London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Take your protein pills and put your helmet on.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Rachel Gibbs
London Central III. Sınıf
London Central III. Sınıf
Rachel Gibbs


Mesaj Sayısı : 91

Take your protein pills and put your helmet on. Empty
MesajKonu: Take your protein pills and put your helmet on.   Take your protein pills and put your helmet on. Icon_minitimePaz Şub. 19, 2012 3:18 pm

Take your protein pills and put your helmet on. 22890_100_100 Take your protein pills and put your helmet on. Buffalocon1-6
Joey Philips & Rachel Gibbs
Düşeli kalkmalı, aksiyonlu, kavgalı dövüşlü.
University of London yakınlarında bir öğrenci barı.
Rachel böyleymiş
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Rachel Gibbs
London Central III. Sınıf
London Central III. Sınıf
Rachel Gibbs


Mesaj Sayısı : 91

Take your protein pills and put your helmet on. Empty
MesajKonu: Geri: Take your protein pills and put your helmet on.   Take your protein pills and put your helmet on. Icon_minitimePaz Şub. 19, 2012 4:32 pm

“Rach, yakalanacağız bak. Söylemedi deme.” Rachel gözlerini devirip kıza cevap verdi. Bu akşam aynı şeyi belki de yüzüncü kez söylüyordu. “Üfff, saçmalamaz mısın, Maggie?! Bir şey olmayacak, söz veriyorum.” Reşit olmayı geçin, daha lise üçte okuyan iki kız olarak hiçbir bar onları olduklarıgibi kabul etmezdi, Rachel bunu biliyordu. Daha önceleri çok kez barlara girmişti; ancak genelde yalnız, Maggie gibi sümsük bir ayak bağından muaf oluyordu. Dolayısıyla ne yaparsa kendisi için yapıyordu, yakalansa da umurunda değildi. Ancak bu akşam Maggie'nin sorumluluğunu taşımak zorundaydı bir kere, söz vermişti beraber dışarı çıkmaya. “Bizim reşit olmadığımızı hemen anlayacaklar.” “Anlamazlar, merak etme. Ben daha önce çok yaptım bu işi.” Okul saatleri içerisinde çok kafa kızken nasıl bir anda böyle ödleğe dönüştüğünü kestiremiyordu. Adeta panik atak geçirir gibi bir hali vardı kızın. Tırnaklarını yiyor, terliyordu. Bilseydi bu akşamın gerçekleşmesine asla izin vermezdi. “Ya ben gidiyorum Rach, kusura bakma.” Kız cevabı bile beklemeden yolun ilerisinden gelerek karar değiştirmesini sağlayan taksiye atlayıp uzaklaşmaya başlamıştı. Rachel arkasından bağırdı. “Maggie, bekle! MAGGIE! MAGGS!” Her neyse. En azından ayak bağından kurtulmuştu. Şimdi gerekirse kapıdaki görevliyle başbaşa bir on dakika geçirip içeriye girebilirdi. Gerçi buna gerek kalacağını pek düşünmüyordu Rachel, zira bir üst sınıftan tanıdığı Glenn adındaki İskoç, onlar için çakma üniversite kimliği hazırlamıştı. Karşılığında ne istediğini soran Rachel kızlar tuvaletinde soyunacak en iyi yeri düşünürken çocuk yirmi sterlin ücrette ısrarcıydı. Eh, Rachel'ın boktan bir kimlik için verecek yirmi sterlini yoktu, aslında yirmi sterlini bile yoktu. Bu işi hızlı bir el muamelesi ile falan halledebileceğini düşünüyordu kimlikleri alana kadar. Pezevenk kızıl kafalının parada ısrarcı olması üzerine belki biraz daha ileri gidebileceğini düşünmüştü ama yine de çocuğun inadını kıramamıştı. Neyse ki aynı gün içinde Rusty'den asla geri ödemeyeceği yirmi sterlinlik bir borç alıp kimlikleri edinebilmişti. “Hay koyayım.” diye sövdü sessizce. Maggie için de kimlik parası ödemişti ve şimdi belki bir içki ya da dandik bir ayakkabı için ödeyebileceği on sterlin boşu boşuna Glenn ibnesinin cebine gitmişti doğrudan.

Kapalı bir dükkanın karanlık vitrin camında kendi yansımasına baktı can sıkıntısından uzaklaşarak. Saçlarını kulaklarının arkasına ittirdi ve yıldız şeklindeki küpelerini kontrol etti. Salık saçları sebebiyle görünmüyorlardı belki ama orada olduklarını bilmek Rachel için yeterliydi. Ortadan ayırdığı boyalı sarı saçlarının tekrar boyanmasının vakti geliyordu. On beş yaşından beri saçları doğal rengi olan koyu kahverengi değildi, sürekli sarıya boyatıyordu. Bunun için de para gerekecekti. Belki barda bir süre mesai yaparsa boya alabilirdi. Neyse, bu akşam eğlenecekti. Parayı düşünmüyordu, barda içki parasını ödeyecek bir abazan bakir bulabilirdi ne de olsa, onu biraz daha kazıklayarak boya için ya da yeni bir çift ayakkabı için para aşırabilirdi. Ayakkabılarının tümü berbat halde olduğundan onları yakarak ısınmaya çalışıyordu. Elinde kalan tek giyilebilir olanlar ise, üzerindekilerle uyumsuz bir çift siyah topuklu bot idi. Her yere bunları giyip gidiyordu. Yine üzerindekilerle uyumsuz ucuz, siyah çantasından rujunu çıkarıp dudaklarını biraz daha belirginleştirdi ve yanaklarını biraz daha canlı görünmek üzere alladı. Gözlerindeki ağır makyaj bir hayli belirgindi, onlara rötuş gerekmiyordu. Yüzündeki bir ton makyaj malzemesi sebebiyle on yedi değil yirmi bir yaşında falan gösteriyordu. Eh, Rachel'ın sermayesi de buydu işte, bedeni. Yırtıklarını dikmeyi becerebildiği soluk mavi hırkasını aralayarak, göğüslerini oldukça ortaya çıkartan dar, kısa askılı elbisesini biraz daha yukarı çekiştirdi. Böylece daha diri duran görüşleri ilgiyi oraya çekecek, yaş sorgulamasından muaf olabileccekti. Son olarak elbisesiyle aynı renk çoraplarını kaçırmamaya dikkat ederek çekiştirdi, düzeltti ve botlarının topukları takırdaya takırdaya yürümeye başladı. Canı bir sigara tüttürmek istese de pakette azalan sigaraları harcamamalıydı, şu sıra gerçekten çulsuz bir dönemden geçiyordu babası sağ olsun ki. Hem ayrıca bara gelmek üzereydi. İçeride sigara içemeyeceğini bildiğinden hiç başlamamayı yeğledi. Sigara yerine bir Nick Cave şarkısı mırıldanarak yoluna devam etti, ne de olsa ikisi de çoğunlukla birbirinin yerine geçebiliyordu. Ve işte daha şarkının sonuna bile gelmeden bara ulaşmıştı.

Kapıdan rahatlıkla geçebildi. Neyse ki görevliyi önceden tanıyordu, onu sorgulamadan içeri almıştı. Belki daha sonra bir bedeli olabilirdi bunun ama sorun etmiyordu bunu, beğendiği tiplerdendi. İçerisi tıka basa dolu olmasa da hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirdi ki ortam sıradan bir bardan çok daha farklıydı. Size asılan yontulmamış insanlar olmazdı burada, ama herkes şevkle aşk yapıyordu. Bir köşede parasızlıktan ucuz bira içip felsefe konuşanlar -ki Rachel o inek tiplerin ne söylediği konusunda hiçbir fikri yoktu, hayatında doğru düzgün bir kitap okuduğu bile söylenemezdi. Loş sayılabilecek bir ışık vardı. Yalnız bar kısmı tamamiyle aydınlıktı. Bir yerlerden yanık bir koku geliyordu. Kafasını çevirip baktığında bunun yaşlıca bir adamla -muhtemelen bir profesör- pencere kenarında ot çekenler olduğunu görüp gülümsedi. Üniversiteye gelmeyi hiç düşünmemişti ancak bu ortamı gördükten sonra aklında bir fikir oluşmuş gibiydi. Bir belki. Yanından geçtiği oğlanın poposuna kalın kumaşlı kot pantolondan bile rahatlıkla hissedilebilecek bir çimdik attı. Çocuk şaşkınlıkla arkasını döndüğünde kendisine dokunanın Rachel olduğunu görüp gülümsedi. Rachel da yüzü aydınlanan çocuktan bir cevabı esirgemeyerek göz kırptı. Elindeki birayı selam için hafifçe havaya kaldıran çocuğun yüzünü aklına kazımaya çabaladı. Bardan atılması ihtimali veya içkisini ödeyecek birini bulamaması ihtimaline karşı. Yine de yalnız maddi çıkardan fazlası olabilirdi, oğlanı beğenmişti. Evinde yurdunda ya da her nerede kalıyorsa artık orada oynaşa pynaşa sabahlamak fena bir fikir sayılmazdı. Çocuğun yüzünü iyice hatırlayabileceğini düşündüğü zaman yoluna devam edip barda kendisine en yakın oturan yalnız çocuğun yanına ilişti. “N'aber yakışılı?” derken önündeki ikramlık çerezlerden de bir tane atıvermişti ağzına şehvetli göründüğünü umarak. Maggie de onu ektiğine göre bu akşam bardan yalnız ayrılmak istemiyordu ve oğlan bu tarz işlerde pek acemi görünen bir tipti. “Hı? Ben mi? Ney?” diye bir tepki vermesi üzerine kahkahasını bastırmadı Rachel. Tahmini doğruydu işte. Bu geceki avanağını bulmuştu. “Sen tabi. Sana konuşuyorum burada yavru kuş.” dedi ve boyalı dudaklarını çocuğun yanağına bastırıverdi. Aleve bulanan ve kızaran yüzünü görüp eğlenmişti. Barmenden iyi bir marka bira istedi bu akşamki ödeneğini bulduğunu umarak.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Joey Philips
London | Kütüphane Çalışanı
London | Kütüphane Çalışanı
Joey Philips


Mesaj Sayısı : 62
Nerden : Liverpool

Take your protein pills and put your helmet on. Empty
MesajKonu: Geri: Take your protein pills and put your helmet on.   Take your protein pills and put your helmet on. Icon_minitimeC.tesi Şub. 25, 2012 10:33 am

Hangi fakülteyi seçeceğini hiç düşünmemişti. Tamam para biriktirmek için London'da kütüphaneci olarak çalışıyordu ama ne içindi? Bu işe gönüllü olmasının sebebi üniversiteye başlayıp hayatını düzene koymak adına bir adım atmak istemesiydi. Yirmi birinize geldiğiniz zaman böyle yapardınız. Liverpool'dan bu sebeple gelmişti -tabi bir de içip içip üstüne abanan annesiyle manyak babasını saymazsa. Bir seneden fazladır buradaydı ve tek yaptığı şey daire kiralayıp içine Star Wars koleksiyonunu döşemek olmuştu. Scooby'siz bir Shaggy gibi hissetmemesinin tek nedeniyse Francie ve edindiği birkaç arkadaştı. Evet, Londra'daki yirmi üçüncü gününde Francie'yle tanışmıştı. Kütüphanede vakit geçiren hoş kızlara pek rastlamazsınız, ya da en azından Joey'nin bildiği kanun budur ama aradaki istisnalardan biri onu hala bu işte tutuyordu zaten. "Yoda kicks ass" tişörtü giyen sarışın bir afet, gördüğü şey buydu tam olarak. O an gördüğü o karenin ağır çekim işlediğini ve fona Pretty Woman girdiğini falan düşünmüştü. Tuhaf ama dünyanın en sıkıcı işini yaptığını düşündüğü ve istifa edip çakırkeyif annesine dönmeyi planladığı bir günde bunun başına gelmesini evrenin oyunu da olabilirdi. Sorun şuydu ki Joey hakkında insanlar tarafından bilinen yegane gerçekler gibi bir sorun da söz konusuydu. Lisedeyken ortaya atılan "Philips Kanunları" mezuniyet balosuna partnersiz gitmesine sebep olmuştu.
Gerçekler;
Joey bir kızla saçma sapan kekeleyip sonunda otomatikman mevzuyu Luke Skywalker'ın hayata bakış açısına bağlamadan konuşmayı beceremez.
Joey annesinin woogly boogly yemeklerinden başka yemek yiyemez.
Joey'yi üç yudumla sarhoş edip istediğiniz salaklığı yaptırabilirsiniz.

Uzayan bir listeydi işte. Sümsük bakir Joey üzerine okulda dolanan kalıplaşmış gerçekler falan filan. Açıkçası Fanny'ye rastlamadan önce de hoşuna giden kızlar olmuştu ama hiçbiri konuşurken sürekli elini ensesine götürüp saçmayan bir tipten etkilenmemişti. Sarışın kız da alacağı kitabı yazdırmak için yaklaştığı zaman yine tıkandığını hissetmişti. En azından kusmayacağını ummuştu. Onuncu sınıfta Janet Parkers'a onunla sinemaya gelmek isteyip istemediğini soracağı zaman "Ben-len sinemadaki video-öööğk" vakası başına gelmişti ve listeye bir de kusmuklu Joey eklenmişti. Bir kızla flört etmeyi hiç becerememişti kabul ediyordu ama bu kız farklı diye düşünmüştü. Ne yazık ki Francie kitabı önüne koyup gülümsediği zaman "BEN DE STAR WARS'U SEVERİM." diye bağırmıştı kızın suratına. Normal şartlar altında bunun karşı cinsin yüzüne "moron" tarzında bir ifade oturtup uzaklaşmasını sağlaması gerekiyordu ama Francie gayet ciddi bir ifade takınıp, "Zaten seni ilk gördüğüm an ruh eşi olduğumuzu anlamıştım." demişti. Bilinmesi gerekenleri beyninde taradığı zaman bu onu kızların alay etmek için söylediklerinin tersini ima ettikleri gerçeğine ulaştırıyordu. Bu da Joey'nin o anda kıpkırmızı kesilip kızın almak istediği kitapla uğraşmasına sebep olmaya yetiyordu. "Ee? Beni kahve içmeye falan davet etmeyecek misin?", "Tamam, arkada bizi izleyen insanlar var birazdan fırlayıp gülecekler bekliyorum.", "Ben Francie, sen de Joey'sin. Aslına bakarsan dört gündür seni gözetlemek için kütüphaneye geliyorum ama beni bir türlü fark etmiyordun.", "Beni-neden-gözetledin? Arkanda saklanan insa-", "Bak şu arkamda saklanıp seninle dalga geçmek için bekleyen arkadaş grubu teorisini çürüttüğüm için üzgünüm ama öyle bir şey yok. Sen... şirinsin. Sence ben şirin değil miyim? Bak tamam şöyle deneyelim, benimle bir şeyler içmeye-", "Evet- ben, şey bu beni biraz, ben sorsaydım."
Tüm geridönüşlerle şuanı kıyaslayacak olursa on adım atlamış sayılırdı. Harika bir kız arkadaş vesaire. Philips Kanunları milletin kıçını tekmelemişti bu sefer. Hala para biriktirememişti ve üniversiteye gidip gidemeyeceği belirsizdi ama takılıyordu işte. Barda oturmuş bira içiyor ve Francie'nin uzayan dersinden çıkmasını bekliyordu. Scooby de Shaggy için aynı şeyi yapardı çünkü.
“N'aber yakışılı?”
“Hı? Ben mi? Ney?”
“Sen tabi. Sana konuşuyorum burada yavru kuş.”
Birden yanağında ıslak bir şeyler hissetti. Sakin vakumlanmış gibiydi. Ne olduğunu daha net algılayabilmek için bira isteyen kıza suratını çevirirken elinin tersiyle yüzünü sildiğinde bulaşan ruju farkedip kıpkırmızı kesildi. Kızın ağır bir makyajı, şimdiden gözünün takılmasına sebep olan göğüsleri bir de tuhaf küpeleri vardı. Taxi Driver'daki küçük fahişeler gibiydi. Bu daha fena büzüşmesine sebep olmuştu. Jedi mind trick uygulayarak onu başka bir yöne göndermeyi denemek de işe yaramayacaktı galiba. "Konuştuğun ben değildim." Hayır, neden böyle şeyler olurdu?
"Sen yavru ku- beni tanıdığını sanmıyorum o yüzden şuan yaptığımız diyalog çok uygunsuz kaçıyor."
"Hey böyle ürkek olma bakalım sen. Şu şirin surata hiç yakışmıyor." Kız gayet geniş bir tavırla barmenin önüne getirdiği biradan koca bir yudum alarak yeniden Joey'ye dönmüştü. Suratına yerleştirdiği cilveli ifade onu korkutmaya başlıyordu ama bacağını yukarı doğru okşamaya başlayan boyalı tırnaklara sahip bir el daha fena korkutmaya yetmişti.
"Bana şirin deme ve elini oradan çek, bak uyarıyorum!"
Kız güldü ve hiç istifini bozmadı. Tabi bir anda parlayıp parmağını tektidkar bir biçimde kendisine sallayan bir erkeğe gülmekte ne kadar haklı olduğu tartışılabilirdi. Herneyse, sonuç olarak özel bölgesine girilmişti. Bu insanların derdi neydi? Kızların ona asılmasına alışık olmamasının yanı sıra kendisine bir yıl önce asılmış olan insanla mutlu bir ilişkisi vardı zaten. Böyle bir durumda nasıl davranılır bilmiyordu. Gözlerini kızınkilerden kaçırmaya özen gösteriyordu ve bacak arasındaki eli tutup çektiği zaman bu kez vücudunun başka yerlerine kaçıveren parmaklar hissetti. Makyajın altındaki tipin kendisinden küçük olduğunu anlamıştı ama ne kadar? On beş mi? On yedi mi? Büyük gözükmeye çalıştığı için bu yaşta bu kadar makyaj yapmış olmalıydı. Zaten fahişeler ya olduklarından küçük ya da büyük gözükmek için boyanırlardı. Joey bu numarayı da Francie'den öğrenmişti. Nedenini hatırlamak bile istemiyordu. Ortalıkta onca erkek varken ne diye başına gelmişti şimdi bu? Yani Joey sevimliydi tabi ki, hatta çok çekiciydi ve karşıkonulamaz bir cazibesi vardı ama neden şimdi olmak zorundaydı?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Rachel Gibbs
London Central III. Sınıf
London Central III. Sınıf
Rachel Gibbs


Mesaj Sayısı : 91

Take your protein pills and put your helmet on. Empty
MesajKonu: Geri: Take your protein pills and put your helmet on.   Take your protein pills and put your helmet on. Icon_minitimeSalı Şub. 28, 2012 6:05 pm

Rachel itiraf etmeliydi ki istediğinde sahip olamayacağı erkeğin olmadığını düşünüyordu. Ona sorarsanız bir afet olarak tanımlardı kendini. Kaderin tatsız bir şakası sebebiyle Londra'nın düşük mahallelerinin birinde doğmuş, keşfedilemeyecek, ama yine de büyük potansiyel barındıran düşmüş bir yıldız. Baygın bir iki bakış, ufak cilveli hareketler ve küçük utangaç bir gülümsemeyle yapamayacağı şeyin olmadığını düşünürdü. Normal zamanlarda ne istese bu yolla elde edebiliyordu. Babasının '81 model Delorean'ını kaçırıp da ehliyetsiz şekilde yakalandığında, neyse ki çok da prensip insanı olmayan bir polise rastlamış, ceezadan kurtulmuştu. O gecenin sabahında eve zil zurna dönerken -nasıl tek parça kalabildiğini hala bilmiyordu- aynı polise rastlasaydı, ya da bir polise rastlasaydı neler olacağı düşüncesi onu Rusty gıdıklammışçasına güldürmeye yetmişti. Bu sebepten çocuğun -evet, onun gözünde okulundaki birinci sınıflardan farkı yoktu- ani tepkisi onu bir an için şaşırtmıştı. “Sen yavru ku- beni tanıdığını sanmıyorum o yüzden şu an yaptığımız diyalog çok uygunsuz kaçıyor.” Çocuğun tam olarak ne dediğini ayırt edememişti; ancak onu terslediğini anlayabiliyordu. O sırada birasını uzatan barmeni alıcı gözüyle çabucak süzdü. Elinde değildi, aklı böyle çalışıyordu işte. Bira parası karşılanmaması, evsiz, parasız kalması ihtimali göründüğü an zihni kendisini bu durumdan kurtaracak çözümler arıyordu hemen. Bir keresinde Danny okuldan adındaki bir inek Rachel'ın Darwin diye bir adamı haklı çıkardığını söylemişti. Güya Rachel'ın kendi kıçını kurtarmak için yapmayacağı şey yomuş. Çocuk tam olarak bu kelimeleri kullanmamış olsa da işin özü, Rachel'ın anladığı buydu. O gün çocuğa sigara dumanını üfleyip “Şu Darwin denen herif, bir bildiği varmış öyleyse. Selamımı söylersin.” demiş ve sigara almak için birkaç banknot borç bulabileceği birini aramaya başlamıştı.

“Hey böyle ürkek olma bakalım sen. Şu şirin surata hiç yakışmıyor.” Çocuğun hemen terslemesinden hoşlanmamıştı doğrusu. Önündeki bira şişesine genişçe uzanıp kocaman bir yudum aldı. Madem karşılık alamamıştı, çirkince oynayacaktı o zaman. Uzamış ve bakım zamanı hayli geçmiş olan ojeli tırnaklarını hissettiğinden emin olarak çocuğun bacağınauzandı. Ufak ve yuvarlak hareketlerle eli yukarıya doğru tırmanıyordu. Adını bile bilmediği çocuk birden kızıvermişti. “Bana şirin deme ve elini oradan çek, bak uyarıyorum.” Çocuk son derece rahatsız olduğunu belli edecek şekilde elini alıp bacak arasından hızlıca uzaklaştırdığında, Rachel, gülmekten kendisini alamamıştı. “Ne yapacaksın? Anneciğini mi çağırırsın?” Bir üniversite barında ne işi olduğunu kestiremediği çocuk onu eğlendiriyordu cidden. Muhtemelen daha önce hiçbir kızla tensel bir iletişim yaşamamıştı. Eh, yavru kuşun ilki olmak Rachel için gurur verici olurdu. Daha önce de acemilerle yattığı olmuştu, performansları korkunçtu cidden, hele ki sonradan göz yaşlarını tutamamaları. Diğer yandan bunun kendisine verdiği tatmin, o sululukların yarattığı rahatsızlıktan daha fazla olurdu genelde. İşi biraz daha kızıştırmaya karar verip bar taburesinden tek bir hareketle indi ve elini bir başka taburede oturan çocuğun beline uzatıp yavaşça pantolonundan aşağı doğru saldı. Başka türlü oynamak gerekiyordu demek ki. “Adın ne demiştin,” boyalı saçları çocuğun yüzünü gıdıklayacak biçimde kulağına eğildi ve “yavru kuş?” diye fısıldadı. Çocuk aniden arkasını dönüp onu kendisinden uzaklaştırmıştı. “S-seni hiç ilgile- sana ne?” Tamam, eğlenmiş, gülmüş, can sıkınıtısını dağıtmıştı; ama artık bu iş sinir bozucu bir hal almaya başlıyordu. Çocuğun ani hareketi Rachel'ı biraz sarsmıştı. Bu tarz hareketleri yanlış algılamaya son derece müsait olan Rachel, 'itilip kakılmaktan' hiç hoşlanmazdı. “Sen kim oluyorsun be?” dedi yüksek sesle. “Beni istediğn gibi kullanabileceğini mi sandın hain şey?” dedi daha sonra sesini daha da yükselterek. Tüm barın bunu duyduğundan emin olmak istiyordu.

Daha evvel çok kez yalanlar söyleyip sahte olaylarla milleti kandırdığından bir nevi profesyonel olmuştu bu konuda. Sesini daha da yükselterek ve aşırı bir drama katarak haykırdı. “Sana verdiğim onca emekten sonra mı? Ha? Bana teşekkürün bu mu?” İşte şimdi çocuk histerik bir hal almıştı. Ne söyleyeceğini bilemeyerek ağzında bir şeyler geveliyor, el kol hareketleri yapıyordu. Onun ağlayabileceğini bile düşündü Rachel. Sonra elleriyle çocuğun yüzünü avuçları içine alıp birden dudaklarını onunkilere kuvvetlice bastırdı. Çocuk artık şaşkınlıktan hareket etmeyi bile kesmişti. Bir çift vantuza benzeyen dudaklarını onunkilerden ayırdığından fısıldadı. “İstediğimi yapacaksın, yoksa daha da çirkinleşebilirim.” “Ne? Hayır!” Çocuğun cevabı net olsa da Raceh hayırı cevap olarak kabul eden bir yapıda değildi. Neyse ki çocuk Rachel'ın zaman zaman bir sürtüğe dönüşebildiğini bilmiyordu. Eline her geçen fırsatta bu kozunu kullanan kız, kurbanı oynamayı çok severdi. Tekrar az evvelki dramatik hale dönüp “Seni seviyoruz işte, anlasana piç! Ben ve karnımdaki bebeğim. Seni seviyoruz.” O anda birçok şey oldu. Çocuk elini ağzına bastırıp daha sakin bir yere çekiştirmeye başladı. Bunun nereye varacağını bilen Rachel çok da karşı koymadı, sahte bir çabalamayla kurtulmaya çalışıyor gibi görünse de. En sonunda tuvaletlere açılan koridorda duvara yaslandığında “Ne yapmaya çalışıyorsun sen?” diyen çocuğa gülümsedi ve “Nasıldım ama?” dedi. Akabinde yaslandığı duvardan kalkıp bu kez kendisi çocuğu çekiştirmeye başladı kadınlar tuvaletine doğru. İçeri girer girmez kuvvetlice delikanlının vücudunu bir duvara yasladı ve elleriyle pantolonunun fermuarını aramaya başladı. El çabukluğu ve irice vücudunun şaşkın bir yeniyetme karşısındaki üstünlüğünü kullanarak başarıyordu hakim olmayı. Fermuarın sesini duyduktan sonra pantolonu aşağı doğru sıyırırken kapının açılma sesini duydu ve sol elinin orta parmağını kapıya yönelterek, öksürme sesi çıkaran kadına “Özel bi' şey yapıyoruz burada değil mi? Siktir hadi.” dedi. Bir an sonra saç diplerinde göz yaşartıcı bir acı hissedecekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Take your protein pills and put your helmet on.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: s c h o o l i n g :: The University of London-
Buraya geçin: