Denizin köpük köpük dalgaları ve tatlı rüzgarı insanı büyülemeye yeterdi. Burası cennet gibi bir yerdi. Ay ışığı, dalgaların gürültüsü, hafiften yüzüne vuran bir rüzgar ve bir şişe şarabın etkisi ile Sam sarhoşluğa doğru adım adım ilerliyordu.
Ayrılışlarının ikinci gününde Sam kendini içkiye vermiş, dağıtmıştı. İçki Same iyi gelmezdi aslında, son içişinde kendini sedyede bulmuştu.
Ay ışığı Samin yüzüne vuruyordu, Sam kumsalda yürümeyi tercih etti, dalgalar ayağına kadar ulaştı, ayakkabılarını ıslattı, bu iyi gelmişti çünkü şarap içini yeterince ısıtıyordu. Giderek kötüye gittiğinin farkındaydı ama umurunda da değildi. Ayakkabılarını çıkartıp bağcıklarını birbirlerine bağladı ve boynuna astı. Artık kumla bir bütün olarak yürüyordu. Ayakları kumsala vuran dalgalarla buluşunca Sam ufak bir serinlik etkisiyle tebessümünü gösterdi denize karşı.
Kumsala oturdu ve mehtaba karşı düşünmeye başladı. Daha mantıklı düşünebilirdi belki rüzgar yüzüne vurdukça. Ayrıldığı sevgilisi Annyi düşündü. Kumral, beline kadar uzanan saçları vardı, rüzgarda Annynin yüzüne vurur, Sam elleriyle yüzünden çekerdi Annynin güzel saçlarını. En çokta bunu severdi. Annynin ela gözleri Sami ay ışığından çok daha beter bir etkiyle alır götürürdü uzak diyarlara. Uzun boylu, buğday tenliydi. Her zaman güzel giyinmeye özen gösterirdi. Samin gözü bir başkasını görmüyordu ki bundan sonrada görmeyecekti.
Anny ayrılmak istediğinde Samin tek söyleyebildiği cümle Seni seviyorum olmuştu...
Mehtaba baktı, elindeki kalan içkisini kafasına dikip elinde kalan boş şişeyi denize fırlattı. Deniz dalgalarıyla şişeyi aldı, sonsuza götürdü. Bir an Sam şişenin yerinde olmak için iç geçirdi.
Evet, gerçekti bu. Anny gitmişti...
Sam arkasından sadece bakmıştı, donuk gözlerle... Oysa söyleyecek o kadar çok şeyi vardı ki Samin. Ona tam anlamıyla aşıktı ve o giderse Sam içindeki iyiye dair her şeyi yitirecekti, içindeki ateş sönecek ve bir daha kimse o ateşi yakamayacaktı.
Düşündü, bir kez daha gittiği anı hatırladı, terk edildiği anı. O an tutup koparsalardı Samin kolunu bacağını o kadar acı duymazdı. Ya da öldüresiye dövselerdi oracıkta çıtını çıkarmazdı.
Onun tek isteği Annyle olmaktı, tek tutkusu teninde erimek. Tutkusu; hayatı Annyle paylaşmaktı sadece ve sadece. Bunları Annye anlatamamıştı.
Sam ağlıyordu,
Elinden bir şeyler gelebilirdi. Mesela son kez elini tutabilirdi Annynin. Belki de gitmek için tüm cesareti kaybolacaktı birden. Neden yapmamıştı ki bunu? O an düşünemediği için lanet ediyor, ağlıyordu.
Anny adım adım uzaklaşırken Samden, olduğu yerde çöküp kalmıştı Samin körpe, güçsüz bedeni... Tecrübeliydi, çok kez terk edilmişti, bu kadar zayıf olmamalıydı, kalkmalıydı yerinden, yeniden hayata tutunmalıydı, bu sefer kıldan ince bir ip değil, sıkı bir halatla, yapamadı...
Sam oturduğu yerde ağlıyor, kumları sıkıyordu, kumlar tıpkı Anny gibi ellerinden kayıp gidiyordu. Sam ağlıyor, ay ışığı altında düşünmeye devam ediyordu.
Telafi edebilir miydi hatalarını?
Kendisi de bilmiyordu... Henüz yarası çok taze ve kan oluk oluk akıyordu kalbinden.
2 yıl önce yeni tanıştıklarında Sam gideceği güne bile hazırlamıştı kendini oysa, hazırdı gidişine(!), kaçak zamanları yaşıyorlardı, süre dolacak ve Anny gidecekti. O zamanlar basit gelirdi Same böyle terk edilmeler. Sonra Sam terk edildiğinin ertesi günü hayatına kaldığı yerden yeniden başlayacaktı.
Başlayamadı...
Sam toparlanmalıydı. Annynin nereye gittiği önemli değildi, iki metre ötesinde veya iki yüz kilometre ötesinde.
Fark etmiyordu...
Anny artık yoktu ve aslında bu düşünce Sami kahrediyordu. Kurtulmalıydı bu yokluk duygusundan, unutulanların arasına katmalıydı Annyi de. Bu aşk noktalanmalıydı.
Yapamadı...
Fakat Anny gitmişti.
Sam ise bir denizin ortasında, tek küreği kaybolmuş sandalda bir denizciydi artık.
Her gece mehtabı seyreden...
O sandalda ölüp gidecek olsa da sevmeye devam eden.