London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Ringo Ringo Şişeler

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Philomena Vianney
Westminster III. Sınıf
Westminster III. Sınıf
Philomena Vianney


Mesaj Sayısı : 45

Ringo Ringo Şişeler Empty
MesajKonu: Ringo Ringo Şişeler   Ringo Ringo Şişeler Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 4:36 pm

Gece yine hiç uyuyamadım. Uyumayı da ummamıştım zaten çünkü sabaha kadar resim yaptım, sonrasında o kadar yorgundum ki oturup film izledim. Ne izlediğimi hatırlamıyorum her zamanki gibi. Uydu kanallarından birinde, neredeyse her akşam yayınlanan basit filmlerden biriydi ama yine de ilgimi çekmişti. Aklım hala yarım kalan resimdeydi. Tuvallere ve boyalara âşık olduğumu kimse bilmiyor. O yüzden nefret etmeme rağmen ellerime eldiven takıyorum, yoksa ellerimdeki her hücre, atomlarına kadar rengârenk oluyor. Bazen keşke hücrelerim mor ya da pembe olsaydı diye düşünüyorum. Mor eller, pembe kollar ve mavi burun. Bence şimdiki sıradan ten rengi halimden daha güzel görünürdüm. Herkes ya ten renginin açığı, ya koyusu, ya sarısı, ya beyazı, ya kahvesi ya karası. Çok sıkılıyorum bu görüntüden. Mesela ev arkadaşımın portresini yaptım, yüzünü yeşil yaptım. İki tane anten ekleseymişim keşke, öyle dedi ben de bütün gün boyunca bulduğum bir salyangozun gözlerini inceledim. İlginç bir deneyimdi aslında, keşke kabuğundan çıkmadığı için o kabuğu kırıp, sümükümsü hayvanı çıplak bırakmak zorunda kalmasaydım. Aslında canı yansın istememiştim, sadece onu incelemeliydim; yoksa resmim yeterince iyi olmaz. Sonra daha fazla acı çekmesin diye öldürdüm onu, kaynar suya atmayı planlamıştım ilk önce, sonra üstüne ağır bir vazoyla vurup öldürdüm. Vazo evin diğer sakinin, temizlemeden yerin koydum. Onun eşyalarını, onun odasını temizlememe sinir olur. Sırrımı tek bilen ve pek muhatab olmadığım ev arkadaşımın uzaylı olarak resmedildiği bir tabloyu saklamak sanata ve sanat uğruna şehit olan salyangozun ruhuna saygısızlık olacağı için onu salona astım.
Telefonum çalıyor. Genelde çalmaz, insanlar benim çok yavaş ve uzun konuştuğumu düşünürler; o yüzden kısa ve öz cevaplar vereyim diye mesaj atarlar. Aslında öyle olmaz, ama okumazlarsa olur biter. İnsanlar benden pek hoşlanmıyor, mesaj atanım da çok olmaz, bunun nedenini gerçekten bilmiyorum aslında biliyorum ama anlam veremiyorum. Sadece sıradan biri gibi davranmıyorum, koridorda zıplamayı, dans etmeyi şarkı söylemeyi seviyorum bu bile beni dalga geçilen yapıyor. Umurumda mı? Hayır. Tamam, yalan söylemekten pek hoşlanmam, bazen üzücü olabiliyor. Ama kafaya çok taktığımı söyleyemem. İnanın bazı zamanlar dışında Marstaki zavallı aileler bile daha çok umurumda. Kimse Ben&Jerry’s’in olmadığını bir gezegende yaşamayı hak etmiyor bence. Ah, yine yaptım. Çok düşünüyorum. Oturup saatlerce düşünebiliyorum, yapmam gerekenleri unutuyorum. Düşünmek benim için televizyon izlemek kadar dikkat dağıtıcı ve bağımlılık yapıcı bir şey. Hani mutfağa su almaya gidecekken ayağa kalkarsınız o anda diziniz başlar ve siz yirmi dakika boyunca ekrana dalıp sonra suyu tamamen unutursunuz ya; telefona bakmayı unuttum.
Bir Cevapsız Arama: Westminster. Okulun telefon numarasını neden kaydettiğimi sormayın çünkü size arada okula gitmeyi unuttuğumu söylemek istemiyorum. Bazen yatağınızdan kalktığınızda bir an için nerede olduğunuzu, ne yapmanız gerektiğini hatırlayamazsınız ya, ben bu unutkanlık anlarını gün boyu yaşayabiliyorum. Babam üşengeçlik diyor ama ben günboyuuykusersemliğisendromu adını taktım buna. GUSS yani. Söylemesi de gayet hoş. Heh, evet bazen okula gitmeyi unutuyorum ve onlar da beni arayıp gelmeme sebebimi soruyorlar Unuttum diyemiyorum. Geçen sene iki kere bademciklerim alındı, üç kere kanal tedavi gördüm, on kez falan da grip oldum. Anlayacağınız ilginç bir bünyem var. Her neyse, sanırım ders seçimleri için aranıyorum.
İki gün önce sıkıcı sıkıcı derslerimi seçip, sıkıcı evime, sıkıcı şeyler yapmak için dönecekken bir arkadaş bulacağımı tahmin etmiyordum açıkçası. Okuldan çıkarken sözleştik, nereye ait olduğunu bilmediğim bir aksanla konuşan daha önce hiç görmediğim kahverengi saçlı, yüz hatları fazlasıyla ciddi ama konuşmalarından hiç de öyle olmadığı anlaşılan bir kızdı. Ivy. Benim ısrarlarım, baskılarım ve yalvarmalarımın üstüne, bazen çok yüzsüz olabiliyorum, lunaparka gidiyoruz. Lunaparkları çok severim. En çok… En çok neyi sevdiğimi bilmiyorum. Ben aslında sevdiğim şeyler arasından ayrım yapamam. Birini daha çok sevdiğimde öbürüne haksızlıkmış gibi gelir bana. Bu beni nedense üzer.
Burayı geçen yıl keşfettim, şehirde kaybolma turlarından birinde yol sormak için girmiştim ve yazın sirk de gelen bu kocaman lunaparka bayıldım. Dev oyuncakların yanında filmlerde görmeye alışık olduğum aynalı odalar, medyum çadırları var. Oyuncakların bittiği yerde, arazinin devamında neşeli bir karavan parkı var, küçük yerel sirkin üyeleri onlarda kalıyor. Bir keresinde o karavanlardan birinde, medyum kadın ve kızıyla kalmıştım. Medyum kırklı yaşlarında ama daha yaşlı görünen sevimli bir kadındı, kızı ise yirmi yaşında, tüm panayır ve lunapark çalışanlarıyla en az bir kere yatmış olan Liz. Kadının bunu önemsediği yoktu, Liz hamile kalmadığı sürece ya da hastalık kapmadığı sürece ne yaptığı umurundan değil. Oldukça eğlenceli bir gece geçirmişti çünkü Liz sırıkla yürüyen adamdan, sosisli satıcısına kadar herkesle ilgili tuhaf sırlar vermişti. Mesela pamuk şeker satıcılarından daha genç olanı uzun tırnaklardan ölesiye korkarmış. Bu en basiti. Diğerlerini size söyleyemem, kızmayın bana.
Nerede kaldı Ivy, belki de kayboldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ivy Kandace
Westminster IV. Sınıf
Westminster IV. Sınıf
Ivy Kandace


Mesaj Sayısı : 69
Nerden : New Jersey.

Ringo Ringo Şişeler Empty
MesajKonu: Geri: Ringo Ringo Şişeler   Ringo Ringo Şişeler Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 8:30 pm

Üçüncü paragrafta We Made You yazısına tıklayıp o ara şarkıyı dinleyelim ki Ivy'nin ruh halini iyice anlayalım; team mı etajerim?

Yanındaki kağıt mendil kutusunun içinden bir tane daha ucuz ve uyduruk bir peçete aldı. Burnuna doğru götürürken gözlerinden dökülen yaşlara hakim olamıyordu ki genç kız! "Aigoo! Neden bu kadar hüzünlüsünüz?!" Karşısındaki yetmiş ekran lsd televizyondaki Koreli kızın ağlamasıyla aynı anda başlamıştı genç kız. "Ühhüüüeeaaa!!" Avazı çıktığı kadar bağırırken ensesinde hissettiği nefesle birlikte arkasına baktı.
"Tanrım ne kadar duygusuzlar."
"Baba! Senin-"
"Bunların kirpikleri yok mu tanrı aşkına Ivy? Nasıl rimel sürüyorlar?"
"Sürmüyorlarmış baba. Göz kalemi yetiyor... HEM SANA NE BUNDAN CANIM!"
"Senin bir buluşman vardı sanki... NE BİLİYİM HEM! BAĞIRMA BANA!"
"Seni duygusuz!"
Aralarında ciddi olmayacak bir şekilde geçen bağırış çağırışın arasında Ivy'nin beynine yeni jeton düşmesiyle birlikte evdeki yastık fırlatma savaşını kesmişlerdi. Fakat bu jeton, Ivy yastığı fırlatıp, babasının yemek yediği tabağa denk geldiğin düşmüştü. Kırılan porselen parçalarının sesi evin içinde yankılanırken sol elini arkasına doğru götürüp sağ elini hızlı hızlı sallamaya başladı. "Hihihiiiii~ N'aber babacığım? Seni çok seviyorum hihi~ Sanırım hazırlanmalıyım. Ehei~ Muç muç~" Dudaklarından dökülen kelimeleri söylerken aynı zamanda yengeç yürüyüşü şeklinde odasına doğru gidiyordu. Dudaklarına takıldığı garip tiplemeyle saçma iğrenç bir görüntüsü olmuştu. Babası kızının adını böğürürken genç kız odasına girip gardırobunu açmıştı bile. Askılara asılmış ve düzgünce ütülenmiş kotlara baktı. Hayır canım! Bu sıcakta, donu kıçına yapışırken kot giymezdi herhalde! Üstü olmayan, yalnızca kemer bölümünden askıları olan ve mini şort şeklindeki tulumuna kaydı gözü. Neden olmasın? Olabilirdi değil mi? Tulumu sarı nevresimin üzerine fırlatırken gardırobunun kapağını kapatmadan çekmecelerine yöneldi. Porselenlerin sesini duyabiliyordu. Birazdan elektrik süpürgesi gösterirdi kendini. Geniş yuvarlak yakaya sahip beyaz tişörtlerinden birisini çıkarttı. Bedenine biraz bol gelen düz tişörtün içine ten renginde giydiği sütyeni belli oluyor mu olmuyor mu diye yedi kez bakmıştı kendisine. Belli olmadığını anladığında sporcu çorabını dedikleri, bilekte biten beyaz, ancak üst kısmında kırmızı bir çizgi bulunan çorabı geçirdi ayaklarına. Ördekli terliklerini ayağına tekrar geçirdiğinde kıyafet çekmecesinin üzerinde duran ördekli, sarı tokaların bir tanesini alıp saçına uğraş vermeden, sağ tarafta, yüksek bir şekilde topladığında yüzündeki aptal ördek tiplemesine baktı. Aynaya doğru doğrulttuğu işaret parmağı aynadaki yansımanın burnunu gösterirken kahkaha atmaya başladı. "TANRIM TİPİNE BAK IVY! HAHAHAHAHAH! EŞEK! AHAHAHAHAH!" Olur olmadık yerde girdiği bu gülme krizi, göz kalemini bulamayınca son bulmuştu.

Yatağının altına eğildiğinde ortalara doğru ilerlemiş kalemlere uzanmaya çalıştı. "HADİİ BUNU YAPABİLİRSİN KIZIM!" Ikınmayla karışık bir şekilde çıkan böğürtünün ardından dokunduğu kalemlerle zafer kazanmışcasına bağırdı. Tabii bu bağırma ufak bir talihsizlikle sonuçlanmıştı. Yaşadığı heyecanla birlikte kafasını kaldırdığında yatağın kenarına çarpmış, onun hızıyla çenesini parkeye sürtmüştü! Artık nasıl bağırdıysa odaya giren babasının gözlerine melül melül bakmaya başladı. "Çok acıyor!" Çenesini gösterirken alt dudağını dışarı çıkararak somurttu. Yapılı adam kızının anlına ufak ve samimi bir öpücük kondurduğunda kızı kucaklayarak yatağına kaldırmıştı bile. "Ov. Geçer birazdan canım benim. Ama bir şey söylemem gerekiyor; o ördekli tokayı çıkar kafandan. Saçlarını sal; emin ol daha güzel olacaksın." Babası tavsiyesini verip göz kırparak odadan çıkarken, Ivy çoktan ince parmaklarını tokasına götürüp çıkarmaya başlamıştı. Saçlarını dağıtıp gözüne göz kalemini sürdü. Üzerine boşalttığı parfümünü yatağının üzerine doğru temkinli bir şekilde attı. Odasının kapısını kapatıp hemen ardından salona yöneldi. Cebine sıkıştırdığı kapaklı telefonuna bakma ihtiyacı bile hissetmemişti. Cebinin kenarından sallanan telefon -tokası mı demeliydi, yok canım süs- süsü kızın basit görünümüne iyice genç kız havası katıyordu. Tırnaklarına dün sürmüş olduğu sarı ojelerine baktı. Bozulan veya çıkan bir yanı yoktu. İçine sadece cüzdanının girdiği kırık beyaz, kulpu aşırı açık sarı renk olan çantasını boynuna astığında biraz önce dudağına sürmüş olduğu pembe renk parlatıcısını sıkıştırmaya çalıştı. Küçük çanta kalçasıyla aynı hizaya geliyordu. Zaten bu yüzden almıştı ya bu çantası. Dağınık eve şöyle bir göz attı. Televizyonun önündeki masanın üzerine saçılmış sümüklü peçeteler, tezgâhtaki kirli tabaklar ve yerde hala bulunan beyaz porselen parçalara dikkat etmeden babasının yanaklarından öptü. "Sanırım geç kaldım baba. O yüzden ipodumu alıp, kulaklığımı takıp, defoluuup GİDİYORUM!" Hızlı bir şekilde merdivenlerden inmeye başlamıştı. Kapıyı kapatmayı her zamanki gibi unutmuştu yine. Bir gün eve hırsız girerse kesinlikle Ivy yüzünden olacaktı. Merdivenleri ikişer ikişer inip apartman girişinde kulaklığını taktı. Nereye gitmeliydi? Beyaz renk tigerlarından güç alıp arka sokakların birisine saptı. Var gücüyle koşmaya başlamıştı bile. Şimdi ne otobüs bekleyebilirdi, ne metroya gidebilirdi, ne de taksi şoförünün dikiz aynasından atacağı bakışlara katlanabilirdi. Zaten gideceği yer Soho'nun içindeydi öyle değil mi?

Küçük duvarların üzerinden atlıyor gerektiği zaman yavaşlıyor ve normal bir insan gibi yürüyordu. Terlediği zaman duraksıyor, tekrar normale döndüğünde koşmaya devam ediyordu. Kulağında çalan Eminem'in We Made You şarkısına bir yandan sessiz bir şekilde eşlik ediyordu doğrusu. Aslında adımlarını şarkının ritmine göre ayarlıyor, arada bir durup kendi etrafında dönüyor bir kaç dans hareketi sergileyip tekrar koşuyordu. Ona bakan ufak çocukları gördüğünde ise gülümsemeye devam ediyordu. Bu kadar enerjiyi babasının geninden alıyordu herhalde. Baba tarafının komple sporla uğraştığı bir gerçekti. "When you walked through the door, it was clear to me. You're the one they adore, who they came to see. You're a rock star! Everybody wants you. Player, who could really blame you, we're the ones who made you!" Kendi kendine söylediği şarkı midesinde kelebeklerin uçmasına sebep oluyordu. Böyle içinden bağıra bağıra şarkıyı söylemek geliyordu. Aslında yapmıyor da değildi. Söylene söylene ilerliyordu. Nasılsa lunapark göz hapsine girmişti artık. Saçlarını düzeltiyordu bir yandan. Kendini o kadar çok kaptırmıştı ki ne yanından geçen insanlara dikkat ediyordu ne de onlara çarpıp çarpmadığına... Lunaparkın kapısına yaklaştığında bekleyen kızı gördüğünde ona doğru yaklaşmaya başladı. Ivy'den çok daha güzel giyinmişti. Kızı baştan aşağıya süzerken yaklaştı iyice. "Hof! Çok geciktim farkındayım, ama o kadar gaza geldim ki koştum tüm yol boyunce mehehehe~" Yüksek sesle söylediği uzun cümlenin ardından kulaklığını çıkarmadığını fark etti. Kızın karşısında işaret parmağını göstererek kendisine bir dakika vermesini istedi. Şarkının en sevdiği yerine geldiğinde bütün kulaklarını kaplayan beyaz kulaklığa iyice bastırıp kendi kendine söylemeye başladı. 'You're a rock star' derken iki elinin de orta ve işaret parmağını birleştirerek silah şekline getirdi ellerini. Philomena'yı göstererek aşağıya doğru indirirken 'everybody wants you' kısmında ise alt dudağını ısırıp gözlerini kapatmıştı. Philomena'ya karşı yaptığı garip şovun ardından ipodunu kapatıp kulaklığını boynuna indirdi. Sarışın kıza samimi bir şekilde sarılıp car car konuşmaya başladı. "Aman tanrım. Özlemişim seni. Nasılsın? Umarım iyisindir. Şahsen ben çok iyiyim. Heyo!" Konuşmasını bitirdiğinde mutlulukla parlayan gözlerini kızın gözlerine dikip kocaman gülümsedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Philomena Vianney
Westminster III. Sınıf
Westminster III. Sınıf
Philomena Vianney


Mesaj Sayısı : 45

Ringo Ringo Şişeler Empty
MesajKonu: Geri: Ringo Ringo Şişeler   Ringo Ringo Şişeler Icon_minitimePtsi Şub. 20, 2012 8:42 am

Bazı insanlar masaj yaptırarak, bazıları ayakları su toplayana kadar gezip, para harcayarak; bir kısmı biraz spor yararak rahatlarlar ama ben daha çok lunaparklara, hayvansız sirklere ya da karnavallara giderek rahatlıyorum. Gürültülü ama rahatlatıcı bir seçim benimki, her seferinde saçlarımı pamuk şekere dolayıp kahkahalar atarak lavaboya koşuyorum sonra sosisli yedikten sonra Uçan Böcekler’e binen birkaç kadının kusmasına yardım ediyorum ve eğer canım isterse karavanların oraya gidip göstericilerle çene çalıp, eve ucuz şaraplardan sarhoş, yoğun bir bulantıyla dönüyorum. Bugün burası çok kalabalık olmayacağa benziyor çünkü hava oldukça sıcak ve birkaç güne RingRing geleceği için insanlar eğlenme haklarını ona saklayacaklar yine. Ama alış verişe, barlara, saçma golf kulüplerine, markete, berbere para harcıyorlar; bir lunaparka değil! Bu benim oldukça sinirimi bozuyor. Gerçekten bozuyor. Ivy’yi beklemek ise bozmuyor çünkü o da bizim gibi. Aslında bu dünyaya ait olan ama aile, yaşam koşulları gibi ufak tefek ayrıntılar yüzünden bizimle olmayan biri. Öyle sanıyorum çünkü oldukça neşeli ve hatta okulumuzun sarışın sözde kraliçesine göre ezik sayılabileceklerden. Ben ezik olmaktan oldukça mutluyum, medyum kadın da öyle, palyaçolar da öyle çünkü bir ezikseniz takım elbise giyip giymediğiniz kimsenin umurunda olmaz ve onlar da kilise törenleri dahil bir kez bile giymemiş. Gerçi Ivy ezik olamayacak kadar havalı, muhtemelen okul açıldığı günden itibaren bir numaralı kız olacak ve beni bir daha görmeyecek. Neyse, o zamana kadar eğleneyim bari.
Ivy koşarak yanıma geldi, kelimelerin arasında derin soluklar alarak geciktiğini ve deli gibi koştuğunu anlattı ki bu gayet açık anlaşılıyordu. Nerede oturduğunu bilmiyorum. Bilsem kaç sokak koştuğunu anlayabileceğim ve eğer ağzımı açarken kim bilir yol boyu kaç böcek ezdiğinden bahsedeceğim. Sustum, böcekler bana kalsın. Az önce kız bir şeyler söyleyerek dans etti sanırım, siz gördünüz mü? Şey ben o sırada o böcekler için tanrıya dua ediyordum, çünkü benim yüzümden öldüler. Tanrı onlara kutsasın.
"Aman tanrım. Özlemişim seni. Nasılsın? Umarım iyisindir. Şahsen ben çok iyiyim. Heyo!”
Boynuma dolanan kolları biraz gevşettirip, iyi olduğumu falan geveledim işte:
“Çok iyiyim ama böc… Yani iyiyim.” Sonra tereddüt ederek bir kahkaha atıp kızın bileğini tutarak alana soktum. Burası şu girişi çok pahalı eğlence parklarının eski usule göre düzenlenmiş hali. Yerler kum, bazen çimen. Işıklandırma elektrik direklerinin, tahta direklerin arasına gerilmiş bir sürü ampulden oluşuyor ama Londra’nın en iyi eğlence parkının nostaljik ve küçük bir versiyonu. Bir plağın kenarlarına sinek görünümlü oturakların konulduğu, sürekli dönen, alçalan yükselen ve zıplayan oyuncağı gösterdim;
“Bak bu Uçan Böcekler, böcekleri severim. Gerçek böcekleri ama kalorifer böceklerini sevmem.” Parmağımla daha ilerideki cam silindiri gösterdim:
“Bunun adı Kavanoz. Başka yerlerde farklı olabilir ama kavanoz. Şu bildiğinin etrafından döndürme, bir aşağı bir yukarı ve sertçe düşüş… Ondan.” Sırayla atların şaha kalktığı atlı karıncayı, en sonunda katil Santa’nın üzerinize atladığı korku tünelini, şu köşedeki sosisli satan yerin çok lezzetli olduğunu ve diğer şeyleri anlatıp sustum. Resmen çenem yoruldu ve susadım. Dilimi azıcık dışarı çıkarıp kedi gibi dudaklarımı yaladım. Seçimi ona bıraktığımı anlamış olmalıydı, elinden tutup bütün alanı gezdirdim ona. Yeni evimi gösterir gibi heyecanla yapmıştım bunu. Sanırım birkaç böcek daha ezdik. Tanrı bizi affetsin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ringo Ringo Şişeler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Soho-
Buraya geçin: