London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Bubblegum.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimePtsi Ocak 30, 2012 9:28 pm

Bubblegum. 28hpmxBubblegum. 28hq2


En son Clementine Crandal tarafından Ptsi Ocak 30, 2012 11:42 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimePtsi Ocak 30, 2012 9:33 pm

Kaç saattir çalıştıklarını bilmiyordu. Yere yatmış, ayaklarını sahneye çıkan merdiven basamaklarına uzatmış elinde ve etrafında tonlarca kağıt bir şeyler söyleyip duruyordu ama bir yere ulaşabilmiş değildi. Kendisinden yüksekte kalan sahnede yüz üstü uzanmış olan Adam söylediklerinin bir tanesini bile umursuyor muydu, pek emin değildi. Gerçi umursamasa yanıt vermezdi, sadece çalışmayı bitirmek için bir bahane arıyordu. En son baktığında saat gecenin iki on yedisiydi, bu da demekti ki tam olarak altı saattir tiyatro salonunun ortasında debelenip duruyor ve bir sonuca varamıyorlardı. İçeride soyunma odasından Scott ve Amanda'nın sesleri geliyordu, onlar da kendilerinden farklı durumda değildiler belli ki. 'Karakter görünümü ve kostümden başlayacağız biz, böyle daha kolay olur.' derken oldukça emin görünüyorlardı oysa. Görmesine ya da duymasına gerek yoktu, iki kat üstündeki kütüphanede iki arkadaşının daha kendini paraladığını biliyordu. Ya da bahçenin oradaki spor salonunda, sırf boş diye, iki kişi daha bir şeyler çıkarabilmek için kendini parçalıyordu, emindi. Çünkü son iki gündü, çünkü paçaları tutuşmuştu ve beyinleri akana kadar okulda sabahlıyorlardı. Hatta dersleri olmasa da o gün içinde çok fazla, özellikle okulda buluşup kafa patlatıyorlardı. Çünkü kibar bir konuşma dili ve mükemmel bir aksan hazırlayamamaları durumunda olacakları çok uygun ve anlaşılır biçimde aktarmıştı onlara.
Clementine evini, kedilerini ve Alex'i ardında bırakıp geldiği İngiltere'de halinden pek şikayetçi değildi. Mükemmel bir okulda, dahası istediği yerdeydi. Ancak özlemek eylemi kendini damarlarında hissettirirken üstlerine yığılan görevlerin hayatını kolaylaştırmasına yardımı olmuyordu. En son derslerinden birine, ona göre geçen zaman bir yıl kadar falandı ancak sadece bir aydır okula gidip geliyordu, ikili gruplara ayrılmışlar ve dünyanın en alakasız görevlerini almışlardı. Grup kısmına kadar bir sorun yoktu, zaten RADA gibi bir okulda bölüm başına düşen öğrenci sayısı diğer okullarla kıyaslandığında kuş kadar kalıyordu. Yani kişi sayısıyla elliye ulaşamamış sınıfında, belki de otuz demeliydi, ya da yirmi, birebir aynı derslere girdiği kişi sayısı bu kadardı çünkü, tanımadığı biri kalmamıştı. Sorun herhangi bir gruplama, ödev hazırlama zorunluluğu, hatta garip biçimde çok çalışmak bile değildi. Sorun konuydu, yapması gereken şeyi anlamakta bile zorlanmış olmalarıydı. Kağıdı eline aldığında yaşadığı aptallaşma anını, mükemmel bir tiyatro öğrencisiymişcesine, canlandırabilirdi: Victorian dönemi edebiyatını inceleyip Salvador Dali'nin sanata bakış açısını referans alarak bir Dickens eserini tiyatro metnine çeviriniz. Tabii ki içten içe küfretmişti. O bir Amerikalıydı. Alex'le, bir üvey anne ve iş dünyasında büyük paralarla oynayan bir babayla büyümüştü. Küfretmek doğasında vardı, erken öğrendiği bir şeydi. Pek sık kullanmasa da böyle durumlar tam yeriydi işte. Yanındaki Adam'a bakıp dudağını büzmüş, çocuk da destek olurcasına saçını okşamıştı. Öncesinde de tanışıyorlardı, ve iyi anlaşıyorlardı, ve zevkleri uyuyordu ama bu ödev aralarında güçlü bir bağ yaratmış, birbirlerinin açıklarını kapatıp götlerini toplamalarına zemin hazırlamıştı. Adam bir çeşit Alex'ti onun için. Alex'in daha az kızla sevişen, daha duyarlı ve kendisine daha uzak olan versiyonu. Çünkü Clem için Alex'in yerine birebir geçecek biri yoktu, olması da mümkün gibi görünmüyordu. Ama İngiliz olsaydı ve Adam'la birlikte büyümüş olsaydı Alex'i kesinlikle Adam olurdu.
"ÇOK SIKILDIM!" diye bağırdı yerinde bir kıpırdama belirtisi göstermeden, Adam'a doğru. İçerideki soyunma odasından boğuk bir 'ben de' gelince yattığı yerde kahkahalara boğulup tükürüğünü yuttu ve canıyla bir savaş verdi. Daha sonra da "acıktım" diye söylenerek yerinden kalktı, az önce öksürükten boğulan kendisi değilmiş gibi. Saatler önce seyirci koltuklarından birine attıkları pizza kutusunu bulmak için biraz dolaştı ve bulduğu kutuyu kaptığı gibi sahneye doğru döndü. Zıplayarak oturduğu sahnede kendini iterek yer buldu ve kayarak Adam'ın yanına kadar geldi. Yürümeye bile üşenir hale gelmesi hakkında kendine yapacak yorumu yoktu. Pizza kutusunu bir iki salladı elinde ve açıp içinde kalan pizza oranına baktı. Yüzde sıfır dese yeriydi gerçi, çünkü bütün pizzaları yemiş ve oburlukta sınır tanımayarak kenarlarını dışlamışlardı. Şimdi geriye kalan kurumuş pizza kenarlarına boyun eğeceklerdi elbette, bulup bunamakla ilgili sözler duymak istemiyordu. Birini Adam'a uzattıktan sonra kendine de daha yenebilir olanlardan seçip iki lokmada bitirdi. "Galiba bizi sevmediler Adam. Ölelim istiyorlar. Belki de insan derisinden dekor lazımdır, hı? Olamaz mı? O kadar mı imkansız." Konuşup yemek yerken yanında Alex olsa kendini hayvan gibi hissetmezdi, ama Adam da gülmüştü ve pek de aldırmışa benzemiyordu. Gerçekten Alex'in daha normal versiyonuydu bu çocuk. Ama onu düşünecek kadar odaklanamazdı, susamıştı. Kafasını uzatıp bakındı etrafa. "İçecek bir şey bırakmadık değil mi, gerçi kalsa da tadı kaçmıştır. Ama susadım. Ama tadı kesin kaçmıştır." Kendince mır mır konuşurken Adam'ın eehleyerek yerinden kalktığını gördü. Bütün kağıtları, yerde duran bilgisayarı, kitap yığınını toparlayıp çantalarına yerleştirmiş, şapkasını başına geçirmişti. Fötr şapka hastalığı, bir an ne yapıyor bu diye düşünmek yerine yine Alex'e benzeyen bir özellik diye geçirdi içinden. Çok mu özlemişti Alex'i acaba. Haddini mi aşıyordu özlemi. Herkesi Alex sanmaya başlayacaksa sorun vardı. Kendisine uzatılan ele baktı boş boş ve ne oluyor dercesine baktı. "Ne, öyle bakma. Saat üç olacak neredeyse, bu saatten sonra bir şey çıkaramayız Clem. Gel gidip bir şeyler yiyelim, sonra da seni yurda bırakırım. Yarın devam ederiz." Önce bir şaşkınca baktı Adam'ın suratına ve sonra sevinç çığlıkları attı tam anlamıyla. "Sahi mi, bu saatte mi? Açık bir yer- CANIMSIN ADAM! Seni kahraman bile ilan edebilirim. Kötü çalışmalardan kurtaran adam, dıdımdım." Zıplayarak sahneden indi ve çantasını aldı. "Eee," dedi hevesle dönerek "nereye gidiyoruz? Bu saatte açık yer var mıdır?" Gülerek onu izleyen Adam kafasındaki şapkayı çıkarıp Clem'in kafasına geçirdikten sonra onu omuzlarından kapıya doğru iteledi. "Bildiğim birkaç yer var kurtarılmaya ihtiyacı olan bayan." Son saatler boyunca bu kadar güzel bir haber almamış olabilirdi. Kahkahalarla ilerledi kapıya doğru. "O zaman gidelim bay derslerle-başı-dertteki-bayanları-kurtaran süper kahraman. BİZ PES ETTİK!" Işığın yanından geçerken kontrol düğmesine çat diye eliyle vurup kapattı ve kapıyı ardına kadar açarak koridora adım attı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adam Brent
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
Adam Brent


Mesaj Sayısı : 35

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimeSalı Ocak 31, 2012 12:38 am

Altı saattir saçma sapan bir ödevle uğraşıyoruz. Tiyatro salonunun iki koltuğuna yayılmış vaziyetteyim, ikide bir mesaj atan Jim'i takmamaya çalışıyorum ama olacak iş değil, sadece bir köpek bakacaksın birkaç saatliğine o kadar, niye bu kadar paniklersin ki? Saçmalık. Bu gece bende kalmasını söyleyen bir mesaj atıyorum tüm on üç mesajına karşılık olarak. Önümde dizilmiş milyon tane kitap ve aralarında milyar tane kağıt var. Onlara eşlik eden kalemler ve silgiler de üzerlerine dağılmış durumda. Altı saattir burada oturuyor olabiliriz ama son üç saattir ödevle ilgili doğru düzgün bir şey yaptığımızı söyleyemem. Hatta sanırım bir saati boyunca uyudum. Üstelik bu rahatsız tiyatro koltuklarında bir saat süresince uyuyabilmiş olduğum için altın madalyalı bir şeyler verseler yeridir. Hayır hayır, asıl RADA profesörlerinin boynuna bu şartlarda uyuyabilmemi sağladıkları için altın madalya taksalar yeridir. Böyle daha doğru oldu. Yerde duran asiti kaçmış litrelik kola şişesinden kalanı kafaya diktikten sonra kalkıp Clem'in ayaklarını uzattığı sahne merdiveninin üç basamağını yüzelli basamak çıkmışçasına yorularak aştıktan sonra yüzüstü şekilde sahnedeki kitapların arasına gömülüyorum. Sırtıma ağrı girmiş lanet koltuklar yüzünden. Kolumu yastık yaparak kafamı yaslıyorum ve klasik bir Adam uyuyor pozuna bürünerek yarım kalan rüyamı bitirmeye çabalıyorum. Olmuyor. Lanet olsun, okul zırvalıkları yüzünden uykumu bile alamamışım burada gelmiş hala Dali'nin bakış açısından bir şeyler uydurmamızı bekliyorlar. Deli olsaydım o açıdan bakabilirdim. Dali'yi sevmediğimden değil, severim. Sadece şu boktan projelerle beni sanattan soğutmalarına milyon kere küfredesim var.
Ned'i evde bıraktığım için de içimde gıcık bir his var, onu sokakta bulduğumdan beri benden bu kadar uzun süre ayrı kalmadı. Neyse ki Jim ona bakıyordur, kesin bakıyordur. Aslında büyük ihtimalle Ned çıkması yasak olan kanepede uyuklarken Jim gitmiş bilgisayarımdan porno izliyordur. O görüntünün aklıma gelmesi ve düşüncelerimi o yönden uzaklaştırmam bir oluyor. Neyse yanında biri olduğu sürece Ned için endişlenmeme gerek yok. Belki annem için endişenmeliyim, o benim için endişeleniyor. Saçmalamaya başladım, uyuyamayacağım belli olduğuna göre Clem'i de gözü açık kurduğu hayallerden uzaklaştırayım. Belki de gözleri açık uyuma yeteneği geliştirmiştir. Köpekbalıkları mıydı öyle tek gözü açık uyuyan? Clem'in sıkılma isyanıyla irkildikten sonra yaşam belirtisi göstermesine seviniyorum. Sonra acıkmak ve yiyeceklerle ilgili bir sürü şey söylüyor, canım acıkmıştır tabi. Kim acıkmaz, önüme timsah koysalar yerim şu an. Kola da midemi yaktı zaten lanet olası. Ayağa kalkarak elimi Clem'in cansız bedenine uzatıyorum, balık gözlerle bana bakıyor. "Ne, öyle bakma. Saat üç olacak neredeyse, bu saatten sonra bir şey çıkaramayız Clem. Gel gidip bir şeyler yiyelim, sonra da seni yurda bırakırım. Yarın devam ederiz." Evet son üç saatten beri bir şey çıkmayacağını yeni mi anladı bilmiyorum neden bu kadar şaşırdığını kavrayamıyorum. Ancak bu kadar sevinmesini anlayabilirim, evet. ”Nereye gidiyoruz? Bu saatte açık yer var mıdır?“ Süper kahramanını küçümseme, hiçbir zaman. "Bildiğim birkaç yer var kurtarılmaya ihtiyacı olan bayan." Süper kahramanları severim, Marvel ve DC'yi severim, hatta karaladığım çizgiromanlarda tamamen Clementine'a ait bir karakter var. Tangerine diye. Uzun siyah küt saçları, eksilmez kahkülleri ve mor bandanası var. Özel güçlerini eklemedim daha ama onu bir yan karakter değil de ana karakter yapmayı düşünüyorum. Vahşi bir şey olur herhalde. KÖPEKBALIĞI KIZ. Komik olurdu, ama olmaz. Bir gün aklıma dırşk diye gelecek o günü bekliyorum. Kedikadınımsı bir şey olur belki. Hayvanlardan biri olacağı kesin. Bu bir iltifattır.

İkili grup halinde çalışan insanları salonda bıraktığımız için ne kadar mutlu olduğumu dans etsem anlatamam herhalde. Bu saatte açık olan bir tek hot dog standı vardır, ne olacak başka? McDonald's'ı bile kapalı sabahın bilmemkaçında. Tangerine'in - pardon Clem'in - omzuna kolumu atıp Londra sokaklarında ilerlemeye başlıyoruz. Tenha sokaklar ama birkaç sarhoş gençlik grubunun anırmaları çınlıyor kulaklarda. Dog Dave'in hot dog standına varıyoruz, Clem'in gözlerinde parlayan mutluluğu gülünce ben de seviniyorum. İki tane klasik hot dog söylüyorum, Dog Dave hemen hazırlıyor, resmen elinden kapıyoruz. Büyük ihtimalle birer tane yetmeyecek, ikinciler için de parayı ödüyorum, biraz dolaştıktan sonra geri gelir ikincileri alır arabada yeriz. Gecenin karanlığında parlayan Tower Bridge'in ışıklarına bakarak tıkınıyoruz resmen. ¨Şu proje bitsin seni Bush Hall'da kaliteli bir konsere götüreceğim ve ortalığı dağıtacağız.¨ Clem'in dudağının kenarında kalmış hardalı siliyorum parmağımla, ¨Daha yavaş tıkınsan da boğulma ihtimalini düşünmek zorunda kalmasam mesela.¨ Gülüyorum sonra, aslında şu an mutluyum. Evde olmak istemezdim.


En son Adam Brent tarafından Salı Ocak 31, 2012 12:43 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimeSalı Ocak 31, 2012 12:29 pm

Son bir ayını sürekli bir şeyler için çabalayarak geçirmek onu gerçekten yormuştu. Önce İngiliz aksanına alışması gerekmişti, duyduğunu anlayabilecek, insanları sinir edene kadar tekrarlattırmadan biriyle konuşabilecek hale gelmek için uğraşmıştı. Sonra yurt hayatı vardı, on gün kadar erken geldiği için pişmandı, daha önce gelmeliydi. Evde yemeklerini Alex yapıyordu çoğu zaman, yurtta bir sürü insan, tuhaf bir sürü dişi vardı. Kaybolmak vardı. Arkadaş edinmek vardı. İngiliz asaletiyle Amerikalıları aşağılayan bir iki tuhaf tip vardı mesela. Sonra okul, çabalamak, ne yapması gerektiğini fark etmek, birden evinden alınıp bilmediği bir ordunun ortasına atılmak vardı. Gerçi okul, en azından sürekli yüzünü gördüğü insanlarla arasında bir sorun yoktu. Daha çok korktuğu bir alandı bu. Hele yurtta ve İngiltere sokaklarında geçirdiği bir haftadan sonra ciddi anlamda anlaşamamaları ihtimalini düşünmeye başlamıştı. Bir Alex de yoktu yanında, sinirlendiğinde kucağına yatıp saatlerce çikolatalı dondurma eşliğinde söylenebileceği biri yoktu. O yüzden sınıfında bulunan ve her dersinin ortak olduğu bir avuç insanı gerçekten sevmesi iyi olmuştu. Onlara alışabilirdi, bir sorunu yoktu. İyi insanlardı, seninle yatmaktan önce nelerle ilgilendiğini düşünen insanlardı. Bir şeyler bilen, oturup bir konu hakkında saatlerce konuşabileceğiniz, eğlencenin bar raflarındaki içki şişelerinin dışında da olabildiğini bilen insanlardı. Ve itiraf etmeliydi, onu sevdiklerini göstermeye çalışıyorlardı, aralarına almak istediklerini de açıkca belirtiyorlardı. Hiçbir şey bilmediği bir ülkedeyken ve değer verdiği her şeyi geride bırakmışken bu iyi geliyordu. Yanında birilerinin olması, çok hüzünlendiğinde dikkatini dağıtacak birilerinin varlığı ve kimi zaman bir şey bilmediğini göz önüne alarak onun zevkini çözmeye başlamış insanlar tarafından yönlendirilmesi. Güzeldi...
Adam da diğerleri gibi, onu az çok çözmüş, neleri sevmeyeceğini de artık yavaş yavaş biliyor, mutlu edebileceği şeyleri onun isteklerini göz önüne alarak ama onu yönlendirerek gerçekleştiriyordu. Bu geceki okuldan kaçırma gibi. Kafasında Alex'de bir eşi olduğuna yemin edebileceği bir şapka, kolunda kocaman bir çanta, yanında iyi anlaşabileceği biriyle birlikte gecenin üçünde okul koridorlarını geride bırakmış bahçeyi geçiyorlardı. Derin bir nefes aldı, yüzüne çarpan rüzgarla biraz olsun ayılabilmiş olmanın getirdiği bir parça enerjiyle gülerek daha büyük adımlar atmaya başladı. "O çantalarla yürüyebilecek misin?" Kurtarıcısı önemsiz dercesine elini sallayınca ses çıkarmadı. Sonuçta o bir süper kahramandı şu an, laf edemezdi. Yani tamam tek süper gücü sıkılmış ve acıkmış zavallı kızları kitapların ve ders notlarının arasından çıkarıp karınlarını doyurmak olabilirdi ama şu an dünyadaki en yararlı güç bu olabilirmiş gibi geliyordu Clem'e. Okul bahçesinin en yakın tarafından Thames'e açılan yola kadar yürüdüler, nereye gideceklerini bilmiyordu ama bu saatte yiyebileceği şeylerin bir sınırı yoktu. Kulağında sahibini hatırlayamadığı bir ses 'gece yemek yersen kilo alır iğrenç olursun' diyordu ama çok da umursayacak değildi. Thames'e gelince etrafına bakındı, ne yiyeceklerdi sahiden? Adam oldukça emin görünümüyle onu nehir yolundan devam ettirmiş, köprüye doğru ilerletiyordu. Köprünün karaya bağlı ayaklarından birine gelene kadar yürüdüler, yani birkaç evsiz bulup ellerinden ucuz şaraplarını ve ne olduğunu bilmediği yiyecekleri almayı düşünüyor olacak değildi elbette. Ama bu saatte, dışarıdaki insan sayısı normalin katlarca altındayken bir nehir hattı üzerinde ne bulmayı beklediklerini bilmemek canını sıkmaya başlamıştı. İleride bir yerlerden bağırarak şarkı söyleyen alkol küplerinin sesi geliyordu ancak ne söylediklerine bile odaklanamayacaktı. Gerginliğini ve merakını farkeden Adam gülerek kolunu omzuna atıp onu kendine çekince isyanını sorulara dökmeyi biraz daha erteledi. Ancak hala yorgundu, elbette yorgun olacaktı en son uykusu sadece dört saat sürebilmişti ve o zaman bir yıl kadar geçmişteymiş gibi geliyordu Clem'e. Kendini tutamayıp ağzını açtı. "Nereye g-" Sorusu arkadaşının gülen yüzünden, kendisine bakışlarıyla işaret ettiği yere döndü. Işıklandırılmış HotDog arabası? Şaka yapıyordu. Kahkaha attı. "Cidden mi? Bu saatte ne işi var burada?" İlerlerken Adam özetledi adamın neden orada olduğunu. "Dave gündüz uyanmakta çok zorluk yaşayınca gece buralarda içip eğlenen insanlar için hot dog satmaya başladı. Halinden de oldukça memnun, geceleri buralarda ne kadar çok eğlence meraklısı gencin takıldığını bilsen şaşrsın. N'aber Dave? İki tane hazırlasana bize de." Adam'ı tanıdığı belli olan adam ikisine de selam verip istediklerini hazırlarken Clem oldukça eğleniyordu. Bakışlarında nasıl bir açlık varsa Adam ikincileri de hazırlamasını söylemişti Dave'e, Clem eliyle iki işareti yapıp el çırparak ne kadar acıktığını belli edince Adam doğrudan eline tutuşturmuştu yesin diye. "Biz ilerliyoruz, ikincileri de birazdan alırız." dedikten sonra Dave'e selam verip ilerlemeye başlamalarının üstünden çok geçmemişti ki Clem'in yemekten yola bakamadığını fark eden Adam durarak sözünü bitirmiş ve ağzındaki lekeleri temizlemişti. Ağzındakini yutunca bir an bakakaldı. İlginç biriydi Adam, sanki uzun zamandır aradığı insanlardan biri gibiydi. Birinin ne yapmak istediğini bilmesi çok güzel bir şeydi. Yanında olması, neden orada olduğunun farkında olması. Değer verildiğini bilmek güzeldi. Adam'ın zamanında yaptığı şakaları, yerinde temasları ve var olduğunu gösterişi güzeldi. Yalnız olduğunu unutturabilecek, bıraktıklarının boşluğunu dolduramasa da mutluluğu için uğraşan, iyi birilerinin olduğunu bilmek güzeldi. Teşekkür etmek yerine gülümsedi, ve suçsuzum dercesine omuz silkti. "Bu şey çok güzel ve ben çok acıkmışım. Ne bekliyordun?" Kendisine çocukken öğretilen görgü kurallarının zerresi kalmamıştı o anda. Ağzını yüzünü batırarak neredeyse yeni tanıştığı birinin yanında aylardır yemek görmemişcesine yiyordu. Ancak nedensiz bir rahatlığa sahipti Adam'ın yanında, ne yaptığına pek dikkat edesi yoktu. Elindekini bitirene kadar ağzını yeniden konuşmak için açmadı, ancak bu süre oldukça kısa gelmişti ona. Ya hotdog ölçüleri İngilterede oldukça küçüktü, ya da belki bir ihtimal Clem son aylarda kendi içinde yeni bir mide üretmeyi başarmış olabilirdi. "İkinciyi de alıp geleyim mi, bekleyeceksen?" deyince gülerek ağzındaki dev lokmayı yutup kafasını salladı. "Yok, az dinlenmezsem midem alışkın olmadığı için çıldıracak." Parmağına bulaşan hardalı yalayınca bir an utanıp Adam'a baktı ancak o oldukça eğleniyor gibi görünüyordu. "Konsere de olur. Hatta beni böyle besleyeceksen sürekli gezebiliriz." dedi yeni hatırlamış gibi. "Az önce ağzım doluydu." Nehir-köprü düzeninde ilerlemeye devam ettiler. Şehrin mükemmel göründüğünü kabul etmek zorundaydı. Aslında İngiltere'nin pek çok yerine hayran kalmıştı. Özlediği sadece evi ve kedileri ve Alex bile olabilirdi. Belki biraz da, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar olan, gerçek arkadaşlarını. Uzakta şarkı söyleyen gruba bakıp ne söylediklerini anlamaya çalıştı. Sonra vaz geçip yumruğunu havaya kaldırarak süper kahraman uçuşu taklidi yaptı kendince "İkincileri yemeye hazırım!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adam Brent
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
Adam Brent


Mesaj Sayısı : 35

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimeSalı Ocak 31, 2012 1:32 pm

Yağmur yağmasa ya. Lanet olası Londra, güzel anları yağmurla bozmak ya da belki pekiştirmek konusunda üstüne tanımadım henüz. Yağsa ya, aslında boşver yağmasın hiç ıslanmakla uğraşamam. Ama aslında yağsa böyle güzel oluruz be. Islak saçlar güzel oluyor kızlarda, hayır insanlarda. Güzel olurum ben de. Islak ıslak. Ne saçmalıyorum… Acınası haldeyim. Beyin hücrelerimi yemiş bitirmiş altı saatlik bir maratonun ardından hala yaşıyor olabilmem bile bir mucize aslında, mantıklı düşünmeyi bir kenara bıraktım. Çoktan bırakmışım zaten belli ki. Clem'in gözleri mavi mi ya, yeşil, yok mavi, hayır ela, elayla alakası yok Adam. Bildiğin… Turkuaz? O nasıl renk? Tamam yeter, şu andan itibaren odaklanacağım tek şey bitmek üzere olan hot dog harikası olacak. Bitmek üzere mi? Yo. Yo hayır, bitemez. Daha yeni başlamıştım. Clem'le geçen her günün sonunda dediğim cümlelere benziyor. Eğlenceli, keyifli böyle. Nasıl başlayıp ne ara bittiğini, zamanın kaş göz arasında avuçlarımdan akıp gittiği o günler - ki o günler yavaş yavaş hayatımda büyük bir yer kaplamaya başladı. Farkındayım. Ama hayatımın eğlenceli olmasında bir sorun görmüyorum, böyle olması için de Clementine the Tangerine lazımsa, o zaman olsun. İtirazım yok. Güzel böyle. Jim hala porno izliyor olamaz değil mi? Hayır, uyumamıştır da daha. Belki Natasha'yla telefon seksi yapıyordur. Abaza herif. Umarım o da benim arkamdan böyle konuşmuyordur, şu an üzerine tükürülecek insan tipiyim. Düşünceden düşünceye atlama konusunda kendimi bu kadar geliştirdiğimi de bilmiyordum açıkçası. Odaklan Adam, sen bir insansın, düşünmeye ihtiyacın var, odaklan bir şeye, bir şey, herhangi bir şey. Mesela Tangerine. Evet, en azından odaklanması kolay, çünkü o bir İNSAN.
"Konsere de olur. Hatta beni böyle besleyeceksen sürekli gezebiliriz." Beslerim. Tek işim bu zaten, ye, çalış, besle. Beslemek bunların arasında yoktu artık sayende var Tangerine. Seni beslemesi eğlenceli oluyor, ben de besleniyorum çünkü ve genelde hayvan gibi aç olduğumuz için beslenmesi de keyifli oluyor çünkü tıkınışını izlemek çok zevkli. Resmen odaklanıyor böyle yediği şeye, başka şeye bakmıyor. Ben de bakmam genelde, o zaman neden Clem'in nereye baktığını biliyorum? Demek bakıyormuşum. Hep gecenin bi saatinde saçma sapan yerlere gidip, kilo aldıracak zararlı şeyler yiyoruz. Bundan önce nasıl beslendiğini bilmiyorum Tangerine ama şahsen ben yedikçe kilo almayan tiplerdenim, seni de böyle sanıyorum, öylesindir herhalde. Gerçi tombikleşsen fena olmaz. Böyle de iyi. İyi ya. “İkincileri yemeye hazırım!“ Benim süper kahraman hareketimi yaptı! O benim hareketim ama. Elimizdeki peçeteleri top yapıp yakındaki bir çöp kutusuna atıyoruz, güzelsin hayat. ¨Aslında, üçüncüyü de yiyebiliriz. Ben yerim, sen yer misin? Her şeyi yiyecek gibi bir halin var, kaçmalı mıyım? Ayrıca o benim süper kahraman hareketim ve o şapkayla yapamazsın. Fötr şapka daha çok süper kahraman kimliğini saklamak isteyen karakterin aksesuarı - ki o ben oluyorum.“ Panik olmuş taklidi yaparak Tangerine'in kafasından şapkayı çıkarıp kendime takıyorum, ve Dave'in standına kadar koşturuyorum. “Az kalsın beni tanıyacaktın, Tangerine!“ diye sesleniyorum neşeyle. Ne? Tangerine mi, yo yo yo hayır. Tangerine ben ve defterim arasında gizli saklı bir karakter olarak kalacaktı, Clem'in bilmesine hiç gerek yoktu, yanlış anlamaz herhalde. Gerildim ama bir de çok neşeliyim, dört yaşındaki bir erkek çocuğu vaziyetindeyim resmen. Tangerine de kısa süre sonra yanımda bitiyor, onun da güldüğünü görünce bir kez daha eve gitmek istemediğimi anlıyorum ve gerginliğim az da olsa geçiyor. Dali de umrumda değil şu an. Hot Dog ve süper kahramanlar daha güzel ne olabilir? İstediğim her şey burada. Keşke Ned de olsaydı, oyun oynamayı severdi.
“Tangerine eskilerinden biri falan mı?“ diyor hiç alınmamışçasına sonra bir de kahkaha ekliyor. Durum daha ne kadar karışıp birbirine girebilirdi acaba. “Ne? Yok hayır. Tangerine, işte öyle bir karakter var. O. Onu düşünüyormuşum. Herkes o kadar çalışmanın ardından sizin kadar mantıklı düşünemiyor olabilir Mrs. Clementine Crandal. Lütfen bu aciz kulu anlayışla karşılayın.“ Belki yırtmışımdır ha? Eve gidip Google'dan adı Tangerine olan karakter aramaz herhalde. Of arasa da nolacak derim işte senden karakter yaptım, cidden neden bu kadar büyüttüysem olayı. Beynimin bir köşesinden Jim'im mastürbasyon yapan görüntüsü de gitmek bilmiyor nedense. İçimde bilmediğim bir homoseksüellik falan mı var yoksa? Nedir bu takıklık? Gecenin hatta sabahın bu saatinde insan içinde olmam çok sağlıksız bence. Karantina altına alınmalıyım, bir saatten sonra sokağa çıkmamalıyım, yaşam belirtisi göstermeden baş parmağım ağzımda uyumalıyım evde. Ned de koruyucum, korumam olmalı. Bir de bu taklit işi nereden çıktığı bilmiyorum da baya eğlenceli. Şapkamı çıkarıp tekrar onun kafasına takıyorum; ne yazık ki düzgün bir şekilde değil hayır. Aslında görmesini tamamen engelleyecek şekilde öne yatık pozisyonda duruyor. Hahaha, şapşal şey. “Görülmemesi gerekeni gördün, bundan sonra görebileceğin tek şey o karanlık...“ Tangerine sözü bitirmemi beklerken Dave'den diğer hot dogları alıyorum ve birini Tangerine'in eline tutuşturuyorum. “...VE TABİ Kİ HOT DOG!“ Tangerine gülümsüyor, gülüyor, gülücük yayılıyor, çünkü ben süper kahramanlık görevimi başarıyla yerine getirdim. Halkım, bkz. Clem, bana ihtiyaç duyduğunda her zaman burada olacağım. Bir de pelerinim olsa iyi olurdu.
Bu sefer diğer tarafa doğru yürüyerek tıkınmaya devam ediyoruz. Tenha ve sessiz yerler hoşuma gitmiyor bazen, şu an da o bazı anlardan biri. İnsanlar olsa gayet normal bir ortam olacağına eminim ama kimse yokken ister istemez azıcık geriliyor böyle. Değil mi? Yok gergin değil, ben uydurmuşum. Gayet iyi. Güzel ortam. Yine tıkınıyoruz ve mutluyuz. “Sende kalsam olur mu Clem?“ Benim bile sormayı planlamadığım bir soruyu beynim nasıl planlamış ve ağzıma bu görevi benden habersiz iletmiş ve ağzım da benden izin almayı akıl edemeyip bu soruyu sormuş olabilir? Büyük ihtimalle kafamdaki Jim imajı yüzünden evden soğudum. Eve gittiğim anda tüm çarşafları değiştirip, temizlik eldivenleri ve bonesiyle etrafı dezenfekte edeceğim. Mouse ve klavyeyi belki birkaç kez. Bir de bilgisayar koltuğunu. Tangerine hala dünyada başka bir şey yokmuş da hot dog ilginç bir varlıkmışçasına onu yemekle meşgul. Soruyu duydu mu acaba? Takmamazlıktan mı geliyor? Kesin istemiyor, sevgilisi vardır evde belki. Olsa bahsederdi ki, olsa kesin bahsederdi. Şunun şurasında en iyi arkadaşlar değil miyiz?

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 6:27 pm

Günlerce yemek yememişcesine ağzını doldurup konuşmaya zaman ayırmazken mutlu olduğunu biliyordu. Adam'a, yani besleyici süper kahramanına nasıl teşekkür edeceğini bilmiyordu. Kim birini gecenin üçünde eve gidip uyumak varken evinin tam tersi yöne götürüp karnını doyururdu ki. Belki Alex bunu Clem için yapardı, gerçi yemeği de evde yapıyordu ama sonuçta yeni tanışmıyorlardı. Adam onun için yeni ve şaşırtıcıydı. Yeni ve ilginç olan biri, güzel ve beklenmedik olan deneyimlerle çok hızlı girmişti hayatına. Şikayeti yoktu. Daha önce bu kadar hızlı kabullendiği insan pek olmamıştı ama İngiltere ona bir sürü yeni şey sunarken elinin tersiyle itecek değildi. Peçeteleri atıp hotdog standına yürürlerken nasıl teşekkür edeceğini düşünüyordu hala. Adam'ın üçüncüyü yeme teklifine heyecanla kafasını sallarken bir an alayla canavar taklidi yapıp kollarını havaya kaldırarak ağzını açtı. Ama kafasından çekilen şapka hayal kırıklığıydı, bütün süper özellikleri şapkayla birlikte gidince oyuncağı alınmış bir çocuk gibi yaaaladı. Adam'sa bütün uykusundan arınmış, ama açıkca geri dönüp çalışmaya devam etmeyi düşünmüyor, standa doğru koşturuyordu. Onun neşesine kahkaha atıp peşinden koşarken kulağına çarpan sözcükle adımlarını yavaşlattı. Tangerine? O da kimdi? Önemli biri olmalıydı, birden adını söylediğine göre. Bu Clem'in adı Alex'e yakın insanlara inatla Alex demesi gibi bir şeydi. Eh bir bakımdan Tangerine de Clementine'a yakındı. Tamam belki söyleniş bakımından değil ama anlamları aynıydı. İkisi de farklı dillerde aynı şeyi temsil ediyordu, yuvarlak, turuncu... Mandalina işte. Bildiğimiz kış meyvesi. Ama tuhaf biçimde Clementine ad olarak kullanılsa da Tangerine adı verilen birini bilmiyordu. Belki de bu yüzden Adam'a o çağrışımı yapmıştı, olabilirdi. Yanına varınca gülerek sordu. "Tangerine? Eskilerinden biri falan mı?" Eğer kötü bir geçmişi hatırlatıyorduysa kötü hissedebilirdi. Ama Adam'ın hali pek öyle bir şeye işaret ediyor gibi değildi. Açıklama çabasıyla karşısında ard arda cümleler sıralayan halini gülerek izledi. Açıklaması oldukça tuhaftı ama o an ona takılamayacak kadar eğleniyordu. Gözlerinin önüne kalın şapka kumaşından bir karanlık inene kadar. Güvende olduğunu ve istediği anda o şapkayı çıkarabileceğini bildiği için sorun yoktu. Yine de oyun bozanlık yapıp şapkayı çıkarmayı düşünmemişti. "Görülmemesi gerekeni gördün, bundan sonra görebileceğin tek şey o karanlık..."Durup devamını bekledi. Süperkahramanının içindeki kötü ruhun konuşmasına boyun eğmek gibi bir niyeti yoktu ama. Madem ortada bilmediği bir süper mandalina kız vardı, kendisi de o olacak ve Adam'ı kurtaracaktı. Tam kafasında şeytani ruhu hardalla dışarı çıkmaya ikna etme planları yapıyordu ki yarım cümle tamamlandı ve eline sıcak bir şey tutuşturuldu. "...VE TABİ Kİ HOT DOG!" Gülerek bunu nasıl anlayamadığını düşündü. Bir parmağıyla birlikte şapkayı yukarı doğru itti ve elindeki gece mucizesine baktı. Bu gece karnı çatlayana kadar yiyebilirmiş gibi hissediyordu.
Parmağına bulaşan hardalı yalarken geldiklerinin tersine ilerlemeye başladıklarında ses çıkarmadı. Yemek yerken etrafında olan biteni fark ediyor ancak gerekmedikçe tepki vermiyordu. Adam'ın sorusu sessizliklerini böldüğünde de normalde boğulması gerekirken bir tepki vermemişti. Anlamadığından falan değil, ağzı doluyken konuşmak ayıptı, anlaşılmazdı ve ağzındakini yuttuğunda yeni bir lokma yemek konuşmaktan daha çekici geliyordu sadece. Birkaç dakika sessizlik uzadı ve en sonunda bitirdiği hotdog çöpünü yakında bir kutuya atıp parmaklarını yalayarak Adam'a döndü. Şu an nasıl göründüğüne dair bir fikri yoktu, iğrenç bile olabilirdi. Sonuçta eline bulaşan hardalı parmaklarından yalayan tuhaf Amerika'lı kızdı o anda. Kedi gibi temizlendikten sonra- Adam da gülerek yüzünde bir yerleri yeniden temizlemişti- kocaman gözlerle karşısındakine baktı. "Ben diye bir yer olsaydı elbette Adam." Adam'ın eli yüzünden yeni ayrılmış, havada kalmışken onun bu haline gülerek açıkladı kendisini. "Yurtta kalıyorum, biliyorsun. Seni nasıl sokacağız oraya?" Anlamış gibi başını sallayan Adam'ın açıklama telaşına düştüğünü görebiliyordu. Yanlış anladığı falan yoktu ama Adam birden soruyu ortaya atışının yersiz olduğunu düşünüyor olmalıydı. "Ben. Haklısın tabi- yani normalde sormazdım. Eve gitmek istemedim ondan. Ve aklıma gelmedi- yurt şeyi- ama evde köpek ve- arkadaşım bakıyor- yalnız olunca- köpek var gerçi ama. Yani bilgisayar internet- eğer sıkıldıysa tabi- köpeğin başında- porno falan izlediyse diye mast-" Birden, aniden şokla büyüyen gözleri ve ne dedim ben ifadesiyle susunca bir kahkaha attı. Gülmesi kesilene kadar Adam durduğu yerde kendini öldürmek ister gibi duruyor, dayanamayıp kolunu okşadı sakin ol dercesine. "Anlıyorum. Tabi porno ve-" Tekrar gülmeye başlayınca Adam'ın da ister istemez gülmesi ortamı yumuşatmıştı. Zavallı çocuk bilmiyordu ki Amerika'da Alex gibi birini bıraktığını, evinin her yerinden prezervatif kutuları çıkarıp bazen Alex'i saçma insanların koynundan sökmek zorunda kaldığını. Pornoda, ya da düz mantıkla mastürbasyonda yanlış ya da aa ne ayıp olarak gördüğü bir şey de yoktu zaten. Sadece Adam'ın tavrı, ve açıklamak isterken batırması, ve daha sonra yaşadığı panik çok eğlenceliydi. "Gel," dedi hala tuttuğu kolu çekerek bir banka doğru. "Oturalım yoksa nehre atacaksın kendini." "Mantıklı olurdu." Gülerek kafasını itti Adam'ın. Abartıyordu sonuçta. Oturunca konuyu tamamen değiştirmek adına bir iki girişimde bulundu. "Çok yedim. Üçüncüyü daha sonra yeriz belki. Ama belki." Adam hala az önce ne dedim ben dercesine duruyordu, başka bir yer denedi. "Ee o zaman şu Tangerine?" Karşısındaki gözler şüpheyle kısılınca konuyu düzgün bir yere çekebildiğini fark etmişti. "Yani Alex ve Beckie'yle yetişince, gerçi sen onları tanımıyorsun, Becks'i tanımalısın çizgi roman delisi, çok nefistir. Gerçi Alex de okur ama Beckie resmen deli. Yani işte, daha önce hiç duymamıştım Tangerine diye bir karakter. Nasıl bir şey? Mandalina ağaçlarını falan mı koruyor, niye Tangerine?"


aykısacıkbokoldu.amakonuştuğumuzyerdenöteyegötüremedim,orayıdayazsaydımçokatlamışolcaktıarayıdolduramadımeliiisüzülüyorumç_ç
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adam Brent
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
Adam Brent


Mesaj Sayısı : 35

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimeCuma Şub. 03, 2012 7:29 pm

Yurta nasıl sokacaktı beni cidden? Kocaman herifim. Nasıl saklayabilir beni? Filmlerdeki gibi bir şeylerin arkasına saklanarak da gidemem. Bildiğin yurt ve sadece kızlar var. Adım sapığa çıksın da istemiyorum açıkçası. Yazık olur, öyle biri değilim. Ardından bir sürü şey geveledim, saçma sapan şeyler. Konuşmayı beceremediğim zamanlarda yaptığım cinsten gevelemeler. Hani böyle ne diyeceğini bilemezsin ve aklına gelen her kelimeyi ardı ardına söylemey başlarsın, çünkü sürekli bir sonraki, bir öncekinden daha mantıklı gelir ama aslında hepsi saçmalıktır. İşte o tarz gevelemeler. Çok sık yapmam bunları, sadece gerçekten önemli bir açıklama gerektiğinde, çok utandığımda ve aşırı gergin durumlarda. Sonra beraber banka oturduk. Beni sakinleştirme konusunda başarılı olduğunu önceden de bildiğim Tangerine sayesinde, tekrar sakinleşmiştim. Neden panik olduğumu da bilmiyorum, dediğim gibi bazen çok gerildiğimde, oluyor öyle. Sonra tam sakinleştiğimi düşünüp nehirden gelen serin havayı içime çekmeye başladığım, evdekilerden ve buradakilerden uzaklaşıp soyut dünyamda bir yolculuğa çıkmak için ilk adımımı attığım o gözlerimin kapalı olduğu saniye Tangerine'in Tangerine'i sormasıyla yeniden irkildim. Çünkü yani, sormasan da olur. Açıklaması, garip olabilir çünkü. Yanlış anlaşılmalara yol açabilir, yanlış anlaşılmalardan hoşlanmam. Neden mi, çünkü mesela biri bana HAYIR YALAN SÖYLÜYORSUN dediği anda gerçekten yalan söylemiş birinin ruh haline bürünüp, her ne kadar inkar etmeye kalkışsam da davranışlarımın bir anda gerçekten yalan söylemişim de bunu saklamaya çalışıyormuşum gibi gözüktüğünün farkındayım. O yüzden, şu an Tangerine'in sadece bir çizgi roman karakteri olduğuna ikna etmeye çalışırken, mimiklerimde farklı anlamlar okunabilir, gerçek olma ihtimali çok düşük anlamlar. Bu şekilde olmasını istemem, yalan söylemeyi becerebilirim ama söylemediğim zaman bunu açıklamayı beceremem. O zaman da yalancı gibi gözükürüm. Bu bir kısır döngü aslında, zaten kısır döngülere bebekliğimden beri gıcığım. Ağlarsam oyuncağımı verir, oyuncağımı düşürürsem ağlarım ve elbette o oyuncak elime konulduğu andan en geç beş dakika sonra düşer. Kısır döngüler… Pek benim tarzım değil. Mümkünse uzak duralım.
Her neyse, Clementine the Tangerine, kendisinden ibaret olduğunu bilmediği çizgi roman karakteri Tangerine'in kim olduğunu yanımdaki bankta oturmuş, Tower Bridge'in ışıkları altında sorarken gözleri parlıyordu. İçindeki duyguları okuyamıyordum ama işte, farklı bir şekilde parlıyordu. “Nasıl bir şey? Mandalina ağaçlarını falan mı koruyor, niye Tangerine?“ Son kelimeler beynimde teker teker en az beşer kez yankılanırken tekrar o ikileme giriyorum. Sanki bir yol ayrımı gibi, ya yalan söyleyeceğim ya da doğruyu söyleyip yalan söylüyormuş gibi gözükeceğim. Her ne kadar yanlış anlaşılmaktan nefret etsem de, yalan söylemekten daha çok nefret ederim, bu yüzden hangi yolu seçeceğime bir iki saniyede karar vermiş olmam iç rahatlatıcı. ¨Tangerine, aslında… Sensin.“ Bunları söylerken ona bakıyordum ama son kelimemden sonra bakışlarımı tekrar köprüye ve gökyüzüne çevirdim, yüzündeki ifadeyi görmekten çekiniyordum belli ki. Gökyüzü kapalıydı, yağmur bulutları geliyordu yine, hiç şaşırmadım. Burada daha uzun süre kalamazdık, en geç 15 dakika içerisinde yağmur kendisini gökyüzünden aşağı bırakacaktı. Harika! diye düşündüm ironik bir düşünce tonuyla, sonra iğneleyici bir gülümseme fırlattım gökyüzüne. Teşekkürler Tanrım. [color=#086A87]“Ben? Nasıl ben?“ Clementine tekrar bulutların arasından sesini duyurmayı başarmıştı. Sanki uğultular içerisinden berrak bir melodi kulaklarıma ulaşmış gibi hissettiriyordu. Gülümsememi ona çevirdim. “Benim yarattığım bir karakter. Hani Clementine, Tangerine? Aynı şey neredeyse?“ Bir şekilde lafı dolandırıp sanki normal bir şeymiş gibi duyurmaya çabalıyordum ancak Tangerine'in gözlerinden bir şey okumak neredeyse imkansızdı. Bazen, onu tanımaya başladığım tüm bu kısa ama sanki yedi yıllık arkadaşmışız hissini yaratan süre boyunca gözlerinden tüm duygularını net bir şekilde okuyabildiğim zamanlar oldu evet, fakat bazen de öyle zamanlar oldu ve oluyor ki, sanki dünyanın en bulanık denizininin dibinden bir şeyler okumaya çalışıyorum, o derece hissettiklerini belli etmeyen, ne donuk denecek kadar soğuk, ne samimi denecek kadar sıcak bakıyor. İşte şimdi de o anlardan biri, gerilimde daha fazla dayanamayıp kafamı başka yerlere çevirdiğim anlar da bu okunamayan bakışları fark ettiğim zamanlardan sonra gelir genelde. Mesela şu an gibi. “Evet de, beni niye çizdin?“ Bakışları aniden netleşmişti. Mutlu bir şaşkınlıkla bakıyordu şimdi ve bir şeyler bekliyor gibiydi, ne bir sorgulama, yargı hatta takıntılı olabileceğim ihtimaline karşı korku sezmiştim. Bir şeyleri belli etmemi istediği ortadaydı. Heyecanlı şaşkınlığı gülümsememle beraber kendime güvenimi de yerine getirmiş olmalı ki tekrar ona dönüyorum. “İşte, çok çizilesiydin. Koca turkuaz gözlerin, kahküllü kuzgun rengi saçların ve tabi ki yüzünün yarısını kaplayan gülümsemen.“ Son lafımda yüzünü işaret ettim ve güldüm. O da güldü. Güldük.
Eve hiç gitmek istemeidiğimi anladığımda çok geçti diyemem, artık zaten eve gidemezdim. Artık Jim'in uyuduğuna emindim ve anahtarım da yoktu, nasılsa o açar diye almamıştım. Uyandırmak, olur muydu hiç şimdi? En iyisi arkadaşımın iyiliğini düşünüp ev harici bir yerde kalmaktı. Neresi olursa fark etmez, yeter ki… Uyuyabileceğim bir yer olsun -ki her yerde uyuduğum için bir milyon yer bulabilirdik. Yine de Tangerine'in sorgulamasını yarıda kesmek amaçlı ve biraz da uykumun gelmesinden ötürü - önceki gün de sabahladığımı varsayarsak. Başka bir ödev için. - konuyu değiştirmeye karar verdim. “Eve gidemem, yurda giremem, seni bırakıp buraya dönüp ağaçlarla konuşarak uyumayı düşünüyorum, belki bi de kesekağıdına saracağım bir şarap şişesi verirsin bana? Bir de, bir de bere. Olursa bir de üç şemsiye versen de bankın üzerini kapatsam?“ Elimle bankı yokladıktan sonra ekledim “Aslında oldukça rahat olabilir…“ Gereksiz ve belki de itici esprimsi karakterime bürünmüştüm yeniden. Tangerine yine güldü. Ben de güldüm. Güldük. “Saçmalama.“ dedi, lafını bitirmesine izin vermeden, daha doğrusu yeni bir cümleye başlamasını engelleyerek araya girdim. “Gerçekten nerede kalacağım ve yalnız başıma korkacağımı biliyorsun…“ Dudaklarımı üzgün bir şekilde büzdükten sonra yavru köpek bakışlarımı turkuaz gözlerine diktim. Bu sefer ne o net, ne de bulanık bakışlarını attı bana. Bu seferki önceden-kestirilmesi-imkansız-Tangerine-bakışıydı. En zoru da buydu kesinlikle. Çünkü hem bir anda döverek, bağırarak uzaklaşması, hem de sevgiyle kucaklayıp gülümsemesi kesin olasılıktı. Gerisini siz düşünün. Orada aptal gibi durmuş gelecek yağmurdan ötürü endişeli ve kalacak yeri olan - ama olmayan bir Adam Brent. Köpek halimden normale dönmeme neden olan şeyi siz de biliyorsunuz, Tangerine güldü. Sonra ben de güldüm. Güldük.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 2:24 am

Uykusu gelmeye başladıkça düşünceleri odağını kaybediyordu. Saatin kaç olduğuyla ilgili bir fikri olduğunu söyleyemezdi zaten. Saat taşımayı sevmemek gibi bir huyu olmasaydı da şu an kafasını eğip saate bakmaya üşeneceğini biliyordu. Çok yemişti, çok yorgundu ve havanın onu üşütmüyor oluşu da bu anı destekliyordu. Telefonuna uzanmaya bile zahmet etmeyerek kafasında zamanı geriye itti ve Adam'ın yüzüne bakmaya devam etti, gülerek. Çünkü gülmek boş kaldığında yaptığı eylemdi, gülmediğinde kendini duygusuz gibi hissediyordu. Yapacak bir şeyi olmadığında, ya da söyleyecek, ya da hissedip yansıtacak bir ifadesi, gülerdi. Ama şu an, karşısında kıvranan ve derin şeyler planlıyormuşcasına ciddileşen Adam'ın söyledikleri gülümsemesini dondurup yerine şaşkınlık ifadesini kazımıştı. "Ben? Nasıl ben?" Nasıl Tangerine olabilirdi, o Clementine'dı. Onun adı Fransız mandalinasıydı ama bariz biçimde Tangerine denen şu kız İngiliz ağaçlarında yetişmişti işte. Hadi hiç olmadı kendisinin geldiği yerde bir ağaçta, mesela New York'ta bir mandalina ağacında yetişmiş olsundu. Ama Clementine tamamen Fransızdı- yo hayır Fransız olsa bilirdi, elbette bilirdi çok saçmaydı. Clementine Fransız mandalinalarından adını almış bir Amerikalıydı. Adını yanlış biliyor olma ihtimali ise ihtimaller arasında yoktu. Adam onu düşüncelerinin pençesinden kurtarana kadar ne çeşit bir meyve olduğunu düşündü. Ona kalsa vişne olurdu mesela. Vişne güzeldi. Ama annesi onu bir mandalina olarak- ne diyordu o bir meyve değildi ki, insandı! Adam konuşunca kulağına parça parça sözcükler takıldı. "Benim yarattığım bir karakter. Hani Clementine, Tangerine? Aynı şey neredeyse?" İçi rahatlamıştı saçmaladığını farkedince. Ama sonra bir an içindeki çok yemiş ve mayışmış aptal canavarın yerini Clementine aldı. Adam onu mu çiziyordu? Güzel mi çiziyordu acaba. Ve özel gücü var mıydı? Asıl soru, neden çiziyordu? Bakışları kısılırken gülmeye alışmış dudaklarının ucu kıvrıldı. "Evet de," dedi sorarcasına, ilginçti bu durum. Adam, yani gizli süper kahraman, onu çiziyordu sonuçta. "beni niye çizdin?" Sert görünmek istemediği ortadaydı ama merakı kocaman bir pençe gibi onu avucuna oturtmuş, saçlarını severken bir yandan, seçeneği pek yoktu. Elbette Adam'ı zorlamıyordu, sadece bilmek istiyordu işte. “İşte, çok çizilesiydin." dedi çocuk, burnunun üstünde bir telaş kırışıklığıyla. "Koca turkuaz gözlerin, kahküllü kuzgun rengi saçların ve tabi ki yüzünün yarısını kaplayan gülümsemen.“ Yüzü işaret edilince güldü, hissederek ve isteyerek. Aklına Adelaide'nin, geride bıraktığı sevgili dostunun kendisi hakkında yazdığı satırlar gelmişti birden. Cle telaşla bana doğru yaklaşırken nasıl olup da o kadar alkole rağmen hızlı sayılabilecek bir süratle koştuğunu merak etmiştim. Ama o Cle’ydi, her şeye göğüs gerebilen, asla pes etmeyen ve kaslı kolları ile kırmızı bir pelerini olmamasına rağmen çizgi roman dünyasının en güzel kahramanı olabilecek kadar cesur bir kızdı. Laciverte dönük siyah saçlarını yalayan rüzgara göğüs gererek bana doğru koşarken kırmızı dudaklarına uyum sağlamak isteyen minicik burnu hafifçe kızarmıştı, ve ben, bedenimi büyük bir güç sarf ederek ayakta tutarken düştüğüm yerde yavaşça doğrularak büyülenmiş bir şekilde onu izliyordum. Evet, evet bu kız, benim sevgili arkadaşım, tam bir süper kahramandı…* Eh, bu ilk olmamış oluyordu. Clementine Crandal belki de cidden çizgi roman sayfalarına karakter olabilmek için doğmuştu. Ama ilk defa çizildiğinin bilincinde, gerçekten hayatında duyduğu en şirin şekilde ifade edilmiş iltifatı almış, süper çizgi kahraman olmak için doğmanın gururuyla gülümsedi. O gülünce Adam da gülmüştü, rahatlayarak, ve biraz da mutlu olarak. Karşılıklı güldüler, bir şeye ulaşmaya çalışmadan.
Gülümsemeleri havada bir sis gibi asılı kalıp sessizliği perdelerken, içinde bir şeyleri unuttuğuna dair var olan his kendini yeniden göstermişti. Parmaklarını saçlarında gezdirdi, bir şeyi unutma belirtisiydi. Ve gerginlik. Ve sıkıntı. Bunlardan biri olduğunda saçlarıyla oynardı. Bazen de istediğinde. Ama hiçbir zaman karşısındakine seni istiyorum mesajı vermek için değil. Uyku yeniden Adam'a kilitlediği gözlerinin arkasına bulutlardan kopmuş bir yastık gibi yerleşirken Adam neyi unuttuklarını farketmiş, vehatta Clem'i de bir süre için daha uyanık tutacak kadar güldürebilen cümleleri kurmuştu. Onun çaresiz sokakta yaşayan adam tiplemesine güldü, Adam da bu kendisine bir işaretmişcesine karşılık olarak güldü. Bir süre daha güldüler ve sis aralarına yeniden yerleşince Clem boş sessizliği örten sisin verdiği hisle mutlu, "Saçmalama." diyebildi. Daha çok şey söyleyebilirdi, hatta çözümler de üretebilirdi ama Adam, olanca zevzekliği ve içindeki tiyatro öğrencisinin rol yapmaya duyduğu aşkla yeni bir gösteriye girmişti. Korkacağına inanacak değildi, ama onu sokakta da bırakacak değildi. Aklına bir şey gelince, gerçekten mantıklı sayılabilecek bir şey, Adam'ın korkak çocuk ve sokakta kalmış evcil köpek bakışlarına güldü. Adam da Pavlov'un elinde yetişmiş,
ve bu yapması gereken için bir sinyalmiş gibi güldü. Güldüler.
Öyle uzun süre boş boş bakıp birbirlerine, gülebilirlerdi. Ama ne Clem'in o kadar dayanacak hali vardı, ne Adam sessizlikte çook uzun süre dayanabilecek biriydi. Bunun bilinciyle sıçrayıp kalktı. Yürü bakalım süper çocuk. Gidiyoruz." Şaşkınlıkla kalkışına bakan Adam söz dinleyince yüzündeki gülümseme genişledi. Öyle ya aklındaki fikri Alex duysa, saçmalamamasını, tanımadığı insanlara güvenmemesini, öldürüleceğini ve uslu olup yurda dönmesini onu İngiltere'ye gelmek zorunda bırakmamasını söylerdi. "Nereye?" Alex yoktu ve kafasındakini uygulayacak kadar mutlu, tok ve mayışmış bir Clem vardı, öyleyse yapacaktı. Adam'ın koluna girdi. "Çok konuşma bakalım. Şu an süper kahraman benim." Eliyle kafasında duran şapkayı işaret etti. "Bunu görüyor musun? Bu, çocuğum" bilmiş bir ifadeyle başını salladı. "süper kahramanların kimliklerini gizlemelerine yardımcı olan en önemli şeydir. Ve bak bakalım şu an kimin kafasında duruyor?" Adam onun şapşallığına boyun eğmiş, kendisinden neredeyse bir baş kadar uzun ve kısa bile olsa istediği an şapkayı alabilecek, sesini çıkarmayıp oyunu sürdürmüştü. "Senin" "Elbette öyle. Çünkü ben kimim?" "Tangerine." "Pardon," dedi yaşlı kadın sağırlığı taklidinde. "duyamadım?" "Tangerine." dedi Adam gülümsemesi iyice genişleyerek. "Aferin. Şimdi uslu bir kurban ol, ve kurtarılmayı bekle." Yürüdüler, birkaç on dakika boyunca, geldiklerinden daha uzun sürmüştü okula kadar dönmeleri. Sonra bahçenin arka tarafına, öğrencilerin birkaçının arabasını bıraktığı otoparkın girişine ilerlediler. "Nereye gidiyoruz?" "Şşşt." diye homurdandı. Arabaya gelince de işaret etti eliyle kapıyı. "Aç." "Bir yere mi gidiyoruz? Kimin evine? Yolu biliyor musun? Bu saatte kaybolmak istemeyiz gerçi araba var ama yine de-" Sözü kızın elini kaldırışıyla kesildi. "Açsana Adam, yoksa sokakta kalacaksın." Boyun eğip kapıyı açan çocuk kapıya ilerlerken kolundan tutup durdurdu ve arka kapıyı açtı. Yağmur yağmaya başlamış ve şaşırtıcı olmayan biçimde Londra varlığını hatırlatmıştı. "Sen mi kullanacaksın?" Bunu demesiyle birlikte kızın yüzündeki çok soruyorsun ifadesini taşıyan imalı gülümsemeyi görünce susup bindi çocuk. Clem de yanından. Sonra uzanıp ellerindeki çantaları ön koltuğa attı ve kapıların hepsini kilitledi, ne yaptığını bilmeyen Adam'ın onu şaşkınca izlemesine aldırmadan. Dönüp yüzünde bir şeyi anlamamış ifadeyle ona bakan Adam'ı görünce güldü, sesi arabanın içinde dolaştı. "Ceketini çıkarsana." dedi, hala olan biteni açıklamadığını bir an unutarak. "Anlamadım?" Adam'ın yüzündeki şaşkınlığa kahkaha attı. "Sana araba arkasında sahip olmaya çalışacak kadar ucuz mu duruyorum Adam Brent." Çocuk bir şeyi anlamamış, bakıyordu yüzüne. İyiden iyiye eğleniyordu ama eğlence kadar uykuya da ihtiyacı vardı. İzci sözü verir gibi parmaklarını birbirine bitiştirip elini kaldırdı. "Sana tecavüz etmemeye söz veriyorum. Oldu mu? Şimdi söz dinle ve kahramanına uyum sağla. Ver bakalım o ceketi." Eline uzatılan ceketi dikkatlice tutarak Adam'ın yanına yerleşti. Dizlerinden biri kapıya diğeri önündeki koltuğa dayanmıştı. Adam'a yaklaşıp başını omzuna yasladı ve ceketi ikisinin üstüne örttü. "Seni yalnız bırakmadan yapabileceğimin en iyisi bu. İyi uykular Adam." Bir iki kıpırdandıktan sonra iyice yerleşmişti, rahat bir biçimde gözlerini kapattı.

*Sevgili Marulum, Başak'ın satırları onlar. Sadece üçüncü kişiden bire çevirdim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adam Brent
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
Adam Brent


Mesaj Sayısı : 35

Bubblegum. Empty
MesajKonu: Geri: Bubblegum.   Bubblegum. Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 2:16 pm

Kolumdan tutup çekip götürme girişiminde bulunduğunda uyuşturucu etkisinde olduğumu söyleyebilirim. Tamamen kendi kafamdan çıkmıştım, daha doğrusu sanki ruhum bedenimden çıkmış etrafta dolaşıyordu ve ben o akılsız bedeni yönetmeye çalışan bir ahmaktım. Durumum aynen buydu aslında. Otoparka vardığımızda da böyleydim, denilenleri anlamıyordum uykusuzluk bu denli vurmamıştı beni daha önce. Tangerine'in yanında bu tiple durmak istemiyordum da ama kendimi ona bırakmak haricinde başka bir seçeneğim de yoktu, ki kendimi ona bırakmak iyi hissettiren bir şeydi, ben de öyle yaptım. Onun beni kontrol etmesine izin verdim, tek yaptığım yürümek, kafa sallamak ve gülmekti. Birlikteyken konuşmaktan çok gülüyordum sanırım, hatta o da öyle. O gülümsedikçe ben de gülümsüyordum. Daha önce kimsenin yanında kendimi bu kadar rahat hissettiğimi hatırlamıyorum. Belki Jim'leyken evet, ama oradaki rahatlığın tanımı tamamen başka. Oradaki rahatlık daha çok boxer'la dolaşıp, işerken kapıyı açık bırakmam gibi. Buradaki ise daha içten bir rahatlık. Hala çözebilmiş değilim, uğraşmayı da düşünmüyorum. Daha fazla düşünerek işleri karmakarışık hale getirmek istemiyorum çünkü. Düşündükçe işler daha çok karışır, en sonunda bir çıkmaza düşersin, ki bunu önceden yaşamış biri olarak düşünmeyi bir kenara bırakmayı tercih ediyorum. Ama zaten o anki durumda düşünmek yapabileceğim şeyler listesinde son sıradaydı. Bu yüzden dert etmemiştim. Kendimde olmamanın getirdiği kontrolsüzlük nedeniyle sürekli bir şeyler geveliyordum, kesik kesik ve saçma sözcükleri bir araya getirme çabasıydı. Otoparka giriş yaptığımızda ne olup bittiğini kavrayamayan halim daha da şapşallaşmıştı. Yani işte, otoparkta ne işimiz olabilirdi ki? Bu saatte özellikle, nereye gidecektik yani The Cock'a mı? Stringfollow'a mı? Stringfollow güzel olurdu. Sonra saçmaladığımı kendime hatırlatıp tekrar salak salak güldüm. Arabanın arka kapısını açtığımda resmen içeri tıktı beni, sonra kendisi girdi. Kafamdaki Stringfollow muhabbetinden sonra bu tür yerlere, bu tür vaziyetlerde ve diğer türden bir insanla girmek, HAYIR O TANGERINE LANET OLASI HERİF. Tangerine de bir kız. HAYIR O KIZ DEĞİL. Evet o bir kız. EVET KIZ AMA DEĞİL. O bir kız Adam. Kendi kendimle konuşuyordum resmen, kendimi fesat düşüncelerimden arındırma çabasına bile giremiyordum, bana ceketimi çıkartmamı söylediğinde fesat Adam bir kez daha yavşak yavşak gülümsemişti, sonra adam gibi olan Adam durumu anlayıp, bedenimin kontrolünü ele geçirip şaşkın bir bakış fırlatmıştı ve Clementine the Tangerine'in verdiği cevaptan ve beden dilinden ötürü yavşak Adam ruhumun bir köşesinde ağlayarak kaybolmuştu. Oturuyor vaziyette olmam çok sıkıcıydı, şu an bir yatağı tercih ederdim, sonra Tangerine gelip yanıma sokuldu ve kafasını omzuma yasladı. Pek bir işe yaramadığı belli olan ceketimi ikimizin üzerine de yarısı gelecek şekilde koyduktan sonra gözlerini kapattı. Gülümsediğini görebiliyordum, neden gülümsediği hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Emindim ki o an gözleri açık olsaydı o belirsiz-Tangerine-bakışından görecektim. Hani bulanık sulardan bir şeyler okuma zorluğunda olanı. Zaten aşırı uykuluydum, gülümsemesinin nedenini düşünmek yerine ben de kafamı onunkisine yasladım ve uyumayı denedim. Ancak uykulu kapalı gözlerimin ardında dönen düşünceler silsilesine engel olamıyordum. Uyuyamıyordum ve uykusuzluğum tüm bedenimi ele geçirmişti. Çok s*ktir b*ktan bir durumdu kısacası. Beş on dakika boyunca gözlerim kapalı bir şekilde kendime lanet ediyordum. Neden bu kadar düşünceli, hani ÇOK VE GEREKSİZ DÜŞÜNEN anlamında, bir insan olduğuma lanet ediyordum. Aniden gözlerimi açtığımda Tangerine'in çoktan uykuya daldığını gördüm; ama üşüyordu. Yağmur bastırmaya başlamıştı, arabanın kapısından soğuk geliyordu, ben ise üşümüyordum. Alışkındım. Klasik bir Londra havasıydı. Kapıya doğru yaklaşıp, Tangerine'i koltuklara yatırdım, kafasını kucağıma koydum ve ceketle onun üzerini örttüm. Yağan yağmurun camda oluşturduğu damlacıkları yarıştırırken uyuyakalmış olmalıydım. Çünkü uyandığımda kendimi aynı şekilde Tangerine'in kucağında yatar halde bulmuştum. Kocaman gülümsemesiyle bana bakıyordu. Gözlerimi buruşturarak ben de gülümsedim. İnsan mutsuzken bile gülümsediği zaman otomatik olarak seratonin salgılar, bunu öğrenmiştim. Burada ise zıttı olarak yaşanıyordu durum. Mutlu olduğum için gülümsüyordum ve bu sefer hoşlandığım bir kısır döngüye dönüştü. Mutluydum, gülümsüyordum. Gülümsüyordum çünkü mutluydum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bubblegum.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: Tower Bridge-
Buraya geçin: