hırpalama isteği doğacaktı. Ama o Becky'di, ne kadar onu kurtarmayışını kabul etmek istemese de, Becky öyle biriydi. Biraz tuhaf, oldukça tuhaf hatta, ve farklı düşünen. Ne düşüneceğini kestiremeyeceğiniz biriydi. Birkaç gece boyunca kabus gördükten sonra olayı daha sakin karşılaması gerektiğinin de farkına varmaya başlamıştı bu durumu göz önüne alınca. Zaten belki de mantıklı olan orayı gördükleri anda dışarı çıkmalarıydı. Bu kısım Clem'i rahatsız eden asıl şey olmaya başlamıştı bir süredir. Belki de Alex'i görmeyi ertelemesinin nedeni, yapacağı planlara bahane buluşu da bu yüzdendi. Orada, The Cock gibi bir yerde işi olmadığını biliyordu. Alex'in de işi yoktu. Neden içeri girdiklerine dair kesin bir yanıt bulamıyordu. Tamam biraz da Becky içeri sürüklemişti ama olsundu. Eğer Alex'in varlığına güvenmeseydi, ya da Becky'nin onu yanına sürüklediği insanlardan ayrılıp Alex'in yanına gittikten sonra o kendini kaybetmiş haline rağmen ona olan güveni olmasaydı... Tamam Alex için vaz geçmeyeceği şey yoktu, o istediği için görüşmeyi kesmeyeceği bir insan gitmeyeceği bir yer yapmayacağı saçmalık yoktu. Ama artık bunun doğru olup olmadığını sorgulamaya başlamış olması onu rahatsız ediyordu. Bu kendini bildi bileli olan bir düzendi, şimdi Alex'le ilgili bir şeyleri sorgulamak rahatsız edici geliyordu. Ama yine de birbirlerine olan etkileri ne kadar doğruydu, hala verebildiği bir yanıt yoktu.
Başını kaldırıp beyninin donduğunu söyleyen arkadaşına baktı. Gülüşünü ve kendisine bakan koyu renk gözlerini görünce bütün düşüncelerini de ağzındaki dondurmayla birlikte yuttu. Yeni bir şeye, yeni kötü bir olaya kadar... Alex vardı, var oluşu yeterli ve düşünebileceğinden daha mükemmeldi. Ve sadece güldüğünü görmek bile yeterli bir bahaneydi bütün düşündüklerini unutması için. Sadece yanında oturuyor olması, ya da sadece özür dilemesi, ya da belki de çok yanlış bir zamanda çok kötü bir anda geçecek demesi bile yeterliydi. Kötü bir şey olduğunda, ya da kendi başına altından kalkamayacağı bir şey olduğunda, Alex'in yapmayacak bile olsa 'hallederim sorun değil' tarzında vereceği bir tepki o işin çözüleceğine inanması için, rahatlaması ve hafiflemiş hissetmesi için yeterliydi. Alex çözse de çözmese de çözerim dediği bir olay ona göre neredeyse çözülmüş oluyordu ve bu nedenle de hafiflemiş hissediyordu kendini. Sustu, dondurmasını kaşıklamaya devam etti ve ezberlediği mimiklerin yarattığı gülüşü izledi. Alex Mclain, kendisinin en yakın arkadaşı, dünyada en sevdiği insan, en değer verdiği varlık ve en büyük zaafı, güldü ve yine, yanlış olduğunu düşündüğü küçük bir parçasına rağmen her şeyi geriye itebildi. Bir insanın en büyük zaafının başka bir insan olmasıyla ilgili yapabileceği herhangi bir yorum içinde kilitlenmeye mahkum, Alex'in barışmak için yapmak zorunda olup olmadığını sorduğu cümleye hafifçe gülüp yorum yapmamayı tercih etti. Gözünün önünde dans etmeye çalışan bir Alex varken bu fikir onu oldukça eğlendirirken güldü. "Aklından bile geçirme." Mümkün değildi, Alex aklına çok yanlış fikirler sokuyordu. Yine de insaflı olmaya karar verdi, çok zorlasa Alex'in yapmayacağından değildi. Bu halinden edindiği izlenim birkaç dakikalık bir ikna konuşmasının ardından Alex'in denemesinin yere düşmesiyle sonuçlanacağıydı. Dondurmayı yana bırakıp ayağa kalktı. "Gel," dedi bir önceki soruyu yok sayarak. "seni temizleyelim." Alex yüzünde belirgin bir rahatlama, dans etmek zorunda kalmayacağını duymanın verdiği memnuniyetin yanında biraz da şüpheyle baktı ona. "Sonra buradan çıkamam ki?" Omuz silkti. "Gece burada kalırsın. Gerekirse seni saklarız. Sabah olunca bir yolunu buluruz, karışıklıkta kaynar gidersin" Alex'in yüzündeki şüpheyi görünce gülümsedi. "Bu halini çok sevdiysen sen bilirsin." Bu yeterli olmuş Alex başını sallamışken gidip makyaj temizlemek için bir şeyler aldı. Sonra da dolabına yürüyüp gece yatarken giydiği Star Wars tişörtünün yerine yine Alex'e ait başka bir tişört çıkardı. "Bu sana olur." "Elbette olur, o benim! Niye bütün tişörtlerim sende?" Gülerek elindekini Alex'e atarken konuştu. "Bana daha çok yakışıyorlar." Yalandı, sadece Alex'siz kalma fikri çok korkunçtu bu yüzden İngiltere'ye gelmeden çok sevdiği bir iki tişörtü aşırmıştı. Geldiğinden beri de onları en azından gece yatarken giyiyor, daha rahat uyuyordu. Yatağa oturup Alex'in saçlarına uzandı. Görmeyi çok sevdiği bakışlar yüzünde dolaşırken acıtmamaya çalışarak Evie'nin neredeyse kafasına çivilediği saçları çıkarmaya başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Geri: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimePaz Şub. 12, 2012 11:53 pm

Takma saçlarını kafasından çıkarmakta olan Clem'i izliyordu. Dondurmanın iyileştiremeyeceği bir durum yoktu, durumdan kendisine pay çıkarmıyordu hiç. Tokalardan birisi saçından çıkarken bir tel çektiğinde inledi ve homurdandı. Aynı şeyi Evie yapsa çocuklar gibi şikayet ederdi ama o an Clem'in geri adım atmaması, yanında olması fikri halinden şikayet etmesinin önüne geçiyordu. Saçını tutan tokalar çıktığında kafa derisi rahatlamıştı, saçlarını karıştırdı. Peruk takmak hoş değildi, aşırı sıcak tuttuğundan bunaltan bir şeydi. Alex peruktan kurtulduğuna gerçekten seviniyordu, bir de yemek yedikten sonra ağzını yıkamamış gibi yağlı hissettiren rujdan ve makyajdan kurtulabilirse tam olacaktı. Erkek olmanın kıymetine bir kez daha varıyordu.

Clem ile uyuyacaktı, çok uzun bir süreden sonra ilk defa. Amerika'da onun yokluğunu inkar etmek için yaptığı onca şeyi düşündü. Gerçekten Clem'e sarılıp uyuyabilecek olmanın ne gibi bir etki yaratacağını bilmiyordu. Uzun bir süre yastığıyla uyumuş, yattığı kızlara uyuma faslına yaklaştıkça elinde olmadan Clem demişti. Koca bir yarı dönem geçmişti, nereden bakılırsa bakılsın bu en az sekiz hafta gibi bir şey ediyordu. Geldiğinden beri Evie'lerde kalıyordu, evleri çiçek ve sabun koksa da Clem'in kendi kokusunun yanından bile geçmiyordu. Evet, buydu olay, Clem'in kendi kokusu. Günün ilerleyen saatlerinde sıktığı parfümler zayıflıyor, uyuma faslına geçtikleri zaman diliminde çoktan yok oluyor ve geride Clem'in kendine has kokusu kalıyordu. Her insanın kendi kokusu olurdu, bazılarına bu genetik olarak geçen bir şeydi. Eski inanışlardan birinde insanların birbirlerine aşık olmasının sebebinin kokularla ilgili olduğu düşüncesi vardı, ruh ikizi kavramının temelinde de aynı inanış yatıyordu. Bu gerçek bile olsa şimdilerde insanların ruh ikizini bulması kolay olaamzdı parfüm denen meretler yüzünden. Alex Clem'in ve kedilerinin kokusunu var olan hiçbir parfüme değişmezdi.

Clem'in saçıyla işi bittiğinde üzerine giydiği kadın blüzünü sırtından çekip çıkardı. Saçları karışmış, büyük bir kısmı gözlerinin önüne düşmüştü, saçlarını gözlerinin önünden çekip hızla Clem tarafından esir alınmış kendi tişörtünü giydi -oda tişörtsüz biri için çok soğuktu. Clem yüzündeki makyajı silerken yüzünü silmeye odaklanmış kızı izlemeye devam etti. Sulu boya ile ellerini boyadıktan sonra suratına ellerini basmış küçük bir çocuk gibi hissediyordu. En azından makyaj giderse çirkin bir kız olmaktan kurtulup gideri olan bir erkeğe dönüşebilirdi. Kendini bahsi geçtiği gibi yakışıklı kabul etmektense 'gideri var' terimini seviyordu. Daha alçakgönüllüceydi.

Clem yüzünü silmeyi bitirene kadar hiç konuşmadı. Aklına Clem'in küçük detaylarını kaydetmeye çalışıyordu; gözbebeklerinin hareketini, gözlerini hafifçe kıstığında gözünün altında beliren izi, kaşının hafifçe gözlerine doğru inişini, dudağının kenarını ısırdığında belirginleşen dudak çizgilerini. Döndüğü zaman Clem için bir resmini yapmak istiyordu hafızadan. Sevdiği insanları çizmeyi de seviyordu, zamanında dolabı bir yığın Cleo ile doluydu. Cleo'yu da her ayrıntısına kadar incelemişti duygu seline boğulduğu yıllarda. Resimlerin bir kısmını ateşe verip onunla sigarasını yakmış, bir kısmını Amerika'daki babasının evinde bırakmıştı ama birkaç tanesi, çok üzerinde durduğu, aşırı detaylı birkaç resmi saklıyordu, her zaman saklardı. Fotoğrafı andırıyorlardı kara kalemle çizilmelerine karşın. Cleo'nunkilerden kalanlara kıyasla Clem'in bir kucak dolusu resmi vardı. Küçük karikatür halleri, kedi şeklinde çizilmiş komik çalakalem çizimleri, detaylı taranmış ve uğraşılmış portreleri. Genelde Clem'i eğlenceli şekillerde çizerdi, kafasında meyve sepetiyle ya da devasa bir çikolatalı dondurma kapı üzerinden ayaklarını sallandırmış vaziyette. Clem'i çizmek telefonda konuşurken yaptığı sıradan bir eyleme bile dönüşmüştü yıllarca. Vişne ve Votka'ya göre çizmesi çok daha kolaydı, en azından koca bir tüy kütlesi değildi ve keyfine göre kalkıp gitmiyordu bir yerlere. Alex'in inat edip Vişne arkasında sürünerek resmini çizme çalışmaları çok da uzun zaman önce değildi. Her bir parçasını yakın çekimde görüyor gibi inceledikten sonra boyalı peçetelerin, peçete değillerdi de ne zıkkımlarsa, suratındaki tüm boyayı içtiğine emin oldu. Clem'in ellerindekilere ve Clem'e baktıktan sonra ayağa kalktı. Telefonunu cebinden, kendine ait olmayan ama bacaklarını reddedemeyeceği kadar güzel saran rahat pantolonun cebinden, çıkardı ve yatağın üzerine attı. Telefonun hopörlöründen yumuşak bir müzik yükselmeye başlamıştı, tekrarlanan bir melodi. "Buraya gel dans edeceğiz."Alex Clem'i bileklerinden tutup ayağa kaldırdı. Ellerini Clem'in bileklerinden ellerine ilerletti, kollarını boynuna koyduktan sonra kendi ellerini beline yerleştirdi. Clem garip garip Alex'e bakıyordu, bunu gören Alex mutlu bir köpek gibi gülümsedi. "Dondurmanın soğuğu beynime vurdu diyelim." Müziğin melodisi gibi yumuşak olan erkek sesi sözleri söylemeye başlamıştı. Sakince sağa sola sallanırken Clem'in kulağına eğildi. "Güzel bir anı yaratmaya çalışıyorum. Bundan sonra bu müziği duyduğunda aklına ben geleceğim. Ne kadar kötü bir arkadaş seçimi yaptığını düşünüp kendi kendini yadırgayacaksın. Saçma ama tatlı biri olduğumu düşüneceksin kuşkusuz. İyi de dans eden, o noktayı kaçırmayalım." Clem'i kendi etrafında döndürüp yeniden kendine çekti, gülüyordu. Yanağını Clem'in şakağına yasladı, müziğe göre sallanmaya devam ettiler.




Düşünsüğümden çok daha kısa oldu ama burada değildin Clem ne cevap verir ne yapar soramadım u.u
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Geri: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimeSalı Şub. 14, 2012 11:59 am

Elleri Evie'ye ait olduğu belli eden pahalı makyaj malzemelerinin izlerinin üstünde nazikçe gezinirken Alex hiç sesini çıkarmadan duruyordu. Öylece ve sakince, hiç bir şikayet belirtisi göstermeden, mümkün olduğunca hareketsiz kendisini izliyordu. Bakışları kendi bakışlarının üstüne basıp geçerek yüzünü incelerken güldü hafifçe. Çok özledikten sonra bu kadar yakın olmak her şeyin birden bire renklenmesi gibiydi. Alex ve onun etrafındaki her şey renkleniyordu. O yokken bütün renkler solmuş gibi hissedişi vardı mesela, herhangi bir şey yine güzel olabiliyordu ama eksikti, soluktu. Eksik rengine kavuştuğu için gülümsedi, Alex'e bakarken gülümsemek son yıllarda refleksi olmuştu.
Acıtmaktan korkarak temizlemeye çalıştığı boyaların hepsi, belli ki Evie'nin uzun uğraşları sonucu Alex'in yüzüne sıvanmışlardı, dalga geçercesine ya da belki hediyeymişcesine temizlenmemekte inatçı, bitirdiğinde sona kalan dağılmış kısmı parmağıyla temizledi. Kendisi temizlemek için bu kadar zaman harcadıysa Alex'in ne kadar süre Evie'nin kölesi olduğunu ve Evie'nin bir sanat yaratırcasına kaç saat Alex'e eziyet ettiğini tahmin edemiyordu. O sevgili arkadaşına üzülürken Alex işinin bittiğini farkedince teklifsizce ayaklanmış, Clem'i de kendisiyle birlikte kaldırmıştı, şikayet edecek değildi. Yine de böyle bir teklifi garipsemiş, ne yapmaya çalıştığını anlamadığı arkadaşına baktı. Artık anlamlarına göre sınıflandırabileceği gülümsemelerden biriyle karşılaşınca ister istemez kendisi de gülümsemişti.Uzun zamandır bu kadar yakın olamadıklarını düşünürse kesinlikle söylediği bir şeye karşı çıkmayacaktı. Tamam belki Becky'i görmeye gidelim dese... O zaman farklı olurdu. Ama şu an, bu odada, Alex bu kadar yakınken ve bu kadar dolu dolu yaşadıkları bir özlem anı varken hiçbir şeyi bozmayacaktı. Güzel bir müzik kendilerine ulaşıp etraflarını sararken ellerini yönlendiren Alex'le birlikte kendisini yeniden, neredeyse iki haftalık bir süreden sonra tekrar Alex'e bıraktı.
Müzik güzeldi, çok güzeldi. Ve Clem'in o an tek düşünebildiği çok seveceği şarkıların bile Alex'le var olabildiğiydi. Bir şekilde ona Alex'i hatırlatan şarkıları çok seviyordu. Yumuşak ses tonu etraflarını sararken bazı şarkıların, gerçekten iyi olan bazı şarkıların bile Alex'e aşık olabileceklerini düşündü. Şu an Alex burada olmasaydı bu şarkıyı bu kadar sevmezdi belki, beğenirdi evet, ama böylesine sevmezdi. Alex varken her şey, doğada var olan, ya da insan ürünü her şey kendisini ona beğendirmek için yarışırcasına var oluyordu. Birinin çok basit şeylerle her şeyi bu kadar iyi hale getirişine tekrar şaşırmış, o kişinin Alex olduğunu bildiği için memnun, parmaklarının altında bir yerlerde Alex'in nabzını hissedebilirken duyduğu her an hayatının akışını değiştiren ses saçlarının arasından kulağına mırıldandı. Söylediklerine güldü, itiraz edebileceği yerleri yok saydı ve mutlulukla derin bir nefes aldı. Ayağa kalktığı ve Alex'e yaklaştığı anın başlangıcından beri aldığı ilk derin nefesti ve sanki yıllardır ilk defa nefes alıyormuş gibi hissettirmişti. Tamamen Alex'i solumuş olmanın verdiği mutluluk neredeyse başını döndürecekken aldığı nefesi geri vermek zorunda olmak üzücü olsa da en azından bir süre için ciğerlerine dolan her nefesin Alex'i taşıyacağını bildiğinden içinde dolaşan Alex'ten çalınma havayı asıl sahibine doğru geri üfledi. Mutluluktan ağlayabileceği bütün anlarda Alex'in oluşu yakıcıydı ve mutluluğunu taşıracak herhangi bir şeyi, ya da bozacak herhangi bir hareketi yok sayarak hiçbirinde gözyaşı dökmemişti, ama bir gün gerçekten delicesine mutlu olduğu için ağlarsa yine yanında Alex'in olacağını bildiği için uzun vadeli geleceğini taşıyan adama yaklaşabildiği kadar yaklaştı. Alex, başına gelmiş ve gelecek iyi şeylerin toplamı, verebileceği bütün güvenceleri kendinde toplamış ve bunları ona dokunarak aktarıyorken, belinde duran parmaklar okşarcasına sırtında dolaştı.
Herhangi bir sesi o anı bozmaya layık görmeyerek, kendi sesinden bile çekinerek sordu. "Bitince tekrar edecek mi?" Alex bir an başını hafifçe geri çekip yüzüne baktıktan sonra neyi sorduğunu anlamış gülümsedi. "Kapatmazsak." Çenesi başının üstünde bir yerlere değerken mırıldandı ve kendi sesi Alex'ten sekerek yüzüne çarptı. "Güzel." Şarkı bitene kadar konuşmadı. Bütün notaları, bütün sözleri, Alex'e ait olabilecek her şeyi sindirene kadar yeniden ağzını açmadı. Mesafelere alışkın biri olmasına karşın katlanamadığı tek uzaklığın Alex'le arasına girebilecek olan olduğunu bilerek, birlikte ve uyumlu, müziğe göre hareket etmeye devam ettiler.
Alex'ten bir parçayı barındıran her şey renkli ve özlemi yavaş yavaş diniyorken şarkının ikinci tekrarının ortalarında sesine yeniden kavuşmuş, konuştu. "Burada olman çok güzel." Başına yaslanan diğer baş hafifçe sallanınca içinde biriken sözcüklerin ağırlığı, aylardır Alex'i görememiş olmanın içine doldurduğu özlem, evinde bıraktığı güzel bir sürü anının izleri, Alex'e kızmanın verdiği acı, burada yaşadığı bütün zorluklar, edindiği ama eksiği dolduramamış bütün arkadaşlıklar, hepsi tekrar yüzüne çarptı. Ama onları hissetmiş değil de, izlemiş gibi hissediyordu. Alex vardı çünkü, Alex varken her şey güzel, iyi, ve düzelebilirmiş gibi oluyordu. Kötü olan bir şey yoktu. "Bu sefer olacak, yine beraberiz. Değil mi?" Kast ettiği şeylerin geniş yelpazesi sallanarak aralarına derin bir rüzgar üfledi. Onlarsa geçmişten gelen bir sürü kötü anıyı düşünmeyecek kadar birbirlerine yakın, birbirlerine güven veriyorlarken, umursamadılar. Rüzgar tenlerinden geçti, Clem'in kast ettiği şeyleri aralarına sızdırmaya çalıştı ve Alex kendisine aşık intikamcı anıların peşinden gelmesine izin vermeyerek rüzgarı hayal kırıklığına uğratıp kollarının arasında duran kıza baktı. Dudakları gerildi ve küçük bir kırışıklık yeni bir anlam taşıyan gülümsemeyi Clem'in bakışlarına bıraktı.
Bir sürü kötü anıya rağmen güzel olanları daha net hatırlıyor oluşlarının verdiği özgüvenle kendilerine inandı o an. Bu sefer olacaktı işte. Yeni ülke, yeni insanlar, yeni hayattı yaşadıkları. Aşk acıları, kötü aile ortamları, alkol ve seks içinde yüzen çevreleri hepsi geride kalmış, aralarında kilometrelerden örülmüş bir uzaklık, yanlarında parça parça anılar getirmiş olsalarda her birine bir anlamda uzaktılar. Bu sefer yeniden kurabilecekleri bir hayatları, eskisinden daha mutlu olmayı başarabilecekleri bir ortam vardı. Birlikte olabilecekleri, ve kendileri olabilecekleri bir yer. Artık tek eksikleri kedilerdi. 'Kedileri de getirmeliyiz' diye düşündü. Onlar olmadan yeniden gerçek bir aile olamazlardı ki. Çocuklarını geride bırakmak gibiydi. Mırıldandı. "Çocuklarımı istiyorum." Ve kulağının yanında çok iyi bildiği gülüşün notaları müziğin üçüncü tekrarına karıştı.

*düşündüğümden kısa oldu çünkü yazmak için düşündüğüm konuşmaların hiçbirini yazamadım.
*uzun zaman sonra ilk defa Clem'in kendi kontrolünü eline aldığı bir Alex rpsi oldu yani bu da.
*Alex'i konuşturamadım çünkü Clem'in konuştuğu kısımlar bile kendi planımın dışındaydı, yazarken önceden aklımda kurduğum muhabbetlerin hiçbiri hiçbir yere uymadı resmen. Yani sana yazabileceğin pek bir şey bırakmadım çünkü rpyi geliştiremedim daha farklı bir yönde.
*aklımda konuşup gülen bir Alex-Clem vardı ama şu an şarkıyı üçüncü kere dinlerken hala dans eden bir Alex-Clem yazdım, biraz garipsedim ama sen düzeltirsin sana inancım var asfd
*çok dallanıp budaklanmış, kontrolden çıkmış olabilir, rahatsız eden bir kısım olursa söyle düzeltirim, çünkü bütün bu rp renklendirip göndermesiyle birlikte yarım saat aldı.
*resmen Clem söyledi ben yazdım durumu, uzun zamandır bu kadar rahat ama sonucundan emin olamadığım bir rp yazmamıştım
*bunlar rpden uzun oldu ama rpyi okuduğun sırada konuşuyor olmazsak aklından çıkmadan sana aktarabilmiş olayım diye. okuyunca haber ver u.u
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Geri: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 2:04 am

Clem'in sessizliği bile güzel, diye düşündü. Onun yanında duygusal olmak sorun değildi. Kendini sevdirmek için bayat cümleler kurması gerekmiyordu, flört edip gitmemesi için uğraşmıyordu. Filmlerden koparılma gibi duran kısa karizmatik cümleler kurmasına da gerek yoktu. Ve en önemlisi, sessizliğinde derin bir yadırgama bulunmuyordu. Ona kadın kıyafetleri içinde, suratı makyajlı gelmişti ve hala buradaydı. Burnuna metal kaşık yapıştırdığında, dondurma kabını yaladığı melankolik anlarda, The Notebook'u yüzüncü kez izlerken yaptığı abuk subuk yorumlarda -sen kuşsan ben de kuşum repliğinde ben Cleo'nun uçağı bile olurdum, hayır hayır özel jeti! yorumu bu saçmalıklardan biriydi- oradaydı. Her zaman orada olmuştu ve her zaman olacaktı. Ne olursa olsun. Clem yanında oldukça otuz tane Cleo'nun yıkımına göğüs gerebilirdi -gerçi bir tanesi bile hayatını darmaduman etmişti ama olsun- Gerçek anlamda olan şeylere korkusunu gideriyordu Clem. Başlarda Cleo'nun gidişiyle kafayı yemişti, kendini hiç bilmediği sokaklara atıyor, hiç bilmediği şeyler deniyor, hiç tanımadığı insanlara bulaşıyordu. Bir kere kendini boğmayı bile denemişti ama ölmek için fazla korkak ve acizdi. Zamanla Clem'in ilgisini kabullenmiş ona yaklaşmıştı. Bir yerlerde ölü bulunmamasının tek sebebi Clem'di. Onunla beraber yaşamaya karar verdiğinde üvey babası Arthur bunun kötü sonuçlar doğuracağını söylemişti ama hayır, Alex Clem'in daimi varlığına alışmış, onunla uyumayı gecenin alışkanlığı ilan etmişti. Clem hayatını kurtarmıştı, bunu açıkça söyleyebilirdi. Kolları arasındaki cılız beden açık ara her şeyden değerliydi.
Şarkının ağır ritmi onu düşüncelerine daha da kuvvetli çekiyordu. Şarkının bitmesini istemediğini fark etti. Saatlerce böyle durabilirdi. Cinsel bir çekim hissetmediği tek insanın bu kadar büyük bir sevginin merkezi olmasını ilginç buluyordu. Clem en büyük zayıflığıydı. Onun yapacağı her şeyin psikolojisi üzerinde önemli bir yeri vardı. Clem'e bu kadar büyük güç vererek hata yapıp yapmadığını düşündü. Kabuğu kırılmış bir sümüklü böcekten farksızdı Alex, insanlar onun acizliğini göremiyor, bir çeşit ilahi havası olduğunu sanıyorlardı. En iyi tabirle onun ne mal olduğunu sadece Clem biliyordu. Clem burada olmasının güzel olduğunu söylerken duyabileceği daha iyi bir şeyin olup olmadığını sorguladı. Clem'in ona ihtiyaç duyduğunu belirtmesi çocuğunun ilk gülüşünü duymuş bir baba gibi hissettiriyordu. Elbette her zamanki huyu sebebiyle içinden geçenleri dile getirmektense basitçe kafa salladı. Her fırsatı düşüncelerini içine atarak kaçırdığını bildiği halde huyundan kurtulamıyordu. O anın tamamını Clem'e ayırdı. O akşam yapabileceği her şeyden çok daha verimli geçtiğine şüphe yoktu zamanın, kadın kıyafetleri giyip yurda sızmasa şimdi barın tekinde duygusuzca oturup kendisine ilk yaklaşan kadına bunu umursamayacağını bildiği için aşağılayıcı bakışlar atıyor olurdu. Evet kesinlikle Clem ile olmak daha güzeldi.

Clem'in sorunu duyduğunda anlam veremedi neyden bahsettiğine. Müzik hala devam ediyor, şarkının sözleri iç sesinin sözlerine karışıyordu. Soruyu anlayabilmesi için biraz düşünmesi gerektiyse de anlamıştı, gülümserken Clem'in gözlerindeki bakışı takip etti. Elleri tekrar eski yerleri bulurken fısıldadı. "Benden kurtulamayacaksın Clem. Seni ölene kadar bırakmaya niyetim yok. Belki ondan sonrasında da bırakmam, bilemiyorum." Kızın yanağına çocuksu bir öpücük kondurdu. Dudaklarından kopan belki de ilk masum öpücüktü bu, yıllar yılı berbat insanların tenine ve dudaklarına değmiş dudakları masumiyetin ilk kez tadına bakıyordu. Clem'e sarılıp bırakmama hevesi çok güçlüydü, sanki ondan uzaklaştığı ilk anda kendisinden kopacakmış gibi hissediyordu. Clem'siz bir dünya düşüncesi Amerika'da tek başına kaldığı anda zihnini meşgul etmiş, yalnız geçirdiği uyku vakitlerinde işkence etmişti. İç dünyasının kapılarını ardına kadar açabileceği tek kişinin ulaşamayacağı durumda olması fikri vahşi hayvanlarla dolu ormanda kapana kısılmaya benziyordu. Kendi düşünceleri, arzuları, hisleri, fikirleri zehirliydi ve yavaş yavaş ölümüne sebep oluyordu. Bağışıklığı olan bir Clem idi sanki, onu tüm pesimist zihin oyunlarından arındırıyordu. O olmazsa hepsi içinde geri birikecek, günün birinde hiç de mantıklı olmayan bir şey yapmasına sebep olacaktı. Tehlikeli yaramaz çocuklar gibiydi, kontrolün Clem'de olması en güvenlisiydi. Clem'i gerçekten bırakmak istemiyordu, kızın hayatını yok etme pahasına olursa olsun. Clem'e ihtiyacı vardı, evet bunu kabul etmişti. Bencilliğin kötü olduğu gerçeği geri planda kalıyordu ihtiyaçları yüzünden. Clem çocuklarını istediğini söylediğinde ikisi de kimlerden bahsettiğini biliyordu, Alex hafifçe güldü. "Şimdilik annem ve Arthur ile kalıyorlar." Kedilerin annesi ve nefret ettiği üvey babası ile kalıyor olmasından hoşlanmıyordu ama annesi kedilere bayılırdı ve Arthur'un da kedilerle ilgili ciddi bir saplantısı vardı, bir keresinde yönettiği müzik klibinde tam yüz adet kedi kullanmıştı, bu yüzden babası ile kalmalarından ya da Tanrı korusun barınakta kalmalarından çok daha iyi bir seçenekti. Tek sorun annesi ve Arthur tarafından şımartılan Vişne ile Votka'nın eski sahiplerine geri dönmeyi isteyip istemeyeceği idi. "Önceliğimiz taşınmak olmalı. Ama onları özledim, gerçekten. O tüylü, ufak, yumuşak patileri, sabahları gerip burnuma pati atmalarını, ayaklarımın dibinde mırlayan o tatlı şeyleri..." Alex kedileri betimlerken kendinden geçmişçesine sesini değiştirmiş, vurgularını arttırmıştı. "İnsanın kedisizliğe alışması zor oluyor." diyerek açıkladı kendini. Şarkı bitmiş, kendini yeniden başa almıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Hello, sweetie.  Empty
MesajKonu: Geri: Hello, sweetie.    Hello, sweetie.  Icon_minitimeCuma Şub. 17, 2012 3:59 pm

Bu his hayatı boyunca yaşadığı en güzel şeydi. Aslında hep öyle olmuştu. Çok değil, on dokuz senelik bir yaşamı olduğunu göz önüne alınca bunu söylemesi tuhaf karşılanabilirdi, ama umursamıyordu. Alex'le olduğu her an, birlikte geçirdikleri her saniye ve kendileri olabildikleri o yalnız zamanları hep mükemmel hissettirmişti Clem'e. Çok iyiydi. Çok farklı, çok doğaüstü buluyordu bunu. Kötü bir anda bile Alex en iyi olan şey olmayı başarabiliyordu. Ve hiçkimsenin, hiçbir sevgilinin ya da aile üyesinin yaşatamayacağı duygular yaşatıyordu. Tarif edemeyeceği şeylerdi. Ama varlığına teşekkür etmek için yapabileceği bir şey olmaması bile kendisini kötü hissettirebilirdi. Alex başına gelen en güzel şeydi, hayatına en hızlı giren kişiydi, en çabuk kabullendiği kişiydi, en çok sevdiği kişiydi. Ve bunları hak edip etmediğini sorgulamasına neden olacak kadar iyi hissettiriyordu kendisini.
Yanağına bırakılan öpücükle gözleri parladı. Birini bu kadar çok sevmenin mümkün olabilmesi fikri ağır olsa da kendisini bütünüyle Alex'e bırakabilirdi. Bütün şüpheleri, yanlışlıkları, hepsini ve dahasını geride bırakabilirdi. Alex hayatının en önemli parçasıydı, bu ona zarar verse de ardında bıraktığı mutluluk o zararın telafisini fazlasıyla yapacaktı nasılsa. Alex'in kendisinde açabileceği herhangi bir derin yara yoktu, çünkü en ufak hasarı bile yine kendisiyle sarıyordu. Sahip olduğu aileydi kollarında durduğu, nefes almak için kullandığı havaydı, her şeydi. Alex Clem'in ucuz romantik filmlerde dile dökülmeye çalışılan ama asla başarılamayan ve bu yüzden yersiz yapmacıklıklarla bezeli cümleler kurmasına neden oluyordu. Ve Clem bunları sadece kendine kurduğunda bile gerçekten hissettiğinin yanına yaklaşmayı bile başaramadığını çok iyi bildiğinden hiçbirini söze dökmüyordu. Alex'i anlatmaya çalıştığında gözlerinin parladığını hissedebiliyordu. Bitmek tükenmek bilmeyecek bir heyecanla ve ifade etme çabasıyla saatlerce konuşup tek bir cümlesinin bile duygularına yaklaştıramıyordu. Bu çayını nasıl içeceğini soran birine 'hayır o filmi sevmedim, oyuncuları çok başarısızdı' demek gibi bir şeydi. Yanına yaklaşamamanın yanında bir de tamamen yetersiz ve saçma kalıyorlardı. Clem için böyleydi bu gerçi, dinleyen insanlar çayı sorduklarında, çay Alex oluyordu, filmle ilgili görüş aldıklarını fark etmiyor ve Clem'in çayı ne kadar sevdiğini anlayabildiklerini sanıyorlardı. Alex'in ölçüsü olmayan bir sevgi olduğunu kimse fark edemiyordu. Annesi gibi olabildiği en yakın arkadaşıyla birlikte yaşamasının hayatını ona adamasına neden olduğunu göremiyorlardı. Kimse Clem'in Alex'in görüşme dediği biriyle görüşmeyeceğini anlayamıyordu. Kimse Clem'in sırf Alex istiyor diye çok alakasız şeyler yapabileceğini bilmiyordu. Kimse Alex üzgün olduğunda, ya da sinirli, evden günlerce çıkmayıp onun yanında kalacağı gerçeğini kabullenemiyordu. Kimse Clem'in mutluluğu kucağında kediler varken Alex'in gülüşünü ya da sevgiyle kendisine bakışını görmek olarak tanımlayacağını tahmin edemiyordu. İnsanlar sığdı, böyle bir sevginin var olabileceği gerçeğini akılları almıyorlardı. Belki kendisi de öyleydi bilmiyordu. Ya da belki tamamen egoistti ve Alex'e duyduğu sevginin dünyada var olmuş en büyük sevgi olduğunu ileri sürecek kadar aptallaşabileceği oluyordu. Belki gerçekten zayıf karakterli biriydi ve bütün hayatının Alex odaklı olmasını örtebilmek için böyle derin sevgi kavramları üretiyordu. Fark etmezdi. Alex varken zayıf olmak fikri bile kötü gelmiyordu. Bu yüzden, evet çay severdi. Kahve severdi, kedileri dünyadaki her canlıdan daha çok severdi. Çok yakın arkadaşlarını çok severdi. Ailesinden birkaç yakın kişiyi, bir elin parmaklarını geçmeselerde, çok severdi. Alex'i ise bütün bunlarının toplamının yine bu toplamla çarpımı kadar falan seviyordu. Kendisinden çok seviyordu. Var olmuş ve var olabilecek her şeyden fazla seviyordu.
"Saat kaç?" dedi mırıldanarak, hala dans ediyorlardı, şarkıyı satır satır ezberlemişti, Alex'in kokusu aldığı her nefeste içine işlemişti ve şarkının kaçıncı tekrarı olduğunu bilmiyordu. "Bilmiyorum." sesi çıktı başının üstünde duran çene kıpırdadığında. "Şarkının kaçıncı tekrarı?" "Bilmiyorum" sesi yükseldi yine, ama bu sefer gülen dudakların söylediğini görmese de biliyordu. Hafifçe onaylarcasına başını salladı. Alex kendisini kapıya doğru yönlendirince dans etmeyi kesmeden oraya yürüdüler. "Nereye?" "Madem gece burada kalıyorum dansı bitirebiliriz?" "Sıkıldın mı?" Alex hafifçe gerilip saçmalama ifadesiyle yüzüne bakınca gülerek kendisi uzanıp ışığı kapattı. Dışarıdan gelen ışıklar olmasaydı da Alex'i çok net görebilirdi. "Şaka." Alex'in daha çok burnundan yükselen bir 'hah' duyuldu, evet kötü bir şakaydı. Şaka değildi. Tuhaf kötü bir şeydi. Yersiz. Gerçi bırakılsa sabaha kadar başka hiçbir şey yapmadan dans edebilirdi, ama Alex buradaydı. Bütün gece, bütün uyku süresince yanında olacaktı. Onlardan habersiz birbirleriyle anlaşmış adımlar yatağa yöneldiler. Yaklaştıklarındaysa kendisini tutan kollar ayrıldı ve bir an sonra Alex kendini yatağa atınca üstüne düştüğü telefon yüzünden müzik kapandı. "Kalçalarım sadece seksi değil aynı zamanda da oldukça işlevseller." Gülerek yanına ilerleyip yatağa oturdu ve Alex'in bacağıyla ezdiği telefonu yastığın altına itti. "Gel." Bileğinden çekilince yatağa neredeyse düşmüş, Alex'in çocuksu hallerine gülerken daha kuvvetli bir güç tarafından yatırıldı ve onu çeken eller karnına dolandı. Sırtında Alex'in kalp atışlarını hissedebiliyordu, sanki Alex'ten çıkıyor, sırtından göğsüne ilerliyor ve daha sonra kendisinde yeniden atıyorlardı. Parmaklarını karnında duran ellerin üstüne sardı. Boynunda duran saçlarını uçuran nefesi hissedebiliyordu, omzuna yaslanan çene kemiğinin varlığı bile hoşuna gidiyordu. "Seni göremiyorum." dedi Alex'in parmaklarının üstünde kendi parmaklarıyla bir yol çizerken, mızıklarcasına. Karnında duran eller güçlü bir hareketle kendisini çevirince şaşkınlıkla ağzı açıldı. "Artık görebiliyorsun." Canı yandığından değildi, hala bunu birden nasıl başarabildiğine şaşırdığı için bir şey söylemedi, açık ağzını kapatmayı akıl etmekse birkaç saniye daha almıştı. Alex onun haline gülüyordu. "Bunu yapmayı nasıl öğrendiğimi sorma." Gülüp omzuna vurdu hafifçe. Ve sonra yakınındaki yüzü inceledi uzun uzun. Ezberlemeye çalışırcasına. Parmaklarını dokunup parçalamaktan korkarcasına nazikçe yüzünde gezdirdi. Bütün hatlarında. Burnunda, çenesinde, elmacık kemiklerinde... Gözünü kapattığında görebileceği bütün hatları hissetmeye çalışıyordu. Elleri gözlerine yaklaşınca Alex yüzünde bundan sonraki hayatında daha çok seveceği bir gülümsemeyle gözlerini kapattı. Dünyanın kararması gibiydi bir an için. Dışarıdan gelen ışık oradaydı ve odanın kör bir karanlık tarafından boğulmasına engel oluyordu, ama Alex gözlerini kapattığında ondan gelen ve her zaman yönünü gösteren ışık kesiliyordu. Alex'in olmadığı ve yokluğu tarafından yaratılan bir karanlık vardı ve şu an ait olduğu ışıkla yeniden sarmalanmışken bir buçuk ayını onsuz nasıl geçirebildiğini aklı almıyordu. Madalyayı çoktan hak etmişti, orası kesindi. Ellerini gözkapaklarından çekti, diğer hareketlerine kıyasla daha hızlı bir hareketti. Alex'de gözlerine dokunulmadığından yeniden açtı onları, dudaklarının kenarında aynı gülümseme duruyordu. O şekilde daha iyiydi. O şekilde her yer aydınlanıyordu. O şekilde her şey çözülebilir bir hal alıyor ve Alex'in gözleri kadar koyu ama yine de delicesine aydınlatıcı bir ışığın kendisini çevrelediğini hissediyordu. Koyu renkleri çok sevdiren bir çift göz hayatının her adımını yönlendiriyor, her şeyi değerli kılıyor ve dünyasını değiştiriyordu. Parmak uçları hafifçe kıvrıldı ve bileğini çevirdi, elinin üst kısmıyla bir saattir hatlarının üstünde gezdiği yüzün yanağını okşadı, kendi yüzünde kocaman bir gülümseme vardı, dünyanın var oluşundan beri yaşanmış ve yaşanabilecek en güzel anı yaşamış en harika şeyi görmüş gibi taşan bir mutlulukla bakıyordu karşısındakine. Söylemek istediği çok şey vardı, ama bir tanesini bile oraya yakıştıramıyordu. Bir tanesi bile o ana yakışmıyor, herhangi biri bütün güzelliği bozacakmış gibi hissediyordu. Onun halini fark eden Alex'in sırtında duran ellerinden biri saçlarında gezindi. Mutluluğun gerçek tanımını şu an yapabilirdi, zaten gözlerinde Alex vardı, eksik bir şeyi kalmamıştı. Herhangi biri tarafından yapıldığında bile çok iyi hissettiren saçlarının okşanışı şu an Alex'in parmaklarıyla gerçekleştiriliyordu. "Belki de," dedi Alex gülüşü hala dudaklarında asılıydı ve gözlerindeki ışığın parlaklığını arttırıyordu. "yarın ev bakmaya başlamalıyız." "Belki de," dedi bir eli Alex'in kalbinin üstünde duruyordu ve kalp atışlarını ürkütmemek ister gibi sakince konuşuyordu. "birileri şu an zamanı durduran bir şey keşfetmeli ve onu bize hediye etmeliler." Alex gülünce güldü, bu onun en doğal refleksiydi. "Makul olalım diyorum ben." "Sen?" "Evet, arada oluyor öyle." "O zaman ne diyebilirim ki. Pekala." Alex'in dudakları saçlarının bittiği ve yüzünün başladığı yere küçük bir öpücük bıraktı. Yeniden gözlerini görebildiğinde arkadaşının gözlerinde içine işleyen bir iyi geceler öpücüğü vardı. "İyi uykular Alex." Sırtındaki kollar kendisini daha sıkı sarınca kedi gibi küçülebildiği kadar küçülüp Alex'e sığındı. "Sana da Clem." Daha iyi bir uyku yaşayabileceğine ihtimal vermiyordu. Gerçekten mutlu hissederek gözlerini kapadı. Dudaklarında duran bir gülümseme, parmaklarının altında hala kalp atışları vardı. Ve oda kendi nefesini uydurmaya çalıştığı bir nefesle, en sevdiği insanın yaşadığını belirten sesle doluydu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hello, sweetie.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: a b r o a d :: Diğer Ülkeler & Yerler-
Buraya geçin: