London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Something Somewhere Went Terribly Wrong

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Something Somewhere Went Terribly Wrong Empty
MesajKonu: Something Somewhere Went Terribly Wrong   Something Somewhere Went Terribly Wrong Icon_minitimeCuma Nis. 13, 2012 9:47 am

Something Somewhere Went Terribly Wrong IoAoLChRRJekk
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Something Somewhere Went Terribly Wrong Empty
MesajKonu: Geri: Something Somewhere Went Terribly Wrong   Something Somewhere Went Terribly Wrong Icon_minitimePaz Nis. 15, 2012 5:10 pm

"MCLAIN!" İtalyan adamın genizden gelen bağırtısı üzerine kızıl saçlı, çilli, kasiyer çocuk dükkanın kapısının yanına dayanmış genç adamın olduğu yöne döndü hızla. Kapılar kapalı olduğundan patronunun sesini duymayan Alex beceriksizce sigara sarmaya çalışıyordu. Çocuk omzunun üstünden geriye bakıp gözlüklerini düzeltti ve Alex'in geldiğine dair bir şeyler geveledi. Diş telleri konuşmasına engel oluyordu, tükürüklerine hakim olamadığından bu gevrek konuşma özelliği geri planda kalmış ve sosyal becerilerden noksan olan genç çocuk yemek yapmakta çok daha başarılı olmasına karşın kasiyerlik görevine atanmıştı. Başında durduğu kasayı kızıl derili kökenli olduğu için her fırsatta bununla gurur duyan arkadaşına bıraktıktan sonra tezgahın arkasından çıkıp dışarı, Alex'in yanına çıktı. Pizzacıdaki baharatlı aromanın yerini havadaki azot kokusu doldurmuştu. Yağmur yağıyordu. İngiltere yerlilerindenseniz bu mevsimlerde durmadan yağdığını bilirsiniz. Kapının önündeki kuru alan, plastik çatı bozması yerden aşağı damlayan su damlaları ile sınırlandırılmıştı. Alex sardığı sigaranın kağıdında dilini gezdirmiş ve tütünü henüz yeni yakmıştı. Kapının açılmasıyla sigarayı atacak gibi olduysa da gelenin pepperoni kokan patronu değil de kızıl kafalı, çelimsiz Douge olduğunu gördüğünde onu karşılarcasına sırıtıp sigarasını ait olduğu yere geri koydu. "İçeride işler nasıl gidiyor, Dog?" Dudaklarının arasındaki sigara konuşurken sesinin boğuk çıkmasına sebep olmuştu. Elindekini ikram edercesine köpek diye çağırdığı çocuğa uzattı. Douge geri çevirircesine elini kaldırıp başını salladıktan sonra "Patron teslimatı götürmen için seni içeri çağırıyor, Mclame." Pizzacıda herkes herkese isim takardı, aynı lisedeki gibi. Tek fark ne kadar havalı, ne kadar iyi görünüşlü olmanızın bir önemi olmamasıydı. Çalıştıkları yerde herkes ezikti. Sonuçta bir pizzacıda sigortasız bir şekilde çalışıp eve fırından yeni çıkmış baharatlı hamur kokularıyla dönüyorsanız eziksiniz demekti. Alex'in lakabı soyadından geliyordu, lain-lame, arada kontrol için ortalara çıkan Beyoncé tenli, siyah saçlı müdür yardımcısı Angela'ya göre Alex hiç 'lame' biri olmamıştı ama lakap komikti. Amerika'daki gibi Alexandra lakabı yemektense Mclame'i tercih ederdi. En azından kafadan hesap yapamayan kasiyer Marcus'un 'Mucus' lakabından çok daha iyiydi.
"Sigaramı yeni yaktım." dedi Alex, sanki sigarayı göstermesi bir şey değiştirecekmiş gibi yamuk sigarayı dudaklarına koymadan önce gösterdi. "Şimdi gitmezsen iş günleri beş parasız bir şekilde evinde içiyor olursun onu." Alex hoşuna gitmeyen bir şey duyduğunda her zaman yaptığı şeyi yaptı; omuz silkip kendi kendine bir şeyler homurdandı. Para sıkıntısı çektiği doğruydu, bunun haricinde iki işi birden olmasına rağmen hala bütçesine dikkat etmeye çalışıyordu. Bütçeye dikkat etmeye çalışmak hiç ona göre değildi, o bir şeyler içip fiyatına bakan biri olmamıştı hiç. Yaşamak için para kazandığını düşünürdü hep. Ama alışveriş merkezi, pizzacı, caz bar, hepsi hayatının yarısını yiyordu. Para kazanmak için yaşıyordu ve bu bile yeterli olmuyordu. Okul, sahi okul vardı bir de. Sonuç olarak, işe ihtiyacı vardı. Zaten patron ile araları iyi değildi, patronu Lex'in başına buyruk, aykırı ve sorumsuz olduğunu bol tükürüklü nasihatleri zamanında söylemişti. Her seferinde son şans, Mclain derdi ama işin özü motor kullanabilecek ve böylesine düşük maaşla çalışmayı kabul edecek başkasını bulacağını da sanmıyordu. Neyse, adamın damarına basmamak en iyisi. "Bitirip çıkarım." dedi Alex, su sızan duvara yeniden yaslanıp. Şirket politikası gereği pizzayı otuz dakika içinde götürmezse para alamayacağını biliyordu ama Alex bu konularda hiç dert etmezdi, otuz dakika içinde götürüp götüremeyeceğini son beş dakikada dert etmeye başlayınca iyi meydan okumalar gerçekleşiyordu. Şimdiye kadar sadece beş pizzayı zamanında götürememişti ki bu kim ne derse desin ona göre iyi bir skordu. Douge endişeli bir şekilde camlı kapının arkasından birinin gelip gelmediğine baktıktan sonra eliyle işaret etti. "Tamam ver, ben içerim." Alex inanmaz bir edayla baktı üflese uçacağına emin olduğu iş arkadaşına. "Emin misin? Ölmezsin değil mi?" Sırıtırken Douge'un havuç rengi kaşları tek bir çizgi halinde gözlerinin üzerine inip huysuz bir eda yarattı soluk tenli çilli suratında. "Ölmem, sadece git ve teslimatı tamamla." Alex gülerek sigarasını çocuğun parmakları arasına tutuşturup dükkan kapısını açtı. İçerideki güzel koku ve yüzüne vuran sıcaklık yatağa uzanmış gelmesini işaret eden çekici bir kadından farksızdı. Alex başını uzatınca patrondan yeni papara yediği belli olan kısa boylu kahverengi saçlı bir kız koşarak pizza paketlerini eline tutuşturdu. Yüzünde sitemkar bir ifade vardı, biraz da suçlayıcı. "İstikamet nereye Pagie?" "Kapa çeneni Mclame, bugün sana çok kızgınım. Kağıtta yazıyor, kendin bul." Kız uzun kahverengi saçlarını savurarak yanından uzaklaşırken Alex eğlenmiş bir gülümsemeyle ardından baktıktan sonra cezp edici kokulara sahip dükkanın kapısını arkasından kapadı.

Adresi tek başına bulmak o kadar zordu ki Pagie'yi kızdırdığı için kendine defalarca lanet etmesi gerekmişti, genelde çıkmadan önce kızdan en kestirme yolun tarifini alır, fayton gibi adrese gidip teslimatı tamamlardı. Şimdiyse Speedy Gonzales bile hızına yetişemezmiş gibi geliyordu. Kaskını fırlatıp motorun arkasından pizzaları aldı ve beyaza boyanmış basamakları ikişer çıkıp kapıyı çaldı. İçeriden yüksek sesli müzik ve gülüşmeler geliyordu. 'Parti' sesi çınladı Alex'in kulaklarında. Bu kadar pizza istemelerinin sebebi ancak bu olabilirdi. Ayak seslerinin ardından kapı açıldı ve sarı ışık akşamüstü karanlığına dağıldı. Alex karşısında gördüğü yüzün etkisiyle gözlerini kocaman açmıştı, bir çizgi filmde olsaydı çenesi yere düşer, rulo haline gelmiş dili çözülürdü. Kafasının içinde çalan kornaları duyabiliyordu, büyük harflerle şaka ediyor olmalısınız, diye düşündü. Siparişi verenin yüzündeki ifade git gide büyüyordu, sırıtırken dişleri belirginleşti. "Hey Tobey, baksana kim gelmiş! Bizim hippi!" Harflerin ingiliz aksanı ve sarhoşluk etkisiyle genişlemeye başladığı türden bir konuşma şekliydi bu. Alex aklına gelen bütün küfürleri sıralarken sinirden titriyordu. Şaşkın ifadesinden hızla kurtulup aksi bir ifadeyle baktı. Tobey, sınıfındaki ikinci sürüngen, kapının karşısındaki basamakları yanında uzun bacaklı sarışın bir kızla inip Alex'i gördü. "Ov ama dostuuum, Rapunzel saçları kestirmiş!" Alex kısa kesmek adına pizzayı uzatıp fiyatı söyledi. İçerideki odadan kızların gülüşme sesleri ve bir şeyin kırılma sesi geldi. Muhtemelen bir şişe. "Beş dakika geciktin, ahbap." dedi kapıyı açan çocuk, Alex onun adı konusunda hala kesin bir bilgiye sahip değildi. Ama yalan ile beraber gözleri yeniden kocaman açıldı, bu seferki şaşkınlık değil öfke saçıyordu. "Gecikmedim! Kırk beş geçiyor, üç dakika erken bile geldim!" Çocuk meydan okuyan bir ifade atmaya çalışıyorduysa da gözbebeklerine hakim bile olamıyordu. Dudaklarını tek bir çizgi haline getirdi, bu sırada adı Tobey olan sıçan da uzat saçlarını Rapunzel diye bağırıyordu. Tam anlamıyla işkence çekiyordu Alex. "Hayır. Geciktin dedim." dedi gözlerini kısan çocuk. "Biraz daha devam edersen dükkanı arayıp pizzama tükürdüğünü söylerim." Öfkeden deliye dönüyordu. Bir pof sesi eşliğinde melek ile şeytan omzunda belirdi. Boş ver dedi melek. Paraya ihtiyacı vardı, işe ihtiyacı vardı. Pizzadan para alamazsa işten atılabileceğini söyledi şeytan. Suratına tükürmeliydi, tam göz çukuruna. O zaman patronuna yalan söylemiş olmazdı bu hergele. Belki de onu okulda dövmeliydi, o zaman işten de atılmazdı. Ama okuldan atılırsın, dedi melek. Şiddet çözüm değil, onun istediği de bu zaten. Paraya ihtiyacı vardı, unutmamalıydı. Ev için, kediler için, kendisi için, Clem için. Evet evet bunu düşünmeye başlaması iyiydi, Clem ne de olsa geri dönmüştü. Clem'i düşün bari, dedi şeytan. Bütün yükü ona mı yüklemek istersin? Hayır. Elbette hayır, o halde sakin olmalıydı. Sünepe dedi şeytan omuz silkip. Çocuk onu rezil ediyordu, küçük düşünüyordu. Onuru neresine kaçmıştı? Buraya gelebilmek için neredeyse kaza yapacaktı ama bu gerizekalı onu ayağı altında ezip geçmişti. Ne sanıyordu ki kendini? Bir yumruğun hissettireceği rahatlığı düşünmeliydi. Ne kadar da güzel olurdu. Düşünebiliyor muydu? Düşünebiliyor muy-- "Afiyet olsun." İğrenç kırmızı-yeşil üniformanın içindeki Alex kapıya sırtını döndü ve basamakları indi. Tobey hala Rapunzel'e sesleniyordu, kapıdaki çocuksa Alex dinlememesine rağmen maço laflar ediyordu. Alex sarhoş beyinsizler olduklarını hatırlattı kendine. Gerçi hoş, sarhoş değilken de aynıydılar.

Alex işinden kurtulup rahatlamak adına eskrim yaptığı spor salonuna gitti. Eve gitmeye alışması gerekiyordu, Clem gittiğinden beri eve uğramaz olduğundan dışarıdaki hayatını zenginleştirmişti. Amerika'da yaptığı şeyleri burada da canlandırmaya çalışıyordu, eskrim bunun en iyi örneğiydi. Gerçekten rahatlatıcıydı. Kimi akşamları içkinin kafasındaki şeyleri boşaltmak için yeterli olmayacağını anladığında birilerini arar, depoyu andıran ve nem kokan spor salonunun birinde klasik müzik açıp beklerdi. Florasanı andıran cılız aydınlatma altında sadece birbirine çarpan metalin seslerini duyuyor ve beyaz eskrim kıyafeti içinde güvende hissediyordu. Klasik müzik ritim ve moral içindi, parçanın crescendolarında işler kızışır ya da ironik bir biçimde yavaşlardı. Alex atakları savuştururken dişlerini sıktı, sabırsız ve sertti. Bir açıklık bulmak için beklemektense ilerlemeye çalışıyordu. Sonunda, eşinin zararsız kılıcı göğsünü dürtünce kılıcını bırakıp maskesini suratından çekti. Nefes nefese kalmıştı. Kendisinden iki kafa kısa olan İsviçreli sarışın kız da maskesini çıkardı. Açık renk gözleri yerinden fırlayacak gibiydi. "Beni öldürmeye mi çalışıyorsun, sakin ol!" Alex ona akşamüstünün iyi geçmediğini, kendisini öfkelendiren bir hadise yaşadığını ve agresif atılımlarının tamamının bu sebepten olduğunu söyleyebilirdi ama bunun yerine "Özür dilerim." dedi. Son günlerde daha da kapalı kutu olmuştu. Anika, eskrim eşi, endişeli bir ifadeyle onu süzdükten sonra volta atan Alex'i yeniden dürttü ve maskesini takmadan önce kırık aksanıyla "Devam." dedi.

----

Sabahları uyanmak, akşam yatmak kadar zordu. Bunları tersine çevirebilse bir yerlerde, bir meslekte başarılı olabileceğine emin olurdu ama gözkapakları inatla çocuk parkından çıkmak istemeyen veletler gibi açılmamakta diretiyordu. Saçma bir rüya görmüştü, hep birilerinin kaçtığı ya da birilerinden kaçtığı zırvalıklar. Bölük pörçük hatırlıyordu, beyaz bir köpek bir dağa çıkmasını söylemişti ve arkasında gökkuşağı bırakan uçan bir kedi vardı. Clem, Douge, Becky vardı. Becky'nin yamyam tavşana dönüştüğünü ve Flynn'in çok konuştuğunu hatırlıyordu. Kimsenin suratını hatırlamıyordu ama-- Saçma bir rüyaydı işte. Uyanana kadar gerçek gibi gelenlerinden. Clem'in yanında uyuduğunu hatırlayıp başını yastık üzerinde kıpırdattı. Hatırladığı gibiydi. Onda değişmeyen şeyleri incelemeyi seviyordu, en azından değişmeyen şeyler vardı. Açıkçası onunla uyurken eskisi gibi rahat olamıyordu. Sanki kollarında bir mayın tutuyordu. Clem ile ilgili temkinli davranması gerekmişti son günlerde, her an kriz geçirebilecek sara hastaları gibi davranıyordu. Yüksek sesle aniden yanına yaklaşılmıyordu mesela. Ya da arkasından gelirken omzuna habersizce dokunamıyordunuz. Korku filmleri serisinin ilkinden kurtulduktan sonra travma geçirmiş karakterler gibiydi. Zaten sarılma eylemini gerçekleştiremiyordu. En azından izleyebiliyordu. Kabuslarla uyanıp ağlamaya başladığında fark edilmediyse uyuyor taklidi yapmak daha kolaydı, aksi taktirde Clem deli gibi ağladıktan sonra Alex'in suçlusu olmadığını söylemeye başlıyordu ki bu Alex'i çok daha rahatsız ediyordu. Sonuçta iş işkencesi ev işkencesine biniyor, huzurlu olması gerektiğine inandığı bir çeşit Amerikan Rüyası'nı zebil ediyordu. Ağırlaşmış ciğerlerle yaşarken sırıtmaya çalışmak da Alex'e kalmıştı. Kocası tarafından dayak yiyip mutlu görünmeye çalışan ev hanımları gibiydi, her şey normal ve güzelmiş gibi davranıp bunların geçmesini umuyordu. Clem'i uyandırmak için hafifçe dokunmaya yeltenirken durdu, bağırmasını ya da çığlık atmasını, en basitinden ürkmesini bile istemiyordu. Elini geri çekip yatakta kendi tarafına doğru geri geri tırtıl edasıyla çekildi ve yataktan indi. Petrol mavisi kısa kollu tişörtünü giyip siyah kotunu dizlerinden yukarı beline çektikten sonra açık fermuar ile banyoya girip her sabah atmayı alışkanlık edindiği ağrı kesicisini, psikologu Marcus'un hediyesiydi ve işin garip tarafı işe yarıyordu, içtikten sonra fermuarını çekti. Eskrimden sonra kendisini en kolay rahatlatan şey yemek yapmaktı ve güzel bir kahvaltının günü kurtarabileceğini umarak mutfağa gitmek üzere odadan çıktı.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Something Somewhere Went Terribly Wrong Empty
MesajKonu: Geri: Something Somewhere Went Terribly Wrong   Something Somewhere Went Terribly Wrong Icon_minitimePaz Nis. 22, 2012 9:05 pm

"Belki de Amerika'ya dönmelisin." "Bundan pek emin değilim. Buraya gelmek için çok çabaladım. Öylece her şeyi bırakamam." "Zaten şu an kendi ellerinle yok ediyorsun, orada ya da burada olman bir şeyi değiştirmiyor ki." Telefonun diğer ucunda iç çeken ses Clem'e ulaştıktan sonra birkaç uzun saniye geçti ve sıkıntılı bir ton duyuldu yeniden. "Bak, tamam, haklısın. Ama bilmiyorum Clem, orada kendine zarar veriyormuşsun gibi geliyor bana." "Pek öyle denemez aslında." "Ve bu yeterli bir yanıt değil. En azından birkaç günlüğüne gel. Biraz uzaklaşmak iyi gelir." Ayağına sürtünen kedinin kucağına tırmanmasına izin verdi ve telefonu omzuyla kulağı arasına sıkıştırıp Vişne'nin uzun tüylerini okşadı. Bir yandan Ada'nın haklı olduğunu, Amerika'ya dönmesi gerektiğini düşünüyordu bir yandan da bütün RADA hayallerini, tiyatroyla ilgili bütün o imkansız hedeflerini, çabalarını, İngiltere'de yeni yeni oluşan düzeni bırakmak, tek hamlede silip atmak ve kaçmak fikrinden nefret ediyordu. Çok fazla şey oluyordu, çok çaba harcamıştı, pes etme düşüncesi ona göre değildi. Yine de tatil fikri, birkaç günlük uzaklaşmak makul bir fikir olabilirdi, bunu düşüneceğini söyledi ve konuyu değiştirdi.
Aslında düşününce Alex'le bütün bu yaşadıklarını saymazsa her şey çok iyi gidiyordu. Ama Alex, tek bir sorun olarak hayatında, her şeyin berbat görünmesine neden olabiliyordu. Ya da bütün hayatını boktan bir hale sokabiliyordu, bunun Alex'i hayatı olarak görmesi ya da hayatını Alex'e göre yaşamasıyla bir ilgisi olduğu da açıktı ancak o bütün aptalların, bütün aşıkların, bütün birini kendinden çok sevebilecek kadar zayıf olan insanların yapacağı şeyi yapıyor ve inkar ediyordu. Zararı, hasarı kendine görünmez kılıyor ve başka suçlular arıyordu. Alex mükemmeldi, hata başkasında olmalıydı, kendinde bile olabilirdi mesela, ama Alex'in hatalı olduğunu kabul etmiyordu. Kesinlikle saf, katıksız ve aptal bir sevgiyle bağlı olduğu açıktı ve bu sevgi onu da aptallaştırıyordu.
Yine de kendine tamamen suçsuz olduğunu söyleyemiyordu. Alex'ten sonra bu derece dağılmasını kendi suçu olarak görüyordu, daha güçlü olmalıydı. Alex'ten sonra yaşadığı ağır depresyonun kendine verdiği hasar da kendi suçuydu, Alex'e bağımlıydı. Yaşadıklarından sonra oluştuğu kişiye sinir oluyordu, çünkü huysuz, mızmız, korkak ve sürekli ağlayan biri haline gelmişti, bu Alex'i üzüyordu, ve sürpriz, bu da kendi suçuydu.
Alex'i üzmek istemiyordu, her şeye rağmen. Onu affetmiş değildi, kırgınlığı olduğu yerde öylece duruyordu. Bütün söyledikleri içinde bir yeri kemirip çürütüyordu. Düşüncelerinde bir yer kaplıyor ve onu gizlice zehirliyordu. Ama o Alex'ti. Alex üzülmemesi gereken kişiydi, mükemmel olandı. Çok sevilen ve bunu hak edendi, gerçekten öyle olsun ya da olmasın. Birini çok sevdiğinde yaptığı ve söylediği her şey mantıklı bir hale geliyor, diğer her şey anlamsızlaşıyor ve ne dese ne yapsa koşulsuz inanıp büyük yıkıntıları bile ufak bir özürle görmezden gelebiliyordu. Birini çok sevdiğinde, ki bu 'biri' kendini bildi bileli hep Alex olmuştu, hep haklı oluyordu, her koşulda. Ama Clem için aynısı geçerli değildi. Aptal olduğunu kabul etmişti çoktan, Alex'e bu kadar bağımlı olduğu, onun hayatını bağladığı için aptaldı. Alex'e ihtiyaç duyduğunu gizleyemediği için ve onun duygularını sömürdüğü için aptaldı. Bencil ve acımasız olduğu için, Alex'i hep yanında tutmak istediği için, kendine engel olamadığı için. Üstelik bu engel olmak tanımı fazla genişti. Alex'i bu şekilde sevişine engel olamamıştı, Alex'in üzülmesine engel olamamıştı, Alex'i üzmemek için kendine engel olamamıştı. Ve yine yapıyordu aynısını. Yine ona zarar veriyordu. Alex bu sefer bütün sözlerinde haklı olduğunu yüzüne bağırıp dönmemesini sağlayacak şekilde kovmalıydı onu, haklı olurdu. Çünkü Clem on gün içinde üç dünya savaşı görmüş, bütün ailesini kendi elleriyle katletmek zorunda kalmış, işkenceler görmüş gibi histerik ve abartılı bir insan haline gelmişti. Ve bu hali Alex'e zarar veriyordu.
Yine de Alex, hep söylediği kadar mükemmel, şikayet etmiyordu ve Clem'in kendisini zehirlemesine izin veriyordu. Ani tepkilerine alışmaya çalışıyor, ona göre davranıyor, korkmaması için elinden geleni yapıyordu. Gece birden uyanıp ağlamasına, kabuslarına, korkunca birkaç dakika süren şok haliyle ses çıkarmayışına katlanıyor, hatta sakinleşmesi için uğraşıyordu. Alex Clem'in hayatına girmiş en iyi şeydi ve Clem kıymet bilmeyen nankör çocuklar gibi biri haline gelmişti çoktan. Tuhaf olan da Alex'e verdiği kadar zararı kendine de veriyor ve belli etmemeye çalışıyordu, elinden geldiğince. Gece Alex ağladığını görmediyse sessiz olmayı deniyordu mesela. Ya da arada, ani korkuları Alex'in gözüne çarpmadığında kendi kendine sakinleşmeye çalışıyordu. Alex'e sarılmak isteyip bunu yapmaktan da korkuyordu arada, ya da uyandığında onu görmek ilk anda irkilmesine neden oluyordu. Göremediğinde de içini korku kaplıyordu. Evet, kesinlikle dengesiz, ne istediği belirsiz, tutarsız bir insan haline gelmişti ve buna engel olmaya çalışsa da başarı gösterdiği söylenemezdi.
Bütün kabuslar sadece Alex'in onu kovmasıyla, onu kırmasıyla ilgili değildi, bir kısmı çok fazla acı içeriyordu. Ortak noktası Alex olan korkunç rüyalar, uyanmakta zorlandığı,uyanmadan önce ağlamaya başlamasına ve uyandıktan sonra en azından birkaç dakika kendine gelememesine neden olan rüyalar... Temastan hoşlanmadığı, yani 'artık' hoşlanmadığı doğruydu, ama eksikti. Dokunuşlara verdiği bütün tepkiler aslında tarifini doğru düzgün yapamayacağı ama hepsini Alex'e ulaştırabileceği korkulara dayanıyordu. Ve dokunduğunda irkilerek, gecenin köründe uykusunu ağlaması ya da sıçramasıyla bölerek, ani bir hareketinde yerinde kaskatı kesilerek yeterince zarar veriyordu Alex'e, bir de uyandıktan sonra 'sakinleşebilmesi' için sığınmak, sarılmak, bir anlamda Alex'i daha fazla kullanmak ve destek olması gerektiğini, o hallerine katlanması, yanında kalması gerektiğini düşündürerek daha fazla acı çektirmek istemiyordu. İşte bu gibi zamanlarda Nanna'nın yanında olmayı daha çok istiyordu. Çünkü Nanna, bütün o turunculuğu, güneşin dokunduğu çilleri ve vanilyalı sıcaklığıyla küçük ölçülerinden beklenmeyecek kadar büyük bir kucaklamayı ona veriyor ve çabucak sakinleşmesini sağlayabiliyordu. Nanna'ya sarılmak, birlikte uyumak, sakinleşmesi için saçını okşaması ya da şarkı söylemesi, artık Alex'ten talep edemeyeceği, ya da Alex'in veremeyeceği, ama kendini iyi hissetmesine neden olan güzel şeylerdi. Nanna'yı özlüyordu, pansiyonu özlüyordu, ona sanki hep oradaymış gibi davranan insanları özlüyordu ve itiraf etmese ve yanlış olduğunu bilse de orada kendini gerçekten boktan hissettiğinde bir anlamda 'bulutlara çıkabilmeyi' özlüyordu. Ve bu da Alex'in veremeyeceği, 'vermeyeceği', hatta Clem'den nefret etmesine neden olabilecek diğer bir detaydı. Ve Clem'in kendinden nefret etmesine neden olabilecek...
Değişiminin, Alex'ten ayrıldıktan sonra başlayan değişimin, iyi bir tarafı yoktu. Parça parça yok olan eski kişiliğinin ardından yeni ve iğrenç biri haline gelmeye başlamıştı. Tamamen çökmüş, zavallı, acınası biri haline gelmişti ancak bütün hasar bununla bitmiyordu. Onaylamadığı, Alex'i azarlamasına yol açan ve hep tiksindiğini söylediği şeylere, ki buradaki şey tanımı uyuşturucu maddeleri kapsıyordu, daha sıcak bakmaya başlamıştı.
Nanna'yla kalışının üstünden birkaç gün ve gece geçtikten sonraydı bütün olanların başlangıcı, ya da eski halinin sonuna gelişi. Clem her gece Nanna'nın hayat enerjisini sömürüyor, gündüzleri kendini odaya kapatıyor ve Nanna'nın dönüşünü bekliyorken arada aşağıya inmeye, orada kalan diğer insanlarla tanışmaya, konuşmaya yeni yeni başlamış, biraz daha insan içine çıkabilir hale gelmişti. Yine de geceleri değişen pek bir şey olmuyordu, Clem'in ani uyanışları, ağlayışları, Nanna'nın bütün sıcaklığı ve bakışlarının ardındaki şefkate bulaşmış çaresizliğiyle bir şeyler yapmaya çalışmaları istikrarlı biçimde devam ediyordu. Bunlardan birinin daha sonunda, Clem ağlamaktan yorgun düşmüş ve Nanna'yı da yorgun düşürmüş, yarı kapalı gözlerle yattığı yerde ağlamaktan kızarmış burnunu silip duruyor ve yeniden uyumaya çalışıyordu, Nanna da Clem'in sakinleşmesini fırsat bilip kendini ödüllendirmek, ya da diğer bir deyişle zehirlemek için hazırlanıyordu. İşte tam o anda oldu. Kesinlikle iyi niyetli olmayan bir ışık yandı Clem'in zihninde ve Nanna'nın hazırlığının tam ortasında, gözleri mum alevine dikili, yorgun haline yakışır bir tonla konuştu. "Galiba benim ihtiyacım olan da tam olarak bu." Elleri meşgul olan kızın hareketleri bir an için durmuş ve çilli yüzünde düzgün kıvrımlar oluşturan kaşları hafifçe havalanıp dudakları aralanarak yüzüne bakmıştı. Clem de karşılık olarak üstüne yattığı kolunu Nanna'ya doğru açıp uyuşmaya başlamış parmaklarıyla bütün hazırlığını kapsayan bir daire çizmişti. "İyi hissedebilmek için, biliyorsun." Söyleyecek bir şey bulamayan insanların kullandığı türden bir biliyorsundu kullandığı, Nanna'nın bunu bildiğini ya da onayladığını sanacak kadar aptal değildi yoksa. Nanna'nın ödülüne kavuşma telaşı durulmuş, elindekileri nazikçe yanına koymuş ve yatakta doğrulup kalkmaya çalışan arkadaşına vermişti dikkatini, ki Clem Nanna'yı tanıdığı kadarıyla öyle bir anı bölmeyi başarabildiği için kendini oldukça önemli hissetmişti. Yatakta oturup bacaklarını altına toplamış ve sakince, sanki akşam yemeğinden bahsedecekmiş gibi konuşmuştu, omuz silkerek. "Denemek istiyorum. Yani o kadar da kötü olamaz değil mi, sen kullanıyorsun, ve Alex'de ve- " sözcükleri havada kalmış, gözleri tekrar aptal bir yanmanın eline düşmüşken Nanna, yüzündeki ifade şaşkınlıktan arınmış, boşluğu fırsat bilerek konuşmaya başlamıştı. "Saçmalama Clem. Bu bok-" ince parmakları mumun titreyen ışığıyla aydınlanan şeyleri işaret ediyordu, "iyi bir şey değil. Siktir et, cidden. Gerçekten bulaşmak istemezsin." Clem'in yüzünü inceleyip daha uysal bir öneri sunmaya çalışmıştı. "Bak, eğer bir şeylere ihtiyacın olduğunu düşünüyorsan bekle, en azından yarına kadar, hiç olmazsa bağımlılık yapmayacak bir şeyler bulmamı bekle, olmaz mı?" Ama Clem inatçıydı, son günlerde hiç olmadığı kadar. Kesinlikle dibe vurduğu, son günlerde tepetaklak düşüşünün ardından yere çakıldığı, kaybettiği, yenildiği, acısının ve üzüntüsünün onu artık çaresiz kıldığı ve eski kişiliğine dair bir şey bırakmadığının fermanıydı yaptığı ve yapacakları. Omuz silkmiş ve kararlı bir ifadeyle tane tane, anlaşılabilir biçimde konuşmuştu. "Denemek istiyorum, şimdi-" Nanna tam itiraz edecek, belki de başka bir öneri sunacakken yeni aklına gelmiş gibi eklemişti, "-senin yönteminle." Devamı tartışmaydı, biraz uzun bir tartışma. Ama belki Clem'in şansı -ya da şanssızlığından- belki de Nanna'nın kendi ihtiyacının Clem'le girdiği tartışmada zayıf düşmesine neden olacak kadar bastırışından, tartışmayı kazanan taraf Clem olmuştu. Ve titreyen ellerinin, deneyimsizliğinin ve Nanna'nın isteksizliğinin sonucu kolunda beliren ilk küçük morluktu. Alex'in görmediği birkaç küçük izden ilkinin oluşumuydu. Bir de, Clem'in itiraf etmek istemese de, özellikle bazı gecelerden sonra yeniden aklına getirdiği, belki de aradığı, hayali cennetinin küçük anahtar deliğiydi.
Belki de gerçekten Ada'nın önerisini dinlemeliydi bu yüzden. Ne kadar değiştiğini fark etmeli, yenilgiyi kabul etmeli, ya da en azından ara istemeli ve kendine dinlenmek için, bütün bunlardan uzaklaşmak için zaman yaratmalıydı. Ama yapmadı. Yapmayacaktı. Alex'le bütün ayrılıkları berbat sonuçlar doğurmuştu. İngiltere'ye gelişi, sonucu malumdu. Son olanlar yüzünden de bunu yaşıyorlardı. Ondan bir kere daha uzaklaşmayacaktı, zaten yeterince uzaktılar. Bu yeteri kadar acıklıydı Clem için, sadece dile getirmiyordu.
Günler ağır ağır geçiyor, ikisi de karşısındakine zarar vermemek için doğalın tamamen dışına çıkarak özenli davranıyordu. Alışıldık değildi ve fazla zorlama hissettirdiği de oluyordu. Zararlı tarafları da vardı, Alex'e çok yakınken uzak olmak gibi. Ama onu göremeyecek kadar uzak olmakla, yaklaşamamakla, kendisinden nefret ettiğini düşünmekle kıyaslanamazdı, ses çıkaracak değildi. Yine de bazen durup bağırmak istediği oluyordu. Mesela zoraki vakit geçirmelerin ardından. Önceden hiç aralarında 'şunu yapmak ister misin?' sorusu çevresinde dönen planlar gerçekleşmezdi, 'bu gece bunu yapıyoruz' denmesine alışmıştı Clem. Bir şey yaparken Alex'in ne diyeceğini düşünmek, ya da Alex'in herhangi bir şeyde bile, mesela yemek yeme saati gibi zamanlar için bile, fikrini almasını görmek tuhaftı. Normalde Alex mutfağa girip kendince harikalar yaratır ve tabağı Clem'in önüne sürerdi, şimdi ne yemek isteyeceğini falan soruyordu, hoş değildi, alışkın değildi, kendini yabancı gibi hissediyordu. Her şeye, bütün olanlara.
Geceleri ise sessizce film izlemekle, ya da kendi hallerinde oyalanarak geçiriyor, sözsüz anlaşmalar imzalamış gibi mekanik hareketlerle davranıyorlardı. Clem mümkün olduğunca geç yatıyor, hatta Alex'in ondan önce uyumasını beklemeye çalışıyordu. Alex önce uyursa Clem uyandığında duymayabilirdi mesela. Ya da Clem uykusuzluktan bayılana kadar oturursa belki sızar kalır ve kabus görmezdi. Basit, işe yaramayan, ama yine de uygulamaya çalıştığı kararlardı ve açıkçası pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Clem çoğu zaman Alex'ten önce yorgun düşüyor, ya da Alex bilerek onu bekliyor ama bunu belli etmiyordu. Üstelik Alex'in okul ve farklı işlerden oluşan gündüz temposunu düşündüğünde kendisinin uykuya yenik düşmesi ve Alex'in sağlam durması tuhaf geliyordu, hasta gibi hissetmeye başlamıştı. Alex'in gündüz okula gitmesi, sonra çalışması, sonra başka bir işte çalışması, ve başka bir işte daha çalışması ve bir sürü şeyle uğraştıktan sonra evde de Clem'e katlanması, gergin anlarda sakin kalması, Clem'in tepkilerini düzenleyebilmek için her adımını dikkatli atması gerekiyordu. Buna rağmen anlamlandıramadığı biçimde hiç şikayet etmiyor, geceleri fazladan dışarı çıkmıyordu, hatta Clem onun işi bittiği gibi eve döndüğünü düşünmeye başlamıştı. Alex'in bütün o gece hayatı askıya alınmış gibi duruyordu. Eğer Alex dışarı çıkıyorduysa bunu gece, Clem uyuduktan sonra yapıyor olmalıydı ve bu da Alex'in giderek robotlaştığını, hiç uyumadan günlerce hayatına devam ettiğini gösterirdi. Yine de Alex az uykuya, bütün o yoğun tempoya, koşturmaya ve gerginliğe katlanabiliyor ve ses çıkarmıyorken Clem neredeyse hiçbir şey yapmıyordu. Okula gitmeye karar vermişti gerçi, ama kararı haftasonuna denk getirmiş, kendine fazladan izin vermiş gibi davranmıştı. Bütün gün evde duruyor, film izliyor, kitap okuyor, kedilerle yuvarlanıyor ve hiçbir şey yapmıyordu.İnsan içine çıkmıyordu, Adam'ı neredeyse on beş gündür hiç görmemişti. Nanna'yı görmeyeli de birkaç gün oluyordu. Pansiyona gidip eşyalarını alması gerekiyordu, ama bahaneler üretmek daha kolaydı. Mesela yerdeki çizgileri saymak gibi. Ya da zaten ezbere bildiği kitabı okumak gibi. Ya da çatıdaki minderlerin kılıflarını söküp yeniden takmak gibi. Yere yatıp tavana bakmak da işten sayılıyordu artık. Bu konuda yaratıcı olmasına gerek yoktu, aklına ilk gelen şey iş haline geliyor ve Clem dışarı çıkmayı erteliyordu. Yine de, bütün bunlara rağmen, kimse ellemese bütün gün uyur, kalkar bir şeyler yer ve tekrar uyurdu. Ama Alex dokunmasa kediler dokunuyordu, ya da İngiltere'nin günlük sesleri, ya da ikisine karşı koyduğunda cep telefonu veya kapı zili. Dünya Clem'in bütün günü ve geceyi ve ertesi günü ve devamıyla devamını, yani uzun saatler süren uykularını hoş görmüyordu. Ama Clem şansını sonuna kadar değerlendiriyordu.
O sabah onu ne Alex'in yataktan kalkışıyla oluşan kıpırtı uyandırdı, ne kapı zili, çalan telefon ya da yumuşak kedi patileri. Birden, aniden ve nefes alır gibi ya da gün içinde göz açıp kapatmak gibi uyanıverdi. Sakin, sessiz ve neyin onu uyandırdığını bilmeden. Onu uyandıran her ne olursa olsun irkilerek gözlerini açmaya öyle alışmıştı ki bu yenilik, sakinlik hoşuna gitti ve sırt üstü dönüp bir süre öylece yatarak tavana baktı kıpırdamadan. Alex yanında değildi, ama içeride olduğunu duyabiliyordu, dikkatli atılan adımların ve mutfaktan gelen tıkırtıların sesi onu uyandırmayacak kadar alçak, ama uyanınca farkına varabileceği kadar yüksekti.Kendine zaman tanıdı, hareketlerinin sesini duymayı bile sevebildiği adamı dinledi ve sakin başlayan gününü sevebileceğini düşündü. Belki de her şey düzeliyordu. Yani, sonuçta gece uyandığını bile zar zor hatırlıyordu, öyle uzun dakikalar boyunca süren ağlamalarla boğuşmamıştı. Şimdi de sakindi, irkilerek, yattığı yerde sıçrayarak başlamamıştı güne. Alex içeride, mutfakta bir şeylerle uğraşıyordu, eskisi gibi. Evet, bir şeyler düzeliyordu, güzel gidiyordu, daha güzel olacaktı. Alex'in yanında kalmak, bir şey yapmasalar bile, her şeyi iyi hale getiriyordu.
Yerinden kalktı ağır ağır. Diğer günlere göre daha neşeli bir uyanıştı, daha keyifliydi. Belki Alex bütün gün evde olurdu ve gün sonunda biraz daha eskisi gibi olmaya yaklaşırlardı, kim bilirdi. Hafta sonuydu, İngiltere'nin yağmurunu kaçıran güzel bir hava vardı ve kendini son günlerde hiç böyle rahat hissetmemişti. Genelde kaskatı, korkmuş ya da bir yerleri ağrıyarak uyanıyordu. Üstündeki tişörtü çıkardı ve geri dönüşünden beri hep yaptığı gibi uzun kollu, ince bir şeyler arandı etrafta. Bunu yaptıran suçluluk duygusuydu ve her zaman soğuğu sıcağa tercih eden biri için tuhaftı da, ama Alex sanki bu normalmiş gibi hiç sormamıştı. Clem de, Alex'in sormayışına minnettar olarak, uykusunda hep üstüne yattığı ve gece karanlığına güvendiği için saklamak konusunda daha tedbirsiz davrandığı kolunu gündüzleri mümkün olduğunca Alex'ten gizliyordu. Nasıl ki Clem Alex'teki her küçük değişikliği özel bir yeteneğe sahipmiş gibi anında fark edebiliyorduysa, Alex'in de küçük delikleri ve rengi solmaya başlamış morlukları fark edeceğinden emindi. Fark etmeyecek bile olsa daha fazla suçlu hissettirmek, üzmek ya da sinirlenmesine neden olmak istemiyordu. Bunun bedeli sıcağa rağmen uzun şeyler giymekse, eh, ucuz kurtulmuş oluyordu, şikayet etmeyecekti.
Üstüne geçirdiği kazağın uzunluğuna ters gider gibi altına da kısa bir şeyler geçirip mutfağa yöneldi. Sabahları görmeye alışık olduğu küçük tüylü yüzlerin ilgisinin Alex'in onları ödüllendirmesinde olduğunu görünce hafifçe gülümsedi. Alex, kediler ve güzel kokan yiyecekler. Günü gerçekten güzel başlamıştı. "Günaydın" dedi eliyle yüzüne düşen saçları geriye iterken, kendisine sırtını dönmüş bir şeylerle uğraşan adama doğru. Kapıya yaslanıp duvardaki saate bakarak ne kadar uyuduğunu hesapladı hızlıca, esnedi. Bu normal olandı, ama aynısını Alex yapsa, Clem onun geldiğini görmeden konuşsa Clem'in nefesi birkaç saniyelik kesintiye uğrardı. "Günaydın." karşılığı gelince bakışlarını saatten alıp Alex'e çevirdi. Alex çoktan mutfak tezgahına yaslanmış, yüzünü ona dönmüş, kendisini izliyordu. Clem bakışlarını Alex'e çevirip kendisine döndüğünü fark edince onun bu yeni giyimine alışmaya çalışırcasına hızlıca kendisini inceleyen bakışlarını son anda yakaladı. Suçlulukla dudaklarını kemirerek kapıdan ayrılıp Alex'e yaklaştı. "Yardıma ihtiyacın var mı?" Karşılığında hafif bir gülümsemeyle ödüllendirilince yediği dudaklarını yok sayıp kendisi de gülümsedi. "Bir şey kalmadı zaten." Mutfaktaki dağınıklıktan az çok anlayabiliyordu onu, Alex'in kendinden ne kadar önce kalktığını merak etti. "Hadi, yapabileceğim bir şeyler vardır." Alex'in yüzünde bildiği, tanıdığı, eskiye ait ifadelerinden biri belirince refleks olarak gülümsedi. Son günlerde yaşadıkları en doğala yakın andı bu, en gerginlikten uzak. "Bence sen masayı falan hazırla." dedi Alex, bir eliyle neredeyse tamamen hazırlanmış birkaç ufak eksiği dışında mükemmel görünen masayı işaret ederek. Clem onun yüzündeki ifadenin nedenini anlamıştı cümlenin başından itibaren. Yine de Alex düşünürcesine bir ifade takındıktan sonra sözlerini bitirdi, oldukça tanıdık oldukları için Clem'in zaten tahmin ettiği ve daha cümle tamamlanmadan gözlerini devirdiği sözcüklerdi kullandıkları. "Ama tabağı çanağı kırmayacağına eminsen." Gülerek Alex'e doğru bir iki adım daha attı. Böyle anlar yakınlığa aldırmadığı, gergin hissetmediği nadir zamanları oluşturuyordu. İnatlaşmadığında fazla yakınlık gerilmesine neden oluyor, kaçma isteği doğuruyordu ama böyle, Alex'in yaklaşmasıyla değil de kendisinin farkında olmadan attığı adımlarla yakınlaştıklarında yakınlığa aldırmıyordu. Yüzünü hafifçe kaldırıp kendinden uzun olan adamın gözlerini buldu bakışları ve ciddiye almadığını belli eden bir ifadeyle güldü. "Artık eskisi kadar sakar değilim Alex, büyüdüm, biliyorsun." Büyüdüm demesi komik sayılabilirdi, ama zaten bunu amaçlamıştı. Rahat olmaya çalışıyordu, rahat hissediyordu. Aslında bir senelik bir geçmişten bahsediyorlardı ama olsundu, Clem gerçekten de eskiden şu an olduğundan çok daha sakardı. Alex'le yaşamaya başladığından beri refleksleri güçlenmiş, etrafına daha fazla dikkat eder olmuştu ve artık nadiren bir şeyleri deviriyordu. Çok mutlu olduğunda, ya da sarhoş. Etrafına dikkat etmeyecek halde olduğunda yani. Alex yüzünde alaylı bir gülümsemeyle başını 'tabii' dercesine sallayınca bütün bunları söylemek için bir adım daha attı ona doğru ve bir anda, yüzüne çarpan nefesle birlikte, olan her şey varlığını yeniden hatırlattı. Alex'in bu kadar yakınında olması kalbinin ritmini kaçırmasına neden oldu ve Clem'in bir an şaşırıp bocalayarak çarptığı süt şişesi yere devrilip patlayarak bütün 'artık sakar değilim' söylemlerini dilinin ucunda asılı kalarak sessizliğe gömülmeye mahkum etti.
Sıçrayarak geri çekildi olduğu yerde ve ayaklarına cam batmasından kurtulmuş oldu. Alex gülüyordu, kediler camların arasındaki süte ulaşmaya çalışıyordu ve Clem kazağın ellerine uzanan kollarını dirseklerine iterek özürler diliyor ve eğilip kırıkları toplamaya uğraşıyordu. "Ben uyaarmıııııştıım." dediğini duydu Alex'in, basit hazırlanmış çizgi film jeneriği tadını veren bir melodiyle uzata uzata. Eğildiği yerden homurdandı yanıt olarak ve camları toplamaya devam etti. "Gel, Clem elini keseceksin, bir şeyle süpürürüz." Kolundan tutan el onu kaldırdı ve Clem irkilmediğini fark edince yine, eskisi gibi yakın ve doğal olduklarını düşünmeden duramadı. Alex hala gülümsüyordu. "Dalga geçersen bütün kahvaltı bana kalır, ve sen Votka'dan yemeğini seninle paylaşmasını istemek zorunda kalırsın." Bu da başka bir göndermeydi, düne göre açık farkla iyi hissediyordu. Bir şeyleri düzeltebildiklerini fark etmek güzeldi. Kolunu kurtarıp içeri gitti ve yeri süpürebileceği bir şeyler arandı.
"İşte oldu!" dedi işini bitirince, zafer kazanmış, Amerika'yı keşfetmiş, kansere çare bulmuş gibi bir tonla, oysa sadece cam kırıklarını ortadan kaldırmış ve yere dökülen sütü temizlemişti. Alex'e döndü, hala aynı neşeli tonla konuşabilecek kadar iyiydi. Alex'e haklı olduğunu bile söyleyebilir, bu yüzden sakince oturup onun hazırlamasını isteyeceğini ve kesinlikle başka hasara neden olmayacağını belirtebilirdi. Ama Alex yüzüne bakmıyordu. Alex'in çıkıp süpürge alarak mutfağa döndüğünden beri konuştuğunu da hatırlamıyordu. Bakışları takip etti ve odaklandıkları yere giden yol ona kendi dirseğinin iç kısmını tarif edince bir an hiçbir şey anlayamadı. Sonra her şey, Nanna'yla kaldığı zamanlardan belli anlar, eve döndüğünden beri sakladığı kolu, Alex'e yaklaşmasıyla dengesini kaybedişi, sütün düşüşü, camın kırılışı, toplamak için kollarını sıvayışı bir bir beynine düştüler ve milyonlara bölündüler. Odadan çıkana kadar Alex'in farketmemiş olması normaldi, ama eskiye dönebileceklerine kendini öyle inandırmıştı ve bu sabah son günlerde yaşadıkları tek doğal sabah olma yolundaydı ki tamamen unutmuştu. Bütün suçluluk duygusu yeniden üstüne çöktü ve normale dönüş hayallerinin önüne dev bir kaya gibi devrilerek yolunu tıkadı. Beyni kafasının içinde uğultular çıkarıp nasıl özür dilemesi gerektiğiyle ilgili çalışıyorken bir işe yarayacakmış gibi kazağı çekiştirdi ve elleri içine gömülene kadar örttü başından beri gizlemeye çalıştığı kollarını. Clem her ne kadar kazakla yeniden örtmüş olsa da Alex hala aynı yere bakıyordu ve kazağın görüşünü engellediğini fark etmiş gibi durmuyordu. Korkması gerekiyordu. Özür dilemeye başlaması gerekiyordu. Alex'e bütün kızgınlığını boşverip onu affetmeyi beklemeyi gözden çıkararak onun kendisini affetmesini istemek istiyordu. Ama hiçbirini yapacak gücü olmadığından içlerinden birini, durduğu yerde kıpırdamaya bile cesaret edemeden Alex'in tepkisinden korkmayı seçti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Something Somewhere Went Terribly Wrong
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» wrong place at the wrong time.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Leicester Square-
Buraya geçin: