London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için tarihinden beri uyumuyor.
tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Kedili.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Kedili. Empty
MesajKonu: Kedili.   Kedili. Icon_minitimePaz Şub. 12, 2012 9:10 pm

d
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Kedili. Empty
MesajKonu: Geri: Kedili.   Kedili. Icon_minitimePaz Şub. 12, 2012 9:15 pm

Yatağında uzanmış, kucağında bilgisayarı, bir yandan da telefonda Alrick'le konuşuyor, üvey kardeş olarak ailesine dahil olabileceği adamın bar dolmadan önce sigara içmek için çıktığında onu aramış olmasına şaşırmadığından gayet rahat günlük şeyleri çekiştiriyorlardı. Onun işi, Clem'in okulu, arkadaşları gibi. Bir yandan da önündeki ekranda sayfalarca harf ona bakıyordu, ve Clem bir yerde tıkanmıştı işte. Okulu için hazırlayabileceği bir araştırmanın ne zaman çirkin, ne zaman güzel olabildiğini kestiremiyordu. Tam Alrick'e Alex'le ilgili sorunlarını anlatıyor, kedilerinden bahsediyordu ki kapısı açıldı ve içeri Adam girip arkasından hızlıca kapıyı kapattı. "ADAM! Sen ne- Al, ben seni sonra ararım olur mu?" Telefonun ucunda bir şey olup olmadığını soran sese güvence verdi gelmesine gerek olmadığına dair. Bir yandan da kucağındaki bilgisayarı yatağa itmiş, ayaklanıyordu. Telefonu kapatıp Adam'a yaklaştı. "Ne işin var burada?" Clem'in odasına girmek tanıdığı erkekler arasında alışkanlık olmaya mı başlamıştı yoksa. "Seni kaçırıyorum." dedi Adam, gözleri parlıyordu. "Nasıl girdin içeri?" dedi kaçırılma kısmına odaklanamayarak. "Ne kaçırması, pardon?" diye ekledi söylenenin farkına varınca."Yangın merdiveninden, Josefine de yardım etti gerçi." dediğinde güldü çocuğa. Josefine Adam'ın RADA'da müzik okuyan bir arkadaşıydı ve ara sıra buradaki arkadaşları nedeniyle yurtta kalıyordu. "Bir de yurdun güvenli olduğunu söylüyorlar." Adam gülüp omuz silkti. "Benden zarar gelmez. Hadi giyin." "Nereye gidiyoruz Adam?" "Sorma işte, eğlenelim istiyorum. Hem sıkılmadın mı sen? Giyin, çıkalım." Adam'ın önerisi şey gibiydi, aç olmadığında çok sevdiğin bir yemeği tıka basa tok olsan da yersin ya, öyle gibi. Çok sıkılmıyordu, ve aslında şu metni yazmaya da yeni başlamıştı ama hayır diyecek değildi. "Çık." "Olmaz yakalanırım." Gözlerini devirdi. "Nasıl giyinmemi bekliyorsun Adam?" Adam yüzünde muzip bir sırıtışla kaşlarını kaldırdı. "Bakmam." Bir kahkaha attı çocuğa ve dolaba doğru ilerledi. Giyeceklerini çıkardıktan sonra da Adam'a içeriyi gösterdi. "Gir, bakmak yok." Adam gülerek uslu uslu dolaba girmiş, sığmakta zorluk çekse de bir şekilde başarmışken Clem de elinden geldiğince çabuk giyiniyordu. En sonunda, üzerine kazağını geçirdikten sonra seslendi. "Çıkabilirsin." Adam gerekenden fazla mızıklayarak, sanki canı çok yanmış, içeride sıkışmış gibi davranıp çıktı ve Clem'i görünce sırıttı. "Batman?" "Henüz Tangerine baskılı kıyafetler satılmıyor." Üstüne ceketini aldı ve koridoru gözleyerek Adam'ın geçebileceği güvenli yollarda önden ilerledi ve kendilerini arka bahçeye atıp dışarı çıktıklarında neşeyle el çırptı. "Eğlenceliydi." "Kastettiğim eğlence bu değildi, hadi." Arabaya doğru yönelince o da Adam'ı takip etti ve çocuğun sürprizini bozmamak için nereye gideceklerini sormadı.
"Lunapark?" Kahkahalarla önündeki renk karmaşasına bakıyordu kız. "Çok yaratıcısın." Adam son yoruma kadar gülüyor olsa da son duyduğuyla birlikte yapmacık bir dudak büzme eşliğinde suratına bakmıştı. "Sevmedin mi?" "Çok sevdim! İngiltere'ye geldiğimden beri kimse beni lunaparka götürmedi, insanlar çıldırmış niye kimsenin aklına gelmedi? Burası çok güzel!" Sonra en yakındaki kediye koşup mırıl mırıl hayvanı severken Adam'a döndü."Ama yine de eğlenceli sürpriz konusunda Amerikan filmlerinden kopya çektiğini düşünüyorum." Adam gülüp yanına çökmüştü. "Ben İngilizim. Beni bununla suçlayamazsın." Sonra Clem'in kediyle cilveleşmesini izleyip kızın yüzündeki 'hayatımın aşkını buldum' ifadesine laf attı. "Seni bir sürü oyuncak, bir sürü ışık ve bir sürü yemeğin arasına getiriyorum ve sen kediyle daha çok ilgileniyorsun." Clem dudak büzüp ayağa kalktı. "Haklısın, ama kendi çocuklarımı özledim." Sonra Adam'ın yüzündeki ifadeyi görünce hevesle anlatmaya koyuldu. "Bizim iki tane kedimiz var. Vişne ve Votka. Görebileceğin en sevimli hayvanlar. O kadar akıllılar ki. Ve çok çok güzeller! Ve böyle istedikleri her şeyi yaptırıyorlar. Vişne çok nefistir, ne zaman film izlesem kucağıma zıplar ve yanımda birini gördüğünde de huysuzluk yapar. Votka daha asil ve ciddi, sanki evi o yönetiyormuş gibi. Genelde Alex'in peşinde geziyor, omzunda falan ama bazen kendiliğinden gelip üstüme atladığı da oluyor ve öyle zamanlarda Alex hep kedinin ikimiz arasında çifte ajan olduğunu söylüyor zaten." Sonra Alex'ten bahsederken Adam'ın yüzündeki gülümsemenin Clem'in heyecanına ilk anlatmaya başladığı anda olduğu kadar katılmadığını fark edince sustu. Alex'le Adam öyle gergin bir anda tanışmışlardı, daha doğrusu tanışamamışlardı ki, birbirlerinden açıkça hoşlanmadıklarını düşünmeye başlamıştı Clem. Konuyu değiştirmek için ileriyi gösterdi. "ŞEKER İSTİYORUM!"


ani kestim ama anlattığım nedenden dolayı, yarına kadar yazmamış olursan belki yeniden düzenlerim '^'
adamı da bi ara renklendircem. söz. diğer rpler de güzel olcak.

elis bu sana:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adam Brent
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
Adam Brent


Mesaj Sayısı : 35

Kedili. Empty
MesajKonu: Geri: Kedili.   Kedili. Icon_minitimeSalı Şub. 14, 2012 9:14 pm

Bazen hiç aklımda olmayan şeyler yaparım. Anında esinlenmek gibi. O an görürüm ve o an uygularım. Hayatım boyunca bu gibi anında esinlenme olaylarından çok yaşadım. Çocukken bir çocuk kitabındaki domuzdan esinlenerek çamurda yuvarlanmışlığım vardır. Önemsiz bir detay, yine de belirtmek istedim. Evde Jim'le oturmuş, Jim'in patlattığı yarısı yanık patlamış mısırdan tıkınırken önümüze gelen filmlerden birini izliyoruz, tam olarak o filmde çocuğun teki sevgilisini lunaparka götürüyor ve evlenme teklif ediyor. Aslında saçma, yani lunaparktan daha iyi bir şey bulabilirsin değil mi? Ne de olsa Amerikalılar. Hayır bunu dememeliyim, Tangerine de oralardan. Evlenme teklif edeceğimden falan değil, aklıma estiği için ve lunapark fikrini beğendiğim için Tangerine'in yurt odasına küçük bir baskın düzenlemeye karar veriyorum. O kadar kolay değil, yine de isteyen için zor bir şeyde yoktur. O yüzden arabaya atlayıp okulumuzun sevgili yurduna geliyorum. Tangerine'e üzülüyorum da bir yandan. Zaten gerektiğinden fazla zamanımızı RADA'da geçiriyoruz bir de geceleri orada kalmanın nasıl bir şey olduğunu düşünemiyorum açıkçası. E bu da kaçırmak için başka bir bahane tabi ki. Bazen keşke birlikte kalsak diye düşünüyorum, çok eğlenceli olmaz mı? Yani bazı istenmeyen anlar yaşayacağımız kesin ama onun kimlerle görüştüğünü, ne zaman evde olduğunu ve ne zaman okulda olduğunu hep bilirim. Bilsem ne olacak ki? Beni ilgilendirmez. Zaten bir kızla aynı evde yaşadığım düşüncesine alışması bile zor olur, yaşamayı geçiyorum da. İçeri girmeme yardımcı olan Josefine'e teşekkür ettikten sonra, koridorda mal gibi koşuyorum çünkü sanırım kenardan bir gözetim görevlisi gördüm. Görmemiş de olabilirim, öyle sanıyorum gördüm. Her neyse o panikle Tangerine'in odasına DIRŞK diye dalarak onu kaçırma niyetimi anlattıktan sonra yüzündeki şaşkınlık ifadesine de bir beş dakika gülüyorum. Hayatımda onu o kadar şaşkın görmemiştim, yayılmış kucağında laptop ve kulağında telefonuyla iki dakika içerisinde kapanabilecek bayık gözleri vardı ve ben odaya girdikten bir saniye sonra doğrulup laptop'ını düşürme tehlikesi yaratıp aralık ağzıyla bana bakıyordu. Sanki görmediği bir şey, gerçi ben olsam ben de şaşırırdım. Giyindikten ve batman kıyafetine yaptığım minik çaplı atardan sonra nihayet arabaya atlıyoruz, lunaparkın yolunu tutarken radyodan çalan müziğin ne kadar da onu anlattığını düşünmemeye çalışıyorum ama anlatıyor. Lanet şarkı. Neyse ki kısa bir süre sonra lunaparka varıyoruz ve ikimizin de değiştirmediği çünkü değiştirirsek yanlış anlaşılabileceği ama sözleri romantik olan o romantik radyodan kurtuluyoruz. Arabayı park ettikten sonra Tangerine'in kediyi sevmesi sırasında söylediği Amerikan filmi klişesi'ni takmamaya çalışıyorum sanki hiç oralı değilmişim gibi. Hani, ben, film, esinlenmek, çalmak, klişeler? Ne alaka. Tabii ki de hayır. Ben bir tiyatrocuyum, yaratıcı fikirlerim var. Olmalı. Vardır.
“Genelde Alex'in peşinde geziyor, omzunda falan ama bazen kendiliğinden gelip üstüme atladığı da oluyor ve öyle zamanlarda Alex hep kedinin ikimiz arasında çifte ajan olduğunu söylüyor zaten." Kedilerle ilgili söyledikleri hoşuma gidiyor fakat birden Alex denen birinden bahsedince kafamdaki diğer her şey buharlaşarak yok oluyor. Sadece Alex ve kim olduğu hakkındaki soru işaretleri var. Bizim, kedimiz, ikimiz. Amerika'daki eski sevgilisi falan olabileceğini tahmin ediyorum ama eskiyse bu kadar mutlu anlatmaz ki. Yani ben anlatmazdım. Ne de olsa eskimiş. Ayrılmışsınız ve insanlar ayrılınca mutlu olmazlar. Ben mi yanlış biliyorum? Düzen böyleydi en son. “ŞEKER İSTİYORUM!“ diye bağıran Tangerine'in sesiyle zemine odaklanmış boş bakışlarım ona doğru dönüyor ve asık suratımın farkına vararak abartılı bir gülüşle “HEMEN TANGERINE. Ne de olsa burada acıkan-güzel-insanlara-yemek-getiren-süper-kahraman Adam Man var. Adam Man çok saçma oldu. Oysa ki süper gücüm gayet seksiydi. Lanet olsun.“ Elinden tutarak hızlıca peşimden çekiyorum onu, hızlı adımlarla pamuk şeker standına ilerliyoruz. Hızlı hızlı nefes alarak standda duran genç kıza “Lady Tangerine'e bir adet pamuk şeker lütfen.“ Tangerine'in bana bakışında Lady Tangerine derken? diyormuş gibi bir hava var, ama hoşuna gitmiş gibi de gülümsüyor. Kız dönen pembe bulutları çubuğa topladığında Tangerine'in gözlerinin parladığını görebiliyorum. “Aslında, süper kahramanlar da pembe bulut yiyebilir.“ Kız anlayamayarak bana bakıyor. “Yani bana da bir tane.“ Küçükken onları gerçekten pembe bulutlar sanmam da hoş ve küçük bir ayrıntı. Birkaç bozukluk bırakıyorum standa ve kız yeter dermiş gibi kafasını sallayarak gülümsüyor. Nihayet kavuşuyoruz pamuk şekerlerimize. İkimizin de suratında ebelek bir sırıtış söz konusu. Aslan gibi kopardığım bir bulut parçasının bir saniye içerisinde ağzıma yok olmasına küçüklüğümden beri hayret etmişimdir. Aslında bunun gibi büyük lunaparklarda her şeyin en iyisini yapıyorlar, hayatımda yediğim en iyi pembe bulut topluluğu olabilir ya da ortamdan ötürü belki. Bilemiyorum. Çizgili tentelerin arasında, insan kahkahalarıyla süslenmiş lunaparkta dolaşırken yanıp sönen küçük ışıkların gökkuşağı renkleri Tangerine'in yüzüne yansıyor. Birden onun şu anki görüntüsünden bir şeyler karalamak istiyorum ancak yanımda malzemelerim yok. Ne zaman ilham gelse malzemelerim olmaz zaten. Pamuk şekerlerimiz bitip de elimizde sadece bir çubuk kalınca bir sürü olası eğlencenin içerisinden bir tane seçmek için etrafımda gördüklerimi katarak kafamdan oo piti piti yapıyorum. Çarpışan arabalar denk geliyor. “Lady Tangerine vs. Adam Man. Hadi boyunlarımızı kıralım. GEL!” Gecenin gereksiz yere bazı konularla ciddileşmesi gibi öngörülerim var, yine de berbat etmek istemiyorum. Ancak aklımdan da çıkmıyor, konuşmadan da olsa bir şekilde kendimi anlatmam lazım. Çizemeyeceğim zaten. Bazen hayat süper kahramanlar için bile zor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Kedili. Empty
MesajKonu: Geri: Kedili.   Kedili. Icon_minitimePerş. Şub. 16, 2012 6:45 pm

Bunu yapmayı kesmeliydi, yani cidden, kendisi için bir alışkanlık olmuş olsa da Alex'ten bahsetmeyi kesmeliydi. Ne kadar makul davransalar da yanındaki insanlar için rahatsız edici olmalıydı düşününce, hele Adam gibi Alex'i tanımayan insanlar için. Saplantılı gibi görünüyordu belki de, farkında olmasa da. Öyle miydi? Bu soruya verecek yanıtı yoktu, ama öyle görünüyor olabilirdi. Belkiydi, ama anlayışla karşılanmalıydı. Eğer anlayışla karşılanırsa Alex'ten bahsetmeyi azaltmayı deneyebilirdi. Denerdi.
Adam mükemmel bir arkadaş, bozulduğu şeyleri çaktırmayacak kadar iyi bir insan ve görevini çok iyi yapan bir süper kahramandı. Adam-Man. Önüne oldukça şişkin bir bulutmuşcasına bırakılan şekeri görene kadar bununla eğlenebilirdi. Ama o şekerler gerçekten nefis görünüyorlardı. Ve tatları, ağızda eriyişleri. Çocukken bunun sihir gibi bir şey olduğunu düşünürdü. Bir an varken pıt diye yok oluyorlardı geride nefis bir tat bırakarak. Gerçekten sihir gibiydi. Renkliydiler de. Ve yumuşacık. Elinde olsa yastık olarak kullanırdı ama bunu söylediğinde saçlarının yapış yapış olacağını söylemişlerdi. Haksızlıktı ama şikayet edememişti çünkü gerçekten yerken ağzı burnu yapış yapış oluyordu. Yine öyle olacaktı belli ki. Gözlerinde ışıklar çakarken o pembe ne olduğu belli olmayan şeylerin çubukta devleşmesini izledi. Bunu da çok seviyordu, bunda da sihirsel bir yan olduğunu düşündüğü çok olmuştu ve karşı görüşleri dinlemiyordu. Adam'ın süper kahraman ve pembe bulutlarla ilgili söylediği şeye odaklanamayınca bakışlarını ona çevirdi. Kendisini leydi ilan ettiyse, ona saygı göstermeli, istediği her şeyi yapmalı ve anlamadığı cümleleri tekrar etmeliydi. Pamuk şeker leydisi Clementine, şimdiden bencil bir asil olmuştu ama şekerleri ağzında eriyince çocuk bir asil olacaktı. Kendisine uzatılan şekeri bütün yüzünü gömerek yiyebilirdi, ama sakin olmalıydı. "Ben bir asilim." dedi burnunun ucunu havaya kaldırarak, Adam onu duymuşa benzemiyordu. Elindeki şekeri bitirene kadar duyacağa da benzemiyordu. O da kendini şekerine kaptırınca sonunda sakinleşebilmiş Adam boşta olan eliyle bileğini kavramış ilerlemeye başlamıştı. Bir sürü ışık,bir sürü eğlenceli müzik etraflarında çınlarken onlar yanyana yürüyüp bir yandan da bitmesini istemedikleri ama bitirmeye uğraştıkları şekerleri yiyorlardı. En sonunda şekerler bittiğinde boyun kırmakla ilgili mükemmel bir teklif öne sürülünce oraya doğru yönlendirdi adımlarını. Bilet kuyruğuna giren Adam'ın koluna girip mırıldandı. "Ben kullanmak istemiyorum." O bir asilse öyle davranacaktı. Ama asıl konu el göz koordinatı denen şeye sahip olmayışıydı, yani o arabaları kullanamıyordu. Zaten Alex'le geldiklerinde de Alex sürerdi. Hatta Claudia'yla geldilerse Cleo sürerdi. Clem o şeyleri sevmiyordu ve bir türlü alışamamıştı. Adam burnunun ucundaki şeker parçasını alırken tamam dercesine gülümseyince kendisi de sırıttı.
Köşede dikilmiş sıradaki Adam'ı izlerken yurtta kalmamanın doğru seçim olduğunu düşündü yeniden. Oturup sayfalarca yazı araştıracak, onlarla ilgili yeni şeyler yazacak, sıkılıp kendini dondurmaya vuracak ve en sonunda dayanamayıp makalesini kapattıktan sonra bilgisayarından kedilerinin resimlerini açtıktan sonra dondurma yerken 'sizi çok özlediiiim' diye kendi kendine acı çektirecekti. Ama şu an etrafında bir sürü ışık, çok fazla eğlenceli detay, bir sürü abur cubur ve aralarda pıtır pıtır koşturan kediler vardı. Bir de Adam. Ve bir de harikalar diyarı. İnsanları saymıyordu, onlar gürültü yapıyorlardı. "Seç." dedi Adam yanına koşarak gelince. Clem de önündeki küçük arabalardan en renkli olanını, en çok hoşuna gideni seçti ve ona doğru koştular. "Hazır mısın Tangerine!" "Hazırım kaptan!" Süper kahramanın yanında bir de kaptan olan çocuk kızın çizgi film repliği tadındaki konuşmasına gülüp büyük savaşlarına hazırlandı.
"O en son adama çarpmamalıydık." dedi boynunu ovarken. Adam da durmuş onu inceliyordu. "İyi misin?" Güldü telaşına ve başını salladı. "Hı hı. Sadece tam bittiğini düşünürken birden havaya zıplayınca, yani süper güçlerim olmasaydı ne olurdu bilemiyorum." Adam sözlerine gülümseyerek yanağını sıktı. "İyi ki süper güçlerin var." İkisinin de hayatı buna bağlıymışcasına iç çekip 'iyi kii' dedi ve sonra kendisi de güldü. Adam'la birlikteyken sürekli gülüyordu. Sürekli. "Hadi gel ters dönmeli şeylere binelim!" Elini çekerek sürükledi Adam'ı, bir yandan da konuşuyordu. "Ama ters dönüp kalmalı değil, ters dönmeli ve gitmeli şeyler. Roller Coaster!" Aksiyonu sever miydi? Bir yere kadar. Yükseklikten hoşlanıyor muydu? Pek sayılmaz. Ama bu gece bu kadar eğlence etrafında dönüp dururken aklına ilk geleni yapacaktı. O anda da aklına Roller Coaster gelmişti. Ama Adam çektiği elinden geriye çekince adımları tekledi. "Ne oldu?" dedi şaşkınca dönüp. "Önce bir şeyler içelim, susadım. Hem o arada boynun yerine iyice oturur." "O zaman sonra söz mü?" "Söz." Gülümseyerek başını sallayan bir Adam'ı kıracak değildi. "Peki."
Etrafları çiçekler ve yiyecek standlarıyla çevrili banklardan birinde oturmuş Adam'ı bekliyordu. Etrafı çok güzeldi, eğlenceli, cıvıl cıvıl. Bir sürü renk vardı. Eksik ama ona rağmen çok güzeldi. En sonunda çocuk elinde çok renkli bir şeylerle gelince kaşlarını kaldırdı. "Bunlar ne?" "Bilmiyorum." omuz silkerek konuştu Adam."Çok renkliydiler ben de aldım." Şüpheyle baktı içeceklere. "Kusmak istemiyorum." "Merak etme içinde alkol yokmuş. En fazla beğenmez ve dökeriz." O zaman tamam dercesine elinden aldı bardaklardan birini, bu fikir mantıklıydı. "Güzelmiş." dedi ilk yudumundan sonra. Alışkın olan damağı vişne tadını ayırmıştı çoktan, diğer tatları da ayırabilmek için bir yudum daha aldı. Adam o sırada dışarıdan gelen müziğe uygun bir şarkı mırıldanıyordu. "Ne söylüyorsun?" dedi şaşkınca. Ve Adam önce söylemek istemese de Clem'i kırmamış söylediği şeyi duyabilsin diye sesini arttırmıştı. Elinde çok renkli bir kadeh, Adam'ın bilindik bir Queen şarkısını uyarlayışını dinlerken bacaklarına bir kedi dolandı ve aynı kedi kendini sevdirebilmek için kucağına zıpladı. Adam hala şarkı söylüyordu ve Clem de bütün bu olanlara gülümsüyordu. Gülmek ikisi arasında yazılı metne dökülmemiş bir antlaşma, bir alışkanlık, bir refleks olalı çok olmuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adam Brent
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
Adam Brent


Mesaj Sayısı : 35

Kedili. Empty
MesajKonu: Geri: Kedili.   Kedili. Icon_minitimeC.tesi Şub. 18, 2012 9:58 pm

Son vuruşta boyun sakatlanması tehlikesini atlattığımız çarpışan arabaların süresi doluyor ve kaçarcasına iniyoruz. Boynumu ovuyorum çünkü ağrıyor. Tangerine'in de aynısını yaptığını görerek gülümsüyorum. Roller Coaster'a binmeye karar veriyoruz ancak önce biraz dinlenmemiz gerektiğini ve bir şeyler içersek iyi olacağını söylüyorum. Banklardan birine oturuyor, ben de şu renkli meyveli içeceklerden getiriyorum. Önce tereddüt ediyor fakat sonra içmeye başlıyor, ikimizin de hoşuna gidiyor. Arkadan yükselmeye başlayan Queen'in klasik parçasını duyduğumda söylemeden edemiyorum çünkü şarkının böyle bir zamanda çalması kadar güzel bir tesadüfü değerlendirmeden bırakmak istemiyorum. Şarkının sözlerini Tangerine'e söylediğimi anlasın diye ona bakarak mırıldanmamın sesini yükseltiyorum. 'You're my sunshine and I want you to know, that my feelings are true, I really love you.' Gözlerimi gözlerine dikiyorum, I love you gibi cümleler şarkı ya da herhangi bir şekilde söylense dahi ortamda garip bir gerginlik yaratıyor. Tangerine bir şey ima etmeye çalışıyor muyum diye merakla bakıyor ancak o sırada içimden kendime bir alay gülüşü atarak şarkının devamını söylüyorum. 'You're my best friend.' O da içi rahatlamış gibi gülümsüyor sonra, ne sandın ki dercesine bakış fırlatıyorum. Ne sanabilirsin ki? Beni arkadaş haricinde bir yere koyabilir misin ki? Koyamazsın. Öyleyse bir şey ima ettiğimi düşünme. Yüzüm asılıyor sanki. Tangerine kucağına zıplayan bir kediyi okşarken ne söylediğimi soruyor. “Queen.“ Bakışlarımı kaçırarak dönmedolaba dikiyorum, içeceğimi kafama dikerek bitiriyorum. Ne söylediğim neden umrunda ki bu kadar, aşk şarkısı falan değil sonuçta. Aşk şarkısını belki Alex'e söylersin. Aklıma Alex denen adam geliyor yine, sormadan edemiyorum. “Alex kim?“ Elimdeki camdan bardağı bankın biraz uzağındaki çöp kutusuna fırlatıyorum. Ellerimi birleştirerek bacaklarımın arasına kıstırırarak hafif bir utanç içerisinde ona bakıyorum. Sorduğum soru karşısında önce afallıyor, sonra bir şeyi hatırlamışçasına gülüyor. “Cevap verme. Yani zorunda değilsin.“ Cevap vermemesinin daha iyi olacağını düşünüyorum da birden. Boşver kimse kim. Ne olduğunu öğrenirsem kafamın daha çok takılacağını tahmin ediyorum çünkü, öyledir. Takılırım böyle ayrıntı mevzulara. O sırada telefonumun cebimde titrediğini hissediyorum. Jim arıyor. Telefonu kulağıma götürüyorum ve Tangerine'e bir dakika işareti yapıyorum. “Adam acil bir olay var.“ Jim'in sesi telaşlı olmasına rağmen yakalanmamak ister gibi de kısık. “Bir kez de seni seviyorum demek için ara.“ Kafamı sallıyorum, Tangerine bu cümleden sonra garip bir bakış atıyor. Konuşma kısmını elimle kapatarak “İzninle majesteleri.“ Banktan kalkarak birkaç adım uzağa gidiyorum, o sırada Tangerine kediyle içli dışlı olmaya devam ediyor. “Ne istiyorsun Jim, söyle.“ Elimi cebime sokarak anahtarlığımla oynuyorum. “Meds burada. Seninle konuşmak istiyormuş, önemli bir şeyler.“ Elimi cebimden çıkarak alnıma götürüyorum, tanrım Meds'in evimde ne işi var? İç çekiyorum. “Ona gitmesini söyle, yarın gelsin. Şu an gelemem, boşuna beklemesin.“ Ne istiyor ki benden? Aramızda olan her ne varsa hepsinin bittiğini gayet net ifade etmiştik birbirimize oysa ki. “Bekle.“ diye yanıt veriyor Jim, telefonu bir yere koyuyor sanırım. Uflayarak ağırlığımı diğer bacağıma veriyorum ve bekliyorum. Omzumun arkasından Tangerine'e bakıyorum, bana telaşla bakıyor. Durumu çaktırmamak için yamuk bir gülümseme atıyorum o da iki saniye sonra aynı şekilde cevap veriyor ama endişeli gibi. Sonra telefondan hışırtılar geliyor ve tekrar Jim'in pürüzlü sesi duyuluyor. “Önce kızıp bağırdı ama şimdi gitti. Yarın onu aramazsan kıyafetlerini mi ne yakacakmış. Onun evinde kıyafetlerin varmış sanırım. Ne zırvaladığını anlamadım sesi fazla cırtlaktı.“ Gülüyorum. “Tamam çok sağol Jim, sonra görüşürüz.“ Ardından telefonu kapatarak seker adımlarla Tangerine'in yanına dönüyorum. “Bir şey mi olmuş?“ diye soruyor endişesini örtbas etmeye çalışan bakışlarıyla. Yalan söylüyorum. Söylemek istemezdim ama Madison konusunu açmak niyetinde değilim. “Önemli bir şey değil, Ned mamasını yemiyormuş endişelenmiş. Sokakta ne bulursa yedikten sonra midesi ağrıyor bazen, o zaman mamasına göz ucuyla bile bakamıyor.“ Güven veren bir gülümsemeyle tekrar yanına oturuyorum. “Ee, neyden bahsediyorduk biz?“
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Kedili. Empty
MesajKonu: Geri: Kedili.   Kedili. Icon_minitimeC.tesi Şub. 18, 2012 11:40 pm

Adam'ın öylediği şarkının sözlerine bırakıp kendini, kediyle cilveleşmeye devam etti. Başta duymadığı şarkının ne olduğunu anlamış, gülümseyerek dinliyordu. Adam'ın bilmediğini sanarak grubun adını söyleyişine ses etmemişti, sadece dinliyordu. O anı bozmamak için, eğlenceyi, bütün ışıkları, güzel şeyleri ve kediyi birleştiren o anı bozmamak için pek konuşmuyordu. Ama sonra birden, aniden Adam tarafından sorulan ve ne kast ettiği belli olmayan bir soruyla konuşsa da bir şey değişmeyeceğini düşündü. Oturup müzikten, kedilerden, güzel şarkılardan ve güzel yemeklerden bahsetmeyecekleri belli olmuştu. "Alex kim?" Bu yanıtı olmayan bir soruydu. Ne merak ettiğine göre değişen ve tek bir yanıtla sınırlanamayan, ancak spesifik sorularla yönlendirilebilecek bir soruydu, doğrudan sorulduğunda tıkanıp kalmasına neden olacak bir soruydu. Bu Clem için her zaman açıklamakta en çok zorlandığı soruydu. Alex kim sorusu, verecek bir yanıtı bile olmadığı için sorulmasından korkabileceği bir soruydu. Bu kalakalmışlık haline sıkışmışken, Adam bardağı fırlatınca ayıldı ve gülümsedi. Söyleyecek bir şeyi olmadığında hep gülümserdi. Adam onun bu halini yanlış anlamış, soruyu geçiştirmeye çalışırken ve Clem de bir yerden başlamaya karar vermişken telefon çalınca durup bekledi. Garip bir konuşma başlangıcı ve Adam'ın konuşmak için masadan kalkmasıyla da düşünmek için zaman kazanmıştı. Alex kim? Çoğunluğu bu soru için çıldırmış, neredeyse bütün vücudu beynine bir yanıt bulsun diye yardımcı olmaya çalışıyorken, hepsine rağmen yine de beyninin küçük bir kısmı telefondakinin kim olduğuyla ilgileniyordu. Kötü bir şey olup olmadığıyla mesela. Adam'ın gergin tavırlarını izlerken bunu düşünmemesi pek de mümkün değildi zaten. Göz göze geldiklerinde Adam'ın gülümseyişi diğer hücrelerini uyarmış, beynini yeniden Alex konusuna dönmeye zorlamıştı, o da bunu yaptı. Alex'i düşündü.
Neden Alex'in kim olduğunu soranlara net bir yanıt veremiyordu? Neden mesela 'en yakın arkadaşım' ya da 'en iyi dostum' ya da daha da dramatize edilmiş biçimlerle 'dünya üzerindeki tek dostum' gibi bir cümle kuramıyor, düz bir yanıt bırakamıyordu? Bunlardan birini seçse, en azından bir yanıtı olurdu. Ama birisi Alex'i sorduğunda kuracak cümle bulmak için kıvranıyordu. Birisine Alex'i anlatmayı az çok başardığı olduysa da, bir başkası sorduğunda aynı cümleleri kuramıyordu. Alex tek bir şeyi olabilseydi belki daha kolay, daha rahat olacaktı. Belki gerçekten hayatında bir şeyler daha farklı olacaktı. Bunu isteyip istemediğinden bile emin değildi. Alex'in varlığından şikayetçi değildi. Klişe cümlelerle 'olmasaydın olmazdım' diyebileceği dünya üzerindeki tek kişiydi. Ama Alex'in tek bir şey olmayışı ve insanların onu sormaktan vaz geçmeyişi her seferinde Alex'in gerçekten kim olduğunu sormasına neden oluyordu. Yanıtını bulamayacak olsa da sorduğu bir soruydu. Alex hayatının merkezi, kendi benliğiydi. Bir durumda, ya da tehlike anında, kendinden önce koruduğu kişiydi. Alex neden hayatının merkeziydi, ya da kendisinden, kendi mutluluğundan veya kendi hayatından daha önemliydi, işte bunu sorsalar verecek yanıtı kesinlikle bulamayacaktı.
Adam'ın gelişi soruları ve yine yaşadığı derin çelişkiyi ikiye ayırdı. "Bir şey mi olmuş?" Arkadaşının yüzündeki ifade dağılıp yerine bir gülümseme belirdi, Adam kendisine güvence verip Ned'den bahsedince kendisi de gülümsedi. Böylece telefondaki kişinin kim olduğunu da anlamış oluyordu, Jim. Adam'ın en yakın arkadaşıydı. Bu da böyleydi mesela, Adam ve Jim'in ilişkisinin bir adı vardı. Adam konuyu 'en son ne konuşuyorduk'a getirip kapatınca ister istemez mırıldandı. "Alex'i sormuştun?" Evet, Alex'i sormuştu ve Clem bir yanıt bulmak için kendini yiyordu. "Yanıtlamak zorunda değilsin, gerçekten. Yani anlatmak istemiyorsan-" "İstiyorum." diye kesti sözünü Adam'ın, onun o kesişine Adam da duraksamış, dinliyordu. "Yani şey," toparlamaya çalışıyordu sadece, söyleyecek net bir şeyi hala yoktu. "Alex'i nasıl açıklayacağımı bilmiyorum sadece. Yoksa yanıtlayamayacağım bir soru değildi. Sadece yanıtını bilmiyorum, anlıyor musun?" Adam'ın şaşkınlığın yanında bir sürü ifade barındıran yüzüne bakılırsa yanıt hayırdı, anlamıyordu. "Alex'i gördün." dedi sakince. "Hani Meg'in evinde." Biliyorsun dercesine omuz silkti. O gece Alex oldukça gergindi ve Clem o eve Adam'la gelmesine ve onunla dönecek olmasına rağmen özür dilercesine bir açıklama yapıp Alex'le gitmişti. O an için haklıydı, yine olsa Alex'le giderdi. Evie'ye sinirli bir Alex'in nerede kalacağı düşüncesi, ya da neler yapabileceği, pek hoşuna gitmiyordu. Ki o Clem'di, yani Alex'i gergin olduğunu bile bile yalnız bırakacak değildi. "Tanışma şansınız olmadı ama, yani tuhaf bir geceydi ve bir sürü şey, neyse işte, aslında çok iyi biridir." İyi biri mi? Hadi ama, resmen saçmalıyordu. Alex kötü olduğundan değildi tabii, ama Alex'i soran birine 'iyi biridir' diyecek biri değildi Clem, sorun da oydu. "Alex," dedi derin bir nefes alıp, resmen cümle kuramadığı için kıvranıyordu. "Alex benim için pek çok şey. Yani onu gerçekten severim, gerçekten. Hatta tanıdığım, ve net olarak söyleyebilirim, gelecekte de tanıyacağım herkesten çok. O da beni sever." Sanırımdı devamı cümlenin, yani bunu içinden söylemişti. Alex'i herkesin ve her şeyin önüne koyuyordu, ama Alex aynı durumda kalsa ne yapardı ne derdi hiçbir zaman emin olamıyordu ve bu durum onun kendisine duyduğu sevgiyi sorgulamasına neden oluyordu. Adam'ın yüzündeki ifadeyi görünce hafifçe güldü. "Hayır, sevgilim değil." Çocuk da gülümsemişti ama yanıta mı, yoksa kendisi güldü diye mi bilmiyordu. "Ama," dediği anda o gülümseme eksilmese de gözlerindeki bakış değişmişti. "öyle gibi. Yani en azından bir süre, belki ilk tanıdıklarında, herkes öyle düşünüyor. Ama değil, yine de hayatımdaki etki oranı bir sevgiliden daha fazla." Derin bir nefes aldı. Alex'in sevgilisi olmadığına da, birbirlerini öyle görmediklerine de emindi, en azından bu kısımda sanırım yoktu. Sonra kurtulmak istercesine bir hamlede konuştu. "Alex benim çocukluğum boyunca yanımdaydı, yani bunu nasıl anlatsam bilemiyorum. Her anımda, anlatabildim mi? O hep vardı, üzücü olan her şeyde, her mutlu anda orada bir yerdeydi. Gözümü açtığımdan beri, muhtemelen. Onu tanımadığım zamanları hatırlayamıyorum bile. Üstelik öyle geri planda, bir fotoğrafta silik kısımda kalan yüz gibi değil, Alex hep benim yanımda yakınımda bir yerdeydi. O yüzden bunu anlatmak zor oluyor." Önündeki bardaktan koca bir yudum aldı ve sonra Adam konuşamadan devam etti. "Alex sevgilim değil, ama eşdeğerinden fazlası. Birlikte yaşıyoruz, yani yaşıyorduk, Amerika'dayken. Birkaç hafta içinde de yeniden, muhtelemen. Ve kediler, biliyorsun. Ve gerçekten birbirimizin yanında olduğumuz anlar çok, nasıl desem, özel diyebiliriz. Yani en kötü anlarımı gördü, en derin yaraları sardık. Bu ister istemez arkadaşlıktan öte bir bağ yaratıyor. En yakın arkadaşım değil, ama öyle. Yani en yakın arkadaşımı sorsalar Alex derim, ama en yakın arkadaş diye tanımlayabileceğim başkaları da var. Claudia gibi. Nanna gibi. Ya da Evie. Ada var. Yani gerçekten çok çok yakınım, kardeşim gibi olan insanlar onlar da. Ama Alex. Farklı. Alex istemiyor diye birinden vaz geçebiliyorum, bu aslında pek de hoş değil. Ama onu üzmek ihtimali hayatımda yok. Beni Alex'le kendisi arasında seçim yapmak zorunda bıraktığı için aramı bozduğum insanlar da oldu. O bir seçime, yarışa dahil değil. Kardeşimden çok çocuğum gibi bile diyebiliriz. Bilmiyorum. Yani bu ilişkiye ne ad verilir ki? Hayatında benim Alex'le olan ilişkim gibi bir ilişkisi olan kimseyi tanımıyorum. Olsa ne yapardı, ben mi abartıyorum onu bile bilmiyorum. Ama çok yakın arkadaşı olan insanların diğer insanlarla normal ilişkileri olabiliyor. Benim durumumda Alex'de dahil, her şeye. Bu yüzden ben bir buçuk kişi oluyorum ve Alex dışında kalan ikili ilişkilerim iki buçuklu ilişki haline dönüyor. Bunun bir adı bile yok. Var mı? Sen biliyor musun? Sayabileceğim pek çok şey var ama aslında bütün bunların fazlası. Belki de o benimdir, benden bir parçadır, olabilir, inanırım." Son cümleyi daha çok kendine söylemişti. Kendi kendisiyle konuşurcasına. Adam'a az çok bir açıklama yaptığını bildiğinden başını kaldırdı. Çocuğun yüzünde kesinlikle anlamlandıramadığı bir ifade vardı. "Bilmek istediğin bu değildi sanırım. Ya da öyle miydi, neydi bilmiyorum, galiba çok konuştum. Başka bir şey var mı? Soracağın. Yani tamamen konudan sapmış bile olabilirim, ilk cümlemi bile hatırlamayacak kadar çok konuştum." Gülümsedi, ama bu kez gülümsemek istediği için mi yoksa gergin havayı dağıtmak için mi gülümsediğini bilmiyordu.

meh.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adam Brent
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro
Adam Brent


Mesaj Sayısı : 35

Kedili. Empty
MesajKonu: Geri: Kedili.   Kedili. Icon_minitimePaz Mart 04, 2012 10:47 pm

Azıcık bir bilgi rica etmiştim ondan fakat o bana bundan çok daha fazlasını vermişti. Bu tarz bir şey olacağını tahmin ediyor olmamla birlikte aynı zamanda gerektiğinden fazla da şaşırmıştım. Gözlerimi kaçırmak zorunda gibi hissediyordum, yine de gözlerim onun gözlerini bir saniye olsun bırakmak istemiyordu. Bu kadar kısa sürede birbirlerine nasıl bağlandıklarını düşünüyordum, nasıl bağlandığımızı ya da nasıl bağlandığımı. Bazen karşı tarafın hislerine anlam verememek bıçaktan daha derin kesikler bırakıyor bende. Nasıl anlatacağımı bilmiyorum, dediğim gibi sözcükler kırmızıya çalan hafif çatlak dudaklarının arasından dökülürken o bana direk bakabiliyordu, oysa ben bakıyordum ama baktığımın bile farkında değildim. Beş duyumdan dördü iflas etmişti sanki ve sadece işittiğimi beynimde yorumlayabilme gücüm kalmıştı. Ne yazık ki mi desem neyse ki mi bilemiyorum, bir süre sonra o bakışlarını benimkilerden söküp yere odakladı, böylece ben de esaretten kurtulmuş oldum. Olduğumu sandım. Çünkü şimdi de gözlerim yüzünün her bir santimini özenle inceliyorlardı. Pürüzsüz bir elin dokunuşu gibi tanımaya çalışıyorlardı sanki. Burnunun ucundan üst dudağının konuşurken oynamasına, oradan yumuşak hatlı çenesine, sevgiyle öpülesi boynuna. Ancak tüm bunlar beni etkilerken anlattıklarını anlamam imkansızdı, bu yüzden onun yaptığı gibi, çok zor da olsa ben de gözlerimi anlamsız yerlere odakladım. Alex'e karşı bir savunma mekanizması çoktan oluşmuş gibiydi lakin oluşmalı mıydı, bilemiyordum. Zararsız biri, bir kardeş gibi gözükmesine rağmen bu tür ilişkiler çok farklı yollara sapabilirlerdi. Kıskançlığın damarlarımda bir zehir gibi ilerleyip, gerginleşmemi sağladığının farkındaydım. Ona engel olmalıydım. Hayır Alex'e değil, kıskançlığıma. Her şeyi mahvedebilirdi, henüz yeni yeni oluşan bir temeli yıkabilirdi, geleceğin ilk harflerini silebilirdi. İrademi kullanıp onu görmezden gelerek gülümsemesine karşılık verdim. Alex yeni bir mevzu doğmadığı sürece Clem'in olduğu gibi benim de uzak bir kardeşim olarak kalacaktı aklımda. İnce bir kıskançlık geri dönmeyi reddediyordu, biliyordum. Çok güçlüydü, karşı koyması zordu. Orada kalmayı tercih etti, hayır diyemedim. Bu yüzden her ne kadar tanımadığım dostum olarak düşünecek olsam da, o ince kıskançlık engel olacaktı. Ben bunun bilincinde olabilirdim ancak Tangerine'e belli etmemeliydim. Bu yüzden gülümsememin tamamen içten gelmediğini anlayacak diye ürktüm önce, sonra rahatladım. Çünkü o mutluysa, ben de mutluydum ve o içten gülümsüyorsa, küçük ve ince bir kıskançlığın engel teşkil etmeyeceği şekilde ona içten gülümserdim. Hep böyle olmuştu ve hep böyle olacaktı. Tangerine orada olduğu sürece bir damla zehir, mutluluk iksirine eş değerdi. Bakışlarımız tekrar kenetlendiğinde, üşümüş olduğunu kestirdiğim ellerini ellerimin içine aldım. Alex konusuyla ilgili ne tür bir cevap vereceğime dair hiçbir fikrim yoktu, bir fikir de oluşturamıyordum. Onun milyonlarca harika cümlesini görmezden gelip "İstersen gidelim, üşümüşsün." dedim. Dedikten sonra da pişman oldum zaten, tebessümü az da olsa soluklaştı. Özür diliyormuş gibi, aynı zamanda yalancıktan bir ısıtma için ellerini okşadım hafifçe. Tekrar gülümsedi. "Alex'le tanışmak isterim ama o şişe çevirmecedeki bakışlarını hatırladıkça mümkünse Speedy Gonzales hızında kaçmalıymışım gibi geliyor." Bu sefer güldüm. Ayağa kalktığımda ellerini hala bırakmadığımı fark ettim ve bir tanesini ona geri verdim, diğeri hala bendeydi. Kolumdan güç alarak kalktı ve hala tuttuğu elime ait kolu omzuna sardı, karşı koymadım. Tangerine'in kendine öz kokusunu içime çekmek için güzel bir şanstı ayrıca. Birkaç adım yürüdükten sonra tam lunaparkın girişinde durdum. İstemeyerek de olsa onu sarmayı bırakıp karşıma aldım. Işıklar gözlerine yansıyarak zaten parıldayan renklerini daha da canlı kılıyorlardı. "Bu saatten sonra seni yurduna bırakmayacağımı biliyorsun değil mi? Yanlış anlama Tangerine ama bizde kalmanı rica edebilir miyim? Kanepede uyurum, gerçekten." Bu kadar düşeceğimi tahmin edemezdim, adı sevgi olduğu sürece de buna bir düşüş demeye utanıyorum aslında, çünkü bence bu bir yükseliş. Kalp ritminin, duygu yoğunluğunun, zamanın hızlanışının, mutluluğun bir yükselişi. Kafasını gülümseyerek evet dercesine salladı, sabırsız bir şekilde hem de. "Tek istediğim varlığını hep yanımda hissetmek Clementine." Elimin dış yüzüyle kırmızı yanağını okşadım. Ona ilk defa tam adıyla seslendiğime dikkat etmiş miydi bilmiyordum. Ben bile etmemiştim. "Bana yaptığın şeyin hiç farkında değilsin." Nefesim sigara dumanı gibi soğuk havaya karıştı. İki elini tuttum. "Belki de bu yüzden bu kadar hoşuma gidiyor. Sanki hem pastel renklerle boyanmışsın, hem neon renklerle ve gıcık şey, çok güzel kokuyorsun." Kıkırdadım, o da parlak gözlerini gözlerimden çekmeden kıkırdadı. Sonra tekrar nötrleşti etraf. Sessiz, sadece bakışların hükmettiği bir zaman dilimiydi. Kendi kendimi kontrol etmiyordum artık, o beni kontrol ediyordu ve kontrolü sırasında bu komutu verdiğinden emin değildim. Tuttuğum ellerinden kendime doğru çekerek iki elimi bu sefer iki yanağına koydum, sonra dudaklarımı dudaklarına. Önce karşılık vermedi, ürktüm ama kendimi durduramadım. Benden nefret edeceğinden çok korkuyordum, ona zarar vermekten, az da olsa incitmekten. O yüzden dünyanın en yumuşak öpücüğünü konduruyordum. Sol elim kuzguni saçlarına doğru ilerlerken fazla nazikti, sağ elim beline doğru inerken kırılganlığı haricinde bir şey düşünmüyordu. Tüm bunlar çok kısa bir zamanda oluyordu ve artık benimle hiç konuşmayacağını düşündüğüm o saniye karşılık verişini hissettim. Sadece dudaklarıyla değil, kalbiyle de. Elleriyle de. Ritmiyle de. Dünyanın en mutlu insanı ben olmalıydım diye düşünürken bu karşılığa gülümsüyordum, gülümsememi hissedebilirdi gözleri kapalı olsa da. Eğer bir filmi olsaydı hayatımın bu sahnesini şöyle tanımlardım. İkimiz orada duruyorduk, en ürkek ama yoğun öpüşmelerden biri devam ederken kamera etrafımızda daire çiziyordu ve lunaparkın tüm renkleri birbirine girmişken, yavaş çekimde en net bizdik. Tüm gürültü tiz bir çığlığa benzeyen sessizliğe gömülmüştü, tam o anda da arka plandan Florence and The Machine'in notaları yükselmeye başlıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kedili.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: a b r o a d :: Diğer Ülkeler & Yerler-
Buraya geçin: