London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 İtalyan İşi

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
William McHill
Westminster IV. Sınıf
Westminster IV. Sınıf
William McHill


Mesaj Sayısı : 170
Nerden : Yeşil yeşil dağlardan.

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimeCuma Şub. 10, 2012 3:42 am

İtalyan İşi Tumblr_lm1g2vUdZN1qasdemo1_500İtalyan İşi 2l8wb
Will-Will

Kalabalık caddelerin arasında hızla ilerliyordu kara Charger. Bu arabayı bu yüzden almıştı, Batmobile’e benziyor diye. Kendisi de bir nevi Batman oluyordu, o zaman. İrlandalı-İngiliz versiyonu. Ne önemi vardı ki? Bir virajı daha alırken radyoda çalan slow müziğin sesini kıstı. Bu akşam bazı şeyleri içinde yaşamak istemiyordu. Ne yaptığını hatırlamayacak kadar sarhoş olmalıydı. Bunu yapabilirdi, değil mi? Rüzgar, saçlarının arasında dolaşırken bir virajı da hızla aldı. Arabanın yol tutuşu gerçekten muhteşemdi. Belki de araba yarışı filan düzenlenmeliydi. Kafasını dağıtmak için yeni şeylerden kaçınmazdı. Bu konuyu da Will’le konuşmalıydı. Arabanın içi bir an sessizliğe büründüğünde dışarıdan gelen kahkahaların etkisiyle yüzünü buruşturdu, William. Kendisi sorunlarla uğraşırken insanlar mutlu olamazdı. Olmalılardı. Sunucu birkaç tane bilgi verdikten sonra yeniden slow bir müzik başladı. Bu frekansta niye kalmıştı ki? Bazen, hayatta tamamen yalnız olduğunu anladığında filan, böyle melankolik şarkılar dinlerdi, tamam ama şimdi, çok daha başka şeyler dinliyor olmalıydı. Gözlerini yoldan ayırmadan herhangi bir frekansı açtı. Haberler… Hayır. Sunucunun saatlerce konuştuğu bir program… Belki. Gülmeye ihtiyacı olabilirdi. Yine değiştirdi frekansı. Evet, bu olabilirdi. Bateri solonun saatlerce süreceği bir şarkı… “İçmeye gidiyorum… Adamımla içmeye gidiyorum… Biliyorum… Biliyorum bu seni incitti… Ama adamımla… Bu gece içmeye gidiyorum…” Ritme göre bir şeyler uydurmaya başlamıştı bile. Sıkıntıdan deliren ilk adam olmakla gurur duyması filan gerekiyordu herhalde. Gurur duyulacak çok da olayı vardı ya.

Söylene söylene kalabalık caddelerde arabayı sürmeye devam etti. Telefonunun ekranından saatin kaç olduğuna baktı, Will’le anlaştıkları saate daha çok vardı. Evden bu kadar erken çıkmamalıydı. Günlerdir dışarı çıkmamasının sonucunda da böyle olmuştu işte. Neyse ki, Will her zaman erkenci bir insan olmuştu ve William’ın fazla beklemesi gerekmezdi. İşleri bitmeden önce de birilerine haber vermeyi unutmamalıydılar. Çünkü ikisi de kendilerinde olmayacaklardı. Kime haber vermeliydi ki? Will’den başka kim vardı güvenebileceği? Em ya da Pam. Sonradan aklına birileri de gelir, diye umuyordu. Sabahın köründe kızları rahatsız etmek istemiyordu.

Yüzüne vuran rüzgar etkisini iyice göstermeye başlayınca camı kapattı ve klimayı biraz daha yükseltti. Gecenin sonunda, yeteri kadar sarhoş olmamış olursa, büyük ihtimalle hasta olmuş olacaktı. Belki de Em gelip çorba filan yapardı ona. Em… Zorla da çorba yaptırabilirdi William, ona. Elinde bir sürü peçete, Em’in başında beklerkenki görüntüsü gülümsemesini sağlamıştı. “Umarım hasta filan olurum,” diye mırıldandı, arabayı katlı otoparkın en üst katına yönlendirirken. Evde zaman geçirmek için bir bahanesi olurdu en azından. Otoparka kaçta giriş yaptığını gösteren bileti montunun iç cebine attıktan sonra Soho’ya tepeden bakmak için otoparkın kenarına yürüdü. Hareketlilik buraya daha uğramamıştı. Gece yarısından sonra başlardı her şey.

Üç kat merdivenden aşağı indikten sonra Will’e Bar Italia’nın önünde bekleyeceğine dair mesajı attı. Soğuk havanın ellerine ulaşmasını engellemek için onları montunun cebine yerleştirdi ve hızlı adımlarla caddede ilerlemeye başladı. Neyse ki, fahişeler bu gece William’la ilgilenmeyecek kadar meşguldüler. Zaten ya çoğu işi almış, otoparklarda filan kayboluyor, ya da daha işlek saatleri bekliyorlardı, ortaya çıkmak için. Ona bulaşmıyor olmaları güzeldi. Bu iş için para vermek… Çok acizce geliyordu William’a. Evet, bunu sevgilisi bile olmayan birisi söylüyordu. Cebinden birkaç tane bozukluk çıkartıp köşe başında hala azimle gitarını çalmaya çalışan yaşlı adamın çantasına attı. Eskilerden gelen ezgiler için birkaç dakikasını ayırabilirdi. Sonunda adama gülümseyip barın olduğu caddeye girdi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
William Moore
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
William Moore


Mesaj Sayısı : 199

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimeCuma Şub. 10, 2012 4:46 pm

Bilgisayar başında takılmak hep yaptığım bir şey değildir. Yani mailleri kontrol eder, yeni çıkan çizgiroman haberlerini alır, Pam'e sipariş amaçlı mail atar ya da çizgiroman forumlarında geyik yaparım. Yabancı dizi izlediğim de pek yoktur, maksimum iki üç dizi takip ediyorum, o da yeterince sıkılırsam. Bilgisayar daha çok müzik çalar görevini üstleniyordu. Dışarıda koca bir dünya var, neden evde bir ekranın önünde kapana kısılayım? Yaşamayı seviyorum, istediğimi yaşamama engel olan zaman dilimlerindeyse bilgisayar yeterli.
Kulaklıklardan yüksek ses ile 'Breakfast in America' çalıyordu saati fark ettiğimde. Saat ile ilgili hep bir sorunum olmuştur. Her yere geç kalmamın sebebi belli. "Annee!" Kulakları boynuma indirmiş odamdan anneme bağırıyordum. Ergen çocuklar gibi, biliyorum ama itibarımı kurtarmak için rahat koltuğumdan kalkıp aşağı gidecek halim yok. Ses gelmiyor, bağırdığımda beni duymamalarından nefret ediyorum. "Anneeee!" Daha yüksek sesle, daha derinden. Hadi artık duy be kadın. Gene ses yok, koridorda çınlayan kendi sesimi duydum sadece. Kalkmak artık farz oldu. Kolluklarından destek alıp kalktım, ah benim sevgili bilgisayar koltuğum seni bırakmak istemezdim. Aşağı inmeden önce oturumu kapat desem iyi olacak annemin porno izliyorum korkusuyla, babamın porno arşivim vardır hayaliyle bilgisayarımı kurcalama gibi huyları var. İkisine kıyasla pornoya olan ilgisizliğim ironik. Neyse, nereden geldi aklıma porno şimdi? Oturumu kapata tıkla, sekme değiştir ve tekrar et. Tamam, şifrem artık sadece bana özel. Şifremi unuttum teknolojisini bilecek kadar iyi bilgisayar kullanamıyorlar neyse ki. Laptopun kapağı da kapadıktan sonra tamamdır. Annem beni duysaydı tüm bunlarla uğraşmama gerek olmayacaktı, ne yazık. Aşağı inmeden önce adam gibi giyinse miydim? Çıkmadan önce hallederim.

Odadan çıktım. Merdivenleri gürültüyle indim. Keşke şu tavan arasındaki odada kalabilsem ama babam oranın fare ile dolu olduğunu ve geceleri buz kestiğini söylüyor. Her neyse. Merdivenleri indikten sonra mutfağa doğru döndüm, evet annem orada. "Seslendiğimi duymuyor musun?" Sırtı bana dönük konuştu."Ne?" "Sana seslendim diyorum." Yüzünü döndü, gözleri kan çanağı olmuş, ağlıyor. Vov, ağlayan anne. Otomatikman geri kaç uyarıları belirdi kafamda ama vicdanım, ve sanırım anne sevgisi emin değilim, beni olduğum yere çivilemişti. "Anne neyin var niye ağlıyorsun?" Burnunu çekti, elinin tersiyle yüzünü silip soğanı işaret etti. Elindeki bıçağı görmemiştim. "Soğandan. Ne istemiştin Willy tatlım?" Soğan tabii. Kadınları var oluştan beri itinayla ağlatır. "Biraz para alabilir miyim? Will ile dışarı çıkacağım." İnsanın kuzeni ile aynı adı paylaşması çok garip. Babam tamamen rastlantı olduğu ile ilgili yeminler ediyor, dediğine göre lisede tanıdığı, trafik kazasında kaybettiği çok samimi bir arkadaşının ismini bana vermiş. Kimin ismi kimin arkadaşı pek umurumda değil açıkçası, adlarımızın aynı olması hoş bile denebilir. Güzel rastlantı. "Sadece para için çıkarsın odadan zaten, piç. Sana geçen gün verdiğim yirmiliği ne yaptın?" diye geliverdi babam, hangi cehennem katmanından çıktı kimbilir. Sırtıma vurduğunda somurttum, elinin ayarı yok, ayı pençesi gibi elleriyle omzuma vurduğu bir gün omuz çıkığından hastaneye gideceğiz, yakındır. Babamı severim de bunu başka bir moruk yapsa çenesini eline verirdim. "Yedim." dedim yanımdan geçip maden suyunu içen babama. Hadi be babalık, ondan nefret ediyorsun. Bir şişe bira için neler vermezdin ama rehabilitasyondan yeni çıktın. Elinde maden suyu şişesi değil votka şişesi görmemize ne kadar var, iki hafta? Her defasında aynı şey. "Kulampara herif." diyor, adamın ağzı bozukluğu alkolden değil ki. Oğlancı diye diye oğlancı olmamdan korkmuyor mudur nedir? "Para verecek misin vermeyecek misin?" dedim, hey para versinler diye yalvarmayacağım. Para koparırım ya da koparamam, başka yollar da var içmek için. Babam kısık gözleri ile bana baktığında sırıttım. Yufka yürekli ahmak seni, elin cebine gittiğinde sevdiğini biliyorum beni. Babamı severim o da beni sever ama dışarıdan bizi görenler daha uygun bir aileye verilmem için çocuk haklarını arayacaktır. Sevgi göstergeleri hep farklı olur bizimkisi de biraz yırtıcı işte. Cebini eline atıp yüzlük çıkardı. Vay vay vay. "Tek seferde harcama." Oldu patron, sen ne istersen. Bunun bu akşam biteceğini ikimiz de biliyoruz. Parayı aldım göz kırpıp odama fırladım. Kot atlet gidemem Will ile takılmaya, italyan değilim. Kapıya asılı beyaz gömleğim ve deri ceketimi geçirdim üzerime, saçları taramak mı, o da nereden çıktı? Çorapları ve ayakkabıyı geçirdikten sonra fırladım. Güle güleler uçuştu evden çıkmadan önce ama sokak kapısının kapanmasıyla sessizleşti. "Hass, araba anahtarlarını alacaktım." diye mırıldandım kendi kendime. Artık gizlice arayamayacağıma göre yürürüm.
Gece bekle beni geliyorum... Yürüyerek.
---
"Willie, oğlum!" Karışık saçlar, uzun favoriler, onu saniyeler içinde bulmam imkansız. Kan çekiyor kan. Bir de kapıdaki koca Batmobilini, bazıları şanslı doğuyor. Kollarımı açıp yaklaştım, elini önceden yakalayıp kucaklaştım bir yandan omzuna vurarak. Ayrıldığımda gecenin devamında eğleneceğimizin nişanı bir yamuk gülümseme ile baktım suratına. "Yarın analarımızın adını unutacak kadar içmeye var mısın?" Hayır bir seçenek değildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://asosyalmonologlari.tumblr.com/
William McHill
Westminster IV. Sınıf
Westminster IV. Sınıf
William McHill


Mesaj Sayısı : 170
Nerden : Yeşil yeşil dağlardan.

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimeC.tesi Şub. 11, 2012 1:09 am

“Yavaş ol be oğlum..!” Yüzümü buruşturup omzumu ovuşturdum hızlıca. Onu görür görmez moralim yerine geliyordu çoğu zaman. Nasıl gelmesin ki? Şu saçlara bakın! Yaklaşık bir kafa boyu kadar benden uzun olmasına rağmen o her bir telinin nereye gittiği belli olmayan saçları onu daha da uzun gösteriyordu. Kendimi bazen bir hobbit gibi hissediyorum onun yanındayken. “Aksi olsa kendimi sosyetiklerin yanında bulurdum, senin değil.” Kendi adımı bile unutsam hoş olurdu. Will’le nereden kuzeniniz, hiçbir fikrim yok. Babam ve annem, adını bile duymadığım bir ülkeye giderlerken beni onlara bıraktığında daha 5 yaşındaydım. “Evet Will, bu senin kuzenin, William. Bence çok iyi anlaşacaksınız.” Bunu söyledi ve arkasına bile bakmadan, annemi de yanına alıp çekip gitti. İlk başlarda hiç olmadığım kadar huysuz, bencil, zengin züppesi denilen o çocuk olmuştum. Bazen hala o çocuğa geri döndüğüm zamanlar olmuyor, değil tabii. Ona ihtiyacım olduğunu ise birkaç ay içerisinde anladım. Arkadaşım olabilecek sadece o vardı. Ve o ailedendi. Bir aileydik… Birkaç sokak kavgasında birbirimizi kolladıktan sonra bir daha da ayrılmadık. Batman ve Batman ikilisi gibi bir şey olduk. Will ve Will…

Bar Italia, Soho’nun en iyilerinden biriydi. En azından birbirlerine kur yapan erkekler filan yoktu. Bu semte geldiğimizde başka bir yere gitmezdik. Gay dolu bir barı kim tercih ederdi ki? Bir de İtalyanlar çabucak alev alanlar insanlardır. Sürekli kavgalar filan olur ve biz de kavgaya karışacak kadar sarhoş olurduk genelde. Birkaç kez, kanayan burunlar, şiş gözlerle beraber eve gittiğimiz olmuştu. Neyse ki, annemler o zaman hala o garip ülkedeydi. Birkaç gün öylece yataklarımızda yatmıştık. Baş ağrılarını da hesaba katmıyorum. İkinci sınıfın başları filandı. Bu olaydan ne kadar zevk aldığımızı ikimiz de anlamıştık ve Soho da ikinci en iyi mekanımız olmuştu.

“Evet, bu gece dağıtıyoruz.” Sırıtarak Wil’in omzuna bir yumruk da ben attım. Sert erkek olmanın bir gösterisiydi bu. Barın arkasına geçip kapıyı iki kere tıklattım. Ön taraftan girmek çoğu zaman sorun olmazdı ama düzgün bir yerde içmek istiyorsak, tedbirli olmak yararlıydı. Barda çalışan Samuel, şifreli vuruşu bekliyor olacak ki anında ufak gözetleme penceresini açtı. Daha bir şeyler söylememize fırsat kalmadan da kapıyı açıp bizi hızla içeri aldı. Birkaç duvar ileriden yüksek sesli müzik duyuluyordu. Mesaisi bitmiş, ya da daha başlamamış olan çalışanlar bir araya toplanmış, kaçak sigaralarını içiyor, bir de şu şans oyunlarından birini oynuyorlardı. Samuel, bir kapıyı daha açıp bizi içeri yönlendirdikten sonra oyununa geri döndü. “Başlayalım bakalım…”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
William Moore
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
William Moore


Mesaj Sayısı : 199

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimeC.tesi Şub. 11, 2012 2:51 am

Barın arka kapısından girmek her zaman çok daha heyecan verici gelmiştir. Ön kapıdan alınacak kadar elit ve adam gibi görünmememiz dışında yasadışı iş yapmadan yasadışı iş yapıyormuş ruh haline girebiliyorduk. Çok havalı adamım. Ön taraftan girmek de sorun olmazdı, hadi ama yeterince istedin mi her şeyi yapabilirsin, ama böylesi çok daha iyi. Will'in arkasında dikilirken yerdeki boş şişeyi tekmeledim, şişe tangırdayarak yuvarlandı ve çöp tenekesinin altına girdi. Kapının gözetleme penceresinin sürme sesi duyuldu, neredeyse aynı anda kapının dilinin çekilirken çıkardığı metalik sesi duyduk. İçerideyik, kapı üzerimize kapandı, duman altında oynanan oyuna göz attık. Meksikalıya benzeyen adamın eli iyiydi, onu söyleyebilirim. İyi söğüşleyecekti ihtiyar köpek. Yanından geçerken kartlarını gördüğümü açık etmedim, kıyakları geçiyor olabilirdi ama gırtlağımı keserse beni atacağı yer için fazla bakınmasına gerek olmayacak tipte adamlardı. Sınırı bilmeli.

Müziği duyuyorduk, eğlence, gece hayatı, her şey yakındaydı. Will'in komutuyla siyah deri ceketimin yakalarını düzelttim sertçe. İkimiz yaylı kapıları iterek mavi spot ışığının aydınlattığı loş alana girdik. İçerisi insan doluydu, kenarda köşede gizlice konuşanlar, dans edenler. Abartılı kahkahalar atan kısa etekli orta yaşlı kadınlardan tutun garson kızın bacaklarının fotoğrafını çaktırmadan çeken dik saçlı hergele gençlere kadar her tipte insan vardı. Boş masa, asıl ilgimi çeken oydu. Elimin tersiyle Will'in göğsüne vurup masayı işaret ettim. İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk, yer kapma. Yani en azından ben onu düşünüyordum, yuvarlak masanın üç yanını çevirmiş deri koltuklara atlayıp yaslandım ve ellerimi ensemde birleştirip ayaklarımı koltuğa uzandım. Az bardan atılmadım şerefsizim, genelde şık yerlerde nasıl davranması gerektiğini bilmez olarak adlandırırım. Bak koçum, ayaklarımı uzatmak istiyorum o halde ayaklarımı uzatacağım. Ayaklarımı senin üzerine koyduğum yok, seni alakadar etmemeli yani durum. Ha, hala bir derdin varsa dişlerini dökerim ve ödeşiriz. Kapiş?

Rahattık. Yer bulmuştuk. Garsona işaret edip yanımıza gelmesini sağladım. Siyah kısacık eteğine tezat beline kadar uzanan düz, uzun siyah saçları vardı. Beyaz gömleğinin üst düğmelerinin müşterilerinden bahşiş koparabilmek için bilhassa açık bırakıldığını düşünüyorum, içine giydiği kırmızıyı görebiliyorduk. Ah şahane yaratık, ne huysuz bakıyordu bize. Siparişimizin ne olduğunu sordu, gümüş tabakta onu istediğimizi söyleyecekken vazgeçtim. "Bir şişe bira, elinde alkol oranı en fazla ne varsa. Will?" William'a dönüp kaşlarımı kaldırdım, o siparişini verirken göz temasını koparmanın zevkine vardım. Bakın, ben o sapkın gençlerden değilim. Bana iyi davranan her kızla yatma hayalleri kurmam ama garsonumuz gerçekten güzeldi. Muhtemelen işi almanın sebebi de biçimli bacaklarıydı, iş becerisi değil. Garson tepsisine sarılıp uzaklaşırken arkasından baktık bir süre. Biraların hızlı gelmesi için sabırsızlanmak ilginç.

Başımı çevirip baktığımda Will'in yanında oturan adamı fark ettim. Bu hıyar ne ara geldi ki buraya? İnce suratlı, uzun siyah saçlı, top sakallı biriydi. Baştan aşağı siyah giyinmiş olduğundan cenaze aranjmanı ayarlayan adamlar gibiydi. Yüzü o kadar inceydi ki tarif edemiyorum bile. Uzun ellerini, pençe mi desem yoksa o şeylere, masaya koydu, işgüzar bir tavırla eğildi. "Siz çocuklar uçmak ister misiniz? LSD, MDA, ot?" diye fısıldadı. Tamam şimdi anladım ne olduğunu, barlarda müşteri toplayan adamlardandı. Will'e baktım ne yapacağını çözmek ister gibi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://asosyalmonologlari.tumblr.com/
William McHill
Westminster IV. Sınıf
Westminster IV. Sınıf
William McHill


Mesaj Sayısı : 170
Nerden : Yeşil yeşil dağlardan.

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimePaz Şub. 12, 2012 12:22 am

Son zamanların popüler müziklerinden biri çalmaya başlarken Will’in toparlanması için işaret ettim. Adam her adım atışında dağılıyormuş gibi görünüyordu. Tamam, yakalarını şöyle bir göstermelik de olsa düzelttikten sonra kapıları açıp içeri girdik. Arada sırada sigara içiyor olabilirim ama artık canlı bir maddeye dönüşmüş olan bu sigara dumanı öksürmeme neden oluyordu. Neyse ki, öksürürken kimsenin duyduğu, ya da umursadığı yoktu. DJ’in tepesinde duran spot ışıkları bir oraya bir buraya yeşilli, mavili ışıklar gönderirken ben de etrafta hızlıca göz gezdiriyordum. Beyaz gömlek, siyah etekli garsonlar, kendilerine körkütük sarhoş müşteriler bulmaya çalışan fahişeler, dedeler, torunlar… Kısacası herkes toplanmıştı. Will, göğsüme darbesini indirene kadar ben de birkaç garsonu gözüme kestirmiş durumdaydım. Bu çocuk, dikkatimi dağıtmak için dünyaya gelmiş herhalde. Bakışlarını izledikten sonra hızla duvar kenarına konuşlandırılmış olan ‘u’ şeklindeki masalardan boş olana kendimizi attık. Artık gecemizin keyfine bakabilirdik. Will, rahat bir şekilde koltuğa yayıldıktan sonra garsona masaya kadar teşrif etmesi için işaret etti. Neyse ki, bu işi bana bırakmamıştı, benim şansıma erkeklerden biri filan çıkabilirdi, değil mi?

Kız masaya gelip Will’den siparişini aldıktan sonra bana döndü. Gözlerimi elinde tuttuğu parıltılı tepsiden yavaşça yukarıya kaydırdım. Düğmelerin ilikleriyle buluşmayı bıraktığı o noktaya geldiğimde ise aniden en tepeye, gözlerinin içine bakmaya başladım. Sanırım bu hareketten dolayı şaşırmış olacak ki bakışlarını birkaç saniye için de olsa benden kaçırdı. Gülümseyerek yan gözle Will’e baktım. Bakışlarını kızın bacaklarından alamıyordu. Hadi ama, kim olsa bakardı. En azından ilerideki masalarda olduğu gibi elle taciz olayına girmiyorduk. “Arkadaşımın aldığından ve yedi haneli ev telefonu, olabilir. Cep numaran varsa çok daha iyi olur.” Sinirlenmemiş olsa bile hızla arkasını dönüp bar tarafına doğru yöneldi. “Bu gece ihtiyacımızdan fazlasını içeceğiz, değil mi?” diye mırıldandım, kendi kendime. Will’in dikkati yine başka bir yerlerdeydi, belli ki. Kız yürürken müziğin ritmiyle sallanan kalçalarını izlerken Will’in benden daha önemli gördüğü şeyi de anlamış oldum. Bunu da duymayacağını bildiğim için “Sanırım en iyi kozlarımızı ortaya koymalıyız, he?” diye mırıldandım.

Parmaklarımı masaya vurarak ritim tutarken bir anda birisi yanımda belirdi. Adam hiçbir şey sormadan yanımıza oturmuştu ulan! Gece daha başlamadan bitmesin diye bir şey dememiştim ama burnumdan derin nefesler alıp veriyorum. Gözlerimi adama dikip öylece bekledim. Siyah, yağlı saçları omuzlarından aşağı kadar iniyordu. Ağzının çevresini dolaşan, yeni şekil verilmiş bir top sakalı vardı. Belli ki özen gösterdiği tek bölgesi orasıydı çünkü suratında birkaç tane patlamayı bekleyen sivilce vardı. Gözlerinin altı tamamen mordu. Uykusuzluktan olmasını umut ediyordum. İnce, uzun bir suratı vardı ve karga gibi de bir burnu. Başı hafifçe öne doğru eğik olduğu için kime, nasıl baktığını çıkartamıyordum ama hiç de iyi niyetli olmadığı açıkça ortadaydı. Ne yani, vampir hayranları Amerika’dan buraya kadar gelmişler miydi? Bu burunla Dracula’nın çakmasından başka bir şey olamazdı bu adam. Umarım kendini Edward filan zannetmiyordur. Çalan müziğin bitmesine yakın bir zamanda uzun parmaklarını az önce ritim tuttuğum masaya sahiplenici bir tavırla koyduktan sonra bize doğru eğilip “Siz çocuklar uçmak ister misiniz? LSD, MDA, ot?” diye sordu. Morlukların nedeni de böylece belli olmuştu.

Birkaç kez kullandığımı kabul ediyorum ama bağımlı falan olmadım. Olmaya da niyetim yok. Ama Will istiyorsa, ona uyardım. Bir de geri kalmak istemiyordum, evet. Ne yani, süt evladı filan mı dedirtseydim kendime? Will’den beklediğim tepkiyi alamayınca “Sen neden buradan uzamıyorsun? Bakalım nasıl uçuyormuşsun…” diyerek adama döndüm yeniden. Bu tipler öyle kolayca vazgeçmezlerdi ama elimde ‘Babam milletvekili’ -öyle bir şey hiç olmadı- kozu hala duruyordu. Belli ki bu adam yeniydi ve bu numarayı da gayet yutardı. Hiç olmazsa Samuel arka taraftaydı. Böyle işler için değilse, ne diye bekliyordu içeride? Benden bir şey kopartamayacağını anlayınca Will’e döndü hızla. “Elimde yepyeni bir şey var. Denemeniz için iki tane bırakabilirim. İlk sefer benden. Beğenmezseniz beni bir daha görmezsiniz.” Böyle bir şeyler diyeceğini tahmin etmem gerekirdi. Hepsi bunu demez miydi zaten? Bu sefer de elimizde vampir tozu filan vardı, herhalde.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
William Moore
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
William Moore


Mesaj Sayısı : 199

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimeSalı Şub. 14, 2012 1:51 am

Adamın yüzüne baktım. Tipi bile mezarından kalkmış gibi şuna bak. Gözlerinin altındaki morluklar sadece satıcı olmadığına işaret. Mal için mi satıyordu, elindeki malı mı satıyordu bilmiyorum ama tüm bu 'kıyağım olsun' ayakları kibar ve sevecen biri olmasından kaynaklanmıyor. Bir süre sessizce adamı süzdükten sonra cebimden çıkardığım buruşmuş sigara paketini masaya atıp bir dal çektim. Adam cevap bekliyordu bariz, ellerindeki titremeden anlayabiliyorum. Sigarayı ait olduğu yere, dudaklarımın arasına yerleştirmeden önce adama tekrar baktım. Adamla dalga geçiyordum resmen. "Masaya bırak."Çakmağın yanma sesi, cılız alev ve yeni yakılmış sigaradan yükselen duman. Akciğer kanseri, umarsızca kollarına geliyorum. Adam beni süzdü, gözünün seğirdiğini gördüm. Ne bekliyorsun sana bira ısmarlayıp en derin sırlarımı anlatmamı mı, bırak ve kaybol. Masa üzerindeki ellerine ve suratına bakış attım. Hadi ama? Adam sıkıntıyla iç çekip küçük bir buzdolabı poşetini masanın ortasına attı. Gerzek herif, masanın ortasına atılır mı bu? Mekan loş ve kimsenin umurunda olmayabilir ama aralarında ya sivil varsa? Lanet! Torbayı kapıp masa altına çektim, kaşlarımı çatıp ne bok yemeye bunu yaptığını sorarcasına gözlerimi kocaman açıp baktım. Adamın pek umursadığı yoktu. Gerzek."Hala ne bekliyorsun mankafa?" Mankafa mı, Willy-boy, daha iyisini yapabilirsin. Kendimi ilkokullu kızların kavgasındaki kızlardan biri gibi hissettim, her neyse. Gözlerimle uzaklaşmasını istedim, işi bitmemiş miydi? Benden para koparamayacaktı, az önce ağzının payını vermiş Will'den hele hiç. Adam ikimize de ters baktı, şöyle ağzının ortasına oturtmak isteyeceğim türden.

Ellerinden destek alarak kalktı ve gölge gibi loş ışıkta kayboldu. Lanet serseri. Babam olsa çokta mesele dışarı taşınmıştı. Ot falan verdiği için değil, Tanrı biliyor ya kafayı çekmek sadece aile geleneğini sürdürmek gibi olur benim için. Hayır hayır babam sırf tipi yüzünden döverdi bu adamı. Şişko ihtiyar köpek pek önyargılıdır. Adam gittiğinde Will'e döndüm elimdeki torbayı sallayıp. "Seni bilmem ama bu bebekleri satmayı düşünüyorum. İlerleyen saatte burası bir avuç ayarsız genç ile dolar." Uyuşturucu kullanıyor muyum? Evet, arada. Babamın eski grubunda, şimdiki briç arkadaşları diyelim, Daniel diye bir adam var, stüdyo sahibi sakallı bir adam, o arada babama arka bahçesindeki bir saksıda yetiştirdiği ottan getirir. Cömert bir şey bence, annem her ne kadar onu bu sebepten azarlasa da. Babam otunun eksik olduğunu anlıyor mu bilmiyorum ama anlamaması içi tam gerizekalı olması gerek. Konu neydi? Hah, uyuşturucu işi. Bilmediğim adamdan bedava uyuşturucu alacak değilim, salak mıyım ben? Kim bilir hangi zıkkımı kakakladı bize. Başkalarına satıp parayı başka şeylerle kafa çekmek için harcamak daha akıllıcaydı, ne bileyim, bira falan işte. "Oradaki bakalım nasıl uçuyorsun işi... Kıyaktı dostum." dedim yumruğumu Will'e uzatıp. Garson kızımız da geliyordu. Biram tepsinin üzerinde, hep şu tepsileri nasıl devirmediklerine hayret etmişimdir, yan bildiğin baya sarsılıyor tepsi o yürürken. Sarsılan tep şey tepsi değil, ımm evet kesinlikle. "İşte biralarınız beyler." Masaya şişeleri bırakırken elimi enseme atıp bakmıyor gibi yaptıysam da neyi izlediğimiz belliydi. Saçlarının uçları da masa zeminini süpürdü resmen. "Pardon, şey ben siparişimi eksik vermişim." dedim masaya doğru biraz ileri yaslanıp. "Bir bira daha alacağım sanırım. Ne içersin?" Kız doğrulup tepsini beline yasladı ve riyakar bir biçimde ellerini beline koydu. Sert kız imajı, iyi güzel hoş. "Çalışıyorum." Sırıttım. "Görebiliyorum. Söylesene, şu garson da çalışıyor mu?" İlerideki masada iş adamı tipli biriyle fingirdeyen sarışın garsonu işaret ettiğimi gördüğünde sıkıntıyla iç çekti. Kim olduğu, kime yazdığı beni alakadar etmez, güzel örnek. Ayrıca kim böyle bir yere takım elbiseyle gelir, bu herif kendini ne sanıyor, James Bond mu? Pislik. Ellerimi önümde kenetleyip baktım ilgimizi çeken genç kıza. Dikkat dağıtıcıydı, size nasıl anlatsam? Burada çalışmaya müsait değildi, üzerindekileri çıkarıp fotoğraf makinesi karşısına atsanız milyonlar kazanabilirdi. Fotoğraf makinem olmamasına karşın kısmen aynı şeyi yaşamasını istiyordum aslında. Will de aynını istiyor olsa gerek, istemese ömrü boyu gay diye dalga geçerim. Kız gidip gitmemek arasında bana sonra Will'e baktı, bizse onu izliyorduk. Sesimi kesip bekliyordum en azından ben, Will'in de diyeck bir şeyleri olmalı, rol kesmek istemem.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://asosyalmonologlari.tumblr.com/
William McHill
Westminster IV. Sınıf
Westminster IV. Sınıf
William McHill


Mesaj Sayısı : 170
Nerden : Yeşil yeşil dağlardan.

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimePerş. Şub. 16, 2012 4:21 am

Akbaba -bu tabir gayet uygun, bence- istekle Will’le konuşurken ilgilenmiyormuş izlenimi vermek için etrafa bakınmaya başladım. Umrumda mıydı, evet biraz. Will onunla istediği şekilde oynardı, sorun etmezdim. Adamda bir gıdım güvenilirlik yoktu. Çölde susuz kalsam, çadırına uğramazdım. Kriptonit filan satıyor olsa, ilgilenebilirdim, o ayrı. Durmaksızın yanıp sönen ışıkların altında hayatlarının son günüymüş gibi dans eden insanlara bakarken resmen hipnotize oluyordu insan. Göz kırpışlarımı spot ışıklarının yanıp sönme hızına yetiştirmeye çalışırken her iki yanımda da olup bitenleri görebiliyordum. Zaten müzik yeterince yüksek olduğu için aralarında daha fazla konuşmanın geçmesine gerek yok. Will malı istemişti ve Akbaba da artık vermekten başka çaresi olmadığını biliyordu. Tereddüt mü ediyordu? İşte yeni olduğunu her türlü belli ediyordu bu adam. Etrafı sigara ve gaz kokusu sararken adam da iki tane poşeti çıkartıp masaya attı. Gerizekalı..! Ya gerçekten bu kadar salaktı ya da sivil polis. Bunun başka bir açıklaması olabilir miydi? Will, hızla poşetleri aldığı için pek bir hareket etmedim ama ikisini de izliyordum. Adam masadan kalkarken ikimize de bir bakış attı. Sanırım o da bizim gibi bela arıyordu. Ve böyle hareket etmeye devam ederse suratının ortasında birkaç tane yumruk patlayabilirdi. Keşke benim üzerime biraz daha gelseydi, diye düşünmeden de edemiyordum aslında. Akbaba gözen kaybolunca Will’e döndüm yeniden. Poşetleri cebine koyarken ellerimi teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdım. “Zekisin, tamam.” İtiraf edeyim, bu konularda hiçbir zaman iyi olmadım, bu yüzden de genelde lafı Will’e bırakırım. Poşetlerden bir an önce kurtulmamız lazımdı. Akbaba’nın polis olma ihtimali bizim de üstümüzde uyuşturucu bulundurmaktan kodese tıkılma ihtimalimizi arttırıyordu. Böyle bir şey olursa da bizimkilerin kesin bu sefere haberi olurdu. Geçen birkaç tutuklanmayı da öğrenirlerse, güle güle Batmobil, güle güle gece hayatı… Sırıtarak havadaki yumruğunu yumruğumla tokuşturdum. Elimden geleni yapıyordum işte.

Siparişlerimiz olması gerekenden yavaş geldi diye hayıflanmak yerine gözlerimi biranın üzerindeki köpükten ayırmadan Will’in konuşmasını bitirmesini bekledim. Belki de telafi etmesi için bir şeyler yapması gerektiğini söyleyebilirdim. Sadece numarası, o kadar mı hayvan görünüyorum oradan? Beyaz köpükler, sahneden gelen ışıkların etkisiyle renk değiştiriyordu. Aşağıdan yukarı doğru çıkan kabarcıklar ise duyamayacağım şekilde bir şeyler anlatıyorlardı. Herhalde kızın göğüsleri, kalçaları filan... Konu başka ne olabilirdi ki? Will, üç masa kadar ilerideki ikiliyi işaret edince hepimiz aynı anda oraya baktık. Sarışın garson -ki bizimkinden artakalan tek yeri kalçalarıydı diyebilirim- her an barı terk edebilecekmiş gibi koltuğun kenarına oturmuş, baştan ayağa iticilik akan, yaşlı bir adamın boynuna sarılmış, oynaşıyordu. Para, her şeyi çekiyordu, anlaşılan. Şerefsiz Will, iyi gözlem yapıyordu ve nereden vuracağını da iyi biliyordu. Gülümseyerek yeniden birama döndüm. Büyük birkaç yudum aldıktan sonra bakışlarımı yeniden kıza döndürdüm. Tereddüt ediyordu ve bu iyi bir şeydi. Herkes için. Bakışlarını ikimiz arasında dolaştırırken ben de bana bakmadığı her anı değerlendirmek için onu süzüyordum. Tamam, ilk gidişinde yeteri kadar izlememiştim. Hem ne kadar bakarsam bakayım, asla yeterli olmayacaktı, anlatabiliyor muyum? “Yeme de yanında yat” tabiri bu kız sayesinde çıkmış olmalıydı. Ya da annesi… Ayağa kalkıp toplanan gömleğimi düzelttikten sonra kızı, Will’le aramıza oturması için yönlendirdim “Buyrun hanımefendi. Sanırım birileri yokluğunu anında fark eder ama burada oturuyor olman üçümüze de yararlı olacaktır.” Elindeki tepsiyi alıp masanın üstüne bıraktım. Hep böyle oluyordu zaten. Aklıma gelen bütün kelimelerin arasından saçma sapan olanları seçerdim. Masayla aramda bıraktığım aralıktan normal bir insan rahat rahat geçerdi ama kız kalçalarını öyle bir sallıyordu ki bir masaya, bir de bana çarptıktan sonra kendisini deri koltuğa bıraktı. Şampuanın ve parfümünün kokusu bütün hücrelerime anında yayılmıştı sanki. Daha adam akıllı içmeden sarhoş olmuştum galiba. Gece asıl şimdi başlıyordu. Bunu birkaç kez daha söylersem beni vurun, anlaşıldı mı? Tam kafama birkaç kurşun yeter.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
William Moore
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
William Moore


Mesaj Sayısı : 199

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimeC.tesi Şub. 18, 2012 5:21 pm

Will oyalanmadan ayağa kalktığında kızın tereddütlü surat ifadesine bakıp sırıttım yudum almak için kaldırdığım şişenin arkasından. Kız Will'in boşalttığı yere geçerken Will'e neler saçmaladığını sorarcasına gülerek baktım. Hanımefendi... Ciddi misin birader. Tamam aslında bu nazik tavırlarıyla gerçekten kızı etkileyebilir. Benim için sorun olmaz, kız afet ve yaratılışında sadece iki kişinin katkısı olması imkansız. Ama, kaba tabirle de olsa, 'bros before hoes' diye bir gerçek vardı, barda şans eseri gördüğüm güzel bir hatunu geleceğin Bayan Moore olmaya aday olduğunu düşünecek değilim. Baya güzel kokuyordu ama. Böyle kokusuyla bile şansınızın olduğunu düşünüyordunuz. Gecenin kalanıyla ilgili birkaç küçük hayal canlanıyordu gözünüzün önünde, o cinsten. İkimizin birden şansı yoktu kız ile, zaten olsun da istemezdim. Tamam genç ve taşkın olabilirim -taşkın evet bilerek kullandım o kelimeyi- ama o tip işlerde tarağım yoktur, anladınız neyden bahsettiğimi. Zaten uçkuru ile düşünen tiplerden değilim, gidip bir kız için kavga etmek istemediğim biriyle kavga etmem. Will istiyorsa onun olabilirdi, istememesi gibi bir seçenek olmayacağına göre de... Kötü polis iyi polisi oynama zamanıydı. Zaten kendine güvenen ve kalitesiz tavlama lafları kullanan biri gibi göstermiştim kendimi, pekala. Bunu yapabilirim sanırım. Tiyatro dersleri, umarım boşuna değilsinizdir, en ufak bir oyunculuk yeteneğim varsa şimdi kendini göstermeliydi. Telefonuma uzanıp masa altından Will'e mesaj yazmaya başladım. "Kötü adam rolü oynuyorum, kahraman gibi davran ve kızı götür" Göz kırpan ifadeden sonra rehberden Will'in telefonunu seçip göndere bastım. Telefonumun ışığı mesajın gittiğini belirtircesine yanıp söndüğünde telefonu pantolonun cebine geri tıktım ve mesajı okumasını bekledim. Kısa bir bakışmadan sonra rolüme iyice bürünmüştüm. Çok çizgi roman okurum, benim için problem değil. Will desek, adam zaten direk çizgi romancıda çalışıyor zaten. İçi dışı kahraman olmuş, hani şurada kızı uçarak götür desem kızı omza atıp uçacağına inanırım. Neyse benim rolüm belli.

Kızı kaçırmamak adına hergele erkek numaralarını sonraya attım, öncelikle ilgi görmek isteyeceğini düşünerek "Adını alabilir miyim?" diye mırıldandım. Kolum koltuğun üzerinden dolandığında rahatsız olmuş olacak ki benden uzaklaştı. Bu Will'e yakınlaşması anlamına geliyordu -ki bu iyi bir şeydi. Kolumu çekmedim kızın cevap vermesini beklerken. "Abigale." dedi kız bana o koyu gözbebeklerini devirerek. Diğerlerini bilmiyorum ama bence bu kız bir Hint tanrısı falan. Esmer ten, bele inen uzun, yumuşak kömür karası saçlarına uyumlu iki iri siyah gözbebeği, dolgun dudaklar. Will'e kıyak geçmekten vaz mı geçse-- Kendine gel Will, Will senin kankan Tanrı Aşkına, Will'lik yapmayı bırak ve Will'in balığı ortya geçirmesine yardım et. Çok fazla Will oldu, kafam karıştı. "Abie, güzel isim. Sana Abie diyebilirim değil mi? Ben Will ve bu da... Will." Kız dalga geçiyormuşum gibi bana baktı, ben de kaşlarımı hızla kaldırıp indirdim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum, basit Amerikan filmlerindeki hıyar tiplerin yaptığını görmüştüm. Gevrek gevrek sırıtırlardı bir de hafiften diş göstererek. Onu yapmaya çalışıyordum da yapamadım galiba, şansıma garsonumuz benden tarafa bakmıyordu. Gülümsemesini bana değil Will'e bahşetti. "Ciddi misiniz siz?" Omuz silktim ama hala bana bakmıyordu. Will&Grace şakası yapmamıştı en azından. O kadar çok Will&Grace şakası dinlemiştim ki diziyi izleyesim varsa bile eriyip gitmişti. Aptal dizi. "Will sana çok zengin bir dayısı olduğunu söylemiş miydi? Fiyuv, hem de nasıl zengin! Ve bonkör. Ben sizi biraz yalnız bırakayım, işemem lazım." Oturduğum yerden kalkmadan koltuğun üzerinde kaydım ve masanın bitimiyle doğruldum. Kızın bakmadığı arada Will'e göz kırpıp iki dakika diye işaret ettim. Will'in ben-gecenin-iyi-çocuğuyum-duyarlıyım-ve-sevgi-doluyum imajını yaratmak için iki dakikası vardı. Kızın sert tavırlarının altındaki sevgi bulma umudunu kör bir dilenci bile fark edebilirdi. Tek terslikte siz hepiniz aynısınız diyecek kızlardan biriydi garsonları. Kendi yokluğunda kalmaya devam etmesinin tek bir açıklaması vardı; Will'in piyangodan sermaye kapma şansı ve o Will ben değildim. Kısa süre yalnız bırakacaktım onları. Hem barın öteki ucunda kızıl saçlı bir kız ikide bir bize doğru dönüp baktığından belki de başka birinin aradığı Will olabilirdim. Telefon numarası almak için iki dakikam vardı, görev başlasın.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://asosyalmonologlari.tumblr.com/
William McHill
Westminster IV. Sınıf
Westminster IV. Sınıf
William McHill


Mesaj Sayısı : 170
Nerden : Yeşil yeşil dağlardan.

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimePtsi Şub. 20, 2012 3:37 am

Will’in yanında bir öküz gibi -buraya uyan bir kelime bulamadım şu anda- davranıyor olabilirim. Ama bir süre, olabildiğim kadar nazik olmam gereken yerlerde bulunmuştum. Okulda filan işte. İnsanların gözüne girmek çoğu zaman faydalı olurdu. Gerçi okullarda da yaptığım şeyler hakkında konuşuluyor olurdu. Böyle kibar birkaç laf da edebiliyordum yani. Garipsemiş olacak ki, salak salak gülümsüyordu Will. Hadi ama, en iyi sen tanırsın beni… Zaten yarısı tükenmiş olan bardaktan bir yudum daha aldım, masaya oturunca. Bira, yavaşça tükenirken ciğerlerime doldurduğum kokuyu hiç kaybolmaması için az az nefes alıp vermeye başladım. Hatun öyle bir kokuyordu ki… Buğulanan bardağın yüzeyinde parmaklarımı dolaştırırken hafifçe garson kızımıza doğru döndüm. İlgilendiğimi çok mu belli ediyordum? Lanet olsun, böyle gülümseyerek tabii ki belli ediyordum! Rahatlamak için parmaklarımı saçlarımın arasına sokup biraz havalandırdım. Tamam, kıza aşık olmuş filan değildim. Buraya o amaçla da gelmemiştik zaten. Ama bu kız da aklımı çelmemiş değil. Kim güzel bir kızla, güzel zaman geçirmek istemez ki? Bu soruya ‘Will’ yanıtını verebiliriz, sanırım. Ya da gözüne daha da güzelini kestirmiş durumdaydı. Kim olduğunu anlayabilmek için etrafa bakındım ama görünürde seksi garsonu bırakın güzel bir kadın bile yoktu. Bacağımın üstünde bir şeyler titreyince ürkek bir şekilde aşağıya doğru baktım. Salak Wil, o senin telefonun… Bazı zamanlar -yani her zaman değil- bu korkak tavırlarla nasıl bir kahraman olunabilir ki, diye düşünmeden edemiyorum. Hem, titreyen ne olabilirdi ki? Robot örümcekler..? Telefonu cebimden çıkarıp ekranı elimle siperledim, karanlığa alışan gözlerime yardımcı olmak için. ‘Kötü adam rolü oynuyorum, kahraman gibi davran ve kızı götür.’ Gülümseyerek cevap ekranını açtım. Diyecek o kadar çok şey vardı ki aslında. Başka bir kızı gözüne kestirdiğinden emin oldum mesela bu mesajıyla beraber. Kıza fazla bir şey belli etmeden ‘Dostum… Buna ne dendiğini biliyo’sun, di mi?’ Mesajın iletildiğini bildiren titreşim de geldikten sonra telefonu yeniden cebime yerleştirdim. Kahraman rolü yapmak, Will ile çocukken girdiğimiz kavgalardan beri alışılagelmiş bir şeydi. Kötü adamları döver, güzel, esas kızla -kızlarla- bir şeyler içmeye -o zaman içebildiğimiz şey, sadece biraydı. Tamam, süt- giderdik. Will’in annesi savaş yaralarımızla ilgilenirken biz de birbirimize bakar, kahkahalarla gülerdik. Babası, Bay Moore, gülmenin acımızı azaltacağını söylemişti, kavga etmemize bir şey demiyordu. Gülmek işe yarıyordu da, tabii annesini sinirlendirmek de işimize gelmiyor değildi. Bacak bacak üstüne atıp biraz daha kıza doğru döndüm. Fiziksel yakınlık, iyi bir şeydi.

Will, kolunu kızın omzuna doğru uzattığında o da birkaç santim, bana doğru kaymıştı. Ah Will… Adını sorduğunda ise biraz da zorlama bir şekilde “Abigale,” dedi kız. Gerçek adı olabilirdi de, olmayabilirdi de. ‘Vişne, Çilek, Böğürtlen’ filan olsa, sahte ismi olduğuna yemin edebilirdim. Lakap takmak, insanları birbirlerine yakınlaştırırdı. Will de bunu biliyordu, büyük ihtimalle. Kızın rahat olmasını sağlamaya çalışıyordu. Bizi tanıttığında kız hızla bana doğru döndü. Genelde kendi adlarımızı söylediğimizde şaka yaptığımızı filan zannediyorlardı. Aynı isme sahip kuzen tanımamışlardı, herhalde. Çarpık bir gülümsemeyle kafamı salladım hafifçe, onaylamak için. Will bazen güvenilmez bir insan olabiliyordu ama bu gece, bilerek yapıyordu bunu ve etkiliydi de. Galiba benden iyi rol yapıyordu. Dayımla ilgili bir şeyler anlatmaya başladığında ikimiz de dönüp Will’e baktık. Tek kaşımı kaldırıp ne yaptığını sorar gibi baktım. Dayım yoktu, bunu kendisi de biliyordu. Masadan kalktıktan sonra barış işaretine benzer bir şekilde, iki dakikam olduğunu gösterdi. Ben de ona göz kırptım. Birkaç saniyede gözden kaybolduğunda ya gerçekten sidik torbasıyla ilgili bir problemi olduğunu, ya da aklında belli planları olduğunu anlamıştım. “Yalan söylüyor,” dedikten sonra tamamen kıza doğru döndüm. Gözlerini tamamen açmış bana bakıyordu. Birkaç dakika bakarsam hipnotize olacakmış gibi hissediyordum. Neyin yalan olduğunu merak ettiğini biliyordum. Söyleyeceğim ya da yapacağım en ufak hatada kı elimden uçup gidecekti. “Dayım yok. Ama Will galiba amcamdan bahsediyordu. James, çok bonkördür. Ve gerçekten ikimizin adı da Will,” dedikten sonra uzanıp masanın üstünden bardağımı aldım. Komik bir şeymiş gibi gülüyordu Abigale. Ben de gülümseyerek karşılık verdim. Göz temasını kesmeden biradan büyük bir yudum daha aldım. Masada durdukça tadı acılaşmıştı ama çok da önemli değildi.

“Neden burada çalışıyorsun?” diye sordum. Sanırım iki dakikada bitiremeyeceğim bir giriş yapmıştım. “Yani yanlış ama bu vücutla, çok daha iyi kazanacağın yerler var, çıplaklık olmadan.” Gülüyor olmam onu bir nebze yumuşatmış olacak ki, o da gülüyordu. Ama yeniden o sert kabuğunun altına saklanmaya da hazırdı. Öyle bir şey olursa da bizi buradan attırabilirdi bile. “Ah, burada çalışmayı seviyorum ben. Aslında gece vardiyasına kalmazdım ama bu gece, arkadaşım Mindy’nin yerine çalışmam gerekti.” Bu da daha önce onu neden görmediğimizin açıklaması oldu. Mindy’yi tanıyordum. En azından birkaç birasını içmiştim. Kısa boylu -1.50 filan vardır- sahte sarışın, aksi bir hanımdı -ona karşı iyi davranmalıydım. O neden burada çalıştığını anlatırken ben de gülümseyerek kafamı sallıyordum. Sadece iyi bir şeyler anlatıyor olmasını diliyordum. Tamam, aptalca bir şeyler anlatacak birisi gibi de durmuyordu. Birazdan gerçekten dinlemeye koyulurdum. “Sonra da ‘Bana karışamazsınız,’ dedikten sonra kapıyı vurup evden ayrıldım. Bir daha da ne yüzlerini gördüm, ne de seslerini duydum. Tam üç sene oluyor.” Asi kız, bak bunu da sevdiğim şeyler listesine eklemem gerekiyordu. Ailesinden filan bahsediyordu herhalde. Kafamı biraz daha hızlı sallayıp bardağın dibinde kalan birayı da kafama diktim. Bardağı masaya bıraktıktan sonra “Çok haklısın. Ben olsam, bir dakika daha katlanmazdım. Gerçi görmeden de edemezdim. Aile, her şeydir,” dedim, gülümseyerek. Bunu daha önce sesli söylememiştim ama öyle düşünmediğim anlamına gelmezdi bu. Bir parça dürüst olmakta da fayda vardı. Bu gece ne çok gülümsemiştim öyle. Acısı bir yerlerden çıkacaktı, adım gibi emindim.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
William Moore
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
William Moore


Mesaj Sayısı : 199

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimePerş. Şub. 23, 2012 2:43 pm

Barın yanındaki kızın yanına gidip tabureye çökmüştüm. Peki sonra Will? Sadece iki dakikan var, hatırlatırım. Will'in mesajına gülerek cevap vermenin sırası da değildi ama gönder tuşuna bakıp sırıttım. Tamam, kazançlı çıkmam lazımdı. Yatağımda uzanmış tavandaki The Conspiracy posterine bakıp sigara içerken sanal yolla, telefon oluyordu bu, konuşacak bir kıza ihtiyacım vardı. Şimdi ya da asla. Taburenin üzerinden dönüp dirseğimi tezgaha dayadım. Fazla kendini beğenmiş görünüyorum, dur bir saniye, dirseği indirdim, sırtımı dikleştirdim. Hayır hayır öne doğru eğileyim ki dikkatini çekeyim. Bacak bacak üstüne mi atsam? Saçmalama Will Cosmopolitan kızı mısın sen? Ama böyle ayakları açıp oturmak da çok... Dur tamam hallettim. Hallettim, hallettim tamam. Öne doğru eğil, kolları bar tezgahına koy ve gülümse. Ayakların da taburenin bacaklarından geçen ahşap halkanın üzerinde kalsın. Güzel, hazırsak başlayalım. "Merhaba." Eğilmek iyi oldu, kız ona baktığımı görebildi en azından. Ses çok önemli, biraz daha alçak sesle söylesem beni duymayacak ya da özgüvensizliğimi açığa vuracaktı. Bağırmak da olmaz, fazla hevesli. Normal davranmaya çalışmıştım ki oldu sanırım. Düz, uzun, turuncumsu, turumcumsu diyorum çünkü kızıl olmak için fazla açık renkteler, bana doğru bakmak için başını çevirdiğinde omzundan aşağı düştüler. İnsan beyni işte, loş mor-mavi ışıklandırmaya rağmen rengi seçebiliyor, gözlerimin marifeti değil bu tespit. Bana sorarcasına bakarken yüzünü inceledim. Burnu üzerinden yanaklara doğru uzanan çilleri ve koyu kahve gözleri vardı. Nasıl başlamam gerektiğini bilmiyorum, ben Barney Stinson değilim ki. Onun Wingman'i olmak bana çok şey kazandırırdı, eminim. Elimi uzattım kıza tokalaşmak istercesine. "William Moore." Kız uzattığım ele baktı tereddütle, lütfen sırtını dönüp bana gülme diyordum içimden. Neyse ki kız rujlu dudağını gülümsemek için genişletti ve ojeli elini elime uzattı. "Cindy Macgommery." İnsanların kızlarına şöyle yollu isim vermeyi kesmeleri gerek. Çok ciddiyim. Cindy, Kristy, Miley, Cyntia. Akılları nerede bu insanların, hepsi striptizci ismi gibi. Bir ara Sparkle adında bir kızla tanışmıştım ve bunun gerçek ismi olduğunu söyleyene kadar onu şov kızı sanıyordum. Elbette düşüncelerimi dışa vurmadım, kendi kuyumu kazma peşinde değilim. Sırada onu konuşturacak bir şey sormak var, kızlar konuşmayı ve dinlemeyi bilen erkekleri severler-di, duyumlarıma göre. Ama iki dakikam vardı yani klasik prosedürleri atlamam gerekiyordu. Cindy'nin bize bakıp durduğu ve gülümseyerek elimi sıktığını düşünürsek, gerçi çevrilmemeyi umuyordum. Cindy'nin elini bırakmadım, hatta bu hareketi onu biraz daha kendime doğru çekmek için kullandım. "Cindy. Çok zamanım yok. Arkadaki arkadaşıma masaya dönmek için söz verdim ama seninle konuşmayı çok isterim, çok iyi birine benziyorsun. Bu yüzden lafı uzatmadan telefon numaranı isteyeceğim. Söylesen yeter, hafızam iyidir." Bakın ben zampara falan değilim. Kadınları öyle oyunlarla elde etmeye çalışan insanlardan nefret bile ediyorum. Hatta inanmayacaksınız ama oldukça uzun süreli bir ilişkim olmuştu. Anlayacağınız, bir gecelik ilişkileri alışkanlık haline getirmiş kadın avcısı gibi görünmek benim için zor. Karşımdaki Cindy gibi hafif bir kız ismine de sahip olsa ona yarın orduyla birlikte Afganistan'a gideceğimi ve bir gecelik 'arkadaşlığa' ihtiyacım olduğunu söyleyemem, vicdanım izin vermez. Masadaki gibi daha çok, dayısı zengin babası zengin yalanları işimi görür. Şimdi bu kadar rahat görünmemin tek sebebi bir daha onu nerede göreceğim mantığıydı. İçten içe görmek istemem de ironi yaratıyordu hani.
Kız gülümsedi, daha geniş gülümsemişti bu sefer. Elini yüzüme götürüp yüzümü okşadığında başımı geri çekecek gibi oldum ama tırnakları enseme battı. Ne oluyoruz yahu? Yollu dedim de bu kadarı fazla. Şişt alo, kızım, ne iş? Kulağıma doğru yaklaşıp fısıldadığı şeylerde kaşlarım kalktı, gözlerim büyüdü. Yok artık! Bunu yapabilir miydi ki? Aklımda bahsettiği pozisyonu canlandırmaya çalıştım, eklemsiz falan olması gerekiyordu. Öhöm, çok mu sıcak oldu burası? Çekilirken gülümsediğini hissettim, arkamdaki birine bakıp gülümsediğini nereden bileyim. Sonrasında bir bakmışım benden üç kafa uzun, iki katı genişliğimde dazlak, şişman mı kaslı mı anlayamadığım bir adamın patisi, evet pati diyorum çünkü eli kafam kadardı resmen, omzuma indi. "Hey, o benim sevgilim." Hasiktir, ne diyeyim? Demek ki bakışmaların, gülümsemelerin hepsinin sebebi varmış; kıskandırmak. Kullanılmış hissediyorum ama hayatta daha ürkütücü şeyler var, bu eleman gibi. Ve yanındaki iki eleman gibi. Diğerleri bizim elemanın yanında kürdan gibi kalıyor. Dağ yavrusu mübarek. Taburemin üzerinde beni çevirip kendisini görmemi sağladı. Görebildim diyemem çünkü cüssesi ışığımı kapıyordu. Kendimi kabadayılar tarafından yakalanmış ezik çocuklar gibi hissediyordum, ilkokul yıllarıma döndüm dememe gerek yok benimki gibi gözlükleriniz olsaydı siz de dayak yerdiniz çocukken. Adama doğru bakıp gevrekçe gülümsedim, ne yapayım arkadaş, kaçabilsem kaçardım. Kavga seven biri olmuştum ama adam ayı gibi. Gerçi kavga çıksa şu an dahil olur muyum? Evet. Öyle aptal bir yanım var. "Bunu bilmiyordum." dedim parmağımı kaldırıp. Adam guruldadı, yanındaki iki herif kıs kıs güldü. Bak o yanındakileri sopalamak güzel olurdu işte, tiplerinde bile hayır yok. "Bal gibi biliyordun, evet biliyordun." dedi ikiliden biri. Canımı sıkmaya başlıyorlardı. Bunların derdi olayı çözümlemek değildi ki kavgaydı. Eh, peki madem. Ayığımıza baktım yine. "Teknik olarak, az önce yapacağını söylediği şeylere baktığımızda, o benim sevgilim oluyor. Hiç denediniz mi, şeyi--" Yüzümü ekşitip vücut diliyle gösterdim neyden bahsettiğimi. Adamın gözleri yerinden fırlayacakmış gibi büyüdü, burnundan erin bir nefes çekti. İşte geliyor. Son ki iç dört.
Yakamdan havaya kaldırıldım. Ellerimi patilere geçirip kurtulmaya çalıştım ama faydasızdı. Zaten kalın kafalının kafası suratıma binince debelenmeye fırsat kalmamıştı. Gürültüyle barın üzerine düştüğümde dikkatleri çekmiştik. Bar kavgası. Ayırmaya çalışacaklarından bile şüpheliyim. Yüzümü koluma gömmüş acıyla inlerken ikili gene kıs kıs güldü. Konuşan adam tabureleri çekiyor, alan açıyordu. Ayı da uzaklaşmıştı biraz, boynunu kütürdettiğini duyabiliyordum. Başımı kaldırıp bizim masaya işaret ettim. Burnum kanıyordu ve dudağım patlamıştı. "Willie, dostum," Çizgi filmlerde yumruk yiyip sırıtan tiplerden farksızdım. Sırıttım acıyla, kan dişlerime bulaşmıştı ama şikayet ettiğimi sanmayın. "Biraz yardım çok iyi olur."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://asosyalmonologlari.tumblr.com/
William McHill
Westminster IV. Sınıf
Westminster IV. Sınıf
William McHill


Mesaj Sayısı : 170
Nerden : Yeşil yeşil dağlardan.

İtalyan İşi Empty
MesajKonu: Geri: İtalyan İşi   İtalyan İşi Icon_minitimeC.tesi Mart 03, 2012 12:32 pm

DJ bu sefer kulak zarlarımıza tecavüz etmeye niyetli bir şarkıya geçtiğinde hafifçe Abigale’e doğru kaykıldım. Beni duyabilmesi gerekiyordu, değil mi? “Hala telefon numaranı beklediğimi biliyorsun, di mi?” Bu kadar gürültülü bir ortamda bağırmamak işten bile değildi ama kendime doğru çekebilmek için biraz daha kısık sesle konuşuyordum. Kelimeler dudağımdan sadece nefes olarak çıkıyormuş gibi geliyordu bana. Dediklerimi ben bile duyamıyordum, o derece. Gülümseyerek geriye doğru çekilirken gömleğinin üst cebine, göğüslerinin hemen üzerindeki cebe sıkıştırdığı ufak not defteri ve kalemini de eline aldı. Kalemin kapağını dişlerinin arasına alıp çıkartırken koyu gözlerini de gözlerimden ayırmamıştı. Belli etmemeye çalışarak iç çektim. Sanırım aşık oldum! Şaka… Etrafa şöyle bir göz attıktan sonra hızlıca kağıdın üzerine on bir haneli bir numara yazdı. Bunun da gerçek numara olduğuna inanmaktan başka çarem yoktu. Tek hareketle diğerlerinin arasından yırtıp çıkarttıktan sonra bana doğru eğilip pantolonumun cebine tıkıştırdı kağıt parçasını. Will kendisi için bu kadar uğraşmış olsa şu anda bir otel odasında işi pişiriyor olurdu herhalde. Bu iyiliği karşısında gözlerim yaşarmadı desem yalan olur. Ne halt yiyordu ki hala? Will’in masada bıraktığı bardağı alıp Abigale’e uzattım. Geldiğinde bir tane alırım ben kendisine, ne olacak. Yine ilk başta tereddüt etse de gözümü ona dikip içmesi için diretince pek de otoriter havasını koruyamamıştı. Kız birkaç yudum bir içerken ben de yeniden telefona baktım, belki nereye gittiğini filan mesaj atmıştır diye. Sadece teşekkür etmem gerektiğini söyleyen mesajı vardı. Rüyanda görürsün dostum. Hafifçe öne doğru eğilerek “Sen… Çok güzelsin,” diye bağırdım, sesimi duyurabilmek için. Tamam, bir birayla olacak iş değildi bu, en azından onu biliyordum. En yüksek müzikte bile duyabilirdi zaten beni, ne diye bağırmıştım ki? Sanki en komik esprisini yapmış bir komedyenmişim gibi kahkaha attıktan sonra elini yanağıma koydu. Elinin sıcaklığı bütün suratıma yayılıyordu. Hafifçe eğilip rujsuz dudaklarını, dudaklarıma sadece birkaç milimetre kalana kadar yaklaştırdı. Hızla nefes alıp vermeye başlamıştım. Tenimde kendi nefesimden başka Abigale’in de nefesini hissediyordum. Verdiğimden fazla nefes alırken ciğerlerime çilek aromalı bir şeyler geliyordu. Tamam, bu gerçekleşiyor muydu yani? Yanağımdaki parmaklarını yavaşça aşağı indirip göğsüme dayadı. Gözleri doğrudan gözlerime kilitlenmişti. Bakışlarımı bir nanosaniyeliğine bile kaçırmak istemiyordum. Daha fazla dayanamayıp dudaklarımı yumuşak dudaklarına yasladım. Çilek aromasının da nereden geldiğini böylece anlamış oldum.

Kendimi karşımdaki dudakların ritmine bırakmışken yüksek sesle çalan müziğin yavaşlama noktalarından birinde arkamda bir yerlerden ‘Kavga!’ kelimesi bir dalga halinde bana kadar ulaşmıştı. İstemeye istemeye kendimi geriye doğru çekip omzumun üzerinden sesin gelmiş olabileceği olası noktalara baktım. Barın içindeki herkes bir noktaya odaklandığı için kavgayı bulmam için çok fazla uğraşmam gerekmemişti. Şu anda karışmam çok salakça olacağı için sadece izlemekle yetinecektim ama dayak yiyen tarafa bir yakınlık falan hissedersem karışabilirdim. Göz ucumla Abigale’e baktığımda onun da dikkatle kavgayı izlediğini gördüm. Neyse ki o muhteşem öpüşme kısmını böldüğüm için bana pek kızgın değildi, ya da dikkatini oraya verdiği için beni şu anda umursamıyordu. Kavga her zaman daha ilgi çekici olmuştur. Kız, şaşkınlıkla iç çekince hızla ona doğru döndüm. Nereye baktığını görmek için yeniden kavgaya dönünce neden böyle şaşkın olduğunu anlamış oldum. Biricik arkadaşım, büyük bir dağın karşısında ayakta kalmaya çalışıyordu. Bu haldeyken bile eğlenebilmesi de ne kadar ruh hastası bir aile olduğumuzu göstermekte sanırım. Olayın şokunu birkaç saniye gecikmeli olsa da üzerimden atınca anında masadan fırladım. Fazla uzaklaşmadan masaya geri döndükten sonra “Geri geleceğim, bir yere kaybolma!” dedim Abigale’e doğru eğilip. Gülümseyip yanağıma büyük bir öpücük kondurdu. Sanırım bu da benim endorfinim olmuştu. Ortalıkta birikmiş insan güruhunu yara yara bara doğru ilerledim.

İki metrenin üzerinde boyu, spotların renklerini yansıtan kel kafası ve üç tane beni rahatça içinden çıkarabilecek bedeniyle adam resmen ufak dağlardan birini oluşturuyordu. Arkasında olduğum için yüzündeki dehşeti göremiyordum ama Will’i ezebilecek kadar yüksek olduğunu düşünüyordum. Arkasında dikilen iki adamsa sıradan futbolcular gibi görünüyorlardı. Ama onların da geniş omuz ve göğüs kasları açıkça ortadaydı. Kavgaya karışmıyorlar ama adamı iyice sinirlendirmeye çalışıyorlardı. “Yetiştim dostum!” diye seslenince ikizlerden -bunlara böyle seslenmeyi planlıyorum- biri anında arkaya döndü. Zaten böyle yapmasını beklediğim için sinirli bir şekilde bana doğru attığı birkaç adımın ardından gerilmeden burnunun üzerine sağ yumruğumu geçirdim. Her ikisi de benden bir kafa yukarıdaydı ama yumruk atmak o kadar da zor olmamıştı. Tamam, bunu beklemiyor olabilirdi ama verdiği tepki de oldukça gereksizdi. Hızla bir diğer arkadaşına, bir de bana bakındı ilk önce. Ondan sonra da yeniden üstüme gelmeye başladı. Bu sefer daha da hazırlıklıydı tabii. Gardını almıştı. Ama bu fazla uzun süremeyecekti. Etraftaki herkes, iki tane kavganın çok daha canlı bir hale gelmesi için tezahürat tutuyorlardı. Adam, daha önce bir sürü kavgaya karıştığını belli eder bir şekilde gülümsedikten sonra sol kolunu suratıma doğru savurdu. Adımımı hafifçe geriye doğru atınca yumruktan kaçabilmiştim. Adam bütün kuvvetiyle vurmuş olacak ki öne doğru sendeledi. Toplanmasına fırsat vermeden diz kapağına var gücümle topuğumu yerleştirdim. Bu kalabalıkta bile kırılma sesini rahatça duymuştum. Sarışın adam acıyla inleyerek yere yığıldı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İtalyan İşi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Soho :: Bar Italia-
Buraya geçin: