London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Cleo?

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Cleo? Empty
MesajKonu: Cleo?   Cleo? Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 3:41 pm

Cleo? ISnFvOpeJPSGi




En son Alex Mclain tarafından Cuma Şub. 17, 2012 5:08 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Cleo? Empty
MesajKonu: Geri: Cleo?   Cleo? Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 5:55 pm

İngiltere zamanla alıştırmaya başlıyordu kendini Alex'e. Yağmur, insanlar, farklılıklar zamanla zorluk çıkarmamaya başlamıştı. Artık sirkeli fish&chips bile rahatsız edici gelmemeye başlamıştı. Yavaş yavaş ingilize dönüşüp dönüşmediğini merak ediyordu. Değişmeyen tek şey aksanıydı ama arada sırada tek başına kaldığında Ema'nın taktiklerini denemiyor değildi. Sonuçta Amerikan aksanını bir kenarda bırakamasa da artık insanların konuştuklarını anlıyor, yeniden tekrar etmelerini istemiyordu. Hayat güzeldi, İngiltere gene nadiren gösterdiği sıcak yüzünü göstermişti. Yağmuru hala sevmiyordu, kapalı hava kasvetli ruh halini tetiklediğinden dik yürüyemiyordu bile. Şimdiyse gökyüzü maviydi, hem de en canlısından. Gri bulutlar mesaiyi devretmiş gibi gözüküyordu. Gün bütünüyle mükemmeldi. Soğuk hala vardı, rüzgar arada kendini belli edip insanın içini titretiyordu ama bu kadar kusur olması mühim değildi. Oxford Street'e girdi, burası turist bölgesi olarak kabul ediliyordu ve aradan geçen zamana rağmen hala bir turist sayılabilirdi, insanlar fotoğraf çekip birbirlerine bir şeyler fısıldıyor, kırmızı telefon kulübelerinin olduğu buzdolabı süsleri için kalabalık bir yığın oluşturuyordu. Dünyanın en uzun alışveriş caddesi diye geçen sokak o gün her zamankine kıyasla daha tenhaydı. Bazen Amerika'daki deli alışverişkoliklerin bir otobüse binip geldiğine inandıracak kadar kalabalık olurdu, insanların para ile alabilecekleri ıvır zıvıra saldırışlarını izlemek vahşi doğada beslenmeye çalışan yırtıcıları izlemekten farksız oluyordu. Alex ilk zamanlar buraya gelip her turist gibi İngiltere'ye özgü buzdolabı süslerinden almıştı, iki taneydiler; birisinde kırmızı telefon kulübesi vardı ötekindeyse London Eye. Kırmızı telefon kulübeleri Amerika'da da vardı ama sadece birkaç ufak tefek ingiliz barı özentisi yerlerde. Burada onları her köşe başında görebiliyordu. Artık Amerika'da olmadığını hatırlatıyor olmalarına rağmen güzeldiler.
Rüzgarın yüzüne çarptığı anlardan birinde gözlerini kırpıştırıp başını çevirdi. Tamam uzun ve geniş bir sokakta rüzgar o kadar da masum saldırmıyordu. Rüzgardan korunmak istercesine başını çevirdiği sırada göğüs hizasından uzun olmayan biri görüşüne girdi. Rüzgardan korunmak için başını çevirmese orada olduğunu fark edemezdi bile. "Alex, merhaba." Alex bir adım geriledi, ürkmüştü aniden arkasında beliren kız yüzünden. Bunu çok sık yapıyordu, insanların arkasından sessizce yaklaşıp dikkat çekme gibi bir hobisi vardı. Kızı tanıyordu, başkası olsa çoktan cüzdanını kavrayıp uzaklaşmış olurdu, kız ile aynı markette çalışıyorlardı. Yine aynı şekilde sessizce arkasından yaklaşıp korkutmuş, elindeki bütün konserveleri yere düşürmesine sebep olmuştu ve bütün bunu elindeki adını bilmediği marka makarnaları nereye koyması gerektiğini sormak için yapmıştı. Kısa boylu, kıvırcık saçlı, sakin biriydi işte. Kendisine pek güveni yoktu ve ilgisini çeken bir konudan bahsetmedikçe çok konuşmazdı. Alex zamanla ortak konuşma konuları olduğunu fark etmiş, yerleri silmek, stok kontrolü yapmak gibi sıkıcı işlerde konuşacak insan olarak bellemişti onu. Arada da takılıyorlardı işte. Karşı cinsten olmasına karşın asla Alex'in ilgi alanına giren biri olmamıştı, tipi değildi. Güzelden çok şirindi, Noel babanın cinleri, küçük çocuklar gibi şirin. Cinsel anlamda ilgi çekmemesi Alex'in daha çok işine geliyordu. Tek sinir bozucu huyu şu arkadan yaklaşma merakıydı, boyu bir atmışı geçmediğinden Alex dümdüz arkasına baktığı süre boyunca onu göremiyordu. "Flynn, şunu yapma." "Neyi?" Alex kaşlarını kaldırıp kıza kaldırıp neyden-bahsettiğimi-biliyorsun bakışı attı. Kız sakince omuz silkip Alex'i umursamadığını beyan ettiğinde konu kapanmıştı. "Bak bunu aldım." Alex kızın elinde gösterdiği şeye bakıp sırıttı; kırmızı telefon kulübesi buzdolabı süsü. "Bende de var." Kız bir senelik değişim programından geldiğinden burada olması ve gözüne doğru telefon kulübesi buzdolabı süsü tutması alışıldık bir şey idi. "Klasik turist." Flynn kendini açıklamaya giriştiğinde pek dikkat etmeyerek dinledi dediklerini. Annesi, koleksiyon ve bir şeyler diyordu. "Bruno'ya gidiyorum, gelir misin?" Kırmızı gözlüklerini burnunun üzerinde düzeltip dudaklarını dişledi. "Hayır tur otobüsüyle Bath taraflarına gideceğim. Ama sonra olur mu?" Alex güldü, tipik turist olmadığını iddia etse de kesinlikle öyleydi. Bunu yinelemedi yoksa uzun süren başka bir açıklamaya girişecekti ki aksanı İngilizlerden bile beterdi, kızın nereli olduğunu sormuştu ama aşina olduğu yerlerle uzaktan yakından alakası yoktu tek bildiği Mısır taraflarındaydı bu da uzun bir süre onu Mısırlı sanmasına sebep olmuştu. Onu turistik şeylere emanet edip Bruno'ya gitmek için hareket etti. Rüzgar hafiflemişti ve gökyüzü hala açıktı. Şahane.

Tanıdığı mekanın kapısından içeri girip her zaman oturduğu masaya yerleşti. Bruno gündüzleri boş zaman bulduğu anda kendini en çok attığı yerdi, kahve pahalı değildi ve az çeşit yiyecek olmasına rağmen cüzi fiyattaydılar. Bol part-time işe rağmen tüm parasını içkiye ve kendini tutamadığı zamanlar gittiği pahalı yerlere harcadığından Bruno'yu alışkanlık haline getirmek kendisi için en iyi karar olmuştu, en azından ne kadar kahve içerse içsin pahalı bir yerde içeceği iki bardak biradan çok daha ucuza kapatıyordu meseleyi. Güler yüzlü tanıdık garson Mandy'den bir bardak kahve istedi, artık kahveyi ingiliz aksanı ile söyleyebiliyordu, masanın üzerinde duran gazeteyi alıp sayfalarını açtı ve çevresinde olup bitenden koptu... Gülme sesini duyuncaya kadar.
Ses tanıdıktı, onu her zaman duyuyordu. Hiçbir zaman unutmamıştı ki zaten. Parmaklarının arasından sızan güneş ışıklarını saydığı zamanları hatırlatıyordu, çocukluğunu. Bir an kalbinin durduğunu hissetti, uyuşukluk göğsünden başlayıp ellerine kadar yayılmıştı. Terleyen ellerine gazetenin mürekkebi bulaştı. İçindeki son cesaret kırıntısı ve büyüyen merak ile gazeteyi gözlerinin önünden yarıya kadar indirip sesi duyduğu noktaya baktı. Oydu, bu sefer emindi. Her gün ona benzeyen yabancı insanlardan kaçarak geçiyordu. Şimdi gerçekten kaçması gerektiği zamandı ama ayakları yere çivilenmişti. Gazeteyi bile bırakmak istemiyordu. "İşte kahven Alex." Mandy kahveyi önüne bırakırken Alex şştledi, fark edilmek istemiyordu. Gecikmiş bir kararla ayağa fırladı ama zamanlamayı pek tutturduğu söylenemezdi, Mandy ile çarpıştıklarında kız öne doğru sürmekte olduğu kahveyi devirmişti refleksif olarak. Kahve gazeteye akıp senatörün biriyle ilgili haberin neredeyse tamamını yuttu. Koyu kot pantolonun dizine de gelmişti sıcak kahve Alex tıslarken geri çekildi, sesinin çıkmamasına engel olamamıştı. Başını kaldırdığında en son onları öfkeli gördüğü gözleri tam karşısında buldu, mekanın yarısıyla beraber olduğu tarafa bakıyordu. Şüphe yoktu artık, zamanın kendisi için durduğunu hissederken engel olamadan fısıldadı. "Cleo?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Claudia Chamberlain
Cambridge I. Sınıf | Moda Tasarımı
Cambridge I. Sınıf | Moda Tasarımı
Claudia Chamberlain


Mesaj Sayısı : 109

Cleo? Empty
MesajKonu: Geri: Cleo?   Cleo? Icon_minitimeCuma Şub. 17, 2012 1:31 pm

Buğday sarısı saçlarını lastikli bir toka ile başının tepesinde tutturan genç kızın dış görünümü kadınsılıktan uzak bir sevimliliğe bürünmüştü. İnsanların samimiyetini üzerine çeken bir masumiyete sahipti, onun iç dünyası gözlerinin buz maviliğine yansıyordu. Gülümsediği zaman yanağında oluşan gamzesi genç kızı daha da içten gösteriyordu fakat son zamanlarda bunu çok sık yapmaz olmuştu. İçinde sürekli bir sızı haline gelmiş Alex’in yüz hatları, her gülümseyişinde yüzünün solmasına sebep oluyordu. Onu hatırladıkça biraz daha karamsarlığa ve iç dünyasına gömülür olmuştu. Genç adamı özlemişti fakat bir türlü geri dönüp ona “seni özledim” demeye cesaret edemiyordu. Bunu nasıl yapabilirdi ki? O gün arkasını dönüp gittiğinde zaten cevabını çoktan vermişti. Bir daha lafını geri almaya cesaret edemiyordu. O günlerde ne akla hizmet ondan böylesine sert bir şekilde ayrıldığını bilmiyordu. Seni seviyorum, çok seviyorum fakat bir sevgili gibi değil, hiç ayrılmak istemeyeceğim bir dostum gibi diyebilmeliydi. Becerememişti, hata yapmış olsa da pişmanlık duyup genç adamı tekrar görmeye çabalasa da onun ne diyeceğini ne cevap vereceğini bilmiyordu.

Aklından geçen şeyleri gerçekleştirememiş geri dönüp tüm hissettiklerini ona anlatamamıştı, şimdilerde ise bu genç dostunun varlığını o kadar özlemişti ki her aklına geldiğinde pişmanlığının doruk noktasına ulaşıyor fakat gururu ondan özür dilemesine izin vermiyordu. Yine aklına gelmişti, telefonunda hala duran resimlerine bakıp gözlerini gölgeleyen düşünceler eşliğinde kendine gelmeye çalıştı. Belki de Clementine’a bu konuyu anlatmalıydı, en azından onun yardımcı olacağını hissedebiliyordu. Alex ile o eski günlerine dönmek istiyordu ve bunu bir an önce yapabilmek o özlemi gidermek şu günler içerisinde en çok istediği şey olmaya başlamıştı. Genç kız elindeki telefonu masanın üzerine bıraktı ve boynuna astığı kurdele üzerinde duran iğnelerden birini çekip cansız manken üzerindeki elbisenin üzerine geçirip ilmek attı. Archangel’in de yardımı ile mankenlik yaptığı o kısa dönemden sonra aslında gerçekte olmak istediği şeyi keşfetmiş ve Cambridge üniversitesine kabul edilip de moda tasarımını seçtiği günden bu yana kendini derslerine ve işine adamıştı. Küçük burnunun üzerinde hafifçe kaymış gözlüğü iteledi ve içeri giren kendi yaşlarında Laetitia’ya baktı. Kıvırcık saçları ve bir manken edasına sahip vücudu ile salınarak içeri girdi ve çantasını koltuklardan birinin üzerine atıp Claudia’nın telefonun kaptığı gibi kapatmayı unuttuğu resme baktı. “Sevgilin yakışıklıymış.”dedi bembeyaz dişlerini gösterircesine gülümsedi.

Claudia gözlüğü çıkarıp masanın üzerine bıraktı ve Laetitia’nın elindeki telefonu elinden çekip aldı. “O benim sevgilim değil seni gerzek, kardeşim.”dedi söylediği cümleler ile aslında Alex’in kalbinde sahip olduğu yeri çoktan açıklamıştı bile. “Senin böyle bir kardeşin yok! Florentin’ın bundan haberi yok değil mi?”Laetitia’nın sözleri eşliğinde Claudia bir an bocalayıp kızardı. Onun bunu Florentin’a yetiştireceğinden adı gibi emindi, üstelik ilişkileri henüz bu kadar tazeyken kim bilir ona neler anlatacak ve kendinden soğutacaktı. “Öyle bile olsa bu seni ilgilendirmez, ben çıkıyorum, eşyalarımı karıştırmaktan da vazgeç artık.”sinirlenmişti ve sinirlendiği zamanlarda daha fazla belirginleşen göz bebekleri tüm sevimliliğini alıp götürmüş bir ürkütücülüğe büründürmüştü. Laetitia beklediğinden sert bir tepki almış olmanın verdiği şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve ilgiyle karşısındaki genç kızın yüzüne baktı. “Merak etme söyleyecek değilim çıkışmana gerek yoktu.”çantasını çekiştirip içinden aynasını ve rujunu çıkartıp koltuklardan birine yerleşip Claudia’ya sırtını dönerek konuşmanın bittiğini ifade etti. Çok fazla üzerinde durmadan aynı atölyeyi paylaştıkları yerden çıktı. Kendini son zamanlarda iyi hissetmiyordu ve yapması gereken şeyin birkaç dostu ile bir kafe de buluşup biraz dolaşmak olduğunu biliyordu bu yüzden arkadaşları ile buluşup birlikte Londra’yı süsleyen kafelerden birine girdiler.

Buraya ilk defa geliyordu ve bir hayli hoşuna gitmişti, önüne konulan kahvesini yudumlarken açılan kapıyı ve içeri giren kişiyi fark etmemişti bile. Bruno’nun anlattığı o birbirinden komedi hikâyelere kendini kaptırmış sonunda dayanamayıp tüm neşesinin yerine geldiğini hissederek gülmüştü. Sonra olanları bir ağır çekimdeymişçesine yaşadı, ani bir hareket, dökülen bir kahve. Başını kaldırıp hareketlenmenin olduğu yöne baktığında onunla kaç gün ardı arkasına düşüncelerinden çıkmayan kişiyle karşılaştı. Ağlamak üzere olduğunu hissediyordu, yanında oturan arkadaşlarından müsaade isteyip kalktı ve umduğundan daha hızlı adımlarla genç adama yaklaştı. Tek bir kelime etmeden onu kolundan tutup kafenin dışına sürükledi. Yüzlerine esen meltem eşliğinde eli havada bir ağır çekimdeymişçesine kalktı ve Alex’in suratında bir kızarıklık oluşmasına sebep olacak şekilde iz bıraktı. “Seni özledim aptal şey, daha benden kaçmaya ne kadar devam edeceksin? Yaptıklarım için pişmanım, seni unutamıyorum, seni seviyorum, eski günlerimize dönmek istiyorum. Yine Clementine sen ve ben olduğumuz zamanlara.”genç adamın boynuna sarıldı ve hiç beklenmedik bir şekilde ağlamaya başladı.


.:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Cleo? Empty
MesajKonu: Geri: Cleo?   Cleo? Icon_minitimeCuma Şub. 17, 2012 3:28 pm

Cleo üzerine doğru yürüyordu.
Claudia. Gerçekten. Kendisine doğru. Yürüyordu.
Zamanında bunun olduğunu çok düşünmüştü. Cleo kendisine doğru gelecek Alex de çekip gidecekti. Evet böyle planlamıştı, o gece Cleo'nun çekip gittiği gibi. Hadi git şimdi Alex. Ayakların var, yürüyebiliyorsun. Sana doğru geliyor. Uzaklaş Alex, her saniye daha da yaklaşıyor. Yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor.... Çok geç Alex, çok geç.
İşler insanın planladığı gibi gitmeyebilir. Cleo Alex'i kolundan tutup nazikçe çekerken Alex içi pamukla doldururmuş bir bez bebek gibi arkasından sürüklendi. Bütün iradesi buhar olmuştu. Bütün kararlarını beraberinde sürüklemişti anlaşılan. Alex Cleo'nunu yanında dışarı adım attığında gözünün önüne gelen saçlarını bile düzeltemedi. Yüzüne çarpan şeyi hissetmemişti bile, sadece tatlı bir ısı vardı ve biraz batıyordu. Her şey fazla rüyamsıydı bu yüzden Alex bunun yine gece görüp yatağında olduğunu bilmeksizin kıvrıldığı rüyalardan biri olduğuna inanıyordu. Uyanıp buruşmuş çarşafı bulacaktı, normal gecelerde yanında Clem'i görmek rahatlatıcı oluyordu ama son zamanlarda olan bitenden sonra tek bulabildiği hayat belirtisi olmayan yatağıydı; kırışmış çarşaflar ve saçı sebebiyle sigara kokan yastıklar. Bir yastıktan daha hayat dolu sayılamayacağını düşündüğünden ölü uykularının tatlılığıyla tezat yeni bir kabusu içinde olduğuna emindi. Fakat gerçek hayat kendisini şaşırtmıştı, Cleo her kabusta söylediği monologunu değiştirmiş, yerine daha önce hiç duymadığı şeyler koymuştu. Daha önce söylediği hiçbir şey, balo gecesi hariç, bu kadar çarpıcı gelmemişti. Özlemek. Pişmanlık. Unutamamak... Sevmek? Cleo kollarına sarınıp ağlarken kokusu Alex'i rüyada olduğu inancından sertçe söküp aldı. Cleo'nun kokusunu hatırlardı, mutfak sanatlarında iyi olduğunuzda her şeyin kokusunu hafızaya eklerdiniz. Cleo'nun saç dipleri hala aynı kokuyordu ama hatırladığından çok daha yoğun ve gerçekçiydi. Hiçbir rüyada Cleo'nun kokusunu duyamazdı, onlara kabus niteliği ekleyen yeni bir özellik daha. Kokusuyla beraber kollarını Cleo'ya sarıp çenesini uzun zamandır sadece rüyasında gördüğü kızın başına yasladı. Cleo'ya bağırmayı nasıl düşünmüş olabilirdi ki daha ağlamasıyla başa çıkamazken? Cleo'yu ağlatabilecek tek sözü gelecek on yıl kalbine saplanan cam kırıkları etkisi yaratırdı. Cleo'nun ağlarken titreyen omuzlarını okşadı manevi destek vermek istercesine ama durduğu yerde bin bir parçaya bölünen gene kendisiydi. Cleo'nun kanlı canlı orada olması orada olmamasından çok daha kötüydü. Kollarının arasındaydı ve sevmekten, unutamamaktan bahsediyordu. Duymak istediklerini. Ama ağlaması her şeyi berbat ediyordu. Hayatıma-devam-ediyorum ayaklarının işe yaramayacağı ilk saniyeden belli olmuştu. Aynı şeyi hissetmiyorlardı üstelik, o son cümle buna işaretti. Eski günler. Alex'in bir şeyleri itiraf etmediği her daim içinde biriken itiraf isteği yüzünden baş ağrıları çektiği eski günlere. O sarılmanın zevkine vardı birkaç saniye, çünkü söylemeye cesaret edebilirse, söyleyeceği şeylerden sonra yine aynı güvenle kollarına atılmayacağını biliyordu. Paraşütle gökyüzünden atlamadan önce tereddüt yaşayan insanlar gibi duraksadıktan sonra titreyen ciğerlerini rahatlatmak için dudaklarını aralayıp derin bir nefes aldı, gözleri yanmaya başlamış, iç sesi çenesini kapatması gerektiğini, Cleo çekilmek isteyene kadar onu bırakmamasını söylüyordu. Hatta hiç bırakmamalıydı, gitmek istese bile."Kaçmak istemiyorum," diye fısıldadı Alex, gözleri karşıdaki sokak lambasına takılmıştı ve Cleo, varlığını hissetmek bile o kadar muazzamdı ki. "Ama eskisi gibi olamayız. Ben...Yapamam." Ellerini Cleo'nun yüzüne koyup onu biraz geri çekilmeye zorladı. Gözleri ağlamaktan kızarmış olmasına rağmen hala melek gibi duruyordu. Yüzünün her parçası pürüzsüz bir yunan heykeli gibiydi. Alex'in onda çizmeyi sevdiği şey de buydu, hem gerçekdışı derecede güzel hem de hayal ürünü olamayacak kadar ince detaylı yüzü. Alex Cleo'ya hem güzel bir genç kadın hem de muntazam orantıda tasarlanmış bir sanat eseri olarak bakabiliyordu. Ciğerlerinin ortasındaki tanıdık boşluk duygusu ile nefes aldı. Bir sonraki adımı her şey olabilirdi. Ellerini çekmeyi düşündüyse de bırakmak istemiyordu. Avuç içleri uçurum kenarında tutunduğu dalı bırakmaktan korkan bir adam gibi ürpermişti ellerini çekme düşüncesiyle. Ket vurmanın canı cehenneme, diye düşündü. Zaten yürüyen ölü bir adamdı, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan. Şimdi aklından geçeni yapmazsa bir acaba? tarafından nefes aldığı kalan yılları boyunca takip edilecekti. Cleo'nun onu yaralayabilecek başka hiçbir şeyi kalmamıştı elinde. Güzel. Alex beklenmedik bir hızla Cleo'yu kendine çekip dudaklarını dudaklarına bastırdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Claudia Chamberlain
Cambridge I. Sınıf | Moda Tasarımı
Cambridge I. Sınıf | Moda Tasarımı
Claudia Chamberlain


Mesaj Sayısı : 109

Cleo? Empty
MesajKonu: Geri: Cleo?   Cleo? Icon_minitimeC.tesi Şub. 18, 2012 8:13 pm

Sürekli yan yana dolaşan iki dost geliyordu gözlerinin önüne, bahar yıldızının altında gülümseyen iki yüz. Kimi zaman birbirlerine dokunup tipik el şakaları yapan, ardından kahkahalar ile gülen iki farklı insan, biri ergenliğin verdiği o hız ile boy atmış diğeri daha ufak tefek ve sevimli, sürekli gülümseyen bir yüze ve buğday sarısı saçlara sahip. Diğeri ise kızın tam tersi gece karası saçları ve bir o kadar koyu gözleri ile diğerinden ayrılıyordu. Birlikte yan yana ay ve güneşe benzeyen iki beden o kadar uyumluydular ki… İkisi hakkında hikâyeler yazılmayacak gibi değildi. Gün batımının ışığı altında birbirlerini tamamlıyorlardı, sonra gri bulutlara renk katıp gökyüzünü süslüyorlardı, yıldızlar ikisine de taç yapıp gecenin karanlığında onları hükümdarları ilan ediyordu. Çok geride kalmış anılarını böyle süslüyordu genç kız. Onlardan kendine süslü hayallerle dolu masallar hazırlıyordu. Genç adam aklına geldiğinde hep böyleydi, bir türlü kaybetmek istemediği mutluluğu sevinciydi bu. Claudia’nın tozpembe düşlerini süsleyen, onlarla yaşamasını nefes almasını sağlayan onunla olan mutluluğuydu, sonra tüm bu mutluluğuna karanlık çökmüştü. Esir alınmıştı, anlayamadığı bir hayal kırıklığı yaşamış, ne istediğini ne yapacağını bilemez bir hale gelmişti. O gün genç adamın eline maskesini tutuştururken her şey paramparça olmuş ve bir karanlığa gömülüp yok olup gitmişti.

Bir insanı sevmek onu sürekli yanında istemek fakat ona sevgisinin tamamını verememek ne derece bencillikti bilmiyordu. Alex’i yanında istiyordu, o olmadığı zamanlarda hep birlikte geçirdikleri o güzel günleri özlüyordu, onu göremediği onca zaman boyunca o kadar özlemişti ki farkında olmadan kendini kollarının arasına attığında bu özlemin esiri olmuş ve onun dudağını kendi dudağı üzerinde hissettiğinde hiç beklemediği şekilde karşılık vermişti genç adama. Alex’in ellerini yüzünde dudağının baskısını dudağında hissettiğinde o küçük kelebeklerin içinde bir yerlerde uçuşmasına izin vermişti. Şimdi yanındaydı, sıcaklığını hissedebiliyordu, yine kollarının arasındaydı fakat bu seferki çok farklıydı, mavi gözlerini gerçeklere dönmemek için sıkıca yummuştu. Fakat dilediği gibi olmamıştı onu genç adamın yakınlığından koparan başka bir sevgiye sahipti. Gözlerini sıkıca kapayıp da elleri genç adamın omuzlarında o güzel hayallerin içerisindeyken karanlığın içinde kendine gülümseyen, sarı saçlarla çevrili o yüzü gördü ve Alex’in omuzlarına, ondan destek almak istercesine dokunan elleri bu sefer onu kendinden uzaklaştırmak için kavradı. Genç adamın kendinden kopup gitmesine izin veremezdi. Alex olmadan yapamıyordu fakat Florentin olmadan da yapamazdı. Kendinden nefret etmeye başlamıştı, içinde uçuşan o güzel kelebekler bir anda solup gitmiş, tüm iyi hislerini silip götürmüştü. Genç adama verdiği karşılık ile bir başka sevdiği kişiyi aldatmıştı.

Alex’i hafifçe iteledi ve ondan uzaklaştı. Konuştuğunda sesi titriyordu, az önceki öpüşmenin etkisi ile kızaran dudakları ve ağlamaktan ıslanmış kirpikleri ile mavi gözlerini genç adamın gece karası gözlerine dikti. İşte bir kez daha güneş ve ay karşı karşıya gelmişlerdi ve ay tutulması diye buna deniliyordu. “Kendimi berbat hissediyorum, bunun beni mutlu hissettirmesi gerekirdi ama hayır Alex tam tersini hissediyorum, yanında bir sevgili gibi kalamam, zaten bir sevgilim var ve şu an seni öperek ona haksızlık ediyorum.”daha fazla ne diyeceğini bilmiyordu. Alex’in kendinden uzaklaştığını hissedebiliyordu, o karanlıklar arasında yok olup giderken elini tutmak o kadar zordu ki. O eli bırakmak istemiyordu sonuna kadar sıkıca tutunmak ve bazen onunla kaybolmak istiyordu fakat kendine bir başka el uzanırken karman çorman olmuş hislerinin arasında çıldırmamak elde değildi. Eğer o zaman ona bir şans tanımış olsaydı ve çekip gitmemiş olsaydı belki de şu an her şey çok daha güzel olabilirdi ama genç kız farkında olmadan kalbini başka birine kaptırmıştı ve Alex ise öncekinden olduğundan çok daha fazlası ile aklını karıştırıyordu. Birini sevmek nasıl bu kadar zor olabilirdi? Ona acı çektirdiğini görebiliyordu çünkü kendide çekiyordu fakat farklı sebeplerden Alex genç kızın kalbindeki o en güzel yeri aşkı isterken Claudia’nın verebildiği tek şey bir dosta verebileceği sevgiydi. “Bu sefer çekip gitmeyeceğim, sen yokken kötü günler geçirdim, bencillik ettiğimi biliyorum Alex ama seni bırakamam.”dedi. Çok fazla şey istediğini biliyordu, kafası karışmıştı, ne diyeceğini bilemez bir halde Alex’den uzaklaştı. Artık gitmesi gerekiyordu yoksa çıldıracaktı, dudağında hala onun dudağının tadını hissederken bu şekilde karşı karşıya durmak kolay değildi, gidip düşüncelerini toparlamalı ve onu yeniden görmeliydi fakat kaçıp gitmeyeceğinden emin olmalıydı. “Bana adresini ver, yarın seni yeniden görmek istiyorum bu sefer aramızdaki her şeyi yoluna koyacağız.”dedi sesi az öncekinden çok daha kararlıydı.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Cleo? Empty
MesajKonu: Geri: Cleo?   Cleo? Icon_minitimePaz Şub. 19, 2012 4:02 am

Dudaklar açılıp Alex'inkilere uyum sağlayınca sıcak bir yanma hissi Alex'in alnından bütün bedenine yayıldı. Cleo öpücüğüne karşılı vermişti. Herhangi bir saldırganlık olmamıştı, bir tokat ya da tekme, bunun gibi bir şey bekliyordu. Yumuşak dudakları cevap vermişti bunun yerine. Hayal ettiğinden bile güzeldi, sadece öpüşmeleri ya da kolları arasında Cleo'yu tutuyor oluşu değildi güzel olan, umuttu. Unuttuğu, daha doğrusu güvenemediği, o umut hissi zihnini etkilemeye başlamıştı. Cleo, hayatını uğruna heba ettiği kız, onu sevdiğini söylemiş, üstelik eskisi gibi olamayacakları imasına uyum sağlamıştı. Bu Cleo ile bir araya gelebilecekleri anlamına mı geliyordu? Kalbi dört nala koşan bir arap atı gibi çarparken nabzını vücudunun her köşesinde hissedebiliyordu. İnsanların mide ile kelebek bağlantısını anlayabilmeye başlamıştı, göğüs kafesi kalbini zor dize getiriyordu. Cleo vardı, sadece Cleo. Onu sövmemişti, itirafını suratına vurup tekmeyi basmamış, kaçmamıştı. Umutları bir araya gelip türlü cümlelere boğuyordu onu. Cleo ile beraber olabilirdi. Nefret ettiği hayatını geride bırakabilir, banyoya girip ne tip bir belayı yaşadığını düşündüğü uzun dalgınlık anlarından kurtulabilirdi. O saçları güneş ışıklarından yapılma mükemmel kız, çocukluk hayallerini süsleyen güzelliğiyle onu sadece rüyalarında avlamayacaktı. Gerçekten hayatını kurtarabileceğine dair bir ümidi vardı. Clem bunu başarmaya en yakın kişi olmuştu ama Cleo'nun hala var olduğu düşüncesi bize Alex'i yaralamaya yeterken tam olarak, kesin anlamda başarı sağlaması imkansızdı. Ama Cleo bütün düşlerini gerçekleştirmişti. Hayır hayır bu çok daha iyiydi, Alex düşlerinde bile geri çevrilme korkusundan kurtulamadığından Cleo'yu hep kötü düşünürdü. Hayatının rayına oturduğunu hissettiği anda bütün kabusları geri geldi. Bu her şeyin ağır çekimde olduğu güzel bir anda dünyanın eski hızını geri kazanması ve kaçırdığı zamanı toparlamak için hızlanmasına benziyordu. Cleo'nun onu kendisine çeken elleri aksi yönde güç uyguladığında Alex Cleo'nun kendisini ittiğini anlamıştı. Aklından 'hayır' geçti. Hayır hayır hayır hayır... Hayır! Her şey güzel gidiyordu! Mutluydum, lanet olsun mutluydum! İnanmıştım. Benden ne istiyorsun ilahi adalet? Seni kızdıracak ne yaptım?! Tanrım, bu çok adaletsiz. Cleo. Cleo çok adaletsiz.

Sesi titriyordu. Cleo'nun sesi titriyordu konuşurken. Alex ona kalp kırıklığıyla baktı, bütün bedeni ve ruhu titriyordu içinde. Kendini saklamadı bile. Maskesini kullanabileceği çok fazla insan vardı, yalanlarına inanan, iyiyim dediğinde sorgulamayan, ve onların hiçbiri Alex'in yüzündeki bakışı daha önceden görmemişti. Korku bedenini ele geçirmiş, faresiyle oynayan bir kedi gibi oynuyordu kendisiyle. Koyu gözbebekleri açılmış, Cleo'ya çekinmeden yalvarıyordu. Seni seviyorum, dedi içinden, Cleo'nun duyamayacağını bile bile. Neden bu yeterli olmuyordu? Sadece bu kelimelerin sonunda kendi adını duymak isteyecek milyonlarca kişi ile birlikte olmuştu. Hepsi şimdi gözlerine bakan kızın dikkatini çekemediği için kendini cezalandırma yönteminin bir parçasıydı sadece. Sevginin yeterli olacağını düşünmüştü Alex, çünkü herkes şahitti Alex'in Cleo'yu unutamamasına. Alex'in Cleo kadar sevdiği çok az şey vardı; Clem, çikolatalı dondurma ve kedileri. Bunun dışında hayatında önem verebileceği hiçbir şey yoktu. Tutunabileceği. Ayakta durabileceği. Tek destek bulmayı, tekrar mutlu olabilmesini sağlayacağını düşündüğü kişi yine melodik sesinden kalbini bıçaklayacak cümleler söyleyecekti. Neden sadece delicesine sevmek yetmiyordu?

Cleo mutlu olmadığını söylemişti. Bunun doğru hissettirmediğini. Ah, Alex için o kadar doğruydu ki. O kadar olması gerektiği gibi, o kadar doğal, muntazam! Cleo ileyken zamanı durmuştu. Dünyadaki herkes durmuştu. Ama bu her nasılsa Cleo için doğru değildi. Ve Cleo'nun sevgilisi vardı! Bir. Sevgilisi. Vardı! Bunun olduğunu zaten tahmin ediyordu ama haber hiç beklemiyormuş gibi indi. Kalbinin kramplarla parçaladığını, un ufak olup bedeninin içinde envai yere dağıldığını hissedebiliyordu. Hayat yeniden önemsizleşmiş, dünya yeniden gri tonlarına dönmüştü. İnsanlar hala acımasızdı, özellikle de Cleo. Tekrar ışık kayboldu, umutlar gökyüzüne uçarken vurulan kuşlar gibi düşüp öldüler. Kanatları kırıldı, boyunları döndü. Hayatın güzellikleri yeniden Alex'ten kaçtılar ve içinden ağlayan Alex'in biriken gözyaşları ruhunda uğursuz bir ıslaklık bıraktı. Gözleri nemlenmişti ama gözyaşları kontrol altına alındığından yüzünden aşağı süzülemiyordu. Alex acısını gizlemedi, görmesini istiyordu. Sebep olduğu şeyi. Yarattığı canavarı. İçindeki pesimist karanlığın yaratıcısı olduğunu bilmesini istiyordu. Birinin hayatını nasıl yakıp kül ettiğini görebilmesi için içinde hissettiklerinin aynası olan gözlerini Cleo'ya dikti. Yüksek bir uçurumdan düşüyormuş hissinden kurtulamamıştı. Çekip gitmeyeceğini söylemişti. Neden? Daha fazla acıya sebep olabilmek için mi? Alex'in dibinde sahip olamayacağı ama istediği tek şey gibi durmak istediği için mi? Ölen bir sevdiğinin ruhu gibi olacaktı, yanında ama uzakta. Şimdi bile aralarındaki mesafe acı verirken onun hiçbir şey yokmuş gibi gezinmesi sadece aklını kaçırmasına sebep olurdu. Adresini istemişti, adresi zaten değişecekti Clem ile taşındıklarında. Ama konu bu değildi. "Hayır." Sert ve karalı görünmeye çalışıyordu. Başkası olsa başarılı olurdu ama konu Cleo olunca başaramamıştı. "Kim olduğunu sanıyorsun?" dedi gözlerini kısıp. Sesi ağlamaklı çıkmıştı ve yaşarak gözlerinde biriken tutsak gözyaşları görüşünü bozdu. "Buraya gelmiş canımı yakıyorsun. Canımı. Yakıyorsun. Cleo!" Tıslarcasına söylemişti vurgulu kelimeleri. Cleo'dan yarım adım geriye gitti. "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak çünkü eskiden de böyleydi! Evet, söyledim! Seni o kadar uzun zamandır seviyorum ki aklımı kaçıracağım, duydun mu? Aklımı kaçıracağım!" Söyleyişinde bile son dediğini destekleyici bir tını vardı. Derin bir nefes alıp sakinledikten sonra Cleo'ya çok sert bir bakış attı. "Hayır. Hayatıma dahil olmanı istemiyorum Cleo. Zaten yarım bir hayat yaşıyorum. Beni o gece suçladığın şey değildim ama sonunda o oldum. Sadece neye sebep olduğunu görmeni istiyorum. Mutlu olabilirdim. Normal olabilirdim. İnsanların adını bile duymadığı resimci çocuk olarak kalabilirdim. Şimdi önüne gelen her bedende seni arayan obsessif bir canavara dönüştüm. Yanımdaki insanın adını unutana kadar içmeden hala nefes aldığımı fark edemiyorum. Geçmişimi ve geleceğimi çaldın. Tek beklediğim beni geri sevmendi. Sadece sen olsaydın, sadece sana sahip olsaydım bile mutlu ölecektim." Gözlerini kapattı ve karanlığın öfkesini yutmasını bekledi, tüm kasları gergindi çünkü kendini bıraktığı gibi dizlerinin bağının çözüleceğini biliyordu. Sol eli titremeye başlamıştı, yumruk yaparak gizledi. "Şimdi mutlu öleceksem bunun tek sebebi bütün bunların bitecek olması olabilir."" Onu hayatta tutan tek şey Clemdi derken bunlardan bahsediyordu. Aldığı nefesin son nefesi olmasını istemeyi engelleyen tek şey Clem'di. Clem'in kendisini toparlaması oldukça uzun sürmüştü ama şimdi tam düzeldim derken lanetiyle tekrar karşılaşmıştı. Bir tek Clem'in yakınlarında oluşu onu benzer duygularla doldurabiliyordu. Kalbinin attığını sadece onunlayken hissedebiliyordu. Neden sevilmediğini merak etmekteydi. Ne gibi bir problemi vardı? Cleo'ya tapıyordu, kimsenin ona bakamayacağı bir gözle bakıyordu ona. Onu her şeyiyle biliyordu, çocukluğunda bile yanında olmuştu. Ama yattığı onca kadın arasında asıl arzuladığı ama hiç yatmadığı kadın, Claudia, ona acından başka bir şey getirmemişti. Neden sevilmediğini sormadı, cevabı biliyordu. O seveceği başka birini bulmuştu. Öpüşürken kendini geri çekip açıklamaa girişmeyeceğini birini. Sevdiği birini. Cleo birkaç dakika içinde kalbini atar vaziyette avucunun içine almış, parmakları arasında ezmiş, pis sokak zeminine atıp ayakları altında pörsümüş bir et yığını haline gelinceye kadar çiğnemişti. Nabzının boynunda teklediğini hissetti.
Cleo aşık olmuştu ve bunu biliyordu.
En kötüsü de yapabileceği hiçbir şey yoktu.


bunu dinlerken yazdım hani uyumlu da bir şarkı:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Claudia Chamberlain
Cambridge I. Sınıf | Moda Tasarımı
Cambridge I. Sınıf | Moda Tasarımı
Claudia Chamberlain


Mesaj Sayısı : 109

Cleo? Empty
MesajKonu: Geri: Cleo?   Cleo? Icon_minitimeSalı Şub. 21, 2012 7:18 pm

O gün boyunca gözyaşları hiç kurumayacak gibiydi, söylediği sözlerin ne derece acımasızca olduğunu bilmiyordu Alex. Onu sevdiğini söylemişti, onsuz yapamayacağını ve daha fazlasını, fakat bir türlü anlamak istemiyordu. Git diyordu kendisine, onu bu şekilde nasıl bırakıp gidebilirdi? Ona iyi gelmediğini, acı çektirdiğini görebiliyordu, tüm bunların hepsine kendi sebep olmuştu. O gece karası gözlerde acıyı görebiliyordu fakat ona bir türlü ulaşamıyordu, nefret ediyordu kendinden, ona çektirdiği tüm o sıkıntılardan pişmandı, bir kez daha dokunmak istiyordu Alex’e fakat onun buna izin vereceğini sanmıyordu ya da cesaret edemiyordu. Sadece kollarının arasında onun o dostluğunun sıcaklığını tatmak istiyordu. Neler hissettiğini bilmiyordu, ruhu ikiye bölünmüş gibiydi. Kalbinin bir tarafı başka biri için atarken diğer tarafı Alex’in ellerinde ölüp gidiyordu. Düşünceleri, hisleri karman çorman olmuştu. Alex’i seviyordu, belki de kendini onun için feda edebilecek kadar çok ama ona teslim olamazdı, hissettikleri şey aynı değildi çünkü. Bunu ona anlatamıyordu. İkisi de farklı sevgiyi istiyordu çünkü. “Sen benim bir parçamsın Alex, bir gün ölecek olursan seninle birlikte bende ölürüm, senin yaşadığını bile bile hayata tutunabiliyorum, olmadığını öğrendiğim gün bende yok olurum. Seninle nefes alıyorum, kalbim seninle birlikte atıyor. Senin varlığını bile bile mutlu olabiliyorum, sen yokken eksikmişim bir parçam kaybolmuş gibi hissediyorum. Şu an nefes almak bile bana zor geliyor çünkü bana git diyorsun, sensiz yapamayacağımı bile bile beni ezip geçiyorsun.”dedi. O an soluduğu hava bile canını yakar olmuştu, yutkundu, boğazının yandığını hissediyordu. Üzüldüğü zamanlarda içinde hissettiği o yakıcılığı bir kez daha hissediyordu. Alt dudağını ısırdı ağlamamak için. Bu gün Alex’in karşısında yeteri kadar ağlamamış mıydı zaten? Cleo’yu sevdiğini söylemesine rağmen onun canını nasıl bu şekilde acıtabilirdi? İkisi de birbirlerine aynı acıyı çektirmiyorlar mıydı? Genç kız yanaklarının ağlamaktan kızardığını hissedebiliyordu, gözyaşları cildini tahrip etmişti. Elinin tersiyle yanaklarındaki kurumaya yüz tutmuş ve o farkında olmadan yeniden gözünden damlayan boncuk misali gözyaşlarını sildi.

“Seni üzdüğümü biliyorum, özür dilerim, bunun böyle olmasını istemezdim, eğer kendini daha iyi hissedeceksen hayatından çıkarım, sen iyi ol yeter.”dedi. Onun tek bir söz söylemesine bile fırsat bırakmadan arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmeden, adımları beton zemin üzerinde bilinçsizce ilerliyordu. Kollarını sıkıca vücuduna sarmıştı, kafedeki arkadaşlarına gideceğini dahi söylememişti. Onları çoktan unutmuştu, o an ne yaptığını bilmiyordu. Kızarmış gözlerini ayakkabılarının ucuna sabitledi, yanından geçip giden insanları görmüyordu bile. Dudağı küçük mutsuz bir çocuğunki gibi şekil almıştı. Bu haliyle birçok kişinin dikkatini çektiği aşikârdı fakat umurunda bile değildi. Sadece Alex’i istemişti yanında, o eski günlere dönmek, onunla birlikte gülebilmek ve mutlu olabilmek istemişti. İkisi farklı şeyler isterken ve Claudia onun isteğine karşılık veremezken kendinin de ondan bir şeyler istemesi bencillikten başka bir şey olmayacaktı. Öyleyse daha fazla sorun çıkartmadan çekip gitmeliydi hayatından. Alex’i unutmalıydı, belki de Clementine’ı bile. Çünkü Clementine ile birlikte oldukça Alex’in de hayatına girecekti. Onun için artık bir şeyleri feda etmesi gerekiyordu. Mantıklı düşünemiyordu, evine gitmeli birkaç eşyayı bavuluna yerleştirmeli ve uzak bir yerlere gitmeliydi. Peki, o zaman Florentin ne olacaktı? Alex’i bırakıp giderken yaptığı gibi ona da mı aynısını yapacaktı? Kalbinin sıkıştığını hissetti. Alex için gitmeyi onu rahat bırakmayı tercih etse de Florentin için bunu yapamayacaktı. Biçimli kaşları hissettiği duyguların acısı ile çatıldı. Ne yaptığını bilmeden düşüncelerin eşliği ile sadece yürüdü. Eve varması çok sürmeyecekti.


Son
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Cleo?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Oxford Street :: Bruno-
Buraya geçin: