London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Say Hello

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Say Hello Empty
MesajKonu: Say Hello   Say Hello Icon_minitimeSalı Şub. 14, 2012 11:56 am

Say Hello I5TEgFl6C5fqz Say Hello Pete88mp7

Say Hello

Nanna Lindqvist
Harley Westwood


Temmuz 30
Harley'nin evindeler yine. Takılıyorlar öyle.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Say Hello Empty
MesajKonu: Geri: Say Hello   Say Hello Icon_minitimeSalı Şub. 14, 2012 11:58 am

Yastığa kafasını koyalı neredeyse sadece üç saat olmuştu. Üzerinde hala fabrikada giydiği o acayip, lekeli mavi tulum vardı. Leş gibi kokuyordu ve uykusunu alamadığı için midesi acayip bulanıyordu. Barmenlikten sonra bulabildiği en iyi iş bir fabrikada işçi olarak çalışmaktı. Bu da bir sürü çuval taşıması gerektiği anlamına denk geliyordu. Yapabilecek daha iyi bir şeyi yoktu orada, çünkü Harley kalifiye eleman değildi. Lanet olası bir liseyi bile bitirememişti. Belki eline ayağına hakim olabilirse gayet de iyi becerdiği barmenlikte devam edebilirdi, değil mi? Kim ona miden prozac doluyken barmen şov yapmaya çalış demişti ki? Hiç kimse? Sonuç ne olmuştu? Bütün bir vitrini, içkileri aşağı indirmişti. Tuzla buz. Hatta toz bulutu olmuştu her şey. Big Bang'den sonra yaşanan en büyük patlama. Neyse ki suratında sadece bir iki kesik vardı, bir de barın sahibi tarafından yediği yumruğun hatırası olan bir morluk. Yine de Harley o kadar sık kovuluyordu ki, bunda iyi bir yan bulabilirdi. Ne kadar sık kovulursa, o kadar sık da iş bulduğu anlamına gelmiyor muydu? Tuhaf mıydı bunu düşünmesi? Dağlar yeşil, güneş pek bir sarı değil miydi? Hah, Harley Sikik Pollyanna Westwood buyurdu.

Aslında saçmalamamaya çalışmak da şu saniye çok zordu. Midesindeki iğrenç bulantıyı bastırmanın ya da şu an kapıda dikilmeyi engellemenin neredeyse hiçbir yolu yoktu. Karşısındaki iri yarı adama baktı. Harley'nin bir buçuk katıydı. Uzun kara sakallarına rağmen hiç saçı yoktu. Gerçi Harley'nin kafa derisinde de öyle korkunç bir dövme olsa, belki o da saçlarını kazırdı. Her ne boksa. Adam dayanılacak cinsten değildi. Anlatmaya çabalıyordu Harley ona. Demek istiyordu ki, hayır seni gruba alamayız pezevenk, siktir git. Ama herif anlamıyordu işte. İki yüz kilo falan vardı galiba. Harley'nin kafası kadar kasları vardı ki, bizim oğlanın kafasına küçük diyemezdi kimse. Sonra neredeyse iki metreydi ve kalkıp gelmiş bu çocukların grubuna solist olmak istiyordu. Evet. Tamam. Bak harbiden solist arıyorlardı; ama böyle bir şey aramıyorlardı. Yoktu öyle saçma sapan şey, olmazdı efendim. Bir siktirebilir misiniz?

"Abi, biz öyle hönkürmeceli müzik yapmıyoruz be. Hadi git. Tanrı aşkına lan." dedi Harley sonunda isyan ederken. Defalarca hayır demişti. Yani tamam, bu grup olaylarında karar ona ait değildi tek başına. Üçü oturup ortak karar alırdı; ama bu herifin müziği ile grubun yaptığı müzik arasında dağlar kadar fark vardı. Klasik bir İngiliz grubuydular işte. Ünlü olacaklardı, paranın amına koyacaklardı, o kadar. İşin içinde hönkürmeceli şeyler yoktu. Bu yüzden onu da geri çevirmekten çekinmiyordu. Üstelik sağa sola dağıttıkları broşürlerde de ne tür müzik yaptıklarını gayet net anlatmışlardı işte. Lan, millet anlamaz belki diye altına örnek grup bile yazmışlardı. Bunu söylüyorsanız gelin demişlerdi.

"Bence müzik tarzınızı değiştirmeniz gerekiyor. Ben gruba gelince bakarız bir. Çalabilirsin değil mi oğlum? Tamam. Çalarsın herhalde, ben seni denerim." diye buyruğunu duyurdu Kral George. Herif mi manyaktı, yoksa bu Harley'nin uydurduğu bir şey miydi? Bu yüzden yattığı koltuktan kalkması gerektiğini bilseydi, kapı zilini çok önce söküp tuvalete atmıştı. Üstüne bir de sifonu çekmiştı. "Bak dostum." dedi sakin olmaya çalışırken. Bir bok anlamayan insanlara bir şeyler anlatmaktan nefret ettiği son derece bariz olmalıydı. "Lütfen diyorum bak. Lütfen git lan. Rica ediyorum dayı. Git, defol." dedi derin bir nefesle. Harley artık dinlemiyordu. Dinlemeyi reddediyordu. Yaşam alanı olan koltuğu onu çağırıyordu arkada çığlık çığlığa. Belki şimdi şu herifin ayağına kusardı da o da giderdi. Oysa o umursamaksızın konuşuyordu. Niye grupta olması gerektiğini, onun sayesinde gelecekleri yerleri falan anlatıyordu. Ne desindi Harley artık? Siktir gitten başka bir şey olmalıydı, zira adam o kelimeye bloke edilmiş gibi anlamıyordu bir türlü.

Sağ elinin yumruğu adamın suratına indiğinde herif geriye doğru yalpaladı; ama galiba Harley'nin eli de kırılmıştı. Acıyla inlerken ikisi de Harley koridorun başında bir kızıllık gördü, sonra gözleri parıldadı. Nanna demek pizza demekti. Sonunda pizzası mı gelmişti yani? Bu dünyadaki en büyük lütuf bu olabilirdi şu saniye. Başka bir şey deği- çenesine yediği yumrukla beraber bütün bir dünya döndü. Öyle böyle değil. Nanna'ya bakıyorken birden bire evi görür olmuştu. O zaman dönen şey Harley'nin dünyasıydı. Nefesini kesen bir yumruk da karnına inerken bağırsakları ve midesi düğümlenir gibi oldu. "Siktiğimin grubuna ihtiyacım yok benim." dedi kalın bir ses. Harley ne ara yerde oturur olmuştu ki? Öksürüyordu şimdi deli gibi. Derin bir nefes almaya çalışırken adam arkasını dönüp gitti. Neyse ki! Küçük bir gülme krizi Harley'i bulurken kapının kasasına tutunup kalktı. "Nanna gel! Pizzamı mı getirdin?" dedi yalpalaya yalpalaya içeri girerken.

bokuma benzedi kehkehek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Say Hello Empty
MesajKonu: Geri: Say Hello   Say Hello Icon_minitimeCuma Şub. 17, 2012 9:06 pm

Gri Britanya'nın büsbütün gri Londra'sındaydı Nanna. Zihni gitmek istediği yönlere giderken vücudu Soho'nun dışına çıkan sokaklardan birinde dosdoğru ilerliyordu. Temmuz aynının sonu gelmişti fakat gezen bulutlar sadece iç karartmaya yaramıyordu. Henüz öğleden sonraydı ama gece karanlığı sarmıştı ortalığı. Tek sorunu kasvetli hava değildi. Az önce tombul siyahi bir parmak ona kapıyı göstermişti. Bu yüzden zihni yön karmaşasına düşüyordu ya hani. Nereye gideceği Pizza Hut genel müdürünün parmağının hizasına göre belirlenmişti. Kovulmuştu Nanna. Bir iki kere uyuşmuş bir şekilde işe geldiği için, şirketin telefonunu meşgul edip Clementine'ı aradığı için, pizzanın üstündeki mısır tanelerini saymak istemediğinden bir müşteriye bağırdığı için kovulmuştu. Zaten uzun zamandır düşünüyorlarmış, öyle demişlerdi ona. İnsanlar kötü yaratıklardı. Hep yüzüne gülüp arkandan kötü şeyler düşünürlerdi, bunu anca kesin karar verdiklerinde söylerlerdi. Eğer zamanında Nanna'yı uyarsalardı, kötüye gittiğini ve kovulacak olduğunu söyleselerdi daha temkinli davranırdı. Mesela mısır tanelerini saymış gibi davranabilirdi. Ama hayır, onun yerine tırnak etleri teninin yanında çamaşır suyuna bastırılmış gibi duran herifin parmağı tarafından kovulmuş, dahası gideceği yön gösterilmişti. Belki bu ırkçı bir düşünceydi ama şimdi, şu an pasaportu başka bir adamın elindeyken ve borçları tavan yapmışken bunu düşünecek değildi. Sanki Nanna'nın ona ihtiyacı vardı. Nanna'ya kimse yol göstermemişti şu ana kadar. Kendisi karar vermişti hep, İsveç'ten ayrılmayı, annesine rest çekmeyi ve benzerini. Gerçi içinde bulunduğu duruma bakacak olursa şimdi ciddi bir yol göstericiye ihtiyacı vardı. Bazen düşünüyordu, eğer başka şeyler yapsaydı, başka yönlere koştursaydı hayatı nasıl olurdu diye. Belki şimdi bir üniversiteyi kazanmış ve yüzlerce uzun boylu sarışının arasında İsveççe konuşarak derslerine kafa patlatıyor olurdu. Yine de o hayat buna kıyasla daha sıkıcıydı. Her ne olursa olsun bir şekilde sıyıracaktı Nanna biliyordu. Bir şeye dayanarak dediğinden değildi bu, umut fakirin ekmeğiydi. Eh, son maaşından bu yana çalıştığı günlerin parası da az önce borçlarını kapatmaya gittiğinden Nanna'dan fakiri köprüaltı fakirleri sayılırdı herhalde. Şimdi ise her şeyini o hamurdan teklerlere bağladığı için kendisinden nefret ederek yürüyordu sokakta.

Sidney'nin onu götürdüğü yoldan gidiyordu, evin yolunu hatırlıyordu hemen hemen. O zaman karanlıktı biraz ama yolda yürürken gördüğü yerleri iyi hatırlıyordu. Mesela ucuz bir kahveci görmüştü gelirken, şimdi onun yanından geçiyordu. İçeride bir çift yiyişmekle meşgul, hemen uzağındaki bir masadaki adam entel dantel bir şekilde kahvesini yudumlayarak kitabını okuyordu. Hayat onlara güzeldi. Ya da güzel miydi? Dışarıdan bakan Nanna'yı da mutlu sanabilirdi. Suratında ironik bir gülümsemeyi mutluluğa yorabilirdi işte. Birkaç adım daha attı. İlerideki duvarda siyasal içerikli, Nanna'nın tanımadığı adamlara küfürler edilen bir mesajın yanından geçti ve köşeyi döndü. Geçen sefere kıyasla daha varoş gözüken sokakğa girmişti. Havanın kasvetli olmasından mıydı yoksa evsiz bir adamın kedinin tekini kovalamasıyla oluşan görüntüden miydi bu bilemiyordu. Adımları birbirini takip etti ve sonunda birahanenin karşısında kalan apartmana dikti gözlerini. Yer yer çatlak taşlarıyla oldukça eski gözüken binanın içine girdiğinde kulağına dolan sesler Harley'nin evi yine hareketli olmalıydı. Yankılanan aşırı kalın ses çınlıyordu merdivenin her basamağında sanki. Nanna sakin adımlarla çıkmaya başladı merdivenleri. Pizza yok diyecekti, bir şekilde ikna edip pasaportunu geri almaya çalışacaktı. Gerekirse evlerini temizleyeceğini falan söyleyecekti. Bir hafta kadar önce adamın evinde olan partide mal bulmak için çırpınıp pasaport ve pizza karşlığında bir vuruş kazanmıştı. Pizza yoktu, pasaport Harley'deydi. Ve işin haklı zeki bir piçti Harley. Şimdi Nanna'nın halinden anlamasını ummaktan başka çaresi yoktu. Yavaş adımlarından nefes nefese kalmadan son basamakları da çıkmıştı. Kapının dışında duran adamın cüssesi kiminle konuştuğunu kapatıyordu. Sonra Nanna'nın akıl edemeyeceği ağırlıkta bir küfür çınladı, iri cüsseli adam geriye doğru sendeledi. Nanna Harley'i görür gibi oldu. Birkaç saniyede kemiğin ete çarpma sesleri boşlukta yankılanırken Nanna'nın teklemiş olan adımları, irice açılmış gözleri kavgayı algıladı. Olaydan istifade kaçmak için adımları hafifçe gerilemeye başlamıştı ki-
"Nanna gel! Pizzamı mı getirdin?" Harley'nin sesi acı doluydu az önce yediği yumruktan olsa gerek ama önemli olan o değildi. Nanna yakalanmıştı şimdi. Yanından hışımla geçen adam kanıyordu, yani burnundan sızan kan gözünden kaçmamıştı Nanna'nın. Belki de o da Harley'e borçluydu. Gerçi grupla ilgili bir şeyler mırıldanmıştı ama Nanna götüm götüm korkmaktaydı şu an. Harley o kadar sert gözükmüyordu, yani bir kıza yumruk atacak kadar. Açık kapının kirişinden içeri girdi sakince. Arkasını Harley'e dönmeden sırtını tahtaya yaslayarak kapıyı kapattı. Adam koltuğa yığılıp nefeslerini düzenli çıkarmaya çalışıyordu. Bu vurulmuş bir av hayvanı gibi gözükmesine yol açıyordu gerçi. Kötü zamanlama. Gerçekten kötü zamanlama. Pizzayı sorana kadar ses çıkartmayacaktı Nanna. Odanın ortasına ilerleyip koltuklardan birine oturdu. Omuzlarından göğüslerine dökülen saçlarını geriye itip kendisine güvenme çalışmalarına da başladı. Neden bu kadar gerildiğini de bilmiyordu. Altı üstü bir vuruş.
“Pizzam nerede Nanna?” dedi sonra Harley karnını tutarak doğrulduğunda. Selamlaşma neredeydi? Bu kadar mı boş mideliydi bu adam? En son karşılaşmalarında sarılıp uyumaları da herhangi bir incelik katmamıştı yani ona.
“Pizzan yok, çünkü-” diye başlamıştı Nanna ama Harley'nin pehlemesi odada yankılandı. Adam kafasını koltukten geriye yatırıp dünyaya tersten bakarken Nanna gözlerini devirdi.
“Pizzan yok çünkü kovuldum. Ama düşünüyorum da belki, bir şekilde öderim. Evinizi falan temizlesem?” dedi etrafına bakınırken. Harley giydiği garip tulumunun üstünden karnını kaşırken kafası tekrar doğruldu. Suratında oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun ifadesiyle bakıyordu.
“Pizza konusunda anlaşmıştık hatırlarsan. Pizza yoksa pasaport da yok.” Suratındaki alaycı sırıtış iğrençti. Harika. Anlayışsız olmakta üstüne yoktu herhalde. Nanna bu saatten sonra suyuna gidecek de değildi. Adamın dert ettiği bir vuruştu. Sadece bir vuruş işte. Eğer dört ay içinde giriş çıkış yapmazsa İngiltere'den sınır dışı edileceği gerçeği de vardı. Nanna dört aya kadar iş bulurdu, para da bulurdu. Gerekirse borç alıp kapatırdı borcunu ama neyseydi işte. Bunu Harley'nin kendisinin yaptığının farkındaydı. Sidney piçi de zengin değil miydi? Öderdi Nanna'nın parasını. Ayrıca arkadaş olmamışlar mıydı? Uğraşıyordu işte adam.
“Tamam. Şimdi ne yapacağımı söyle o zaman. Cidden sinirim bozuldu ve altı üstü bir vuruşun derdini yapıyorsan-” dedi dişlerini sıkıp. Yapacağı şeyleri düşünüyordu ama bulamadı. Derin bir nefes aldı, omuzları düştü hafifçe. “Her neyse Harley. Sadece pasaportumu ver işte tamam mı? Param olduğunda ödeyeceğim. Pizza işi de elimde değildi zaten.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Say Hello Empty
MesajKonu: Geri: Say Hello   Say Hello Icon_minitimePaz Şub. 19, 2012 12:34 am

Sağ elinin üç parmağıyla talihsiz çenesi hala sağlam mı diye kontrol ediyorken gözleri Nanna diye adlandırılan insan pilicinin üzerinde durdu. Piliç insan. İnsanlı piliç. Turuncu civciv, ebatlardan ötürü. Veyahut özet geçersek, Harley'nin umutlarını yıkan hain kadın. Karadul. Yalnız gerçekten de ayıp etmişti şimdi bu kadın. Harley mavisi solmuş tulumun üzerindeki bir lekeye gözlerini dikti olabildiğince hülyalı bir şekilde. Dalgın görünüyordu. İşaret parmağı çoktan şakağındaki bir noktayı dürtmeye başlamış, kırk saniye aralıklarla peryodunun en derin nefeslerini alıyordu. İşte size düşünüyormuş gibi yapmak için altın kurallar. Biraz da abartma tozu ve boş işlerle uğraşma hamurunu fırına sürün. Nanna'nın isteğine cevabı kesinlikle belliydi. Kimseye sadece tek vuruş diye ayrıcalık yapacak hali yoktu. Sonuçta bunun kırıntısı bile mucizevi bir bulguydu ve değerliydi. Her seferinde çıkıp kendine mal alacak durumu yoktu. Yani henüz. Dünyaca ünlü bir yıldız olduğunda ilk Nanna'ya bedava vuruş yapacaktı hatta, karar vermişti bu zavallı kadına yardım etmeye; ama daha vakti vardı bu hayır işinin. Her neyse işte. Bir vuruş bir vuruştu. Süper kahraman adayı olarak kendisini günü kurtarmaya endekslemiş bir adamdı Harley Westwood. Eh. Başkalarının gününü henüz kurtarma safhasına gelememişti; ama sonuçta tek şırınga Harley'nin gününü güzel bitirmek için kafiydi. Hele de bu yoklukta! Yani olmayan tek şey para olsa yine bir şeydi. Oradan buradan borç bulurlardı; ama işler Londra'da el değiştiriyordu ve bir kul bile şu Tanrı'nın yarattığı nimetten bulamıyordu. Öksürük şuruplarına dadanması da bundandı işte.

"Nanna." dedi Harley yine sağ elini havaya kaldırıp ciddi bir edayla kızın pek ışıltılı, adeta ışıldaklı, mavi gözlerine bakarken. Kurumuş dudakları aralandı, hava akımı içeriye doldu; ama Harley'den ses çıkmıyordu. Zavallı kızsa -niye zavallı oluyordu lan? Gayet çirkefti işte. Tek vuruş içinmiş. Peh. Harley dönüp dolaşıp düşüncelerinin aynı noktalarda saplandığını fark ettiği esnada tekrar konuşmaya başladı. "Öncelikle sakin ve saygılı ol, çünkü tam karşında Napoléon Bonaparte duruyor." Mavi gözler kısılıp vücudu ne bok yiyorsun sen tavrına bürünürken Harley devam etti eli dizine şap diye inerken. "Tamam. İnanması güç, önceki hayatımda daha kısa olduğumu ben de biliyorum; ama zamane gençlerinin lanse ettiği gibi saçma sapan götten bacaklı herifin teki değildim. Ah ne aşklar ne fetihle-" Harley ağzının ortasına yediği yastıkla beraber hafifçe inlerken Nanna kollarını bağlamış ona bakıyordu dimdik. Karşısındaki koltuk sanki kendisininmiş gibi bir havaya bürünmüştü. Galiba sinir insanları özgüvenli yapıyordu ya da o Harley'e öyle görünmek istiyordu. Ha o da değilse, Harley'nin saçmalıkları kızı bu noktaya getirmişti. "Ne bok anlatıyorsun sen? Pasaportumu vermek bu kadar zor olamaz." Aksana bak. Ne kadar keskindi öyle, Theodor'un törpülenmiş aksanı gibi değildi hiç. Vay canınaydı cidden, karşısında rus fahişe var gibi hissetmişti bir anda. Onları ne zaman görse, Harley koltuğun arkasına saklanmak isterdi; çünkü hepsi şu koca Sergei'i tanıyordu ve o adam Harley'nin gördüğü en korkunç torbacıydı. Aklı yine başka yerlere dağılırken derin bir nefesle iç geçirme arasında kaldı. Yine de katran dolu akciğerleri şişip sönerken omzunu silkti. "Bilmem. Senin gibi saçmalamaya çalışıyorum, başarılıyım." dedi Harley pehleyip ayaklanırken. Siktirip gitsindi eğer para vermeyecekse.

Karnında trampet çalarken bu İngiliz evinin çılgın amerikan mutfağının -asortik adı buydu tabii, yoksa salonun köşesindeki küçük tezgahtan ibaretti olay- mutlu bireyi olmak istedi. Kendisine kahve suyu doldurduktan sonra, buzdolabından mısır gevreği çıkarıp portakal suyuna boşalttı. Nanna peşinden gelmiş, buna ihtiyacı olduğunu söylerken aldığı nefesi onun yüzüne saldı. Bu hoş bir davranış değildi tabii, özellikle ağzınızın içi lağım gibi kokuyorsa. Evde denemeyiniz. "Bak Nanna- suratını buruşturma lan." dedi kızın kırışmış çilli burnuna kaşlarını çatarken. Sonra başını iki yana salladı dikkatini toplamak için. "İşinin olmaması beni ilgilendirmez. Ben de kaybettim; ama sonra gidip buldum hemen. Güçlükler seni yıldırmasın hayatım. Ne bileyim, vermeseydin o zaman sikik pasaportunu. Israr etmedim ya." dedi umursamaz umursamaz gevreğinden yerken. Katır kutur sesler içeriyi doldururken midesi kendisine gelmeye başlamıştı yavaş yavaş. Hayat çok vahşiydi işte. Yok üstüne vitrini yıkıyordu, yok herifin teki tarafından yumruklanıyordu. Bu neydi yahu? Harley de insandı. Cık cıklayıp kafasıını iki yana salladı. "Tamam benden sana tavsiye, kızılordu. Soho çok uzak değil. Git orada bacaklarını aç madem. Sokakta gitar çal. Ne bileyim. Dilen. Sid'den borç al, Sid'in arkadaşından al." dedi omzunu silkip hımlarken. Bunların hepsi alternatifti tabii ki. "Bak mesela az önce kapıma dayanan adam gibi ol. Tuttuğunu koparmaya çalış, gerçi istenmiyorsan da uzatma. Bunu ona bir türlü anlatamadım. Yani dedim ki siktir git- biz hönkürmeceli şeyler şey etmiyoruz, ama kaldıramadı tabi benim tarafımdan reddedilmeyi. Öküz." dedi kaşığı dudağına vurup tavana bakarak konuşurken. O örümcek ağı nereden gelmişti ki? Althea görse kesin düşer bayılırdı korkudan. Aslında deminden beri olan şu saçmalığın tek bir manası vardı, yani yoktu; ama deminden beri konuşuyordu ve yaptığı tek şey Nanna ile taşak geçmekti. Boş uğraşlar değil midir hayatı çekici kılan? Yok değildir aslında. Ne boksa tamam mı? O kadar da uzun boylu saçmalamaya gerek yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Say Hello Empty
MesajKonu: Geri: Say Hello   Say Hello Icon_minitimeÇarş. Şub. 29, 2012 11:26 am

Hayatı boyunca garip şeyler gördüğünü düşünmüştü Nanna. Mesela bozulmuş ampul tellerinden kolye yapan bir adam tanımıştı. Çikolatalı turşu yiyen birine tanık olmuştu. Ve şimdi de bu. İnsanların garip zevkleri olabilirdi, evet. Nanna da meyveli yoğurdu her şeyle yiyebileceğini düşünüyordu. Önünde durduğu adamın portakal sulu mısır gevreğine, yarısı şeker olan kahvesine ve sigarasına öylece bakıyordu. O ise İngiliz aksanını ağzındaki mısır gevreğiyle karıştırıp anlaşılması güç konuşmalara giriyordu. İngiliz aksanını severdi Nanna. İngiliz filmlerini izlerken çoğu adama dibi düşerek bakardı. Şarkılardaki aksan suratına silinmez bir sırıtış oturturdu. Ama bu at şeklindeki adaya ayak bastığı an çakmıştı ki filmlerdeki gibi değildi. Ne Nanna birden yıldızı parlayan genç kızlardan olmuştu ne de insanlar anlaşılır konuşuyordu. Her kelimenin ardına “amınakoyim” diyen insanların arasında yaşadıkça gerçekliği görüyordu. Yine de İngiltere'yi seviyordu. Fransa'da olsa ne olacaktı mesela? Fransızca bile bilmiyordu ki! Ayrıca o kadınların hepsi çubuk bacaklıydı, Nanna kendi hatlarının oraya fazlaca yuvarlak kaçacağını biliyordu. Harley'nin ağzından çıkan kıtırtılar ve Nanna'nın burnundan çıkan nefes sesleri odanın tek gürültüsüydü şimdi. Londra'dan çekinen güneş bulutların arkasına gizlenmişken kasvetli mutfağın tezgahına yasladı kalçasını. Yapacak bir şey yoktu. Harley bu kadar bencil ve inatçıyken ne yapabilirdi ki?
“Tamam benden sana tavsiye, kızılordu. Soho çok uzak değil. Git orada bacaklarını aç madem. Sokakta gitar çal. Ne bileyim. Dilen. Sid'den borç al, Sid'in arkadaşından al." Tabii. Sid'den borç al. Sidney ile toplasa üç kere görüşmüştü ve borç mu verecekti ona? Hem de parası konusunda yalan söylemişken! Soho işine göz devirdi. Orospu olmaya niyeti yoktu şimdi. Belki hoş bir uyuşturucu satıcısıyla mal karşılığı birlikte olurdu. Ama para için yapmadığı tek şey buydu şimdiye kadar. Karnından çıktığı kadına benzememek için fazlasıyla çaba harcıyordu. Ona, Anna'ya, yani Nanna'nın annesine sorarsanız kendi yaptığı da orospuluk değildi. Nanna ise o sırada dilini kemirip kendisini tutardı. En azından orospuların işlerini yaptıklarını, milleti kandırmadıklarını söylerdi. Evet, Anna zengin adamları tespit eder, onların metresi olurdu. Kendisine değerli şeyler aldırdıktan sonra yalandan bir ayrılma bahanesiyle uzaklaşırdı insanlardan. İşte İsveç'ten kaçmasının en büyük nedenlerinden biri daha. Bu düşüncelere dalmış konuşamazken Harley de haklı olduğunu düşünmeye devam edip saydırıyordu hala. Belki de haklıydı, borç borçu sonuçta. Ama Nanna elinden gelen her şeyi denemişti. İşe girmek için pasaportuna da ihtiyacı vardı ayrıca. Bunu düşünemeyecek kadar gerzek miydi Harley? Öyleydi galiba, hımıldanıp mısır gevreğinden yemeye devam ettiğine göre. Sonra dudağının kenarından akan meyve suyunu fark etmeyen adam konuşmaya devam etti.
Hönkürmeceli şeyler istemeyen adam. Nanna, Harley'nin dediklerini anlamaya çalışıyordu. Bu sefer aksandan değildi. Az önceki motorcu tipli adam grupla ilgili bir şeyler söylemişti, şimdi de Harley reddedilmiş hönkürmeceli müzikten bahsediyordu. Garip bir heyecan dalgası. Midesi oynaştı, film karesinde sanmasını engellemeye çalıştı kendisini. Aklına bir saniye içinde doluşan düşünceden korktu. Harley'nin grubuna girmeye çalışırsa ne olacaktı? Daha bir vuruşun hesabını yapan ve inatçının teki olan adamın kendisini dinleyeceğini sanmıyordu. Elektrik alamamışolabilirlerdi birbirlerinden. Sadece kafayı çekmişken. Uçmuşken son derece uyumlu olup sarılmayı biliyordu. Ama şimdi kokan ağzını Nanna'nın burnuna sokacaktı anlaşılan. Yine de şansını deneycekti Nanna.
“Dilini mi yuttun? Parayı vermiyorsan-” Harley tekrar konuşmaya başlamışken ikinci sigarasını yakmış, boş kaseye kaşığını atıp kendisinden uzaklaştırmıştı. Nanna derin bir nefes aldı. Hala para diyordu adam. Nanna'nın beyninde dönenleri bilmesinin vakti gelmişti harhalde. Cama dayalı tahta masada karşısına oturdu Harley'nin. Suratındaki ifade ciddileşmişti. Heyecanlanmamak için kendisini tutuyordu.
“Parayı hallederiz. Önce şeyi konuşmamız lazım.” Adamın suratındaki ifade biraz olsun ciddileşirken Nanna teşekkür etti yukarıdaki adama. “Sizin grubunuz var.” dedi konuşmaya nasıl başlayacağını bilemezken. Son sigarasını da çıkarıp yakmamak için kendisini zor tuttu. Ama konuşmanın akıbetine göre ya zafer sigarası olacaktı ya da yine hayalleri yıkılmış bir şekilde efkar sigarası diyecekti ona.
“Evet grubumuz var bunu bana mı anlatıyorsun?” dedi adam terslemeye tam gaz devam ederken. Nanna masayı onun üstüne yıkmamaya çalıştı. Aynı grupta olmaya çalışıyorlardı bir de. Bu adamla. Her neyse.
“Solist mi arıyorsunuz? Çünkü ben şarkı söyleyebiliyorum. Sesim de güzeldir. Gerçekten güzeldir. Gitar da çalabiliyorum ve nota bilgim de yok değil. Hönkürmeceli şeyler istemiyoruz dedin, Joy Division dinliyordun. Tamam Ian Curtis falan olamam biliyorum ama şarkılara uyum sağlayabilirim.” Konuşması hızlanmış, arada yutulan harfleri fark etmeyişi fazlalaşmış ve kuzeyli aksanı da belirginleşmişken nefes almayı unuttuğunu fark etti. Karşısındaki adam gerçekten de Napolyon gibi davranmayı kesseydi iyi olacaktı. Adam yerine koyup konuşuyordu sonuçta değil mi?
“Bak sana ne yaptım bilmiyorum.” dedi Nanna sonunda. “Tanıştığımız gece arabamı paylaştım-” bu yanlış olmuştu çünkü Nanna, Harley'nin arabayı sahipleneceğini biliyordu. O yüzden düzeltti. “Arabayı paylaştık. Pizzalarımı yemene izin verdim. İçki karşılığı valium verdim sana. Tamam pek iyi anlaşamadık ama en son birlikte uyumuştuk. Şimdi gelmiş beni tersleyip duruyorsun ve sana zor durumda olduğumu anlatmaya çalışıyorum. Parayı vermeyeceğim demiyorum ki. Sadece iş bulmak için pasaportuma ihtiyacım var. Ayrıca makyaj yapmadığım zaman beni on altı yaşında sanan kasiyerler sigara bile vermiyorlar. Pasaportuma ihtiyacım var.” İsyan etmişti resmen ama kısa sürdü bu. Omuzları düştü, oturduğu sandalyeyle bütünleşti adeta. Boşversindi Nanna, unutsundu. Konsolosluğa gidip pasaportunu kaybettiğini söylerdi belki de. Yenisi için de paraya ihtiyacı vardı. Clem'den borç alırdı. Bir şekilde halletmeye çalışacaktı. Kabus gibi geçecek olan zaman, uyuşturucu bağımlısı olduğunu belli etmemeye çalıştığı adamlarla geçecek olan zamandı işte. Harley sigarasını kasenin içinde söndürürken Nanna bezgince ona baktı.
“Gruba da ihtiyacım var Harley. Hayallerimden bahsettiğim yegane insanlardansın.” Acındırmaya çalışmakla yanlış yaptığını biliyordu. Bu adam acındırmaktan ne anlardı ki? Keçiydi o keçi. “Denemek istiyorum altı üstü. Ne olacak ki? Benimle anlaşmaya çalışsan yeter. İş bulduğumda alacağım ilk parayı da sana vereceğim tamam mı?” Kaşları havalanmıştı, solgun ve benlerle dolu olan suratta bir aydınlanma görmeyi bekliyordu. Ama umudu, annesinin gelip Nanna'dan özür dileme ihtimalinin yanında bile sıfır kalıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Say Hello Empty
MesajKonu: Geri: Say Hello   Say Hello Icon_minitimeCuma Mart 16, 2012 5:28 pm

Elini Ver Kolunu Kaptır Tarikatı’nın biricik mensubu, yılmaz neferi, amazonu, cengaveri, zennubesi ve türlü saçmalığı Nanna Soyadı Bilinmeyen Kızıl Saçlı Varlık’ın eroinle alakalı söylenceleri çok saçma geliyordu kulağa. Tanrı’nın işine karışmış olmak gibi olmasın; ama ya Harley ya da Nanna yaratılırken mantık safhasında elektrikler falan kesilmiş olmalıydı. Bu da değilse ikisinde de yersiz bir inat mevcuttu ki- neyse. Tanrı bilir, karışmamak lazım. Yine de içinden bir ses konuşup duruyordu. Harley iyi bir insandı bir kere! Pasaportu almış olabilirdi; ama ondan faizini istemiş miydi? Ya da istediği para kendi ödediğinden fazla mıydı? Ya da şu uluslar arası belge ile Nanna’ya şantaj yapıp onu pazarlamaya mı çalışmıştı? Tek böbreğine, dalağına, karaciğerine göz mü dikmişti sanki? Hayır. Sadece kendisini Meryem Ana’nın kollarında hissetmek için küçük bir önlem almıştı o kadar. Eğer Harley Nanna olsaydı ve pasaportunu bırakmamış olsaydı şu anda buradan çok uzakta bir yerde olurdu. Kaçardı ulan arkasına bakmadan. Tek derdi enayi yerine konmamak olan bir adamdı Westwood. Olay bundan ibaretti; ama Gargamel muamelesi görüyordu. İşte adaletsizlik buydu anasını siktiği dünyada.
Dilini damağına çarptırmak suretiyle birkaç onaylamaz cıklama çıkarırken Nanna’ya baktı dikkatlice. Yüzü adeta çil deniziydi. Gerçek anlamda deniz yani. Öyle böyle değildi ve şu an pek seçemiyordu; ama pasaportu olmadan on altı yaşında zannedilmesi çok da ilginç bir şey değildi doğrusu. Küçümen bir yapısı vardı. Hoş öte yandan hatları pek yuvarlaktı; ama hey- o gelişmemiş memeciklerle on iki yaşında sanılmaması ilginçti esas. Minnettar olsundu. Derin bir nefes alıp yine bir bombardımanı kirli avuçlarının ardına saklanarak dinlerken ufacık bir şey dikkatini çekti. Böylece bir yüz sıvazlama hareketiyle sığınağından çıkıp Nazi hattına bir bakış atma gereksinimi duydu.

“Solist olmak istiyorsun yani?” dedi bu her ne kadar soru maksatlı kurulmuş bir cümle olmasa da baştan ayağı soru işaretleriyle dolu kıvrım kıvrım tonlama akan bir sözcükler topluluğu olduğuna dikkat edemezken. Doğrudur. O gece konuşmuşlardı, sevimli kediler gibi birbirlerine sarılıp uyumuşlardı; ama kızın kalkıp böyle bir şey isteyeceğini düşünmemişti işin aslı. Gerçi Harley düşünen adam figürü gibi dursa da –bakınız yumruk çenede- şaşkınlık daha ağır basıyordu. Ian Curtis olamazdı evet. Hiç kimse olamazdı. Yanından bile geçemezdi. Herif yaşasa ibne olurdu onun için. Ruhunu şeytana falan satardı. Ya da öyle şeyler yapmazdı; ama şu an için bunu hayal etmek hoşuna gidiyordu. İnsanlar da bilsin istiyordu. Öte yandan gerçek dünyaya düşüşü sert oldu. Sigara yanıklarının adeta dekoratif detaylar olarak yutturabilecek kadar çok olduğu koltuğa yaslandı sakince. Muhtemelen yeni bir deliğe neden olacak olmasına rağmen yeni bir ruloyu yakmaktan geri kalmadı. Uzun bacaklarını uzattı kahve masasına aylakça. Bu arada kızın heyecanla kafa sallamasıyla uçuşan saçlarına baktı. Pek umutlu duruyordu gariban. Herkes, sıçmışken en ufak şeye neşelenir zaten. Kızın bakışlarını, denizkızı tavırlarını ve türlü iticiyim-ben huylarını kenara bırakıp profesyonel anlamda düşünürse onu akşamki stüdyo çalışmasına çağırmak en mantıklı seçenekti; ama şöyle bir şey de vardı ki, muhtemelen Nanna ile anlaşamayıp sürekli kavga edecekler ve neticesinde de tak sepeti yoluna herkes kendi yoluna vakasıyla karşılaşacaklardı. Değer miydi bunun için? Denemezse bu sefer pişman olur muydu? Yani siktiri çekse şimdi kimin haberi olacaktı ki? Muhtemelen öyle çok dikkat çeken bir sesi de yoktu. Bu bünyeden ne kadar ses çıkardı ki? Harley solistliğe devam etse bile daha iyi sonuç elde ederlerdi muhtemelen. Derin bir nefes alıp geriye doğru gerindi nihayetinde. “Bilmiyorum aslında çilli göt ya.” Dedi suratını ekşitirken. Bilmiyordu harbiden; ama kabul edecekti. Yani gel deneriz diyecekti. Al bu da pasaportun falan da diyip tutuşturacaktı belgeyi eline. Sonra derin bir nefes alıp ensesini kaşıdı rahatsızca. Karnında ritim falan tuttu. “İyi.” Dedi sonunda pes etmiş bir edayla. Sadece edası öyleydi ancak. Yoksa en ufak bir Nanna hareketinde otomatikman kızın ağzının payını vermeye devam edecekti. Kendisini koltuktan itip öne eğildi biraz. Tek kaşı havaya kalkarken ciddi bir ifadeyle kıza baktı. “Beğenirsek çok çalışman gerekir. Öyle fevri hareket edemezsin. Şu dönemde bayan vokal grupların çoğunu on bir - on beş yaş arası çocuklar dinliyor. Bilmem farkında mısın? Ha?” dedi derin bir nefes alıp kıza bakarken. “Yani öyle olamayız, sağlam olmamız gerekiyor. Terminatör gibi. Transformers gibi. Anladın mı? Makine gibi çalışmamız gerekiyor.” Dedi sanki kutsal kitap yazıyormuş gibi bir tavra bürünürken. Her neyseydi işte, belki gözü korkardı da giderdi, zira baş prova kaynatıcı Harley’nin kendisiydi. Yine de bir grup elemanı bulmaları güzel olurdu. Böylece fabrika işinden istifa edip yeni bir iş bulurdu. Daha az yoran. Zira grup tamamlanınca barda çalmaya devam ederlerdi. Hem işin en güzel yanı da istifa etme durumuydu! Daha önce hiç istifa etmemişti, hep kovulmuştu. Her zaman da saçma nedenler koyardı işverenler ortaya. Mesela McDonalds’dan kovuluşu. Altı üstü bilinçli olarak yanlış sipariş hazırlıyor, sonra da doğrusunu hazırlayıp müşteriye verirdi. Sonuç olarak o hatalı menüyü Harley mideye indirirdi. İki taraf da memnundu; ama sanki koca McDonalds’ı batırmış gibi muamele çekip kovmuşlardı. Bir gün orayı yakacaktı Harley; ama şimdilik bekliyordu bakalım. Nanna’nın sevincine sevinç katma sırası geldi sonra. “Ha bu arada, pasaportunu alıp beni anlaşılmamış iyi adam olarak anabilirsin. Tanrı aşkına resmen dozu sana kaptırdım.” Dedi söylenirken. Ama alacaktı Harley söke söke. Sonra kaşlarını kaldırıp ayaklandı. “Atmosferdeki bok döngüsüne katkıda bulunmam lazım kızıl cüce. Akşam stüdyoya gelirsin, dokuz gibi falan tamam mı?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Say Hello Empty
MesajKonu: Geri: Say Hello   Say Hello Icon_minitimePtsi Mayıs 14, 2012 12:54 am

Neler olacağını bilmeden adım atıyordu belki Nanna. Sonunu bilmeden çıktığı yolun sayısı o kadar çoktu ki saymak zordu. Hiçbir şeyi hesaplayamazdı ki o sonuçta. Bunca zaman edindiği bir ilkesi yoktu, basit yaşayan, basit düşünen bir insandı. Ama ilke gibi gözükmese de kendi çapında aldığı bir karar vardı. Canın bir şeyi yapmak istiyorsa onu yap. Mutlu olmanın tek yolu buydu zaten. Şöyle bir şey vardı ki, içinde kalan bir şey onu zehirlerdi. İstediği o şeyi yapmazsa rahat edemezdi, o içinde kalmışlık duygusuyla keşkelere bürünürdü hayatı. Şimdi istediği şey de sahneye çıkmaktı. Ve bunu yapmanın en kısa yolu o an sıçmaya giden adamın götünü yalamaktan geçiyorduysa, yapmaya çalışacaktı. Asıl isteğini yerine getirmek için bazı şeyleri göze almalıydı insan. Ne kadar ekmek, o kadar köfte. İnce ince işlemesi gerekiyordu belki ama olsundu. Nanna dert etmezdi. Umuyordu ki de etmezdi. Kanına dokunacağı anlar da olabilirdi ama sorun değildi, rotasını değiştirirdi o zaman.
Şimdi, bir kuş gaklayarak pencerenin önünden geçmişken, Harley ağır adımlarını kokular saçan tuvalete yönlendirmişken, Nanna oturduğu koltukta kaykıldı. Odadan hiçbir zaman kaybolmayacakmışçasına yerleşmiş kusmuk kokusu, etrafta büzüştürülüp üst üste dizilmiş bira kutuları, cumba şeklindeki çıkıntının içine yerleştirilmiş masa, hatta masanın üstündeki dolu kül tablası o kadar güzel gözüküyordu ki. Belki mutlu hissettiğinden böyle görüyordu her şeyi. Mutlu hissetmek Nanna'nın hakkıydı. O çabalıyordu çünkü bir şeyler için. Kitapların tepesinde dirsek çürütmese de hayatın karşısına çıplak bir halde çıkıyordu. Neyine bu senin diye defalarca sormuştu zaten. Sen o kadar güçlü müsün ki boyundan büyük işlere kalkışıyorsun da demişti. Ama burada da başlıyordu zaten. Gücünü sorguladığı zaman güçsüz olduğunu kabullenmiş sayıyordu Nanna kendisini. Onun için de böyleydi işte. Kendine güven güzel bir şeydi. Çoğu zaman komplekse kapılan biri olarak bunu düşünmesi biraz saçmaydı belki ama yapacak bir şey yoktu. Sonradan ah vah etmek yerine bu daha iyiydi. Tuvaletin ışığı yandı, söndü, yandı, söndü. Ampul de evdeki çoğu şey gibi dandikti belli ki. Nanna yerinden kalkıp ağır adımlarla kokunun merkezine gitti. Burnunun direğini sızlatacak lağım kokusu, aynı anda on kişinin boşaltım organlarını kullandığını düşündürüyordu insana. Çişin suya karışma sesi duyuluyordu, Harley'nin doğru notalarla çaldığı bir Clash şarkısını çıkarmaya çalıştı Nanna da. Tuvaletin kapısına geldiğinde işeme sesi kesildi. Demek ki dediği gibi bok döngüsüne katkı sağlayacaktı şimdi. Bu eve gelirken üzerinde olan gerginlik uçup gitmişti. Parmaklarını inceledi, gitar için fazla kısa ve güçsüz gözüküyorlardı. Kolundaki morarmış zevk deliklerine bastırdı parmağıyla. Oyalanmakta üstüne yoktu. Geceleri uyumayıp aylak aylak gezen birinin tekiydi zaten. Ikınma sesleri duyulurken sırtını kapıya yaslayıp yere çöktü yavaşça. Bu hareket genelde filmlerde görüp özendiği bir hareketti. Ama hayatının çok safhasında kullandığını da fark etmişti Nanna.
“Hangi stüdyoya geleceğimi söylemedin.” dedi içeriye seslenir gibi konuşurken. Aldığı cevap katı bir kütlenin suya dalış sesi oldu. Sütyenine sıkıştırdığı son sigarayı çıkarıp yaktı sonra. Zaten yerde bir kül tabakası olduğundan sorun olmazdı şimdi oraya buraya silkmesi.
“Terminatör gibi çalışacağız dedin ya, çalışırım Harley.” dedi adamla konuşurken. Tuvalette ter döken birisiyle konuşmanın yanlışlığı sorgulanamaz bir şeydi aslında. Eğer Harley'nin yerinde Nanna olsa çoktan küfredip kovmuştu onu. Sonuçta bağırsak çalıştırmak için çok fazla kasa ve beyne ihtiyacı vardı insanın. Tamamen yoğunlaşıp içindekini dışarıya atma işlemiydi aslında. Yine de umursamadan konuşmaya devam etti.
“Eğer çalışamayacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun. Evet, davranışların sinirimi bozuyor. Bana şu an içinden atmaya çalıştığın şeymişim gibi davranıyorsun. Ama öyleysem bile ben zor çıkarım.” Amacı Harley'nin gözünü korktumak falan değildi halbuki. Ama öyle gözüküyordu. Ama şöyle bir söz vardı ya; söz ağızdan çıkana kadar efendi bilmemne. Hah işte Nanna'nın dili şimdi onun efendisi gibiydi.
“Yani cidden iyiyim demeye getiriyorum. İyi bir grup olacağız.” dedi kafasını sallayarak. Sigarasından büyük bir fırt çekti, dumanı gözlerini kısarak üfledi dudaklarının arasından. Şu dumandan halka işini becrecekti bir gün.
“Hem benden iyi kimi bulacaksınız?” Evet şimdi de kendini övme saatleri başlamıştı. Çift kişilikli gibi hissettiği anlar çok olmuştu ama öyle olmadığını da biliyordu. Bal gibi içinde kalanları söylüyordu Harley'e ama bir yandan da her şeyi batırma duygusu vardı. Gece kafasını yastığa koyduğunda söylediklerinin ferahlığıyla uyuyacağından emindi, tabii on iki saat içinde damarında yabancı madde gezdirirse onun rahatlığıyla da uyuyor olabilirdi. Eh, bu da tartışılmaz bir şeydi yani.
“Cevap versene.” dediği anda bir bok daha şapladı suyun içinde. “Bana neden böyle davranıyorsun?” Sigara yarısına indiğinde acıyla baktı ona. Para çok kötü şeydi. Dilden sözden çok para insanın efendisi olmaya başlamıştı, Nanna böyle şeylerden pek anlamazdı ama durum kötüye gidiyordu. “Sana yaptığım bir şey de yok. Beni tanıdığın andan beri üstüme geliyorsun. Sanki varlığım sana batıyormuş gibi. Altı üstü arabama bindiğinde seni kovdum diye benden nefret edemezsin ya.” Kafasını kaşıdı, sigaranın soğumuş külü düşüp kızıllıkların içinde kayboldu. “Eder misin yoksa?” Sesi oldukça sakindi. Cevaba göre ne hissedeceğini de bilmiyordu. Altı üstü iki kere görüştüğü bir adamın kendisinden nefret etmesini de neden bu kadar önemsediğini bilmiyordu. Yine de merak ediyordu işte. Sifon sesi duyulduğunda ölüp giden sigarayı söndürdü duvarda sakince.
“Elini yıkamayı unutma.” dedi oturduğu yerden kalkıp ağır adımlarla odaya dönerken.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Say Hello
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: The Streets-
Buraya geçin: