London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 How is your life today?

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

How is your life today? Empty
MesajKonu: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimeÇarş. Şub. 29, 2012 8:20 pm

How is your life today? IStPwjKhgfsV6

Alex Mclain & Clementine crandal








En son Alex Mclain tarafından Ptsi Nis. 09, 2012 6:23 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

How is your life today? Empty
MesajKonu: Geri: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimeSalı Mart 06, 2012 6:38 pm

Hayatı aynı boşlukta gezip denizi ve okyanusları doldurmaktan ibaretti. Öyle ki binlerce yılı birkaç saniyede yaşamak gibi net bir anıyla biliyordu bunu. İçinde biliyordu. Olduğu yeri garipsemeden biliyordu. Etrafında neyin niye olduğunu bilecek kadar biliyordu. 'Bunu yaparsan yağamazsın' dedi karşısındaki, bütün o su damlalarının ışığında öyle mükemmeldi ki 'öfkeyle hareket ediyorsun' Gözleri teninden de su damlası, ıslak kirpikleri kıpırdadı bakarken. 'Sen,' dedi vurgulayarak 'sen öfkeyle davrandın, şimdi de bahane buluyorsun. Engellemeye çalışıyorsun.' 'Bunu yapamayacak kadar korkaksın,' dedi bütün suyun mükemmelliğini üstünde toplamış kızı sönük bırakan adam, 'bana zarar verdin, şimdi de kendine yapıyorsun. Bana kızgınsın çünkü. İntikam alabilmek için yapıyorsun. Bana daha çok acı verebilmek için yapıyorsun. Saf kötülükle dolusun, suyun kirli tarafısın. Benden parçalar çalıyorsun.' Hah sesi yayıldı kızın hücrelerinden yükselerek suya, konuşamayacağından verdiği tepkiydi bu. Oysa kendisini oluşturanlardan daha çok su taşıyordu o an gözleri. Her bir molekülü ağlıyordu. 'Korkaksın,' dedi adam devam ederek, etrafındaki su titriyordu öfkesinden, 'bensiz bir şey yapamıyorsun, tek derdin bana zarar verdiğini görmek.' Yüzündeki su bir dağılıp bir birleşerek göz yaşlarını oluşturuyordu. 'Seni görmek istemiyorum bir daha,' dedi adam. 'madem bu bencilliğin devam edecek, istemiyorum.' Hızla uzaklaşıyordu, suya kendi suyunu karıştırarak. Giderken tekrar konuştu. 'Kötüsün. Ve bunu yaptığında tekrar yağamayacaksın. Bir daha beni göremeyeceksin.' 'Alex.' diye mırıldandı arkasından, dönen olmadı. Üzüntü ve acıyla yükseldi hızla. Acı çekiyordu. Acısıyla daha hızlı yükseliyor, aklına geldikçe daha çok acı çekiyor ve daha hızlı yükseliyordu. Alex'in acısı tenini yakarken cildi ısındı. Önce öfkeden etrafının kaynadığını sandıysa da ısınıyordu. Buharlaşıyordu. Suyun güvenli kısmında Alex nefretle ona bakıyordu. Buharlaşıyordu. Bütün ışık etrafını çevrelemiş, kendisi baştan başa ışık ve her bir damlası parçalanırken, buharlaşıyordu. Alex ise arkasında suyun tamamı olmuş, hala nefretle bakıyordu.
Hızla yattığı yerden kalktı inleyerek. "Clem? İyi misin? Saat kaç?" Yanındaki örtülerin altından turuncu bir kütle kalktı. Son bir buçuk haftadır Nanna'nın da uyku düzeninin ağzına sıçtığını bilerek kafasını çevirip saate bakınca parlak renkte rakamlar gözünü aldı."Beşi çeyrek geçiyor" dedi sorunun yanıtı için. Yatağa girmelerinin üstünden anca birkaç kısa saat geçtiğini fark etti. Göğsü hala aldığı derin nefeslerle inip kalkıyordu. "Ağlamışsın." dedi yerinde doğrulan Nanna sakince ona sarılarak. Nanna İngiltere'ye geldiğinden beri en yakın arkadaşı, ve son on gündür de neredeyse annesiydi. "Kabus gördüm." dedi mırıldanarak, son günlerde sürekli kemirdiği dudağı yeni bir diş geçirmeye isyan edip sızladı. Nanna'nın parmakları saçında dolaşırken nefesi sakinleşti, son günlerde acıyan gözlerinin yanması durdu ve kendini yine daha sakin hissedene kadar konuşmadan oturdular. Nanna son günlerde Clem'in bütün neşesini sömürmesine ses çıkarmamış ve onu neşelendirmek için fazladan enerji harcıyor, kızın bütün ilgi ihtiyacını karşılamış, neredeyse bütün boş zamanlarını Clem'in yanında geçiriyor, sadece daha sakin uyuyabilsin diye yanında yatıp kız uyuyana kadar şarkılar mırıldanıp saçını okşuyor ve böylece kendisi zaten Clem'in kabuslarıyla çalınan uykusundan daha da fedakarlık ediyorken hala şikayet etmeden yanında kalmasına izin veriyordu. Clem ise ilk günden beri pansiyonda sıcak karşılanmanın verdiği rahatlıkla iyice kendini salmış, bütün acısını ve üzüntüsünü dışarı kusuyordu. Saçlarında dolaşan parmakların sahibi onu daha koruyucu biçimde sarıp geri yatırırken ses çıkarmadı. "Uyuyabilecek misin tekrar? İstersen oturu-" Hayır dercesine başını sallayıp yattığı yerde Nanna'ya doğru sokuldu, aralarında fark yaratacak boy kilo değişikliği olmasa da Clem doğuştan kedi, istediği zaman dörde katlanabiliyordu. Kendisini çevreleyen sıcaklığın içinden vanilya dolu nefesler alarak bir süre öylece durdu ve en sonunda Nanna'nın onu seven parmaklarının sakinleştiriciliği sayesinde uyuyakaldı. Uyumadan öncesine dair hatırlayabildiği son düşüncesi herkese ve her şeye olan güvenini kaybetmişken onu bu şekilde koruyup kollayan kıza nasıl teşekkür edebileceğiydi...
Uyandığında güneş ışığı kalın perdelerin arasından sızmış yüzüne vuruyorken Nanna'nın yerinde bir kağıt, sevgili arkadaşının işe gitmesi gerektiğini, en kısa zamanda döneceğini ve kendine dikkat etmesini söylüyorken yerinde doğrulup saate baktı. Oda hala Nanna gibi sakinleştirici kokuyordu. Vanilyalı, sıcak. Öğleni çoktan geçmiş, bu nedenle günün yarısını da yatakta harcamış ama Nanna sayesinde yeni bir kabusla aynı gece ikinci defa uyanmamışken mırıldanarak kalktı ve köşedeki küçük dolaba ilerleyerek arkadaşının iç çamaşırlarından aldı. Bu da ayrı bir şeydi, Clem gecenin köründe evden ayrıldıktan sonra eline aldığı çantaya bakmamış, içinden bir sürü alakasız kıyafet çıkmasına rağmen bir tane bile çamaşır çıkmadığından Nanna'dan giyiniyordu. Gerçi eve arada uğruyor ve bir iki eşyasını kaybolduklarını fark ettirmeyecek şekilde gizlice pansiyona taşıyordu ama olsundu. Her ne kadar Alex'in iç çamaşırı çekmecesini kurcalayacağına ihtimal vermese de, ilk gidişinde eşyalarına dokunulmamış bulmasına da şaşırmıştı Alex'in tepkisinden sonra atmış olması ihtimalini bile düşünmüştü çünkü. Bununla karşılaşsa yıkılırdı belki, belki son ümidi de yok olurdu, ama en azından yaşadığının gerçekliği bir kere daha yüzüne çarpmış olurdu. Ama hepsi yerli yerinde duruyordu, Alex'in onu kovduğu gecenin öncesinde nasıl bıraktıysa öyle. Bu yüzden de risk almak istemiyordu. Alex çekmecelerini kurcalamasa da ani boşlukları fark edebilirdi. Eve girdiğini bilmesini istemiyordu, ya da bunun sonuçlarını düşünmek istemiyordu. Bu yüzden toptan taşınamıyordu da. Eşyaları atılacaksa Alex atmalıydı, Clem bütün halinde onları evden çıkaramazdı.
Üstünü değiştirdikten sonra yüzündeki şişlikler inene kadar soğuk suyu yüzüne çarptı. Bu yeni bir alışkanlık, sıradanlıktı hayatında. Uykusu kabuslarla bölünüyor, ağlıyor, Nanna tarafından yeniden uyutuluyor ve günün yarısında uyanıyordu. İşi bitince minik pansiyonun merdivenlerinden aşağıya, ortak kullanılan salonu ve mutfağı birbirine bağlayan ve kaldıkları yeri biraz daha ev haline getiren yere indi. "İşte günışığım! Günaydın Clemence." Yaşlı ve hatta alzheimerlı tarih öğretmeni Hoppkins minik televizyonun karşısında otururken merdivenlerden inen kızı görmüş bastonuna dayalı ellerinden birini kaldırıp kıza doğru açmıştı. "Bertha!" dedi çın çın bir sesle, "Sevgili karıma kahvaltı hazırla." İçeriden başını uzatan pansiyon sahibi toplu, sevimli kadın gülerek konuştu. "Gel, Clementine. Bizimki yine seni karıştırıyor. Ne yersin, ne hazırlayayım sana?" Bertha bu küçük pansiyonun sahibi, yaşlı Hoppkins'in de torunu, kırklarının sonunda sevimli bir kadındı. Ailesinden kalan bu küçük pansiyonla hayatını devam ettiriyor, bünyesinde kalan sayılı insan topluluğuna da kendisini evlerinde hissettiriyordu. Ucuz ve pek çok lüks hayata kapılmış insanın burun kıvıracağı bir yerde bulunan pansiyon, Clem'in yeni evi halini almıştı. "Bir şey istemiyorum Bertha, akşam olmuş neredeyse, çıkmam lazım. Dışarıda atıştırırım." Yaşlı Hoppkins hala eski karısını anarak konuşup duruyordu, dinlenilmediğinin farkında bile değildi. Genelde böyleydi, bir şey anlatırken kendini kaptırırsa dinlenilmediğini fark edemiyordu. "Gün geçtikçe gençleşiyorsun Clemence. Saçlarını mı boyattın yine sen?" Gülümseyerek yaşlı adamla bir iki çift laf ettikten sonra Bertha'ya çıktığını belirtip Nanna gelmeden döneceğini ama sorarsa kendisini merak etmemesini rica ettikten sonra pansiyondan ayrıldı.
Günlerdir telefon kullanmıyor, Alex'in aramadığını görmeye dayanamayacağını biliyorken ister istemez onu görme ihtimalini çoğaltan bir yere, Ronnie's Scott'a doğru yürüdü. Bilindik yollardan geçerken kendi düşüncelerinin üstüne basıyor, kendi yaralarını hatırlatmasın diye adımlarını sayıyordu. Eskisinden daha özensizdi, saçları bile acısını paylaşırcasına yıpranmıştı. Gördüğü her canlıya, on adımdan uzun süre peşinden gelen her insana fazladan tepki verir hale geldiğinin farkında olmak onu iyice ürkekleştirirken adımları Ronnie's Scott'ı geçerek ileride, daha sakin ama aynı ölçüde güvenilir olan bara doğru taşıdı vücudunu. Elinde olsa pansiyondan çıkmayacaktı. Kedileri görmek haricinde hiç çıkmayabilirdi de. Ama yeni işinden bu kadar anlayış beklemek onu rahatsız etmeye başlamıştı. En azından gidip canlı olarak izin almayı denemeliydi. Ya da belki Nanna'yı dinlemeli yeniden insan içine çıkma fikrini kabullenmeliydi. Ne kadar öyle hissetse de Alex'i kaybedince hayatı bitmemişti, böyle düşünüyordu Nanna. Bu yüzden atlatabileceğini, kendisine destek olacağını, arada dışarı çıkmasının ona iyi geleceğini söylüyordu sakince, ve iyiliğini istediğini anlatmaya çalışarak, Clem'in son günlerdeki haline kıyasla daha normal olduğu zamanlarda."Clem?" Kapıdan girdiği anda sorarcasına yükselen sesin sahibi yanına gelince hafifçe gülümsedi. Eski gülümsemesinden uzak, ama konuşmaktan bile soğumuş biri için en basit selamlama şekliydi. Ve ne kadar eskisine benzemese de, Clem'e dair bir şeydi. "N'aber Jim?" Gerçek adıyla Daniel, ama büyük Morrison hayranlığı nedeniyle herkese kendini James ya da Jim olarak tanıtan uzun boylu çocuk hafifçe sarıldı ona. Bu temasla kasıldığını belli etmemek için dümdüz durdu olduğu yerde. Alex'ten sonra herhangi bir insanın yakınlığı, ki herhangi insan listesinde sadece Nanna yoktu, rahatsız ediyordu onu. Herkese potansiyel kötü, yaralayıcı, yırtıcı gibi davranmaya başlamıştı. Biri dokununca irkiliyor, normal davranamıyordu. Bu evden ayrıldıktan sonra olmuştu. İlk gece, Nanna onu teselli etmeye çalışırken. Ona kendini anlatmaya bile korkmuştu. Neler olduğunu. Alex her şeyini biliyordu ve bunu yapmıştı, başkasına nasıl güvenebilirdi ki? Sonrasında Nanna en azından kendisine dokunduğunda irkilmemesini sağlamayı başarmış olsa da, birkaç gün pansiyondan çıkmamanın getirisiyle diğer insanlara karşı hala korkaktı. Yine de Jim bunu fark etmemişti, çünkü fazladan ilgili, küçük kardeşiyle konuşur gibi davranıyorken bir şey anlamamıştı. "Beni siktir et, seni sormak lazım asıl, haline bak. Küçülmüşsün iyice. Bok gibi görünüyorsun." Jim eliyle Clem'in görünüşünü kapsayan geniş bir yuvarlak çizdi havada, oysa gerek yoktu. Yanıt beklemeyen çocuk kocaman elleriyle omuzlarından itince yeniden korkuyla irkildi, ama yüksek bar taburelerinden birine oturtulup karşısına bira sürülünce sesini çıkarmadı. Alkol iyiydi. En azından gergin durmaktan sızlayan kasları için iyiydi. "Öyleyim." demeyi tercih etti kısa bir açıklama olarak. Öyleydi, bunu onu yeni tanıyan biri bile görebiliyorsa inkar edecek değildi, zaten öyle bir çabası da yoktu.
Karşısındaki çocuk kendisinden üç yaş kadar büyüktü, bu barın daimi barmeniydi ve Clem'i kısa süredir tanımasına rağmen biraz da Alrick'in etkisiyle fazladan sahiplenmişti. Yeni evi ve kiraları ve faturaları kapsayan gelecek planı çalışmasını gerektirince Alrick'e yakınmış, o da Ronnie's Scott'ı önermişti. Ancak Clem Alex'in etrafında dolaşıyor gibi görünmek istemediğinden ve Ronnie's Scott'ın zaten yeni bir çalışana ihtiyacı yokken orada çalışmayı sadece Alrick yardım ettiği için kabul edecek değildi. Alrick de onaylanmayınca kızı birkaç adım ötesindeki bara yerleştirmişti. Çarşamba ve perşembe geceleri on birden üçe kadar, cuma geceleriyse birden sabah altıya kadar barda çalışıyordu. Gerçi ne bir evi ne de ödenecek fatura sorunu vardı artık ama bunu düşünmek bile gözlerini doldurduğundan bu konuyae odaklanmamaya çalıştı. "Alrick beni her görüşünde seni soruyor, telefonunu açmıyormuşsun." Jim'in sesiyle başını kaldırdı, biradan bir yudum aldıktan sonra da başını salladı onaylamak için. Anladım demenin kısa yoluydu, Alrick'e yapması gereken açıklama gün geçtikçe uzuyordu, bu yüzden biraz daha ertelese sorun olmayacaktı. "Adam da geldi dün." Hafifçe başını yana eğip Adam'dan bahseden ve Adam'ın köpeğinin adını başka nedenlerden dolayı kendi adı olarak seçen Jim'in yüzünü inceledi. Adam'la Jim'in tanıştığını bile unutmuştu. Alrick onu barla tanıştırmak için götürdüğünde Adam vardı yanında. Clem Alrick ve barın patronuyla konuşuyorken onu izlemiş, barda oturup içki içmiş, Jim'le muhabbet etmişti."Gelip gelmediğini sordu. İzinli olduğunu söyledim." Tekrar bir yudum aldı, bu seferki sıvı olamayacak sert ve yutulamayacak kadar büyük gelmişti. "Endişeli görünüyordu." diye bitirdi cümlesini Jim ve Clem'in içinde Alex'in yaşattığı üzüntünün yanında daha farklı, daha başka nedenlerden doğan bir acı belirip zaten var olan üzüntüsünü arttırdı.
Adam'ı evden ayrıldığı günden beri görmemişti. Bütün geceyi sokakta dolaşarak ve en sonunda Nanna'ya rastlayarak harcadıktan sonra ertesi gün dışarı çıkmamış, kapattığı telefonunu açmamış ve Nanna'yı da üzeceğini bilmenin verdiği pişmanlığa rağmen durmadan ağlamıştı. Ertesi gün, biraz da Nanna'nın burada kalacaksın elbette diyen tavrından güç alarak Adam'ı arayıp onunla ilgili bir sorun olmadığını ancak Alex'le büyük bir kavga ettiklerini, evden ayrıldığını, bir süre ortada olmayacağını ve kendisini merak etmemesini söylemişti. Adam ise önce yanına gelmek istediğini, onu merak edeceğini söylemiş, ama Clem'in üzüntüsünü az çok farkedince ayrı bir sabırla ve verdiği değerin belirtisiyle ihtiyaç duyduğu anda yanına geleceğini açıkça belirtmiş, onu düşünüp üzülmemesini söylemiş, iyi olmaya çalışmasını istemişti. Tavrı öyle sevimli, öyle içtendi ki Clem teşekkür etmiş, her şeyden önce onun arkadaşlığına değer verdiğini ancak o durumda ona yardım edemeyeceğini ama iyi olmaya çalışacağını belirtmiş ve telefonu kapatırken dayanamayıp birden onu sevdiğini söyleyivermişti. Daha sonra da pişmanlık yaşayıp acı çekmişti bunu yaptığı için, Alex haklıydıysa eğer Adam'ı da kendisiyle yok edecekti. Gerçi söylediği yalan değildi, Adam'ı seviyordu, ya da gerçekten çok değer veriyordu, fark etmezdi o an için. Tek sorun Alex'i daha çok seviyordu ve Alex tek bir cümlesiyle bile Adam'ın verebileceği ya da tamir edebileceği hasarın binlerce katını kendisine vermişti. Bu yüzden bir süre birine yaklaşabileceğini düşünemiyordu. İnsanları genel olarak sevmediğini fark etmişti. Onlara güvenmediğini, ve korktuğunu, ve yalnız kalmak istediğini, ve bir sürü şeyi... Ve bunu bile bile Adam'a ümit vermiş olmak, bir sevgi cümlesi kurmuş olmak, ancak çocuğu bir daha görüp göremeyeceğini bile bilmiyor olmak iyice kötü hissettirmişti. Alex haklı olabilirdi ve bu düşünce Clem'i kemiriyordu.
Onun dalgınlığını fark eden Jim kızın gözüne düşen bir parça saçı iterken konuştu. "İstiyorsan bu gece de gelme? Dinlenmeye ihtiyacın varmış gibi görünüyorsun." Dinleniyordu, on gündür dinleniyordu, ama bu dinlenmekle geçebilecek bir şey değildi. Hatta belki bütün dinlenme tavsiyelerini boş verip insan içine karışmalı ve yeniden korkmadan arkadaş edinmeyi denemeliydi."Bensiz idare edebilecek misin?" diye sordu mırıldanarak, sesi oldukça cılız çıksa da aptal olmayan herkes ümitli olan tonu yakalayabilirdi aradan. Jim de yakalamış, gülerek cevap verdi. "Merak etme, Lily geliyor. Fazladan vakit geçirebildiğimiz için de memnun." Lillian, Jim'in sevgilisi, anladığı kadarıyla son günlerde boşluğunu doldurup kovulmasına engel olmuştu. Minnettarlıkla gülümsedi. "Alrick'e seni gördüğümü söyleyeyim mi?" Sorunun içinde gizli bir 'ya da Adam'a?' iması olduğunu biliyordu. "Biraz daha toparlanınca görmeye giderim." Gerek yok anlamını taşıyan ve tekil görünüp çoğulu kast eden cümlesini kurduktan sonra sıkıntıyla başını dışarıya çevirince geldiği yönün tersinden gelen ve bütün cam önünden geçip giderken için yakan yüzü gördü; Alex'i.
"Ben kalkıyorum Jim." dedi tabureden atlayarak. Jim yanına gelip yeniden sarılınca karşılık olarak gülümsedi. Hala insanların yakınlığından rahatsız oluyor, ama bunu dile getiremiyordu. "İyi dinlen Clem, yemek ye biraz, uyu falan.Ne gerekiyorsa işte. Umarım yakında dönersin." Bir umarım mırıldanıp çantasını alarak bardan çıktı ve ilerleyen iki bedene baktı kısık gözlerle. Biri Alex'ti, o olduğuna emindi. Rüyalarında, ya da kabuslarında gördüğünden daha canlı, biraz değişmiş ama hala aynı derecede mükemmel ve rüyada olduğundan daha fazla acı veren bir görüntüyle geçip gitmişti onu fark etmeden. Diğeri Alex'in yanında oldukça kısa, kıvırcık saçları olan ufak tefek bir kızdı ve bir şeyler anlatıyor gibi Alex'e dönük yürüyordu, Alex'in dikkatinin onda olup olmadığını bile umursamıyormuş gibi rahattı. Bu saatte nereye gidiyor olabileceklerini umursamadı. Kızın varlığını da sorgulamadı. İki gündür kedilerini görmemişti, onlara gitmesinin kendisine iyi geleceğini düşündü. En son evden ayrıldığından beri Alex'in olmadığı zamanlarda eve gizlice girmek haricinde dışarı çıkmamıştı. Son günlerde üzüntüsünün yanında Alex'in eksikliği iyice kendisini hissettirdiğinden dışarı çıkmak istememişti. Bugünse şanslı olduğunu gösterir gibi Alex'in evden çıktığını o uğraşmadan açığa çıkarmıştı. Genelde apartmanın girişini gören ama görülmeyeceğine garanti sağlayan yerlerde kuytu köşe bir masada oturup beklerdi. Alex çıkana kadar. Çıkmazsa birkaç saatlik beklemenin ardından Nanna yaptığını fark etmeden geri dönerdi ama yine de kendisini iyi hissettiği zamanlarda yapıyordu bunu. Ama bugün Jim'i görmek ve işten bir iki gün daha izin almak için çıkmıştı ve çevresindeki her şey ona Alex'in evde olmadığını göstermek için çabalamıştı neredeyse. Bu hediyeyi geri çevirmeyecekti. O kadar aptal değildi...
Alex ve yanındaki kız köşeyi dönene kadar barın kapısında bekleyip onların gidişini izledi, işe gidiyor olması ihtimali makul gelmemişti gözüne, başka bir iş bulmadıysa tabii. Alex'in son günlerde neler yapabileceğini kestiremiyordu. Alex köşede kaybolup nefesleri daha az acı verici, daha düzenli bir hal alınca ters yöne doğru son günlerde yaptığı en uzun yürüyüşe hazırlandı. Alex'in nereye gideceğini bilmediği için, ne kadar zamanı olduğunu da bilmiyordu. Mümkün olabildiğince hızlı yürüyordu, bacaklarını isyan ettirecek kadar hızlı. Son günlerde yatmaya, hasta gibi davranmaya alışmış vücudu nadiren dışarı çıkıyor, onlarda da Alex evden çıkana kadar dinleniyorken şimdi bütün bu harekete isyan ediyordu. Ruhu kadar bedenini de hasta olduğuna ikna ettiğini fark edince durup dinleniyor, sonra yine hızla devam ediyordu. Bu yolculuk monotonluğu eve kadar sürdü. Durup bir yere dayanarak dinleniyor, Alex'i düşüncelerine hareketlerine ve nefes alışına engel olmaması için aklına getirmiyor, kedileri düşünüp tekrar hızlanıyordu. Ne kadar çabuk yorulduğunu fark etmek Alex'ten sonra ne kadar değiştiğini bir kere daha yüzüne vurunca dinlenmeyi bıraktı. Kediler, kediler, kediler diye tekrarlayıp duruyordu.
"Ben geldim!" deyişi boş evde çınladı, katlarca merdivenin üstüne nefes nefese kalmış sesi ona koşan ve evin sessizliğinde net biçimde duyulan minik patırtılarla ödüllendirilince istemsizce güldü. Eskiye dair elinde kalan birkaç küçük şeyden biri kedilerine verdiği tepkiydi. Votka aynıydı özellikle, eskisi gibiydi. Hala onu sevgiyle karşılıyordu. Votka hep daha korumacı, daha kediden çok evde olmadığında Alex'in yerini doldurur gibiydi. Severken ya da sevilirken bile asil bir kediydi. Vişne'yse Clem'in gidişinden sonra onu her görüşünü değerlendirmek ister gibi davranmaya başlamıştı. İlk gelişinde sürekli yakında, orada olduğunu hissetmek ister gibi ayağa kalktığı her anda yürümesine engel olmuştu. Kapıyı ardından kapatınca daha fazla ilerlemek istemediğini fark edip girişe çöktü ve tam o anda ona koşan iki tüy yumağı kedi, çocukları, kucağına atladılar. "Beni özlemişsiniz." dedi gözleri de sesi de nadir mutluluklarından biri nedeniyle dolu dolu. Son zamanlarda eski haline en yakın olduğu zamandı bu. Sesi de, bakışları da, gülümsemesi de içten, eskisi gibi denebilecek kadar Clem'e aitti. Yanıt olarak çıkarılan mırıltılar bu eve gelişlerini, Alex'in olmayışını, bir daha olmayacak oluşunu ve kendi evine gizlice girdiği gerçeğini biraz daha katlanılabilir hale getiriyordu.
Dakikalarca yerde oturdu. Kedilerin mırıltıları gücünü yeniden kazandırana kadar elinin altındaki sıcaklığın tadını çıkardı. Kedi ihtiyacını depolamak gibiydi, her saniyeyi bine bölüp kaydediyordu zihnine. Ayrılırken yanında kedilerle ilgili götürebileceği tek şey buydu çünkü. Alex'le birlikte hayatında çok önemli iki parçayı daha kaybetmiş gibi hissediyor ve oları görebilmek için çabalıyordu. Nanna'ya kalsa kedileri almak konusunda oldukça ateşli savaş önerileri vardı ama Clem onları evlerinden, Alex'ten ayırmak istemiyordu. Alex kediler için iyiydi. Kediler de Alex için iyiydiler. Alex'in eski hayatını, normal parçasını şimdiki haline bağlıyorlardı. Evde kedilerinin olduğunu bilmese geri dönmeyecek, orada burada sabahlayacak ve komaya girmenin eşiğinde yaşayacaktı. Kediler iyiydi, Alex için iyiydiler. Onları birbirlerinden sökecek kadar acımasız olamıyordu. Kendisi bir şekilde onları görmeye devam edebiliyordu işte. Üstelik Nanna da vardı. Ama Alex'in huysuz halleri de kişiliğiyle birlikte tümden değişmediyse ona katlanacak birini bulmanın zor olduğunu biliyordu. "Durun bakalım," dedi kedilere eğilmiş başını hafifçe kaldırarak, "su içmem gerek." Yerinden kalkınca kediler de kendisiyle birlikte mutfağa yöneldiler. Evin içinde dolaşmak hala canını yakıyordu, bu yüzden etrafa bakmamaya çalıştı. Bütün odağı ayağına sürten kedilere yöneltilmiş biçimde ilerliyordu. İkisi de eskisinden daha huysuz karışırlarken adımlarına, tekleyen adımlarla yavaş yavaş mutfağa ulaşınca da bu tavrını sürdürmeye çalıştı. Oysa bakmak istediği çok şey vardı. Mesela küçük ilaç dolabı, Alex'in sağlığı hakkında ona bilgi verebilirdi. Ya da buzluktaki dondurmaların sayısı nasıl olduğunu gösterebilirdi. Ya da içki dolabı... Bakabileceği çok şey vardı, her biri merakını didiklerken maviler gözyaşlarını iki adımla teğet geçti ve bütün düşünceleri gözleriyle birlikte sızladı. Hareketlerini mutfak dolabıyla sınırlandırdı ve kendine söz geçirmeye çalıştı. Alex'i merak etmek ona sadece zarar veriyordu. Son zamanlarda Alex tamamen ona zarar veriyordu. Düşüncesi, anıları, görüntüsü... Her biri keskin, yıkıcı ve ölçülemeyecek depremler yaratıyordu içinde. Mutfaktan çıkacak, kapının önünde oturacak, kedilerle özlem gidermeyi deneyecek ve sonra hızlı davranıp Alex'e yakalanmadan çıkıp gidecekti. Ne zaman döneceğini bilmediğinden riske girmek istemiyordu, en fazla bir saati burada geçirebilirdi. Alex'in evden çıkıp dönmesi genelde daha uzun zaman alıyordu ama bu sefer ne için çıktığını bilmediğinden karar veremiyordu. Evin içinde olmak ona zarar veriyordu. Kediler iyi, evde dolaşmak kötüydü. O yüzden suyunu içip mutfaktan çıkacak kapının önü- "A-Alex?" Arkasını dönmesiyle birlikte elindeki bardak düştü, oysa o an daha çok ihtiyacı vardı suya.
İçinde acıtan bir şeyler vardı. Sanki kaburgaları kırıkmış da içine batıyormuş gibi. Nefesi kesilmiş, elleri titremeye başlamıştı. Düşen bardağı bile eğilip almadı. Kasılıp kalmış, içine yağan bir sürü kötü anının etkisiyle öylece duruyordu. Korkuyla geri çekildi, neden korktuğunu bile bilmeden. Aslında kızmasından korkuyordu, tekrar kovulmaktan, istenmediğini duymaktan korkuyordu. Alex'in kalan parçalarını daha küçük parçalara ayırmasından korkuyordu. Alex'in ona yeniden nefretle baktığını görmekten korkuyordu. Eve girdiğini anlamasından, hatta belki de anahtarını istemesinden bile korkuyor olabilirdi. Korkuyordu, ama tek ve düzgün bir neden söyleyemiyordu. Alex konuşmayınca gerginliği arttı ve bir adım daha geriledi. Titreyen elleri tutunacak yer bulamayınca bedeninde sabitlendi. "Ben- şey, kıyafet- eşya- kediler, ben- Eve girmek is- yani geri dönmeye zorlamak için değil, kızar- özür dilerim ve- ve-" Sesi de geri çekilişini desteklercesine korkulu, bir cümleyi bile tamamlayamaz haldeyken Alex konuşmuyordu. Ses çıkarmıyordu, herhangi bir duygu belirtisi bile gösterdiğini söyleyemezdi o an. Kafasının içinde bir ses, iyi olan değil de öteki yeniden konuşmaya başlamıştı. Onu umursamadığını, Alex'in normalde onun bu haline dayanamayacağını ama şu anda karşısında sakin durduğunu söylüyordu. Kendi Alex'inin onu bu halde görmekten bile acı çekeceğini ve buna neden olan kişi kendisi olsa kendisinden bile nefret edeceğini bilip bilmediğini sorguluyordu. Refleks olarak kemirdiği dudağı beyninden çok dişlerine isyan edince uyanır gibi gözlerini kırptı. O sesi bastırabilecek tek sesin kendisi olduğunu fark edince de yeniden konuştu. "Galiba gitsem iyi olacak." dedi uyuşmuşlukla, Alex'i görmek içine işliyordu. Nefes almayı unutmadan önce çıkması gerekiyordu. Gitmesi istenmeden önce. Tekrar çok üzülmeden önce.
Alex değişmişti. Çok değişmese de Clem için büyük değişiklikti. On gün için fazla değişiklikti. Alex'in hayatında kaçırdığı parçalar olduğunu, Alex'le artık aynı çizgide devam eden hayatı paylaşmadıklarını kabullenmesini sağlamak istercesine olmuş bir değişiklikti. Uzayan saçlarına, incelen yüzüne baktı Alex'in. İçinden gelen ağlama isteğini de, uzanıp dokunma isteğini de bastırıp korkak bir adım attı az önceki adımlarının yerine, ileriye doğru. Kaçmak isteyerek, ama sadece gitme eylemini gerçekleştirmek için atılmış bir adımdı. Yüzüne bakmasıyla bile acı çektiren adamın sesi içine saplandığında, odaya yayıldığında ve günler sonra kafasının içinde değil de gerçekten duyduğunda devam edemedi. "Gidiyor musun?" Dudaklarını dişlerine geçirdi. Alex'in kabuslarından daha canlı ancak aynı kabuslarındaki gibi mesafeli oluşu canını dudağının acısından daha fazla yakıyordu. Derin bir nefes alıp güçlü olmaya çalıştı. İçinde Poseidon tarafından yaratılmış fırtınalar vardı oysa. "Gidemiyorum, önümde duruyorsun." Alex söylenenden haberdar değilmiş gibi bir ifadeyle baktı yüzüne. Özenle konuşmaktan kaçınır gibi bir hali vardı ve bu Clem'in cümleleriyle birlikte balkondan atlamak istemesine neden oluyordu. "Gidecek misin?" dedi Alex. İfadelerini adlandıramamak içini acıtıyordu. Çığlıklardan gülümseme yaratmaya çalışırcasına bir ifade aldı, ama gülmekten çok acı çekiyor gibi göründüğünü düşünürdü kendisini görse. Nefes alışı saatlerce koşmuş gibi kesik, gözleri her an ağlayabilecekmiş gibi parlıyorken titreyen ellerini karnında sabitleyip başını hafifçe eğdi. "Çekilirsen." Evet, çekilirse gidecekti. Zorlanmayı, acı çekmeyi, gitmek istememeyi kapsayan bir açıklama yapabilirdi, ama bir işe yarayacağını düşünmüyordu, sonunda gidecekti. Önemli olan kısım oydu. İçinde gitmek istemeyen benliğine karşı savaş verip kaçmadığını sadece gitmek zorunda kaldığını kabullenmeye çalışarak gidecekti. Kovulmaktan korkup kaçtığı fikrinden uzaklaşıp kendi tercihi olduğunu söyleyebilirdi kendine. Alex'e bir daha kendisine zarar verme imkanı tanımadan gidecekti, gitmeliydi. Alex'in içindeki kötülüğün dinmiş olmasını ve ona zarar vermeden çekilmesini diledi. Herhangi bir cümleye bile zor dayanırken yeni bir öfke nöbetine dayanacak hali yoktu. Gidecekti, kendine eve gittiği ve yakalandığı için küfrederken Nanna'yı bekleyecek ve kızın birkaç gününü daha enerjisinden beslenerek tüketecekti. Gidip Alex'i gördüğünü unutmaya çalışacaktı. Gidip çok sevdiği birinin, en sevdiği kişinin, Alex'in kendisine böyle davranmasının atlatılamayacak kadar kötü olmadığı yalanlarını kafasında kuracak, yalnız kalmaktan da, yalnız kalamamaktan da korkacak, en sonunda birinin ona zarar vermeyeceğini söyleye söyleye yanına yaklaşıp sabırla üzüntüsünün geçmesini bekleyişini görecekti. Gidecekti, ama Alex çekilmedi. Son gücünü kullanıp bakışlarını yuttu. İçinde ayırıp depolamak gibi. Daha sonrasında acı çekeceğini bir eylemdi, ama dayanamadı. Kedisizlik için kedileriyle geçirdiği zamanları, her bir mırıltıyı ve miyavlamayı nasıl kaydediyorsa Alex'e dair daha fazla şeye ihtiyacı vardı. Bakışlarını içine doldurdu son günleri unuttursun diye. Bir an için yeniden kendisi olabilsin diye. Daha sonra parçalanacağını bilmese yapacağı da söyleyeceği de çok şey vardı, ama hepsinin önünde bir engel olan Alex hala konuşmuyordu. Onun bakışlarını tıkayan cümlelerin ne olduğunu merak etmemeye, saçına dolaşan güzel anıları görmezden gelmeye çalıştı. Yolunu kaybettiğinde pusula niyetine kullandığı ışığı eskisinden karanlık, birkaç nefeslik boşluk girdi bakışlarının arasına. Alex onu incelerken kendi ağırlığının kalmadığını düşündü. Gitmesi gerektiğini. Adımları binlerce ton ağırlığında ama bedenini taşıyamayacak kadar hafifken kendini gitmesi gerektiğine inandırmaya çalıştı. Onu itecek ya da daha fazla yüzüne bakacak gücü kalmadığını fark edince de bütün Alex özlemini, kendine yaptığı bütün işkenceyi, son günlerde toparlamaya başladığı ruh halini dağıtacak tek hamleyi gerçekleştirip gözlerini kaçırdı. Bakmaktan korktuğu, kendisine zarar vermesinden korktuğu, zarar vermekten korktuğu adam, geçmişinin ve kişiliğinin iyi ve kötü bütün yönleri, sessizliğini korudu. Elinde olsa aklını okurdu, ne kadar acıtacağını düşünmeden, ama sadece başını eğdi. Başını eğdi ve Alex'le arasında duran, adımlarına daha büyük bir engel oluşturan Vişne'yi fark etti.

*RP'nin başını daha rahat, sonunu daha pıtırtılı bi zamanda yazınca resmen sonu baştan savma olmuş, gerçi onu da düzeltmek için ayrıca uğraşsam muhtemelen terlik yerdim, saygılar.
*ayrıca kabus kısmı için Kardelen'e öpücük, tamamen geliştirmeli bi fikir çünkü o, çok da katkısı var mihi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

How is your life today? Empty
MesajKonu: Geri: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimePerş. Mart 08, 2012 9:29 pm

Bu Clem'siz hafta rpleriymiş


'Sometimes I feel like I don't have a partner,
Sometimes I feel like my only friend,
Is the city I live in, the city of angels,
Lonely as I am, together we cry...'


Alex kulaklığındaki müziğe gömülmüş şovale üzerindeki pütürlü kağıt üzerinde gezdiriyordu ucu bir bıçak aracılığıyla biçimsizce açılmış resim kalemini. Okulun camlarından giren ışık ve kağıt üzerindeki desenler hariç hiçbir şeyi görmüyor ya da duymuyordu. Resim çizerken böyle olurdu; sağır, dilsiz ve kör. Dışarıdaki kendisi için problem olacak bütün etkenlerden kurtulmak için tek yolu buydu. Konsantrasyon kendisinde pek bulunan bir şey değildi ama özellikle yalnız kaldığı anlarda güzel bir müzikle kabuğundan çıkan bir kuş gibi uyanıyordu. Kalemin kağıdı çaprazlarken çıkardığı sesleri duyamasa da elinin altında hissediyordu. Bu hissi severdi. Karşı cinsten birine dokunmanın bile ötesinde bir şeydi. Elinin altında, iki boyutlu bir düzlem üzerinde bir şeyler yarattığını hissettirirdi. Yararlı olduğunu. Gücü olduğunu. Kağıda istediğini çizebilirdi. Çizdiği şeyin beğenilmesi ya da beğenilmemesi diğer herkesin aksine umurunda değildi. Çizdiği şey onun olurdu. Onun dünyası, onun gerçeği, onun resmi. Gerçekte onun olmayan şeyler bile. Cleo mesela. Ya da Clem. Ne isterse. Gözünün önünde canlandırması ve kalemini alması yeterliydi. Sesler önemsizdi. İnsanlar önemsizdi. Zaman tamamen kendisinindi. Ah şu son hafta bir kere bile oturup bir şeyler karalamadığına inanamıyordu, belki oturup önüne kağıt alsa başına gelen onca şeyden kurtarabilirdi. Ama bunun yerine dersleri asmış, sarhoş olmuş, renkli haplarla gökkuşağının arkasındaki dünyalara gitmişti. Tam aksine okula gelip barları asması lazımdı. Bunun biliyordu ama yeniden şansı olsa gene aynı şeyi yapardı.
Şarkı değişirken kendisine seslenen kadını ancak duydu. Kadın yanı başında dikilmiş elini Alex'in omzuna koyarak genç adamı hafifçe sarsmıştı, buna rağmen Alex Red Hot Chilli Pepers ve kurşun kalem kokusu içinde bunların hiçbirini fark edememişti. Elini aceleyle müzik çalarının üzerine atıp yeni başlayan şarkıyı durdurdu ve kulaklığın hocaya yakın olanını kulağından çıkarıp başında dikilen kestane renkli saçlı, aşırı cılız kadına kaldırdı başını. Kadını derse geldiği kadarıyla biliyordu. Saçını hep topuz yapan kadın bir bölümü omuzlarına salarak salaş bir hava katıyordu saçına, topuzunun arasına sıkıştırdığı kalemler olmasa Alex kadının saçına bir kere bile takılmazdı. Saçlarının dibine doğru koyulaşan renk bunun orijinal saç rengi olmadığını söylüyordu, resim sınıfında renklerin kökenine kadar dalmış insanlardansanız bir saç renginin doğal ya da sahte olup olmadığını anlıyordunuz. Güzel, diye düşündü Alex, resmini inceleyen profesöre bakarken, en azından ileride işsiz kalırsam kuaförün birinde saç boyayabilirim. Kadının kırışık eli soluk çenesinin altına gitti ve kadın düşünen adam pozisyonunda bir süre resmi inceledikten sonra özenle alınmış ince kaşlarını çatarak düşünceli bir ses çıkardı. "Çok güzel bir yorum Bay..." "Mclain." dedi Alex bakışlarını düşürüp. Babasından kalan son şeydi soyadı. Kadının kendini tanımasını beklerdi ama onca atlattığı dersten ve yarı dönemden dalan öğrenci sıfatından tanınmamaya alışmıştı. Bu kimi zamanlar hoşuna bile gidiyordu. Kadın boyalı uzun tırnağıyla çenesini kaşıdıktan sonra kağıdı işaret etti rastgele. "Çizgiler, gölge, çok iyi. Ama modelin sarışın olduğunu görebiliyorsun değil mi?" Alex şovalenin yanından başını uzatıp modellerine bir bakış attı. Kız ile göz göze geldiler ama kaskatı durmakla meşgul olan kız ifadesizce gözlerini çevirdi. "Evet efendim." Alex başında dikilen kadına geri baktı. Kadın da onu süzüyordu. Nedensizce birkaç saniye bakıştıktan sonra kadın "Dahiyane!" dedi ve yanından uzaklaştı. Alex nefesini verirken başını sallıyordu profesörü yadırgarcasına. Hocalarını anlamıyordu. Üniversiteler, özellikle de sanat bölümleri, işin ehlini bilen bir avuç dengesiz düşünce yapısına sahip insanlardan oluşuyordu. Bu kadının dahiyane bulduğunu başkası saçmalık olarak değerlendirecekti. Tipik.

Alex kulaklıkları takıp önüne döndüğünde işine odaklanmayı planlıyordu, başının arkasına çarpan kağıt topuna değil. Hızla kulaklıkları çıkarıp saldırganca arkasına döndü. İki gülen tip son anda şovalelerinin ve büyük kağıtların arkasına saklanmıştı. Alex göremeyeceklerini bile bile onların oraya öfkeli bakışlar atarken yerdeki kağıda uzandı. İnsan üniversiteye geçince olgunluk bekliyordu, kağıt topu atan liseliler değil. Öte yandan hepsi çaylak üniversiteliydi, yani kısmen lisenin uzatmalarını oynuyorlardı. Taburede doğrulduğunda kulaklığı geri takıp kağıdı açtı. 'Dahiyane... Angut herif.' Yazanın el yazısı doktor yazısı esprilerinden bile kötüydü, Alex kağıda eğilip okumak zorunda kalmıştı. Gözlerini kapatıp dişlerini törpüledi ve arkasındaki iki moronla okul harici bir yerde tanışmayı diledi, kavgada iyi olmasa da bu iki çelimsiz fareyi indirebileceğini düşünüyordu. Ama okul içinde sorun çıkarmama zorunluluğu vardı, hatta babasından tırtıkladığı son parayla okula girebilmek için yaptığı küçük 'bağış' sırasında okul müdürü özellikle bunu şart koşmuştu; sorun çıkarmaması. Ne de olsa Alex'ten bahsedenler onu tam olarak örnek insan olarak tanıtmıyordu. Resim çizerken gözünün önüne gelmesin diye topladığı saçlarını çözüp serbest bıraktı, saç toplamaya alışkın değildi ve lastik sıkıyordu ama saçlarını kesmeme kararından beri saçları epey uzamıştı-fazlasıyla hatta. Kimsenin ne düşündüğünü umursamadığından beri saçlarını da umursamaz olmuştu. Müziği geri başlatıp çizime odaklanmaya çalıştı. Hiçbir şey yok, müzik ve resim. Resim ve müzik. Resim ve müz-- Arkadakiler fazla can sıkıcıydı. Kalemi gözlerine soksa problem sayılır mıydı? Zor bir dönem geçirdiğini söylese tonlarca adet esprisi yiyeceğinden bir şey de diyemiyordu. Ağızlarına hamur silgi ve yüzlük pastelboya seti sokmamak için ciddi anlamda çaba sarf ediyordu. Sırf dikkatini dağıttıkları için bile... Argh! Asi bir rock yıldızı nasıl gitarını parçalıyorsa Alex de şovalesini iki beceriksizin kafasında parçalamak istiyordu! Kalemi bıraktı, sakinleşmesi gerekiyordu, öfkeliyken kalem gerçekten kılıçtan daha keskindi insan eti için. Sakinleşmesi gerekiyordu, evet. Gözlerini kapadı ve beyninde yankılanan Wonderwall parçasını dinledi. 'Sana söylemek istediğim birçok şey var. Ama nasıl söylesem bilemiyorum. Çünkü belki beni kurtacak kişi sen olacaksın. Ve sonuçta Sen benim tek varlığımsın.' Bazı şarkıların direk bireysel olarak hedef alınmış gibi hissettirmesi yaralayıcıydı. Üstelik hiç de rahatlatıcı değildi. Kulaklıkları fırlatıp eşyalarını toplamaya başladı, herkesin çizimine devam ediyor olması ya da ders sürecinin bitmemesi umurunda değildi. İnsanların şaşkın bakışları altında toparlandı ve kendisine soru soran profesörü umursamadan uzun boylu kadının yanından geçti. Şaşırmayan sadece iki kişi vardı, sıçanlar. Sırtlanlar daha doğru olurdu çünkü gülen sırtlanları andıran sinir bozucu ifadeleri ve gülüşleri vardı. "Lanet hippi!" "İyiydi Tobey. Hey Mclain, at kuyruğuna örgü istersen beş yaşındaki kız kardeşimden yardım isteyebilirsin!" Kıs kıs gülerlerken birbirlerinin omzuna vurdular. Alex durmadı ama bakışlarında sert bir ifade vardı. İçinde ayaklarına geri dönüp saçma bir şeye kalkışmamaları için yalvarıyordu. Hiçbir şey Harward ekonomiye dönmeye, daha da kötüsü, babasının haklı olduğunu kabul etmeye değmezdi.

--

"Agresif olma Lex." Flynn konuşup duruyordu yine. "Siktir et. Tak kulaklığı bırak istediklerini söylesinler. Niye umursuyorsun ki? Gerizekalı çocukları olduğu için ailelerine acı ve boşver." Alex dinlermiş gibi başını salladıysa da kızı yarım yamalak duyuyordu. Sokak soğuktu ve bomboş bir kafayla sadece adımlıyordu. Eve uzaklara doğru, ritmik bir şekilde. Bir ki üç dört ve bir ki üç dört... Bir yandan da Wonderwall parçasına takılmıştı aklı, sözler kafasının içinde dönüp duruyordu. "Bir keresinde ikizim kulağının dibinde bağıran birine kalem saplamıştı. Tamam adam aptaldı ama geziye gidemeyen gene o olmuştu. Anlatabiliyor muyum? Saçmaladım galiba." Alex yine yarım yamalak hıhı'larken Flynn kaldırımın üzerine çıkıp ayağının altındaki taşa vurdu. Kaldırıma çıktığı halde hala Alex'ten kısaydı. Alex kızın evdeki sırt çantasına sığıp sığmayacağına gereksiz yere mantık yürütmeye başlamıştı. Sığabilirdi ama belki bacakları sığmazdı. Belki biraz katlarsak... Flynn Alex'e doğru dönüp geri geri adımlamaya başlamıştı. Alex dikkatinin dağınık olduğunu anlamasın diye dalgın bakışlardan sıyrılıp sahte bir ciddiyetle Flynn'e bakıp kaşlarını çattı ve söylediklerini dinliyormuş gibi yaptı. Flynn ya bunu yutmuştu ya da umursamıyordu. "Gevşe. Kendinle ilgili sorunlarından kurtul. İnsanların seni sevmediğini söylemeyi kes, o benim repliğim." Alex burnundan alaylı bir nefes verdi. "İnsanların seni neden sevmediğini düşünüyorsun ki? Peluş ayılara benziyorsun." Flynn gözlerini devirdi. "Bu dediğine bakarsak beni sadece küçük çocuklar ve pedofililer sevebilir." Alex dudak büzüp gözlerini havaya dikti ve omuz silkti, bu hareketleri alaycı yoldan bu kadarının bile yeterli olacağını söyleme şekliydi. Flynn yarım ağız bir hakaretle çocuğun koluna yumruk attığında dengesini kaybedip yanlış adımladı. Bağcığı çözülmüştü, Alex'ten bir iki adım geride durup ayaklarına baktı. "Ya ama! Bağcığım çözüldü. Bekle." Alex elleri ceplerinde yaylanırken sırıtıyordu. "Bu kaçmak için tek şansım mı?" Flynn sırıtıp kıvırcık saçlarının altından başını kaldırdı, bir yandan hantal elleriyle bağcıkları bağlamaya devam ediyordu. "Hayır, tek ani hareketinde seni indirecek keskin nişancılar var." Alex başını geriye atıp kahkaha attı. Konu Flynn olunca ya ejderha kesmeceler, ya keskin nişancılar, ya tehlikeli görevler ya da binlerce geek işi saçma benzetmeler oluyordu. Çoğunu anlayamasa da, mesela geçenki Man in Black göndermesini, genelde dediklerini anlayabiliyordu. Genelde derken, bazen. Bazen derken, olabildiğince.

Ceplerindeki elleri ile eşyalarını kontrol ederken telefonun yokluğunu fark etti. Yüzü düştü, şimdi eve geri yürümesi gerekecekti. Flynn durumu huysuzlanarak karşıladı, lunaparka gitmek için fazla hevesliydi. Alex dalga geçmemek için gülerek hızlı adımlarla kızdan kaçarken küfürlü sitemler eden kızın sesi geriden geliyordu. Neyse ki kız kedileri göreceğini düşünüp küfürlerini sevgi içeren garip seslere çevirmişti.
Alex merdivenleri tırmanıp perili evine girdi. Az önce çıktığı için sevindiği ev ona en hoş şekilde kucak açtıysa da Alex kıymet bilmez bir çocuk gibi bu ilgiyi geri çevirdi. Kediler her zamanki gibi ayaklarının dibine yatmamıştı, garip. Aralık kapıdan ayak sesleri duyulurken kedilerin ilgi kaybının sebebi de mutfaktan çıkmıştı. Alex kedileri anlayabiliyordu. Clem'in cılız sesi güçlükle ismini söylediğinde Alex eski bir anıda gibi hissetti kendini. Bir ara kafasına ağır bir darbe aldığında zaman yavaşlamış, sesler birer yankıya dönüşmüş, başı yavaş çekimde yere düşmüştü. Şimdi aynı o zamanki gibi hissediyordu. Clem... On gün olmuştu. Hem beş gün hem beş yıl gibi hissettiriyordu. Nefes almayı unutmak da nasıl bir şeydi böyle? Clem gelişiyle ilgili yarım yamalak açıklama yaparken Alex dinlemiyor, Clem'i izliyordu. Şu son günlerde Clem'e benzer insanların peşine düşmüş, hepsinde ondan birer parça aramıştı. Ama hiçbirinin ona benzemediğini yeni anlıyordu. Clem her bir parçasıyla, sesi, gözleri, her kıvrımı her hücresiyle, başka biriydi. Kimse onun uyandırdığı güven hissini uyandıramıyordu. Aynı kişinin, nasıl olursa olsun onu kabul eden kişinin, boğazındaki bu koca yumruya sebep olması da şaşırtıcıydı. O gün yaptığı, daha doğrusu yapmaya çalıştığı, fedakarlık hissi yerini Alex'in değişmez özelliği olan bencilliğe bırakmıştı. Clem kendi Clem'iydi. Clem gitmemeliydi. Clem evde kalmalıydı. O evdeyken burası eve benziyordu zaten. Kendisi de bireydi, yaşamak için Clem'e ihtiyacı vardı? Bunu bir şekilde zorunluluk olarak göremez miydi Clem de? Clem'i paylaşmak istemiyordu. Clem'in gözdesi olmak güzeldi. Öfkeyle doldu diğer insanlara karşı. Clem'i görmek zorundalar mıydı sanki? Clem'i sevmek zorundalar mıydı? Gözlerini kırpıştırıp yaşamak için nefes alması gerektiğini hatırlattı kendine. Ciğerlerinin canı pek nefes almak istemese de arada oksijen lazım oluyordu.

Clem çekilirse gideceğini söylerken acımasızdı, en azından Alex için. Ama Alex hak ediyordu. Orada ne yapacağını bilmezcesine dikilirken aradaki garip sessizliği bozan kafayı aralık kapıdan içeri sokan kız oldu. Alex fark etmeden gerilese kızın kafasını kapıya sıkıştırabilirdi, o da günün birinde kendisini dinlemeyen başka birilerine bu saçma hikayeyi anlatırdı muhtemelen. "Kedileri görü'cem ben!" Hayvanseverlere özgü anırmayı andıran bir ses ile girmişti içeri. Kedi arayan gözler karşısında gördüğü Clem ile büyüdü, kaşları kalktı, şaşkınca dudaklarını büzdü. "Ay meşgul müydünüz, pardon." "Flynn, biraz dışarıda beklersen süper olacak." Kız yanlışlıkla dolu tuvalet kabininin kapısını açmış insan tepkisiyle geri çekilmeye yeltendiyse de gözlerini kısıp duraksadı ve kolunu kapı aralığından sokup Clem'i işaret ettikten sonra Alex'e bakarak "Bu kız şeye çok benziyor şu bahsettiğ--" "Evet Flynn, biliyorum." Alex'in agresif geçiştirmesine aldırmayarak Clem'i süzdü. "Geçen gece barda bir fahişe vardı ya hani arkadaşına benziyor diye para vermiştin ben yatacaksınız sanmıştım da siz sadece uyumş--" Alex'in gözleri arka arkaya nefes alınmadan söylenmiş kelimelerle büyürken yanlış bir şey yaparken annesine yakalanmış erkek evlat hızıyla arkasına dönüp Flynn'i kapı eşiğinden dışarı itti ve Flynn'e öfkeyle kısa bir şeyler söylemeye çalıştı ama tek yapabildiği öfkeli inlemeler ve tıslamalar seremonisiydi. Flynn kapı kapanırken bir şey söyleyecek gibi olduysa da kapı suratına kapandıktan sonra ses çıkarmadı. Alex işi daha da batırmış olmanın stresiyle kafası patlayacakmış gibi hissederken zorla gülümsedi. Gülümsemekten öte kalbine kazık saplıyormuş gibi acıtmıştı ifadesi. "Saçmalıyor, o genelde...Saçmalar." Flynn ile zaman kaybetmek istemiyordu. Aslında o an Lunapark planı yaptıklarına bile pişman olmuştu. Clem'in geleceğini bilseydi... Şimdi gitmesini istemiyordu. Bu bir gün boyunca güneş ışığı görüp geri kalan hayatı karanlıkta geçirmeye benziyordu. Clem'in gelişiyle gözü öylesine dönmüştü ki ayaklarının dibindeki Vişne'yi yeni fark etti. Sessiz zamanı eğilip kediyi kucaklamakta buldu, kediyi yerden alıp gitmesine mani olurcasına sokak kapısına dayandı. Konuşurken bir yandan da Vişne'nin kulağının arkasını kaşıyordu, gözü kedideydi. "Şey, gitmek zorunda değilsin. Yani, hani kalmak istersen... Çünkü burasını beraber aldık, senin de evin ve be-benim seni kovmam saçma. Hani, şeyi ımm, diyorum ki kalabilirsin mesela. Kal yani." Kedi mırıldayıp kafasını geriye atarken emir kulu gibi çenesinin altını kaşımaya başlamıştı. Clem'e bakmıyordu, daha doğrusu bakamıyordu, bu yüzden kızın ne düşündüğünü anlaması için kelimeler şarttı ama o an kelime dağarcığı giderek küçülüp sıkışıyormuş gibi hissetmekteydi.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

How is your life today? Empty
MesajKonu: Geri: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimeCuma Mart 09, 2012 10:04 pm

Alex'i sevdiğini hiç inkar etmemişti. Alex'i çok seviyordu, ve o 'çok' içeriğini anlatsın diye birkaç tane daha çok feda edebilirdi. Öyle seviyordu. İçine işlemiş gibi. Nefes almak gibi. Çok seviyordu. Öyle ki hayatını ona göre yaşamayı bile kabullenmişti. Hayatına birden giren adamı seçmek ya da talep etmek zorunda kalmadan merkezine yerleştirmişti. Alex'i çok, nefes almaktan da çok ve aynı o hisle seviyordu. Öyle ki Alex saçlarını öpmese mesela, saçlarının bile küseceğini düşünürdü dünyaya. Ellerini tutmadığında üşüyordu, daha kötüsü düşebiliyordu. Alex merkezi, Alex kendi gezegeni, Alex'in yüzü ruhu, öylesine seviyordu. Fedakarlıkların feda edildiğini hissettirmeden gidişini yaşattığı için, sabaha karşı delirten sakinlikte delirmeye yaklaşmış nefeslerle uyandığında burnunu sıcaklığına saklayabildiği için seviyordu. Alex'in yanında, yakınında olmasını, ona ait olmasını seviyordu. Ama bencilce değil de, kıyamayacak gibi seviyordu. Paylaşmak istemese de paylaşmak zorunda kaldığında ses çıkarmayacak kadar... Kendinden ve var olmuş ya da olabilecek en büyük aşktan daha fazla. Delicesine, anne duygularını kardeşe ve sevgiliye karıştırıp kendini unutarak. Kendini Alex'te unutarak. Alex'in içindeki gerçeği görebildiği için kendini bile seviyordu. Güldüğünü görebilecek kadar yakınında olmakla bile yetinebiliyordu. Alex her saniyesinde ruhunu aydınlatıp bakışlarıyla yüzünü öperken onu kendinden bile korumak isteyecek kadar çok seviyordu. Onu seviyor olma fikri bile mükemmel geliyordu.
Bunun şiddetli, keskin bir bağımlılık olduğunuysa yeni anlamıştı. Yüzünde patlayan keskin sözcüklerle, nefesinin kesilişi ve kalbinin bile korkudan atmadığı anla birlikte anlamıştı. Alex bağımlılığıydı. Alex'in hayatı hayatıydı, kendi hayatı yoktu, Alex vardı, Alex'in hayatı vardı. İki beden tekine odaklı yaşıyorlardı. Alex güneş sisteminde güneş, Clem kendi başına bütün gezegenler olmuş etrafında dönüyordu ve bunun farkında değildi. Alex istemediği için bitireceği ilişkileri, Alex istediği için yaptığı şeylerin sınırsızlığı, Alex için göze aldıkları vardı. Bunlar kanına işlemiş, damarlarında desenler oluşturmuşken farkına varmadığı için de acı çekiyordu. Kanıyordu. Hiçbirinden pişman değilken bunu yaparken kendine de Alex'e de zarar verdiğini görmemişti. Aynı anda her şeyi olmaya çalışmış, kendisi olan adamı boğmuştu ve bu yüzüne çarpıldığından beri ayakta bile duramıyordu. Hayatının geri kalanını yattığı yerden tavana bakarak geçirmek istiyordu. Kendini zorlayarak attığı adımlarını yok etmek istiyordu. Bir sürü şeyden memnun olmadığı olmuştu. Şikayet ettiği de. Acı çektiği de. Kötü günler yaşamışlığı da vardı. Ama hayatında ilk defa gerçekten mutsuz olduğunu dile getiriyordu. Önceden bir şekilde gülebildiği, kendini zorlayabildiği, en azından devam etme hevesini bulabildiği oluyordu, ama şimdi hiçbiri yoktu. Mutsuzdu, zoraki gülüyordu. Alex bağımlılığını ilaçlarla örtmeye çalışıyordu. Alex hayatının bütünü olmuş ve sonra hepsini tek hamlede ateşe vermişti. Yanıyor ve ses çıkaracak kadar bile hali kalmadığı için bir şey yapamıyordu.
Alex yokken onsuz oluşu, ve bu yokluğun sonsuz oluşu parmak uçlarında sızlıyordu. Dudaklarına alev almış adı sadece korkuyla uyandığında dökse de seslere, o ad harfleriyle ve anılarıyla her saniye düşüncelerinde parçalanıyordu. Koyu renk gözlerde kendini görebilmenin anlamı kanına işliyordu ağır ağır. Bulunduğu yerlere, ya da bulunduğu yerler ona sığamıyordu. Kendisine yetecek kadar bile benliği kalmadığını fark ettiğinden beri aynaya bakmıyordu. Alex'in 'hayatımı harcadın' dediği yüzün kendi yüzü olduğunu bilmek kendini çocuk masallarında nefret edilen kötü cadılar gibi görmesine yol açıyordu. Yüzü değişmemişti evet, ama içinde değişen çok şey vardı ve kendine bile katlanamıyordu. Alex onu öldürmüştü, ve buna rağmen inatla direniyordu. Çünkü Alex'in sözleri çektiği ya da çekebileceği herhangi bir acının üstündeydi, ve son veremiyordu. Unutmaya ya da kendine zarar vermeye yönelemiyordu. Alex'in bütün duygularının fay hattı üzerinde yaşadığı için acı çektiğini bilmek yüzünden dökülüyor, kokusu bakışlarından taşıyor ve var olmayışı içine sağanak yağmurlar boşaltıyordu. Yalnızlığında bile kendi olamamış, içten içe çürürcesine kötü yönde değişirken Alex karşısında acıtan bir görüntüyle dururken küçük, yalnız ve korumasız hissediyordu.
Odaya giren ufak tefek kızla bölünen düşünceleri hala hissiz bir uyuşukluktayken kıza dikkat bile etmediğini fark etti. Söylenenler uğulduyordu beyninde. Oysa ne çok severdi Alex'in arkadaşlarıyla tanışmayı, hayatına dahil olan insanları tanımayı. Ama Alex'in hayatına dahil olduğu her anı için kendini cezalandırmaya başlamışken etrafında olan biteni fark edemiyordu. Kızı tanımasa da Alex tarafından kovulana kadar inceleyebildiği görüntüye bakarak birkaç on dakika önce Alex'in yanında gördüğü kız olduğunu söyleyebilirdi rahatlıkla. Tuhaf biçimde kızın onun hakkında bir yorumu olmasına bile ses çıkaramamış, Alex'in niye kovduğunu da algılayamamıştı. Kulağına çalınan sözler bir anlam ifade etmiyorken bakışları Alex'in yüzünde geziyor, ve o an ona güç verecek herhangi bir şeye ihtiyaç duyuyorken damarlarındaki kanın bile Alex'e doğru aktığı bir anda ona yaklaşmaktan korkuyordu. İnsanlardan korkmak gibi değildi o an yaşadığı duygu. Evet Alex'in ardından bütün canlılardan, ona zarar verecek her şeyden, ani davranışlardan, hareketlerden irkilir olmuştu. Ama bu korku öyle bir şey değildi. Alex'e dokunursa alev almaktan korkuyordu. Ağlamaya başlamaktan. Kendini kaybetmekten. Onun yokluğunu yeniden kaldıramamaktan. Bir kere daha dokunursa tamamen savunmasız kalacak, eski yaraların üstüne aldığı her darbe ölümcül olacaktı. Korkuyordu.
Kız kovuldu, koyu renk, içine çeken bakışlar yüzüne çevirildi ve Clem'in içinde bin tane ses ayaklandı. Kafasının içinde bin cümle varken içinde kaybolduğu bakışlar yere, kediye döndü, sevgili çocuğu, Vişne ondan uzaklaşıp Alex'in kollarına kuruldu ve kalbi bir an için ritmini kaçırdı. Alex'in cümleleri nefesine asılıp yere düşürdü, nefesi kesilince konuşamadı ve bir an kalakaldı. Kafasındaki sesler yükseldi, delirdiler, çığlıklar attılar ama o konuşmadı. Alex'in 'gitmek istemiyorsan gitme'sine karşılık ses çıkaramadı. Sonra olduğu yerden ayrılmadan, Alex'e yaklaşmadan, kıpırdamadan bütün gücünü topladı. Yapmaya karar verdiği şey tamamen kendisine ters, bunu yapabilecek kadar güçlü olduğundan bile emin değilken ne Alex'in kendi Alex'i olduğunu, ne de kendisinin eski kişiliğinde kalabildiğini düşününce parçalanmış nefesleri birleştirerek kendine konuşmak için yol açtı. "İstemiyorum." Sesi hala güçsüz ve neredeyse fısıltı ama bir o kadar da etkili biçimde duyulmuşken Alex'in bakışları yüzüne yükseldi, elinin hareketi durdu ve Vişne huysuzlanıp birkaç saniye içinde yere indirtti kendini. Bütün bunlar olurken Alex hala yüzüne bakıyordu. "Kalmasam daha iyi, olmaz. İstemiyorum." Vişne'nin gidişiyle daha rahat hareket eden Alex sırtını 'gidemezsin' dercesine çıkış kapısına yaslayınca dayanmak istercesine gözlerini kapattı bir an için. Açtığında Alex hala aynı ifadeyle yüzüne bakıyordu. "Bunu yapmak zorunda değilsin," dedi sakin olmaya çalışarak, oysa elleriyle birlikte sesi de titriyordu. 'Bunu'yla kast ettiği şeyler çok geniş kapsamlıydı ve aslında kafasında kurduğu cümleyle de birebir örtüşmüyordu. Bunu bana neden yapıyorsun diye sormuş olsa gerçeğe daha yakın olurdu mesela. Ama gerçeğe yakın cümleler kurmadığından, devam etti. "gidecek bir yerim var." Histeri krizine girmiş gibi göründüğünü düşündüğünde yumruklarını kapatıp bedeninin iki yanına sabitledi. "Evde sen kalsan daha iyi." Evde kalmaya dayanabileceğini sanmıyordu. Alex'in yanında tekrar kalmanınsa fikri bile bütün kontrolünü elinden alıyordu. Alex kapıdan ayrılmadan kendisine doğru bir adım attığında korkuyla geri çekildi ve bu hareketi Alex'in durmasını sağlamayı başardığında nefesini yeniden düzenlemeye çalıştı. "Alex," dedi adını kullanmak bile içinde fırtınalar yaratırken, "çekil. Bırak, izin ver." Tırnakları avucunda bir süre geçmeyecek izler bırakmış, yumruklarını oluşturan parmaklar sanki günlerdir açılmamış gibi birbirine yapışık duruyorken yalvarırcasına konuştu yeniden. "lütfen." Alex yüzünde çarpık bir ifadeyle, neredeyse kıvranıyormuş gibi yüzüne bakıyor, konuşmuyor, ama çekilmiyordu da. "Zorla mı tutacaksın? Alex, lütfen." Alex'in yüzündeki ifade üzüntünün yanında 'gerekirse' anlamını taşıyan bir katılıkla bakıyorken Alex ona doğru iki adım atıp kollarını tutunca, ki sert ya da zarar vermeye yönelik bir hareket değildi kesinlikle, birden korkuyla sıçradı yerinden. "Konuşmalıyız Clem." Gözlerini kapattı, nefes almayı hatırlamaya çalıştı ve kalbinin ritmini şaşırmaması için çocukluğundan kalma yarım yamalak yalvarışlar sıraladı içinden. Alex'in ne olduğunu anlamadığını bir soru cümlesiyle dile getiren sesi üstünden akıp geçtiğinde ve soruyu duyamadığında çoktan yüze kadar saymıştı. En sonunda onu tutan parmaklar çekildi ve Clem'in bütünleşmiş yumrukları bacaklarından karnına yükselip korunmaya çalışırcasına orada birleştiler. Abartılı rolleri yüzünden sadece ucuz ve olağanın da üstünde acındırma içeren dramlarda görülen oyuncular gibi tepkiler verdiğinin farkındaydı. Ama son günlerde tepkilerini kontrol edemiyordu. Sıkıca kapattığı gözlerini sakinleştiğine inandığında araladı ve orada endişeli denebilecek bir ifadeyle kendisine bakan Alex'i görünce sıkıldığı için dolan gözlerini doğrudan bakışlarına yönlendirip acı çekmeye aldırmadan nefes aldı. "Ne yaptığın hakkında bir fikrin yok. Oyun oynama Alex. Benimle olmaz, artık değil. İzin ver, lütfen." Alex'in gerçekten ona ne yaptığı konusunda bir fikri yoktu, ancak bunları açıklayabilecek kadar akıl sağlığını koruyabilmiş, ya da ayakta kalabilmiş bir Clem de yoktu. O an sadece Alex'in evden çıkmasına izin vermesini istiyordu. Eksiği ya da fazlası bütün dengelerini karıştırıyor, yaşamsal işlevlerini kesintiye uğratıyor ve insani tepkiler vermesine engel oluyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

How is your life today? Empty
MesajKonu: Geri: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimeÇarş. Mart 28, 2012 11:15 pm

Cuma akşamı. Hava bulutlu. Hava soğuk ama karşısında duran Clem kadar değil.
Onu ne zaman kaybetmeye başladığını düşünüyordu. İngiltere'ye, onsuz bir kaç aya yolladığında mı yoksa onu korumak için söylediği sözlerde mi? Acımasız konuştuğunu biliyordu. Acımasız konuşması gerektiği için konuşmuştu ve dudaklarından dökülen her kelime acıtmak amaçlı söylenmişti. Bunların hepsinden pişmanlık duyuyordu. Bencil olmak içinde vardı, aklı başında yeniden düşündüğünde bunu hangi kafa ile yaptığını bilmiyordu. Aklından geçen tek şey gitmemesi gerektiği idi. O kapıdan çıktığında bir daha gelmeyeceği gibi bir düşünceye kapılmıştı. Bir kere gittiği zaman olanları biliyordu, anında kayışı koparmış, yerini dolduracak bir şey bulamadığı için doldurulacak manevi bir boşluğu yokmuş gibi hissedene kadar insanların yapmaması için uyarıldığı her şeyi yapmıştı. Dayanıksız bir fidan gibiydi, desteği olmadıkça ayakta duramıyor, kırılıyordu. Ama Clem'i mutsuz görmek... Korkutucuydu. Göğsünün tam orta noktasına yerleşmiş ağır hüzün duygusuna sebep olmuştu. Bunun karşılıklı olduğu çok belirgindi. Clem'in üzülmesini istemiyordu. Fakat gitmesine de izin veremezdi. Her şey fazla karışmıştı ama kesin olan bir şey varı; Konuşmaları gerekiyordu. Düğümlenmiş bir kulaklık kablosunu çözmek gibi konuşarak işleri yoluna koyabileceklerine inanıyordu. Koymalılardı. Karşısındaki kişi, dokunsa parçalara ayrılacakmış gibi duran kız, düşüncelerine en önem verdiği insandı. Diğer kimse umurunda olmuyorken Clem'in bir olumsuz düşüncesi bile kıyamet alametiydi adeta. Şimdi kendisinden nefret ediyor olmalıydı. Söylediklerinden sonra... Bunda haklı da olurdu. Hayat adil değildi, Clem'i kurtarmaya çalışmıştı, ona daha fazla zarar vermektense gitmesini, kendi hayatını seçmesini istemişti. Potansiyel kötü sonundan korumak istenen bir hayvana uzaktan taş atılması gibi. Hepsi roldü. İçinden söyledikleri bambaşka cümlelerdi, dudaklarından dökülenlerin taban tabana zıttı. Bunu sadece kendisi biliyordu ne yazık ki. Doğruyu söylemek onu kurtarmayacak, Clem'in inanması için yeterli olmayacaktı. Gerizekalı, dedi kendi kendine. Sonuçları düşünmeden hareket etme huyundan nefret ediyordu, 'ileri görüşlü' Alex için pek uygun bir tanım olmazdı. Konuşmaları gerektiğini söylerken kollarına koydu ellerini, Clem eskiden onun varlığını, temasını severdi ama bu sefer öyle bir ifadeyle çivilenmişti ki olduğu yere, Alex farkında olmadan neyi olduğunu sorarken buldu kendini. İçinden bir hayalet geçip gitmiş de ölüm soğukluğu Clem'in kemiklerine yapışıp kalmış gibi bir ifadesi vardı rengi atan Clem'in. Geçen her saniye Alex'in göğsünü sıkıştırıyor, ciğerlerini dağlıyordu. Özür dileyip dondurma ikram ettiği ve her şeyi kolayca geride bıraktığı zamanları özlüyordu. İşlerin bu kadar karışık olmadığı. Tamam, hiçbir zaman tamamıyla huzur içinde, sorunsuz geçen sahneler olmamıştı hayatlarında ama en azından aralarında olup bitenler hep güzel, hoş ve anlaşılabilirdi. Şimdiyse İngiltere'nin kasvetli havasından nasibini almış kapalı bir şeyler vardı aralarında. Alex'i deli gibi davranmaya iten de buydu. Clem'de bir şeylerin aynı olmadığını hissetmiş, paranoyaklaşmıştı. Belki de hayalgücünün etkisiyle Clem'de farklı bir şeyler aramıştı, ne de olsa birkaç ayı uzak mesafede geçirmiş, bir çeşit alternatif mini hayatlar kurmuşlardı kendilerine. Korkuyordu Alex. Bunu sakladığı tek kişi Clem'di ona da korkusunu farklı bir maskenin arkasında belli ettiğinde çekip gitmişti. Sebep Clem'in Alex'in o haline katlanamaması değildi. Bizzat kendi suçu olduğunu biliyordu Alex. Clem'i kovmuş ve hayatının onun arkasından topuğa yapışmış bir tuvalet kağıdı gibi sürüklenip gitmesine izin vermişti. Kendini yineleyip duruyordu. İç sesi dürüst olup Clem'in duyma imkanı varmışçasına gerçeği çizik bir plak gibi yinelerken sesi kendini saklıyor, kelimeler anlamlı bir sıra oluşturmamak için tavuk sürüsü gibi kaçıyordu.
Ne yaptığın hakkında bir fikrin yok demişti Clem. Yanılıyordu, Alex kimi gerekçeler için sebep olduğu yıkımın farkındaydı. Clem'in asıl göremediği şey şu an onun kendisine neler yaptığıydı. Yokken bile zararı dokunabilen, hatta yakınında olduğu zamana kıyasla çok daha zararlı olabilen biriydi Clem. Söyleyebileceği hiçbir şey yokluğu kadar ağır, yaralayıcı ya da yanlış gelemezdi. Yüzüne götünden bile çirkin olduğunu haykırsa istisnasız kabul ederdi. Ama evlerinde havada asılı kalan boşluk ve sessizlik. Milyon tane çocuk aynı anda farklı sebeplerden ötürü ağlamaya başlasa bu kadar rahatsız edici bir ses çıkaramazdı.

Clem sadece ortadan kaybolarak Alex'i üzebiliyor, meraklandırabiliyor, öfkelendirebiliyor, korkutabiliyor ve hissizleştirebiliyordu. "Oyun oynamıyorum Clem." dedi Alex, sesi geriden gelmişti. "Açıklamama izin ver." Ellerini çekmek istedi ama Clem'in aksine bu temastan hoşlanıyordu. Bırakırsa kaçmak için harekete geçecekmiş gibi hissettiriyordu. Bilirsiniz, muhabbet kuşları gibi. Camı açmadığınız müddetçe odada dönüp dururlar ama cam açıldı mı arkasına bile bakmadan uçup gider. Alex de Clem için aynı şeyi hissediyordu. Ellerini ceplerine mi soksa yanında mı sallandırsa ya da hiçbiri Clem'i hasta gibi solgunlaştırmış olmalarına rağmen ellerini çekmese mi diye düşünüyordu. Ah bir de açıklama vardı tabii. Açıklamama izin ver demişti ama beyni hayır emrini veriyordu. İkilem zehirliydi. Bir yandan içgüdüleri hala bencil olmaması gerektiğini, bunların olacağını bildiğini ve erkek gibi davranmadığı belirtirken bir yandan sonsuzluk gibi geçen koca bir haftanın sonunda Clem'i yeniden gördüğü için şanslı olduğunu düşünüyordu. Neden bu kadar zor olması gerekiyordu? İçeriden bir kutu dondurma ve iki kaşık kapsa ve evlerinin döşemeleri üzerinde bağdaş kurup lisedeki bilmemkimin koca bir poposu olduğundan ya da coğrafya hocasının burnunu karıştırıp masa altına sürdüğünden bahsetmiyorlardı? Birbirlerinin suratlarına bulaşmış dondurmaları uyarırlar ardından Alex kaşığı burnuna yapıştırma numarası yapmak için kaşığı yalardı. Canı gönülden gerçekleşmesini istediği bu sekanslar potansiyel gelecek senaryosu gibi durmuyordu. Daha çok kedileri ayaklarının dibinde yatarken üzerinde filler olan bebek mavisi battaniyeyi dizlerinin üzerine çekecek ve The Notebook izleyecekmiş gibi hissediyordu. Sınıfındaki iki ergenlikten çıkamamış hıyar bozuntusu bu halini görseler fazlalık östrojen hormonlarını ihtiyacı olana bağışlaması gerektiğiyle ilgili bir ton şaka yaparlardı.
Alex sonunda aklını meşgul eden onlarca düşünceyi bahar temizliğine girişmiş bir kadın gibi hızla kenara süpürürken ellerini çekmektense ileri sürdü ve Clem'in omuzlarına kadar ulaşıp kaskatı kesilmiş kıza doladı kollarını. Kaybedecek neyi vardı? Öleceğini bilerek askere giden delikanlılardan hiçbir farkı yoktu, o halde korkak olma zamanı değildi. Clem konuşmasın diye şşşt'larken kulağının dibindeydi dudakları, aynı yurt odasına gizlice girip Paperboat şarkısında dans ettikleri zamanki gibi. Geride bıraktığı öfkeli, nefret dolu ifadesi de o gece akmış olan makyajı sayılabilirdi. Eskisi gibi, o akşamki gibi, olamayacaklarını biliyordu ama umut etmek istiyordu. Çok daha öncesine dönmek istiyordu ama her şeyin tam anlamıyla güzel olduğu bir anısı yoktu. Adeta başına gelenleri okumak için can atan okuyucu kitlesini tatmin etmek amaçlı yazılan ızdırap dolu bir karakterdi. Öyle olmasını isteyebilirdi, en azından oaln biten gerçeklikten sıyrılmış olurdu. "Maroon5'ın bir şarkısı var, ımmm adı neydi, not falling apart? Biliyor musun? Hatırlıyor musun?" Sözlerini bilmediği nakarat öncesi kısmı mırıldanırken gülümsemeye çalıştı, belki sesi gülümsediğini belli eder diye, ama gülümseyesi gelmiyordu. Gülümsemek için fazla korku doluydu. "Now I can’t walk, I can’t talk anymore since you walked out the door and now I’m stuck living out that night again," Bu bölüm şarkının en hareketli kısmı olmasına rağmen Alex'in ninniyi andıran söyleyiş tarzından ötürü yumuşak, anlaşılabilir bir hal almıştı. "Try my hardest not to scream, I find my heart is growing weak so leave your reasons on the bathroom sink. Now I can’t walk, I can’t talk anymore..." Şarkıyı söylemeyi bıraktı, tamamını bilmiyordu zaten ama aklına gelivermişti zamanında Evie ile dinledikleri bu parça. Duruma bu kadar uyuyor olması tuhaftı, çok tuhaf.

Çenesini Clem'in omzuna yasladı, Clem'e sarılmayı bırakmamıştı. "Özür dilerim. Bir şey değiştirmeyeceğini biliyorum. O şeyleri, tüm o lafları, söylemek için geçerli sebebim olduğunu düşünmüştüm. Ben bir aptalım. Ben bencil, kendini beğenmiş bir aptalım." Clem'in arkasındaki boş alanda gezinen gözlerini sabitledikten sonra burnundan aldığı derin nefesi verip gözlerini kapattı. "Lütfen beni kendimle yalnız bırakma." Beyin dur dedi, dudaklar hareketsizleşti. Söyleyebilecekleri bu kadardı. Yapabildiği tek şey Clem'in kendisini itip kapıdan çıkmak için kollarından kurtuluncaya kadarki zaman diliminde bu anı ileriki kötü günler için hafızasına kazımaya çalışmak olmuştu.




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

How is your life today? Empty
MesajKonu: Geri: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimePaz Nis. 08, 2012 7:12 pm

İnsanlar karanlıkta oluşur. Boşlukta. Gökkuşağı nasıl yağmur ve güneşten olmaysa, nasıl ki yağmur toprakla aldatıyorsa güneşi, insanlar da karanlıktan doğup ışıkla aldatırlar onu. Karanlıktan kopup gözlerini açarlar. Sonra dünyaya gelirler ve ışığı getirecek birilerini, bir şeyleri ararlar. Bulunca da bir şekilde merkeze alırlar onu. Kiminin ışığı kendi içindedir, kimi maddesel olanla yetinir, kimi de uydu gibi, güneş gibi birini bulur ve hayatlarının sonuna kadar peşinde olurlar. Clem'in ışığı da Alex'ti. Yakın zamana kadar.
Dakikaların yıllarla ölçüldüğü zamanların içindeydiler. Mutlu olmaktan uzak, ayakta durmaya bile hali kalmadığı bir dönemde zihni, ruhu ve hatta bütün duygularıyla birlikte kalbi Alex tarafından katlediliyordu. Yine. Öyle bir sessizlikti ki o birkaç dakika, Clem'in gözlerini açmasıyla Alex'in konuşması arasında geçen o kısa süre öyle bir sessizlik barındırıyordu ki bütün kişiliklerini altına almış ezip geçiyordu. Birkaç hafta önceki hallerinden, gülüşlerinden, öylesine konuştukları konulardan ya da kalp atışlarından eser bırakmıyordu. O an Alex'in söyleyebileceği her sözcük için cinnet planları yapıyordu vücudu ve Clem sessizlikte geçen her saniyeyi kaçış planlarıyla değerlendiriyordu. Beyni varlığını unutturmuş, belki de hiç var olmamış, kafasında çınlayan sesler de aslında kalbi civarından geliyormuş gibi boş kabuk yankısıyla duyuluyordu. Falcıların 'üç vakte kadar' diye adlandırdığı, ve normal insanların o üç vakitte kolayca insanlara kıyacağı bir sürede buradan çıkmış olmak istiyordu. Üç vakit. Üç dakika...
Nefes almaktan korkuyordu ve Alex'in oyun oynamadığını söylemesi kesinlikle yaratması gereken huzurdan çok uzak hislere neden oluyordu. Alex'in cümleleri sakin ve özlediği sesi büyük bir lütuf gibi önüne dökerken hala kıvranıyordu. Birini çok severken ondan nefret etmek tanımlanması en güç his olmalıydı. Alex'in her harfi ve bütünde kurulan izin cümlesi öyle doğaldı ki ağlamak istedi. Açıklamasını istemiyordu, gitmek istiyordu. Alex onu öldürmek istiyorsa bunun en acı verici yolunu bulmuştu, orası kesindi. O an sadece 'bağırsaklarını söküp sokak köpeklerine vereceğim' dese mesela, ve bunu korkutucu bir sakinlikle yapsa halinden daha memnun olurdu. Ama olmadı. Alex onu parçalamayı içeren ya da zihinde kanlı görüntüler yansıtabilecek herhangi bir cümle kurmadı. Zaten Alex de ihtiyacı olan şeyin bu olduğunu bilse deli olduğunu düşünürdü.
Yağmur dolunca saçlarına ve karşılığında saçının bütün siyah rengi damla damla Alex'in gözlerinden kendisine dönünce çığlık çığlığa fısıltılar halinde sustukları düştü ortalarına. Bakışlarıyla yalvarmak isterken onu olduğu yere zincirleyen, bir daha uzun süre düşünmesine ya da hareket etmesine fırsat vermeyecek olan adımı attı Alex ve kendini o bildiği, çok sevdiği ve kesinlikle bir eşini bulamayacağından emin olduğu koku tarafından çevrelenmiş buldu. Hayatları bir aşk romanından ya da bir trajediden alıntılarla tanımlanabilecekken orda durmuş kendisini kemiklerini kıran tonlarca acının altında bırakan ağırlıkla nefes alıyordu. Ve Alex unutmaya çalıştığı her anıyı beynine yeniden kazıyordu. Varlığıyla, kokusuyla, sarılışındaki o çok bildik, tanıdık bir yere ait olma hissiyle. Son günlerde acı çeken bir adam gibi sık ve kesik nefesler alışının nedeni üzüntüsünün yanında Alex'i ve ona ait şeyleri içinden atma çabasıyken şimdi bütün uzaklaştırmaya çalıştıkları soluduklarıyla birlikte katlarca geri dönüyordu. Aciz olma hissiydi. Güvende olma hissiydi. Acı çekmekti. Ve tam anlamıyla kalbi kırılmıştı. Alex dünya üzerinde bu kadar sevilmeye layık tek insandı. Ve dünya üzerinde bu sevgiyi hak etmeyen tek insandı. İki cümle birbirini yok ediyor, sonsuz bir paradoksa neden oluyor ve çözülemediği için de yaşadığı acıyı binlere bölüp milyonlarla çarpıyordu. Ve sonunda, en sonunda, yaşadığı acının herhangi bir insanın acı eşiğinin katlarca üstüne çıktığını düşünecek kadar bencilleştiğinde boş verdi. Vaz geçti. Eğer elinde olan sadece bu olacaktıysa, ona kalan, o zaman kanatarak keyfini sürecekti. Kendi parçalanışında, alev alışında, nefessiz kalışında kendi payı da olsundu çünkü nasılsa acı çekerken kolay ölünmüyordu. Derin bir nefes aldı pes ederek. Öyle derin ki son günlerde yaralarının üstünde belirmeye başlayan ince, şeffaf kabuk patlayarak yırtıldı ve içinde uçsuz bucaksız bir savaş alanı bıraktı. Kaybedilmiş olanlarından. Aldığı nefesi duyan Alex'in kısık sesli şşştlemesi kulağını geçip saçlarına dolandı.
Aklı, ruhu, canı acıyordu, kalbi acıyordu ve Alex'e dokundukça, onu soludukça bölünüyordu. Bunun bir komplo olduğunu düşünmeliydi belki de. Belki de Alex onu daha da fazla zehirlemek istiyordu, kendisiyle. Kulağının dibinde duyduğu ses karnında çok fazla şeyi harekete geçirdi. Kalbi yeniden ritmi kaçırdı ve bir an için gözlerini kapatıp bu ani gelen derin sevgiyle ya da birkaç saniye süren aşk hissiyle yüzleşti. Alex'i ne kadar çok sevdiğini bildiğini sanıyordu ama şu an bütün bu üzüntüye rağmen onu ne kadar çok sevdiğini aslında hiç anlamadığını fark etti. Bunu anlamak için kaybetmiş olmak, kovulmuş olmak, uzak olmak gerekiyorduysa bundan hoşnut değildi. Bu sefer dönüşü ve 'iyileşme' süreci eskisinin yanına bile yaklaşamayacağı kadar sancılı olacaktı. Düşünmemeye çalıştı. Alex yeniden konuştuğunda yaşadığı gerginliği bir kenara itip acı hissini boş vererek ne söylediğine odaklanmaya çalıştı ve bütün o acıklı kısımları erteledi, daha sonra bunlar için vakti olacaktı. Olmasa da o vakti yaratmak zorunda kalacaktı. Duyduğu şarkının aslıyla alakası yoktu ve Clem açık farkla bu haline hayran olmuştu. Dünyada kimsenin yaklaşamayacağı kadar güzel bir sese sahipti Alex ve şu an aldığı nefese kokusuyla birlikte sesini de karıştırıyordu. Onu bu kadar sevmiş olması haksızlıktı. Dünya bazen gerçekten adaletsiz oluyordu.
Omzunun üstünde sanki hep oraya aitmiş gibi hissettiren ağırlığı hissedince tamamıyla teslim oldu. Aptaldı. Alex'e hayır diyemeyecek kadar aptaldı. Yaşadığı üzüntü gözlerinden dökülmese de titriyor oluşu ağlamasına eş değerdi ama uzaklaşamıyordu. Çünkü onlar Alex ve Clem'diler ve bu doğa kanunuydu, Clem Alex'e hayır deme özelliğiyle yaratılmamıştı.
Onu çok seviyordu. Çok fazla. Tanımlayamayacak kadar ve her özelliğiyle. Olduğu kişi olduğu için seviyordu. İnsanların göremediği parçalarını, bütün o iğrenç yanlarını seviyordu. Kötü özelliklerini. Yanlışlarını, hatalarını. Onu kızdıracak bir şey söylediğinde, ya da kötü bir şaka yaptığında Alex'in sinirini görüş alanı içinde ama dokunamayacağı kadar uzak bir yerde oturup dondurmaya kaşık saplayarak belli edişini seviyordu. Gece kalp atışlarını dinleyerek uyumayı, aldığı nefeslere kendininkileri eşitlemeye çalışmayı çok fazla seviyordu ve hatta bu yüzden bir haftadan fazladır kafasının içinde tek düze bir kalp atışı ve çok tanıdık bir nefes sesiyle sızıyordu. Huysuzluklarını, kaprislerini, yaptığı çocuklukları seviyordu. Sarhoş oluşunu ya da mesela. İlginin üstünde olduğunu bildiği andaki tavırlarını. Sabaha karşı dağılmış biçimde eve dönüşünü. Bütün lanet özelliklerini seviyordu. Ailesiyle ilişkisini kendi eliyle berbat edişini bile. Ve bütün iyi özelliklerini. İçindeki iyi adamı, ona ait olan adamı. Bütün bu 'yeni' Alex'ten öncesini, bir kızın ona ilgi duyduğunu fark ettiğinde istemeden kızaran çocuk hallerini. İnsanların bilmediği o çok özel tarafı. Fark ettirmeden sevdiklerini koruyuşunu ve sevgisini kendince dile getirişini seviyordu.Ya da mesela, en basitinden, resim yaparken etrafını fark etmeyişini, parmaklarındaki derinin boyadan görünmez oluşunu, dalgınlıkla o boyayı yüzüne bulaştırışını seviyordu. Ve sonunda yüzünü gördüğünde bütün o boya lekeleriyle birlikte takındığı aptal, bezmiş ve az da olsa şaşırmış ifadeyi seviyordu. Alex'e dair her şeyi seviyordu. Sadece artık onu sevmek ve bunu bilmek Clem'i parçalara bölüyordu.
Duyduğu özür, Alex'in söylediği gibi, yaşadıklarını değiştirmedi. Hiçbir şeyi. Hatta o özürün söylendiği saniyeyle önceki saniye arasında bir fark da yoktu. Olanları değiştiremiyorlardı. Değişen tek şey içindeki ağlama isteğinin şiddetiydi. Hayattaki en büyük zaafı Alex'ti ve Alex biri için, herhangi biri için var olabilecek en tehlikeli zaaf olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. Alex'in bütün söylediklerinden, yalnız bırakmamasını isteyişinden sonra sessiz kalmanın ve sadece nefes almanın yeteri kadar yorucu olduğuna karar verip konuşmayı erteledi. Bir şeyleri bozmaktan korkar gibiydi, ağlayamıyordu bile. Yardımcı olmak istercesine, ağlamanın çok zor olmadığını söyler gibi yağmur başladı ve hareket emri İngiltere tarafından verildiğinde bütün durmuş zaman yeniden canlandı. Oysa öyle ne kadar kaldıklarını bile unutmaya başlayacaktı daha.
"Sen varken hiç yalnız olmadım. Kendi başıma kaldım bazen, evet. Ama hiç yalnız olmadım. Şimdi yalnızım, bunun bu kadar yakıcı olması çok acımasızca. Büyüyerek beni zehirliyormuş gibi geliyor. Ama burada olmak kadar değil. Bu halde durmak kadar değil." Söylemek istediği bu değildi aslında ve Alex'in onu tutan ellerinin sırtında gerildiğini hissedebiliyordu. Elleri bulundukları yerde öyle bir ısı yayıyordu ki sanki hep oradaymışlar gibi ve bu yüzden en ufak kıpırtı bile fark edilir hale geliyordu. Ona bu kadar yakın durmak ve sakin bir tonla konuşmak çok tuhaftı, imkansızmış gibi hissettiriyordu. Oysa organları birbirine kaynıyormuş gibi hissediyordu. Kaburgaları parçalanıp küçük parçalar halinde saplanıyormuş gibi, kalanı da toz oluyor, un ufak dağılıyormuş gibi. "Belki de söylediklerinde haklıydın." Bu ikinci adımdı, ikinci gerginlikti sırtında, bütün kaslarında ve onu saran bedende dolaşan. Bu yağmurdan sonraki ikinci işaretti. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, neler yapabileceğimi de." Sözcükleri toparlamaya çalıştığı birkaç saniyelik bir sessizlik oluştu ortalarında. "Gitmeme izin vermen için yalvarabilecek haldeyim ve bu doğru mu ondan bile emin değilim." Alex onu bıraksa parçalarını geride bıraka bıraka uzaklaşacaktı oradan ama bir yandan da, küçük bir ses belki de bunun doğru olan olduğunu söyleyerek sesini duyurmaya çalışıyordu. Belki de, başından beri açılan her yarayı iyileştirdiği gibi bunu da Alex iyileştirecekti, her ne kadar kendi açmış olsa da. "Seni bırakmamamı söylüyorsun ama sen benim yanımda olamazsın. Kafamın içinde kendime katlanamıyorum ve bu beni deli ediyor." Ve bu da üçüncüydü. Son parçaydı, son işaretti. Çenesinin kapalı kalmasına yarayan son kilidin düşüşüydü. Beyninin dudaklarını mühürleyen kısmının çözülüşüydü. Düşünerek değil sadece hissederek söyleyeceği cümleler için atılmış adımdı ve gözyaşlarına çıkarılmış izin belgesi işlevini görmüştü.
"Beni mükemmelleştirdiğini düşündüm hep. Gerçekten." Hiçbir şey olmamış gibi, tamamen başka bir kısımdan alarak konuşmaya başlaması kesinlikle kontrolünü kaybettiğinin işaretiydi. Oysa korkuyordu son günlerde, delicesine. İnsanlardan, onlara inanmaktan, hissettiklerini anlatmaktan. Her şeyden ve herkesten korkuyordu. Herkes potansiyel tehlikeydi, her biri onu Alex'in yaptığı gibi yaralayabilirdi ve bu yüzden neredeyse kimseyle konuşmuyor, konuştuklarına da kendisiyle ilgili, duygularıyla ilgili hiçbir şey anlatmıyordu. Ama Alex, bir kez daha, bütün bunları yıkmıştı. "Bütün iyi yanlarımı bana sen verdin. Olduğum kişiyi sana borçluyum. Özellikle sen etraftayken... Mükemmel biriymişim gibiydi, hiç hata yapamazmışım yaptıklarım da bana zarar vermezmiş gibi. İyi biriymişim gibi, anlıyor musun? Ama bunun yalan olması, kötü biri olduğumu fark etmemiş olmam. Ve bütün bunlar olurken seni parçalamış olma fikri..." Alex'ten çıkan itiraz sesine aldırmadı ve başka bir yere atladı. Madem konuşmaya zorlanmıştı ve madem şu an bu halde duruyorlardı bütün kanı dışarı akıtmak her nefeste Alex'i solumaktan daha az acı verici olacaktı. Kendisini Alex'ten ayıracak gücü toparlayıp geri çekildi. Alex'in yüzünü görünce nefes almayı unuttu, bakışlarını kucağında duran yumruklarına eğdi ve sanki bunu yapması emredilmiş gibi, biraz daha ayakta durmaya gücü yokmuş gibi birkaç adımda yakında duran koltuğa ulaştı. Alex'ten uzaklaşmıştı ama onu saran kollar ayrılmayı reddetmiş, bir gerginliğin ortasında olmaktan çok bir yere girmesi için yol verirmiş gibi belinde durmaya, adımlarına destek olmaya devam etmişti. Oturdu, onunla birlikte ilerleyen Alex de karşısına oturdu ama konuşacak gibi durmuyordu. Ve önce onu saran, daha sonra yürüyüşünde varlığını belli eden eli hala sırtında bir yerde duruyordu. Derin bir nefesle bakışlarını ondan çevirip yere, kediye, tahtanın üstündeki ince çiziğe ve daha pek çok şeye, Alex'e bakmaktan kaçınmasını sağlayacak bir sürü şeye odaklanmaya çalıştı. "Her şeyi berbat ediyorsun. Hep öyleydin, hep öyle oldun. Ailenle ilişkin, arkadaşların, yattığın bütün o kızlar, ilişkilerin. Kimse senin kim olduğunu bilmediği için, göremedikleri için rahatça her şeyi bok ediyordun. Ve ben bunu bile seviyordum. Çünkü hepsinin altındaki nedenleri, anlamları, her şeyi, her bir detayı görebildiğimi sanıyordum. Ve seni daha çok seviyordum, olamadığın taraflarını, gösteremediklerini. Seni çok iyi tanıdığımı sanıyordum." Son haftalarda yaptığı en uzun konuşma olma yolunda adımlardı sözcükleri. Sonra aylarca ağzını açamayacakmış gibi düşündürseler de düşündüğünü bile bilmediği bazı cümlelerin kendi cümleleri arasında kayıp gitmesine engel olmadı. Bakışlarını kaldırıp o çok bildiği ve evrenin bütün derinliğini saklayan koyu renk gözlere baktı. "Ama sana söyledim. Yapmamanı. Acını çıkarmak için beni parçalamamanı da söyledim. Ona rağmen yaptıysan bütün bunların ne anlamı kalıyor? Benim seni çok sevmemin, senin şu an özür dilemenin? Bu kadar üzgün olmamın?" Onu tutan kollar geriye çekildi ve sabit biçimde, başından beri oradaymış gibi Alex'in önünde durdular. Clem kesik nefesler alıyordu düşünemeyeceği kadar acımasızca konuşuyordu. Alex ise karşılık olarak heykel gibi, hareketsiz ve kaskatıydı. Bakışlarındaki anlamı çözmenin imkansız olduğunu düşündürüyordu. Bütün bunları söylediği için kendinden nefret etti. Bu durumda oldukları için. "Beni çok, çok mutlu ettin. Nasıl anlatırım bilemiyorum, şey gibi, sanki havalanıyordum ve saçlarım yıldızlara sürtüp alev alıyordu. Benim en yakın arkadaşımdın Alex. Sevdiğim ve sevebileceğim her şeydin. Sahip olduğum, ve ait olduğum, tek şeydin." Alex'in fark edip etmediğini bilmiyordu ama geçmiş zamanla konuşuyor olmak bile kendini kötü hissettiriyordu, daha fazlası mümkünse tabii. "Bu nefes almak gibiydi. İhtiyacım olduğunda pıt diye orada oluveriyordun. Bütün bunlar normal geliyordu, sanki dünyanın dönüşü kadar olağan, olmak zorundaymış gibi. İhtiyaç gibi zorunluluk gibiydi. Yoksunluğunu düşünemiyordum. Ama yanlış olduğunu gördüğümden beri- nasıl söylenir, nefes alamıyorum." Cümlelerinin uzunluğuyla ağlama hızı yarış halindeydi ve kendi sesi kedilerin mırıltısını, ya da dışarıdan gelen yağmur sesini, ya da Alex'in kalp atışlarını ve nefes alışını bastırıyordu. Çok ses çıkardığını fark etmesi için o bildik nefesi duyamamak yeterli ölçüydü. "Beni hiç üzmedin. Bana hiç zarar vermedin. Dahası zarar görmeme engel oldun ve başkalarının verdiği hasarı iyileştirdin. Hayatın boyunca, hayatımız boyunca, sadece tek bir yara açtın ve o çok kanıyor. Gerçekten. On gün oldu ve hala bana bakışını hatırlamak canımı yakıyor. İlk, ve bu nedenle affedilmeyi hak ediyor belki, bana kattığın onca şeyi düşününce. Ama gerçekten çok derin oldu." Kendi sözlerinin farkına varınca korkutucu denebilecek ve gerçekten gülmekle alakası olmayan bir sesle güldü. "Fazla dramatik, değil mi? Bu sefer gerçekten rol yapıyormuşum gibi göründüğünün ben de farkındayım." Bakışlarını tekrar Alex'in yüzüne kaldırdı. Bu sözlerin ne kadar tanıdık olduğunu onun da anladığını biliyordu. Yine de misilleme yaparcasına karşı bir darbede bulunmak istememişti. Konuştukça içini döküyor, söylediklerini duydukça daha çok acı çekiyordu. Kısır döngü. Başından beri yaptığı gibi konuşmaya devam etti, düşünmeden ve tamamen başka bir konuya atlayarak. "Sen hep iyiydin Alex, hep çok iyi biriydin. Ama değiştin. Eskisi gibi değilsin. Ben sadece etraftayken senin içindeki iyiliği biraz olsun ortaya çıkarmanı sağlamaya çalışıyordum. Ama sen etraftayken ben tamamen değişiyordum. Bu kişi olma nedenim sensin." Parmakları hala karnında, sanki doğuştan beri yumruk şeklinde duruyormuşcasına kilitli duruyorlardı ve Clem de bakışlarıyla onları çözebilecekmiş gibi yeniden parmaklarına odaklanmıştı. Üzgünüm, ama ben eski seni seviyorum. Bu halini sevebilir miyim bilmiyorum bile, ama bu sen değilsin, benim sevdiğim kişi değilsin." Başından beri birilerini suçlamıştı Alex konusunda. Delicesine egoistti, bu şimdi yüzüne çarpıyordu. Ailesini suçlamıştı mesela. Annesini, babasını. Bütün dayatılan şeyleri. Ve hatta Claudia'yı. Claudia'nın Alex'i reddederek büyük bir hasar yarattığını düşünüyordu. Bütün bu popüler olan Alex'in ortaya çıkma nedeninin o olduğunu düşünüyordu. Bütün alkolün, uyuşturucunun. Ama şu an, ve son on gündür her dakika, farklı düşüncelerle bunun zıttı yüzüne çarpıyordu. Pişmanlıkla baktı Alex'e, ona bakmak acıtıyordu ama özür dilemenin bir işe yaramadığını az önce, birkaç dakika önce Alex özür dilediğinde fark etmişti yeniden. "Ama eğer senin bu halde olmana ben neden olduysam... Bunun özrü yok. Gerçekten. Ve nasıl hissettirdiğini bilemezsin."


clementine tam bir kamyoncu değil de ne?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

How is your life today? Empty
MesajKonu: Geri: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimePtsi Nis. 09, 2012 5:47 pm

Clem konuşmaya başladığında, her nasılsa bir içgüdü, sessizliğini aratacağını söylüyordu sarf edeceği kelimelerin. O varken yalnız olmadığını söyleyerek başlamıştı. Her zamanki gibi aynı duygular içindeydiler, küçük bir istisnaya kadar. Alex orada Clem ile otururken onsuz geçirdiği zamanların onlarca katı mutlu hissediyordu. Elbette Clem'in rahatsızlığı kendi rahatsızlığı sayılırdı ama en azından o yanındaydı. İyiydi. Olduğu yeri biliyor, sağlam olduğunu görebiliyordu. Clem dışındaki insanlar, en sevdikleri bile, yürüyen hayaletlerden başka şeyler değildi onun yanında. Her şey biçimini buluyor, yerine oturuyordu. Gitmemesi konusundaki inadının yine bir ucunun bencilliğe dayandığını kabul etmek istemiyordu ama durum buydu. Clem'in sebep olduğu boşluğu bir tek uyuşturucular doldurabiliyordu, bunun da tek sebebi onun gerçek gibi görünmeyen gerçekliği ile arasındaki bağlantıyı kesebilen maddeler olmasıydı. Öyle durumlarda beynini kapatıverirdi ve Clem ile ilgili düşüncelerin hepsi kafasının içinde kapalı kalırdı. Bir zamanlar durum Cleo ile ilgili böyle olmuştu. Alex hala Cleo karşısında kriptonit gören Superman gibi diz çöküyordu lakin Clem'de bu bile mevcut değildi. Savaş alanında yatıp ölmeyi beklemek gibi. Ayağa kalkıp kendini öldürtecek gücü bile kalmıyordu. Arthur, annesinin ünlü sevgilisi, bunun olacağından bahsetmişti. Onun sadece biriyle yaşamaya alışamayacağından bahsettiğini sanmıştı ama at gözlükleri anca çıkıyordu. Alex kimseyle beraber yaşayamazdı. Kimseyi yakınında tutamayacaktı. Yaşamak için ne sefil hayat. Yaşıyor olması bile ne büyük israf!

Clem doğru söylemiş olabileceğini söylerken elinin asılı kaldığını bile fark etmeyen Alex, inatla ciğerlerine tutunan havayı serbest bıraktı. Değildim diyemedi, Clem'in konuşmasına izin verecekti. İşte bu yine iğrenç huylarından biriydi, insanların konuşup sonra gitmelerine izin vermek. Cleo'yu da o gece yarısı balkonda romantik bir tavırla susturabilseydi bu yanı hiç ortaya çıkmayacaktı. Hiçbir zaman karşıdakini susturacak cesarete sahip olamıyordu. İki saniye önce gözü kara hareketinin ceremesini çekiyordu. Bacağının uyuştuğunu hissederken Clem'in cümlesini kesebileceği bir nokta aradı. Bulamadı, bunun yerine uyuşuk bir bacak, kapan gibi ağır ciğerler ve heykel gibi katılaşmış bir bedenle infazına boyun eğdi.
Gitmeyi bu denli mi istiyordu? Odada eski zamanların hayalleri gezinirken. Vişne ve Votka ile boğuşmaları, bacakları kıvırıp kalın ve güven veren bir battaniye altında izledikleri filmlerde hata buldukları zamanlar... Clem'in Alex'in burnunda kalan dondurmayı uyardığını, Alex'in de cevaben kaşığında kalan dondurmayı Clem'in burnuna sürdüğünü hatırlıyordu. Anılarda güldükleri zamanlar bile sinirini bozmaya başlamıştı. Aslında her şey sinirini bozmaya başlıyordu. Delirmek de böyle olmalıydı, kafanın içinde iki farklı ses varken kaskatı oturmak. İki yanında, omuzlarının üstünden bağırıyorlardı. Biri bırak gitsin diyordu, istediği şeyi ona ver. Erkek ol biraz! Alex Mclain, sen en aşağılık olansın, diye bağırıyordu diğeri. Kalbini kırdın ve şimdi kalbini kırıyor diye ağlamak üzeresin. Bırak konuşsun, gitmesine asla izin vermeyeceksin. Bir kere gitti, parçalarını yeni topluyoruz. Aynı şeyi yeniden kaldırabilecek misin? Erkek ol biraz! İki iç sesin de tek ortak noktada toplanıp üzerine yürümesi garipti.
Clem'in övgülerini hak etmiyordu. Mükemmelleştirdiği iddialarını da. Kendisi hasarlıydı, kusurluydu, iç sesinin dediği gibi en aşağılık olanıydı. Kendine yararı yokken Clem'i yüceltmiş olma fikri mantıksızdı. Clem kendi başına ne olduğunu göremiyor mu? Kendisine, Alex'e ihtiyacı olduğunu düşünmesinin tek sebebi şartlanmış olmasıydı. Olduğu kişi olmak için Alex'e ihtiyacı olmamıştı. Kimseye olmamıştı. Burada muhtaç tek bir kişi vardı ve bu Clem değildi. Yaptıklarının ardında yatanı göremiyor olması... Anlatamıyordu üstelik. Gitmesinde zararlı çıkan taraf olmadığını. Şimdiki zaman dilimini yaşarlarken bile dönmesi için yalvaran taraf Alex'ti. Clem sadece kurtulmak için uğraşıyordu. Birkaç haftaya, belki aya kalmaz, onu seven biri (Adam belki de) ona toparlanması gerektiğini söyler, Alex'in o akşam ettiği lafları uygun bir dille yeniden anlatır, Clem'i hayata dönmesi konusunda teşvik ederdi. Alex ise o zaman dilimi içinde artık basit bir alışkanlıktan başka bir şey gibi görünmeyen 'kadınlar arası seyahati'ne devam eder, sonunda da kendini öldürtecek aptal bir şey yapardı. İngiltere'deydiler, bir sürü İngiliz'i öldürecek bir aptallık yapmazsa arka sayfa haberlerinden birinde bir gazete kupürü olarak insanlara öldüğünü beyan ederdi. Her şekilde Clem'siz hayat 'sonsuza dek mutlu yaşadı' türü bir hayat olmayacaktı. O gece Clem'e o lafları edebildiğine göre oldukça gözü kara davranmıştı, belki de hayatındaki en cesur zamanıydı. Alex içinden Clem'i mükemmelleştirmediğini söyledi. Öyle hissetmesinin sebebi öyle oluşuydu. Başarıdan kendine pay alması haksızlık olurdu. Clem mükemmeldi zaten. Olduğu gibi.
Parçaladığını söylemesiyle itiraz edercesine bir ses çıkardı; bu gülmekle nefes vermek arası bir şeydi. Parçalamak Clem'in yaptığı şeyler arasında hiç olmamıştı. Şimdi oluyordu gerçi ama bunun tek sorunlusu yine kendisiydi. Zaten Alex Cleo'nun gidişinden beri bölünmeye başlamıştı. O akşamki düşüncesini hatırlıyordu; İnsanlar beni olmadığım kişi yüzünden yargılıyor. O halde onlara istedikleri kişiyi vereceğim. Gerçekten de etrafındaki insan sayısında bariz bir artış olmuştu. İnsanlar arkasından fısıldaşmış, vahşi hayvanlara özgü tehlikeli gülümsemeler fırlatmıştı. Hiçbiri onu gerçekten sevmemişti. Bir süre sonra bunun gerekliliklerden biri olmadığını anladığında da sevilesi biri olmayı bırakmıştı zaten.

Clem konuşmaya devam etti, sözlerine bakılırsa övgü faslı bitmişti. Bildiği, durmadan kendine tekrar ettiği ve arada öfkelendirdiği insanlardan duyduğu şeyleri hiç beklemediği kişiden duyarken kalbi ağırlaşıyordu. Her şeyi berbat ediyordu. Her şeyi berbat etmişti, her şeyi berbat edecekti. Sadece kendisinin bileceği bu gerçekleri Clem'den duymak düşündüğü kadar şaşırtıcı değildi, ne de olsa Clem dünyadaki diğer herkesten daha iyi tanıyordu Alex'i, kendisinden bile. Her zaman şefkatli ve destekleyici konuşurdu buna rağmen. Clem de böyle hissetmiş olmalıydı, Alex'e o gece susmasını söylerken yani. Duymak istemiyordu ama dinlememek gibi bir seçeneği de yoktu. Elini bile bile sıcak ocağa basmak gibi. Haklıydı, söylediği her şeyde. Kimsenin şüphe bile etmediği ikinci bir kişiliği vardı. Duyarlı, utangaç, yanlış şeyler söylemekten çekinen. Ama o Alex Mclain'di, kadın avcısı, parti delisi. Birisiyle duygusal bir ilişki kurabilmek onun için imkansızdır! Bunun gibi şeyler. İkinci kişilikten çok bir maske gibiydi. Karanlıkta, her oyunu oynayabilecek kadar düşmüş, libidosu yüksek kadınlara kendini anlatırdı, asıl kişiliğini. Onlarsa bunun bir çeşit tavlama yöntemi olduğunu düşünüp inanmış taklitleriyle ince parmaklı ellerini toplum içinde rahatça götüremeyecekleri yerlere sürerlerdi. Doğal olarak hiç sağlıklı ilişkiye sahip olmayan Alex için feda edilecek bir güruh askerden başka bir şey değillerdi. İlişkilerini bok etmek sorun olmuyordu. Yanında istediği, gerçekten istediği, iki kişi olmuştu. Birini genç yaşta bir balkon kenarında, ötekisini de gıcırdayan daire zemini üzerinde kaybetmişti. Her nefesi çığlık atıyor gibi gelmeye başlamıştı. Kapana kısılmış hissediyordu. Kafasının içinde kapana kısılmış gibi. Hafiften sinir olmaya da başlamıştı. Clem'e değil, her şeye. Kendinden çok daha nefret ediyordu, sanki bu olabilecekmiş gibi. Ama bütün bu dili geçmiş konuşmaların arkasında yaptığı şeyin doğruluğu da yüzüne çarpıyordu, kendisini en çok rahatsız eden de buydu. Clem'in dediği gibi, her şeyi berbat ediyordu. Kimseyi yanında tutamıyordu. Belki bu en iyisiydi. Belki de kimilerinin dediği şu yalnız yaşamak için doğan tiplerdendi. Yararlı değildi, yararlı biri olmamıştı. Clem nedeni bilinmez bir şekilde Alex'in yarattığı zararı göremiyordu. Clem'e zarar vermektense kendine zarar vermeyi tercih edebileceğinden belki de gitmesine izin vermeliydi. Kızın istediği şey de buydu. Ona rağmen bunların ne anlamı kalıyor diye sormuştu, Alex bir kez daha ne yapmaya çalıştığını nasıl göremiyor oluşunu sorguladı. Clem, az önce de kanıtladığı gibi, Alex'i dünya üzerinde en iyi tanıyan insandı. Böyle bir şeyi, böyle bir aptallığı yapmak için potansiyel bir yeteneği vardı, Clem'in bunu biliyor olması gerekirdi. Gitmesi için arkasından taş atması gerekmişti. Evet, Clem'in canı acımıştı ama başka nasıl gidebilirdi ki? Şimdi bile gitmek istiyorsa çok acımış olmalıydı. Alex'in uzmanlık alanlarından biri de giden insanları durduramaması idi. Şu an gitmesine izin verebilirdi. Paçasına yapışmış bir yaban köpeği gibi sürüklenmenin alemi yoktu. Fazlalıktı hayatında. Baştaki amacına ulaştığının kanıtıydı bütün bunlar. O halde mutlu olması gerekirdi. Gerekmez miydi?

Kollarını geri çekti. Clem'e temas etmek onun da canını yakmaya başlamıştı şimdi. Uyudukları zamanları hatırlatıyordu, Clem'in loş ışık altında kapalı gözkapakları ardındaki gözlerinin hareket edişini izleyerek rüya gördüğünü düşündüğü ve rüyasında ne gördüğünü tahmin etmeye çalıştığı zamanları, yastığa dökülen saçları ile geceyi yıpranmış yatak örtüsüne taşımaya çalıştığı akşamları. Şu an o anların dışarıda gezip rastgele kadınlar seçtiği tüm o anlardan çok daha güzel olduğunu söyleyebilirdi ama bir şey değiştirmeyecekti. Tek huzurlu hissettiği zamanın eve adım attığı zamanlar olduğunu söylemek de öyle. Artık bu evde iki saniye bile durmak istemediğini söylemesi de aynı şekilde. Dağılmışlardı. Alex toparlanma döneminin sonuna gelmişti. Cleo'dan beri parçalanıyor, Clem'in hayatına girişinden beri parçaları geri topluyordu. Darbe yemiş lego kaleler gibi yeniden dağılmıştı. Bu sefer daha haşin geçecekti. Daha sert. Yeniden toparlanma dönemi olmayacaktı. Geriye toparlanacak bir şey kalmazsa toparlanma dönemi de olmazdı zira.
Gerisini duymuyordu. Mutlu ettiğini söylediği şeyler tam anlamıyla zırvalıktan ibaretti artık. Clem için yararlı olmuyordu. Clem kendi başına mğkemmeldi. Alex güzel cilalı bir masa üzerindeki çiziklerdi sadece. Clem onu tanımamıştı. Ne eşit bir yıkım aracı olduğunu yeni anlıyordu. öyleydi de. Ziyan. Çöpe atılmış sıcak yemek. Clem LSD kullanan bir keş gibiydi. Bir şeyler gördüğünü düşünüyor, gördüğü şeylerin gerçek olduğuna kendini inandırıyordu. Bunu bilmek çok üzücüydü. Clem'in olumlu söylediği hiçbir şeye inanmamasına sebep oluyordu. Sonunda kendini Clem'in sözlerine kapatmış halde otururken buldu kendini. Kafasının içinde dönen sesler genç kadının tatlı sesini kesiyordu. Alex dişlerini biledi. Buraya gelince işlerin düzeleceğini düşünmüştü. Uzak zamanlarından çok daha çarpık ilişkileri vardı halbuki. Yakın olmak sağlıklı olmamaya başladığında gitmesi gerektiğini hissettiriyordu. Ama bunun iyi sonuçlar doğurmadığını görmüşlerdi. Hiçbir çıkış yoktu. Güzel bir hayat yaşıyor gibi hissetmiyordu. Sorun değil, dedi iç sesi. Sen zaten ölüsün.
Değerli olduğunu düşündüğü tek kişi de onun her şeyi berbat ettiğini söylüyordu. Eskisi gibi olmadığını. Eskiden nasıl olduğunu hatırlayamıyordu bile. Darth Vader'lığa geçiş yapmış Anakin Skywalker gibiydi. Bütün bunlardan önce neye nasıl tepki verdiğini bilemiyordu. Seçimlerini neye göre yaptığını. Tercihlerini. Olduğu her şeyin aksi olmuştu sanki. Clem'in neyden rahatsız olduğunun farkındaydı... Ama bunu nasıl değiştireceğini bilmiyordu.
Hiçbir zaman Clem'e karşı diğerlerine olduğu gibi değildi ki. Clem'e eskisi gibi davranmıştı, gidişine sebep olan gece hariç. Geçerli sebepleri olduğunu düşünüyordu. Kafası hala karışıktı. Çok. Karışık! Nasıl olduğu, neye dönüştüğü kendi sorunuydu. Berbat bir hayatı olduğunu duymaya ihtiyacı yoktu, bunu zaten biliyordu. Her şeyin bu kadar kurban edilmeye müsait oluşunun sebebi de bu olmuştu. Clem hariçti, Clem hariç. Alex'in ne yapmaya çalıştığını nasıl anlayamıyordu? Bütün bunlar mantıklı değildi. Gözlerinin dolduğunu hissetti ama zavallı bir aptal gibi ağlamayacaktı. Burnundan bir ejderha nefesini andıran sıcak nefesi verirken ellerini birbirine kenetledi. Eskisi gibi olmayacak korkularının tarihi belirlenmişti artık. Basit bir kuruntu iddiasından kurtulmuşlardı. Zavallı aptal Alex Mclain. Barlarda oturduğunu gördüğünüz siyah ceketli, keskin gülümsemeli delikanlıyı asla öyle zamanlarda bu denli yıkılmış göremezdiniz. İyi rol yaptığını savunduğu Clem'den çok daha iyi rol yapıyordu gerçek hayatta, sadece onun yaptığı role yalancılık deniyordu, aktörlük değil.
Clem'i zorla yanında tutuyordu. Bu bir film olsa, yağmurlu bir sokak ortasında gitmeme izin ver diyen kadına hayır anlamında kafa sallıyor olurdu. Bırakması gerekiyordu. Clem'in kendi seçmesi. Artık karar vermeye yetecek takatti bile kalmamıştı.
Bu halde olduğuna sebep olduğunu söylediğinde itiraz edecek gibi olduysa da kafa sallamadı, bir yerde haklıydı da. Sözleri kafasında toparlarken eğik başı yüzünden gözlerinin önüne düşen saçları toparlamadı, her ne kadar yüzünü gıdıklasalar da. Alacağı cevabı biliyordu, ne hissettireceğini de. Gene de söyleyecek başka şey düşünemiyordu, beyninin çarkları duruvermişti. Duraklamanın ardından elini kapıya işaret edercesine kaldırıp geri, diğer elinin içine geri bıraktı. "Gidebilirsin." dedi boğuk bir sesle, sanki kendisini durdurmak istemişti sesi. Yutkundu, başını kaldırıp Clem'e bakması gerekiyordu şimdi. Nefesini burnundan salıp göz ucuyla baktı. "Gidersen bunun son olacağını biliyorsun, değil mi? Bizim için? Gitmeni istemiyorum ama acıttığını söylüyorsan, ben..." Gözlerini kaçırıp konuşma boyunca tuttuğu nefesi verdi, cümlesini tamamlayacak kelimeler telaffuz edilmeyi reddediyorlardı. Oksijen kısıtlıymış gibi nefes alamamak iğrenç bir duyguydu. "Ve gideceksen, sana söylemem gereken şeyler var, bir daha görüşmeme ihtimalimize karşı." Ellerini kenetleyip işaret parmaklarını birleştirdi ve işaret parmaklarını tam iki kaşının ortasına bastırıp dirseklerini dizlerine koydu. Derin nefes alıp hızla bıraktıktan sonra konuşmaya başladı. "Gitmen için canını yakmaya uğraştım. Seni, seni neyin rahatsız edeceğini bilecek kadar tanıyorum. Gidersen belki dedim, kendine bir hayat kurabilirsin. Adam ile beraber. Bensiz. Çünkü ben, senin de dediğin gibi, her şeyi berbat etmekte uzmanım. Bunu kabul etmek istemiyorum ama Adam iyi birine benziyor." Adam'ı düşününce birbirine kenetli elleri gerildi, iyi biri olması suratını dağıtma isteğini azaltmıyordu ne yazık ki. "Onunla mutlu olabilirsin fakat ben onu gördükçe, yani o burada oldukça, ve sen onunla..." Dişlerini sıktığında şakağındaki ince damar belirginleşti, çenesi kasıldığında hep aynı şey olurdu. Bir derin nefes daha gerekmişti itiraf için, ama gözlerini hala açmadan konuşuyordu. "Kıskanıyorum. Durum bu. Onunla iyi geçinmemin hiçbir yolu yok çünkü o benim yerimi alabilecek potansiyel bir tehlike olacak, her zaman. Ama senin seçimi yapamayacağını biliyorum. Senin yerine seçim yapmak istedim. Seni itersem Adam'ın kollarına düşebilirdin. Seni itmem gerekiyordu, evet, ama sonuçta daha iyi bir hayatın olacak. Benden uzak durman gerekiyor. Herkesin benden uzak durması gerekiyor." Yüzünden çekip vurgu yapmak istercesine açtığı ellerini önünde birbirine kenetleyip yumruk haline getirdikten sonra sızlayan bileğini ovdu. İçini dökmek için konuşuyordu. Ne de olsa Clem'in dediği gibi, hiçbir şeyi değiştiremeyecekti. Anlık Clem'in yüzüne çevirdi bakışlarını. Sesi fısıltı gibiydi. "Söylediklerimin tam tersini kast edeceğimi bilecek kadar tanıyorsun beni. Bütün bunları nasıl göremezsin?" Yavru köpek bakışları, yüzündeki ifadeye böyle diyorlardı. Clem'in yüzünde, ona son kez bakmak istercesine gözlerini gezdirdikten sonra mutfağa, çikolatalı dondurma stokuna gitmek için ayağa kalktı. İçinden görüşürüz demek istiyordu ama bu bütün konu konseptine aykırı bir vedalaşma olurdu. Sırtını dönmüş olmanın rahatlığıyla asıl hissettiği yüz ifadesini takınarak sessizce mutfak kapısını itti ve mutfağa daldı. Önündeki gecelerin kabuslarının yeni temasının bugün olanlar olacağına emindi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

How is your life today? Empty
MesajKonu: Geri: How is your life today?   How is your life today? Icon_minitimePtsi Nis. 09, 2012 8:52 pm

Bazı insanlar çok sevilmek için yaratılırlar. Dünyayı kendi etrafında döndürmek için. Birilerini kendine hayran bırakmak için. İyi veya kötü. Bazı insanlar başkalarının hayatını kökünden söküp yerine ot doldurmak için vardırlar. Bazıları da söktükleri hayatı varlıklarıyla doldurmak için. Her şekilde o insanlar özeldir. Gerçekten özeldirler. İyi veya kötü hayatta her zaman karşınıza çıkacak şeylerden değildirler. Damağı mühürlü kediler gibi. Bulanlar hayatları o kişiler tarafından yüceltilse de, süründürülseler de bir şekilde şanslıdırlar. Clem de öyleydi. Şanslıydı. Şansının her zaman iyi yönde işlediğini söyleyemezdi belki ama şanslıydı. Herkesin Alex'i olmuyordu.
Onu üzmek istemiyordu. Onu üzdüğünü bilmek de istemiyordu. Bunu düşünmeyi de istemiyordu. Alex'e her bakışında aslında ne düşündüğünü merak edeceği, ona zarar verip vermediğini sorgulayacağı, her adımında kendini suçlayacağı bir hayatı da istemiyordu. İkisine de işkence olurdu bu, Clem daha fazla kötü olan olmak, daha fazla Alex'e zarar vermek istemiyordu. Ama bunu yapıyordu. İçinde o cılız, kendinden nefret etmesini destekleyen ses uyandı ve 'ne yaptığına bak' dedi tükürürcesine 'acı çekmesine neden oluyorsun'. Amacı bu değildi ama şu an bile Alex'in onu kendinden uzaklaştırmakla haklı olduğunu düşünüyordu. Ona zarar vererek iyileşemezdi, gitmeliydi. Gitmesi gerektiğini söylemişti Alex. Kötü biri olduğunu düşünüyordu artık. Kendine saygısı kalmamıştı ve bu saygıyı Alex'in kıvranışını izlerken geri kazanamazdı.
Onu görmemek zarar veriyordu aslında. Özlemek, düşünmek, bütün yaşadıkları, anıları, kabusları... Alex'in gülüşü en sevdiği kabusu haline gelmişti. Yine de bir şekilde ilerleyebiliyordu. Nefes alabiliyor, adım atabiliyordu. Ama farklı biri haline gelişini izlemek, farklı olmak, artık onlar için geçerli olan 'biz' kavramının geçerliliğini kaybedişine tanık olmak yolunu tamamen tıkayacaktı. Nefes almayı hareket etmeyi unutturacaktı. Alex bırakırsa gitmeliydi, Alex bırakırsa ona verdiği zarar için sessiz özürler bağıra bağıra uzaklaşmalıydı ve geri dönmemeliydi. Zaten bütün bunlar aptallıktı. Bütün bu 'evimden uzak kalamıyorum' duygusallığı. Alex'i kaybetmişti, özlediği de oydu. Kedileri de özlediği doğruydu gerçi, yalan değildi ama buraya girmek için fırsat kollamasının ardındaki temel neden bu değildi ki. Bütün eve girişleri, bütün o gizlilik hepsi palavraydı. Hepsi Alex'e biraz daha yakın olmak için uydurduğu bahanelerdi. Hepsi Alex'in iyi olduğunu bilme isteğini bastıramayışından kaynaklanıyordu. Orada burada cam kırıkları, yaralardan sızan kanlar, uyuşturucular, kırık içki şişeleri ya da reçeteli ilaçlar görmemek iyi olduğunu düşündürüyordu. Boş dondurma kutuları da iyileşmeye çalıştığını. Dondurma Alex'in ilacıydı ve Clem onun dondurma tüketme hızının arkasına sığınıyordu. Ona zarar vermişti ve dondurma açtığı yaraları soğutuyordu. Bu yüzden bırakırsa geri dönmeyecekti. Ama bundan bile emin olamıyordu. Kendine bile dürüst olamadığını fark etti. Alex'e zarar vermişti ve iyi olmasını istiyordu ama bir yandan da iyi olmak istiyordu. Bir şekilde insan olduğunu yeniden fark etmek istiyordu. İnsani tepkiler vermek istiyordu. Alex'i yanında istiyordu ve bu en imkansız seçenek olarak diğerlerinin de yolunu tıkıyordu.
Yalancı ve bencildi. Alex'i suçlarken tamamen kendi acısını kusuyordu dışarıya ve şimdiden pişman olmuştu, Alex ağzını bile açmadan üstelik. Ama Alex'in karşısında öyle durduğunu görmek... Bu birkaç çocuğunun ve bütün ailesinin gözleri önünde işkenceler çektirilerek öldürülmesini izlemek zorunda bırakılan anneymiş gibi hissetmesine yol açıyordu. 'İşkenceci sensin' dedi o adi, karşı tarafı savunan ses, 'bunu sen yaptın'. Hiç yardımcı olmuyordu. Alex'i suçlarken tamamen acısına yoğunlaşıp konuşmuştu, yaşadıklarına, ve şimdi pişman oluyordu.
Yine de haklıydı bir yandan. Öyle canı yanmış, öyle parçalanmıştı ki mantıklı düşünemiyordu. Öyle kötü durumdaydı ki hiç yapmayacağı şeyler yapmış, hiç olmadığı biri haline gelmişti. Ve az önce bütün acısını sözcükleri bileyerek Alex'e saplamasaydı bu pişmanlık acısının yanına yeni bir ağırlık olarak eklenmeyecekti. Madur durumda olandı, kurbandı, her ne kadar Alex'i öldürmüş olsa da, ona zarar vermiş ve onun yıllarını çalmış olsa da öyleydi. Alex de en az onun olduğu kadar acımasızdı konuşurken. Ve Alex bütün bunları yapmasa Clem zaten bunları söylemeyecekti, az önce kurduğu cümlelerin hiçbiri kurulmuş olmayacaktı. Kolunun iç kısmında bulunan üç küçük delik ve birinin etrafındaki hafif morluk olmayacaktı mesela. Sağlıklı besinler yerine içine doldurduğu bütün o alkol, bütün o besin değerinden uzak çer çöp olmayacaktı. Son on günde en fazla beş günlük uyku ihtiyacını karşılamış olmayacaktı. Kabus görüyor olmayacaktı. Uykusuzluktan düşüp bayılmayacaktı, ağlayarak Nanna'nın bütün neşesini sömürmüş de olmayacaktı. On gündür içinde yaşadığı bok gibi hayata dair hiçbir şey olmayacaktı. Hiçbiri...
Yapacağı şeyler değildi hiçbiri. Onayladığı şeyler de değildiler.Ona uygun davranışlar da. Ama hepsi olmuştu, oluyordu, olmaya devam ediyordu. Başta kabuslar, periyodik ağlama nöbetleri, alkol vardı. Uykusuzluk, lanetlik düzeyinde huysuzluk ama bütün bunların yanında kimseyle konuşmama hali vardı. Sonra, birkaç gece sonra, uykusuzluktan ve üzüntüden kıvrandığı bir anda Nanna'nın eline geçen uygun miktarda paraları değerlendirdiği anlardan birine denk geldi. Birkaç itiraz ve ardından gelen 'hayatım berbat ve daha fazla kötüye gitmesi zaten mümkün değil' anlamı çıkarabileceğiniz mızıklamalarla renklendi geceleri. Nanna en azından beklemesini, bunun aptallık olacağını, ertesi güne kadar sabrederse ona daha hafif, en azından bağımlılık yapmayacak bir şeyler getireceğini söyleyip onu caydırmaya çalışmış ve bütün bunlar Clem'in kararına daha sıkı sarılmasına neden olmuştu. Alex'e bağımlılığı onları bu hale getirdiyse Nanna'nın metal kaşığı en fazla sihirli değnek olabilirdi ona, gerçek olmayan dünyaları vaat ettiğini biliyordu çünkü. Üstelik Alex kullanmıştı, tamam onun ne kullandığını bildiğini söylemeyecekti, o anları tamamen yok saymış, Alex de büyük bir özenle herhangi birine, ya da uçmuş hallerine denk gelmesine engel olmuştu. Ama yine de kullanmıştı değil mi, yani, hem Nanna da kullanıyordu, sevdiği insanlar buna bile bile başladılarsa kendisi de aynı aptallığı yapabilirdi. Alex'in birinin sahip olabileceği en acımasız, en acı verici bağımlılık olduğunu düşünmeye başlamıştı, kabuslarında yüzüne haykırdıklarını unutturacak her şeye sıcak bakıyordu. Nanna pes edene kadar konuştu, son günlerinin en kararlı anıydı. Ve hatta işi abartıp 'onun gibi' olmayacağını da söylemiş, daha sonra bunu açıklamak zorunda kalmış ve bağımlı olmaya başladığını düşünürse kendisini evire çevire dövmesiyle ilgili haklar da tanımıştı. Sonuçta on gün için üç küçük delikle, ve onların ardından gelen mükemmellik hissinin getirdiği bir süre bütün bunlardan uzaklaşma şansıyla ödüllendirilmişti. Ya da cezalandırılmıştı, bilmiyordu. Bildiği tek şey kendisi olmaktan çıktığıydı ve bunu düşündüğünde de zaten olduğu kişinin bir yanılgı olduğunu, Alex'i eski haliyle harabeye döndürdüğünü söyleyip kendi kendini susturuyordu.
Yine de Alex'e hala kızgındı, çok kızgın. Bütün bunlara neden olduğu için, bütün o sözleri için. Acımasızdı. Canını çok yakmıştı. Onu istemiyorsa bir yolunu bulabilirdi, daha az acıtan bir yolu. Sözleriyse çok ağırdı. Ama onu seviyordu ve bu kelimenin tam anlamıyla bok gibi hissettiriyordu. Adım attığı her yer dünyanın merkezi oluyordu ve Clem bütün dengesini ondan alırken birden ortada kaldığı için, havada asılı kaldığı için onu suçluyordu içten içe. Alex onu boşluğa fırlatmıştı. Uçamıyordu, düşemiyordu. Ve şimdi o boşluktan çekip çıkarmak ve onu daha derine göndermek arasında duruyor, Clem'in idam mahkumu gibi hissetmesine neden oluyordu. Alex gerçekten onu zehirliyordu ve o da Alex'i zehirliyordu.
Alex'e odaklanmışken bakışları dudakları kıpırdadı beklemediği bir anda. Bazı dudaklar, bazı insanların, özellikle çok sevilenlerin dudakları öyle güzel görünüyordu ki konuşurken, sözcükler önemsizleşiyordu. Bir saniye için bu hisse bıraktı kendini ve Alex'in konuşurkenki halini inceledi. Dudağının kenarındaki çizgiyi, keskin hatlarının özenle yaratılmış gibi narin olmayı başarabilişini, konuşurken dudaklarının hafifçe birbirine dokunuşunu ve sonra birbirlerine katlanamamış gibi yeniden ayrılışlarını. Gözlerindeki ifadenin sözcüklere göre şekillenişini, her bir kasını, her bir mimik hareketini. Bir an için bütün olarak zamandan soyutlanıp sadece Alex'i izledi. Sözcükleri söylenişlerinden birkaç saniye sonra algılayan beyni neler olduğunu anlamasını sağlamak için uykusundan uyanmış, çalışmaya başlarken Clem olduğu yere çakılı kaldı ve Alex de ona kendini daha da kötü hissettirecek cümleleri döktü önüne. Aptal ve bencil olduğunu bir kez daha anlamasını sağlayacak cümleleri.
Kilitlenmiş gibi Alex'i izledi, dinledi, ezberledi ve kalkıp gittiğinde son sözlerin ağırlığı üstüne çöküp yeni bir savaş meydanı bıraktı geriye. Uzun zamandır yakından tanıdığı, ama uzaklaşınca bambaşka biri olan adam bütün suçlamalardan aklanmalıydı. Çünkü haklıydı. Çünkü Clem onu tanıyamamıştı. Çünkü Clem kendi acısının, duyduklarından aldığı hasarın büyüklüğüne öyle odaklanmıştı ki Alex'in sözcüklerini sorgulamamıştı. Gerçekliklerine inanmış, kendini berbat bir şeyin içine, Alex'i de kafasının içindeki dünyaya terk etmiş ve acı çekmekten usanmamış, çektiği acının yetersizliğini düşünecek kadar berbat biri haline gelmişti.
Yine de, bir şekilde, bütün duyduklarına inanan o tarafına rağmen içten içe Alex'i suçluyordu. Söyledikleri doğru olamazmış gibi geliyordu. Öyle olsa o cümleleri o kadar gerçek gelemezmiş gibi. Bu da bir kere daha onu tanımadığını gösteriyordu. Ve aslında bütün bu açıklama Alex'i haklı çıkarmıyordu. Çıkarıyordu, tamam, yalandı. Ama yine de haksızdı işte, çelişkisinde boğuluyordu. Haksızdı çünkü o da onu tanımamıştı. O da kendisinin çekeceği acıyı hafife almıştı. Clem'i kendi kararını vermesi için zorlarken karar veremeyecek kadar aciz hale getirmiş ve hayatı boyunca yaşayacağı en büyük acının içine yollamıştı.Haklıydı, çünkü bir kez daha, Clem'in yüzüne ne kadar aptal olduğunu, söylediklerinde içten içe haklı olduğunu, Alex'i hiç tanımadığını ve Alex'in kendisinine kadar sevdiğini çarpmıştı.
Bütün o harabe hissi, açık yaraları, kanayan o kesiklerin her biri, kırgınlığı, üzüntüsü, acısı yerinde duruyordu ve Clem Alex'in söylediklerine inanmaya başlamış olsa da eskiye dönebileceğinden emin olamıyordu. Alex onu güvensiz biri haline getirmişti, her şeye karşı. Parçalanmış, aciz, yalnız. Tamamen paranoyak biri haline. Burada kalıp eskisi gibi olamamak onlara daha çok zarar verecekti. O yüzden Alex'in yaptığı fedakarlığı yapacak gücü bulmalı ve dönmemek üzere gitmeliydi. Dondurma, kediler, filmler onu iyileştirir, gece hayatı biraz olsun aklını oyalardı. Çıkıp gitmesi gerekiyordu. Alex için zararlı olduğunu kabullenip siktir olup gitmesi gerekiyordu. Yerinden kalktı ve uyuşmuş adımlarla pişman olacağını bile bile odadan çıktı.
Eline aldığı kaşık son günlerde kanını zehirlemesine yardımcı olandan daha masum, daha iyi niyetli görünüyordu ve eğer onu doğru kullanabilirse, kim bilir belki birkaç hafta içinde, Nanna'nın odasında ısıttığı sihirli değnekten daha güzel dünyaların kapılarını açacaktı. Daha güzel, ama harap olmuş ve toplanılmayı bekleyen kapıları. Basit adımlarla, kafasının içinde Alex'i savunan sesin yapmamasını haykırdığını duymasına rağmen, pişman olmamayı umarak ilerledi. Daha fazla zarara neden olmak istemiyordu ama Clem hiçbir zaman Alex kadar fedakar olamayacaktı. Hiçbir zaman Alex'e karşı koyamayacaktı. Hiçbir zaman ona kızgın kalamayacaktı ve hiçbir zaman onu arkada bırakamayacaktı, özellikle de üzgün olduğunda. "Bir kalbin olması," dedi yanına çökerken, Alex'in bakışlarına aldırmadan "seni sevmenin ne demek olduğunu bilebileceğin anlamına gelmez." Haklıydı, Alex asla Clem kadar şanslı olamayacaktı. Asla Clem'in yerinde olamayacaktı çünkü. Alex kendini Clem'in onu sevdiği kadar sevemeyecekti. Alex kendini herhangi birinin onu sevdiği kadar sevemeyecekti zaten ama Clem'in yerinde olup Clem'in varlığının tamamını hissederek Alex'i sevmesinin nasıl bir şey olduğunu asla bilemeyecekti.
Elindeki kaşığı sakin olmaya çalışarak Alex'in dondurmasına batırdı ama elleri titriyordu. "Hayatını paylaşıyorum," dedi sesi de elleri kadar titrek, ağlamaklı çıkarken. "bir kez daha." Duraksadı, düzgün cümleleri seçebilecek kadar kararlı değildi, ama yapmak istediğinin bu olduğundan da emindi. Ne kadar kötü olacak olursa olsun. "Ve bunun doğruluğundan emin değilim. Kendimi tutmadığım için aptal olmalıyım, buna izin verdiğim için, senden vaz geçemediğim için." Kaşığı kutudan çıkarıp üstündeki dondurma tepeciğiyle kendine doğru çekti, Alex nefes almıyormuş gibi duruyordu. " Ama bu sefer sana zarar verdiğimi düşündürürsen, sana zarar vermeme izin verirsen ya da bana yeniden acı çektirirsen Alex, yarı yolda bırakırsan, kendime zarar vermek istememe neden olursan, beni kandırırsan nasıl yaparım bilmiyorum, o gücü nasıl toplayacağımı da bilmiyorum ama seni öldürürüm. Ciddiyim." Yeniden ağlamaya başlayarak ve dondurma tadına tuzlu göz yaşları akıtarak yedi kaşıkta duran dondurmayı.
Onu seviyordu. Kendi varlığından da çok. Ve acı çekmesine neden olan olmaya katlanamazdı. Kapıdan çevirdiği adımlarıyla mutfağa dönüşünün ardındaki neden de buydu. Alex'i öyle seviyordu ki istese de başka kimseye sevdiğini söyleyemiyordu. Alex sevgi kavramına el koymuş, hepsini sahiplenmiş, o kavramla kendine şato inşa etmiş ve içinde yaşıyordu. Alex'i çok fazla seviyordu. Bu ona zarar veriyor olsa da onun yanında olduğu sürece buna katlanabileceğini biliyordu. Nasıl olacağından emin değildi. Hala kabuslar vardı, Alex'in fark edebileceği küçük iğne delikleri, uykusuzluk, aniden gelen gözyaşları ve temaslara verdiği tepkiler vardı. Ve bunları görmenin Alex'e zarar vereceğini de biliyordu. Ama çıkıp giderse onu hayatı boyunca bir daha geri kazanamayacağını da biliyordu. Bir film sahnesinde değildiler, filmlerde bir şekilde dönülüyordu. Ama Clem o gidişi gerçekleştirirse geri dönüşün geçerli olmayacağını biliyordu. Zor olacağını bildiği bir şeye, acı verici bir şeye boyun eğmişti çünkü Alex kadar iyi olamıyordu, Alex kadar fedakar da olamıyordu. Bencildi. Yine de birlikteyken yaşayacağı hiçbir acı Alex olmadığında yaşadıklarıyla yarışamazdı, bundan emindi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
How is your life today?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Leicester Square-
Buraya geçin: