London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Main Direction

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Isaac Dahlin
Müzisyen
 Müzisyen
Isaac Dahlin


Mesaj Sayısı : 20

Main Direction Empty
MesajKonu: Main Direction   Main Direction Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 5:40 pm

Main Direction Dszfg
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Isaac Dahlin
Müzisyen
 Müzisyen
Isaac Dahlin


Mesaj Sayısı : 20

Main Direction Empty
MesajKonu: Geri: Main Direction   Main Direction Icon_minitimePerş. Şub. 16, 2012 5:26 pm

Yastığının altında titreyen telefonun sesine uyandığında gün daha yeni doğuyordu. Belki ellinci mesajdı bu gelen, hiç birine bakmaya içi elvermemişti, saygıdan. Ama içindeki merak içini kemiriyordu. Telefonu kapatabilirdi, evet ama öyle olursa da arayanlar kapalı olduğu için ulaşamadıklarında daha çok panik olurdu belki. Bilmiyordu, beyni parmaklarının arasında duran küçücük telefon yüzünden bloke olmuştu. Isaac Dahlin, elinde Ema'nın telefonu, bir güne daha kızı düşünerek uyanmış, son üç günü böyle geçtiği için artık iyice yapacak şeyinin olmadığını fark ediyordu. Haftasonu geçmişti, kızı bulması için bir engel kalmamıştı. Gidip Ema'yı bulacaktı, orası kesindi. Tek sorun stüdyodan ve Vaven'den sıyrılmaktı, onu da atlatabileceğine olan inancı tamdı.
Konser gecesi kızı bıraktıktan sonra arabada telefonun düştüğünü fark etmemişlerdi. İkisi de ön tarafta oturduklarından ve telefon çalmadığından bu makuldü. Ertesi gün arabayı yıkamaya götürürlerken telefonu bulup getirdiklerinde Ema'nın olduğunu anlaması çok zamanını almamıştı. Aynı günün akşamı işten vakit bulamadığından telefonu götürememiş, başkasına teslim etmeye de içi elvermiyorken Vaven eve gelince 'şu yeni kız'ın stüdyoyu aradığını ve asistanlarından biriyle konuşmak zorunda kaldığını, asistan kızın da saygısızlığı yüzünden Ema'nın suratına telefonu kapattığını haber vermişti. Vaven elbette telefon durumunu bilmiyordu ve ilgilendiği şeyler arasında Ema'nın niye aradığı yoktu, o sadece haberi aktarıyordu ama Isaac bir kez daha yersiz hayranlıklardan sıkıldığını fark etmişti. Durumu öğrenen Vaven'in herhangi biriyle yollatma çağrısını reddedişi altında da bu vardı, Ema'yı sinir bozucu bir durumda bırakmak istemiyordu. Ya da oradan buradan hayranlıklarla karşısına çıkan asistanlardan birinin kızın evini öğrenmesine ve günlerce rahatsız etmesine neden olmak da istemiyordu. Bakarız diyerek geçiştirdiğinde Vaven'in önerisini, çoktan kararını vermişti. Kendi götürecekti.
"Yeter. Ben çıkıyorum." Kulaklığı itip boynuna düşürdükten sonra elindeki gitarı yanındaki arkadaşına verdi. "Ne saçmalıyorsun yine Isaac?" İçeri hışımla giren Vaven kendisinden korkmayacak tek insanı azarlarken kararını çoktan vermiş, cebindeki telefonun ağırlığını hissedebiliyor, telefon kendisini hatırlatırcasına yeniden çalmaya başlamışken Vaven'i kırmak istemediğini farketti. Ema'ya gidiyorum derse sorun çıkacağı kesindi. O yüzden masum bir yalan söyleyerek kaçmaya karar verdi. "Boğazım ağrıyor Vaven. Biraz daha söylersem o kayıtları bir yerlerimize sokmamız gerekecek, başka işe yaramayacaklar. Belki araba alarmı olarak-" Vaven gözlerini devirip sus dercesine elini kaldırmıştı."Git." Yüzünde iyi bildiği 'inanmıyorum ama bunun hesabını akşama vereceksin' ifadesi vardı. Arkadaşı ellerini çırpıp 'Tamam bugünlük bu kadar dağılıyoruz' derken olabildiği kadar hızlı stüdyodan dışarı attı kendini.
"Onu yine göreceksin." demişti Vaven, Ema arabadan indikten sonra, rahatça. "Umarım." diyebilmişti sadece Vaven'in didikleyeceği bir boşluk bırakmamak için. Ama bunu istediğini de gizleyemezdi. "İstiyorsan bizimle çalışabilir." İstediği bu değildi, o sadece, biraz tanıyabilmek istiyordu işte. Hele şu şöhret olaylarından sonra tanıştığı insanlardan hiçbiriyle gerçekten çok yakın arkadaş olamadığını düşünürse, Ema zor anda gelen ilaç gibi bir şeydi. İlgi çekici bir ilaç... "Okuyor olmalı, ayrıca onu bir sürü kargaşanın içine atmamızın doğru olacağını sanmıyorum." "Ema için korkuyor musun?" "Diğer kızlar için korkuyorum." Doğruya doğruydu, Ema sakinken böyle dikenlere sahipse onu kızdırdıklarında neler yapabileceğini kestiremiyordu. Onu ona bulaşacak asistanların arasına atacak değildi. Aynı şekilde bir sürü gergin ve iğnelemeye hazır kızı da Ema'nın üstüne salmayacaktı. Baş edebilirdi belki, ama Vaven'in ateşi hepsini kavururken Ema bile kendini koruyamayabilirdi. Bu düşünceli bir hareketti belki, belki de değildi, ama kesin olan şuydu ki kız konser gününden beri aklını kurcalamıştı. Ema bir sürü soru işaretiyle arabadan ayrılmışken Isaac sorularının cevabını bulmak istediğine karar vermişti. Tek sorun, bunu nasıl yapacağıydı, onu da çözebilme ihtimaline güveniyordu. Kız ilk izleniminin aksine oldukça mütevazi, ki bu kibarca söylenişiydi, bir yerde yaşıyordu. Görünce düşündüğünün aksine orada gerçekten para için bulunduğu da doğru olmalıydı. Yine de pek çok zengin kızından daha soylu daha yerinde davranışlara sahipken bir yandan da eleştirileri ya da doğallığıyla daha çok dikkat çekebiliyor, ve bunu dikkat çekme amacı gütmeden yapıyordu. Bütün bunlar da Isaac için yeterince ilgi çekiciyken kızı bir kere daha görme şansını tepecek değildi.
Akşam olmasına birkaç saat vardı ve bu zamanlamanın doğru olup olmadığı hakkında bir görüş belirtemiyordu Isaac. Ema dışarıda olabilirdi, arkadaşlarıyla olabilirdi, hatta 'yeter artık telefonumu verin' diyebilmek için müzik şirketine baskın yapmış bile olabilirdi, muhtemeldi. Kullandığı araç ilk gece geldiği kadar mütevazi değilken ve insanların dikkatini çekiyorken arabadan indi ve birileri kendisini tanıyamadan apartmana girmeyi diledi. Doğru kata çıktığını umuyordu, kapı zillerinde tek bir E. başlangıcı vardı ve onda da E. Marlot yazıyordu. Kızın soyadının Marlot olması ihtimaline sığındı ve ailesiyle yaşamıyor olmasını umdu. Çok fazla dilek ve umut vardı o an için, eğer aptallık edip Vaven'den kızın tam adını alsaydı bu saçmalıkları yaşamıyor olurdu. Vaven herkesin neredeyse beş sayfalık bilgilerini içeren dosyalar alırdı Jane'den, her seferinde. Bir sonraki asistan ihtiyaçları için de şunu istemiyoruz diyebilme hakkını elinde tutmuş oluyordu böylece. Apartman önünde dikilmek istemediğinden zil hesabıyla çıktığı katta doğru olduğunu sandığı kapıyı vurarken kapının arkasına kadar gelen ayak sesleri ve kapının açılışı arasında yaşadığı gerilim seviye atlamış, ve bütün o gerginlik Ema'nın şaşkın yüzünü görünce ortadan kaybolmuştu. "Selam Emaburrs." Bunun bir lakap haline gelişi kızı ne kadar rahatsız ediyor bilmediğinden kullanmakta sakınca görmemiş, Ema'nın patavatsızlık düzeyindeki rahatlığına güvenerek istemese söyleyeceğini düşünerek kullanmaya devam etmişti. Üstelik Ema'yı ilk tanıdığı andı neredeyse ve kendisine oldukça güzel şeyler çağrıştırıyordu. "Sen ne- Ne arıyorsun burada?" Elini cebinden çıkarıp parmakları arasında duran telefonu salladı. "Arkanı topluyorum. İçeri çağırmak yok mu?" Kızın yorgun ve dağınık haline zıt oldukça dinç duruyorken karşısında dikkatini başka bir şey çekti. "O gelen... Benim sesim mi o?" İçeriden hafifçe kendisine ulaşan kısık müziği kast ediyordu ve eğer televizyondan geliyorduysa, müthiş bir rastlantıydı.

*şu ev-ema görünüşü şeyini konuşmadığımızdan biraz tuhaf oldu rp, kısa da kaldı ama daha fazla yazmasam olmazdı, sonu da biraz alakasız oldu ama düşününce eğlendim eha.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Emanuela Marlot
London Central IV. Sınıf
London Central IV. Sınıf
Emanuela Marlot


Mesaj Sayısı : 113
Nerden : London

Main Direction Empty
MesajKonu: Geri: Main Direction   Main Direction Icon_minitimePerş. Şub. 16, 2012 8:07 pm

İşten erken gelmiş, duşunu almış yatağında saçını kurutuyordu. Aklı son üç gündür olduğu gibi cep telefonundaydı. Telefonu Isaac'in arabasında unuttuğunu anlaması biraz zaman almıştı; çünkü en son onunla ne yaptığını bir türlü hatırlayamamıştı. Sonra durakta otobüs beklerken saate baktığı geldi aklına ve o zaman emin oldu telefonu arabada düşürdüğünden. Kendi telefonunu defalarca aramış, mesajlar atmıştı. Isaac'e ulaşmayı denemişti; ama bunu denerken bile son derece aptalca olduğunun farkındaydı. Sonuçta adam ulaşılabilir olsa onca kız sokaklarda kendini parçalamazdı değil mi? Ama o asistan kız telefonu suratına kapatmadan önce ona ağzının payını bildirdiğine çok mutluydu. Sonraki gün ise işte tam gün çalışması gerekmişti. Araştırmaları sonucunda öğrendiğine göre Isaac'in kayıt yaptığı stüdyo şehrin öbür tarafındaydı. Oraya gitmek için harcayacak ne parası ne de zamanı vardı. Hem zaten onu yalnızca Will ve Will arardı. Onlar da birkaç gün ulaşamayınca meraktan çatlayacak adamlar değillerdi. Çok merak ederlerse zaten kapısına dayanabilirlerdi. Yeni bir telefon almayı bile düşünmüştü. Çünkü gerçekten o stüdyoya gidip de Isaac'e ya da ona telefonunu verecek birine ulaşabileceğini sanmıyordu. Zira telefonunu düşürdüğünün anlaşılmadığına emindi. Anlaşılsa çoktan Isaac birisi aracılığıyla yollamıştı. Adam nerede oturduğunu biliyordu değil mi? Kapıda da -tüm faturalar onun adına geldiği için- kendi adı yazılıydı zaten. Hem annesinin burada oturduğunu borçlu olduğu uyuşturucu satıcılarının gözüne de sokmamış oluyorlardı. Oraya kadar gidip, bir de Isaac'i görmeye çalışan manyak bir hayran olmakla suçlanır ve eli boş dönerse çok sinirlenecekti. Öyle ki biri polisleri çağırabilir ve sonuç olarak Isaac'in kendisinden haberi olabilir ve cep telefonu nezarethaneye getirilebilirdi. İşte bu senaryoyu tercih etmediğinden üç gündür telefonsuzdu. Yine de durup durup bunu düşünüyordu. Aslında tam olarak düşündüğü şey telefonu değildi. Telefonunu arabasında unuttuğu o zat-ı muhteremdi. Hala nemli olan saçlarını güzelce tarayıp tepesinde topladıktan sonra yatağının altından üzerinde bir kilit olan genişçe kutuyu çıkardı. Annesi 10 yaşındayken yeni bilgisayarını kendini zehirlemek için sattığından beri para eden -ya da etmeyen- tüm elektronik ve değerli eşyalarını bu kutuda tutuyordu. Boynundaki zincirin ucunda asılı duran anahtarla kutuyu açtı ve içinden dizüstü bilgisayarını aldı. Bu babasının annesinin çaldığı yerine aldığı bilgisayardı. Ema'nın temiz kullanımı sonucu mudur yoksa bilgisayar gerçekten sağlam olduğundan mı bilinmez sekiz yıldır aynı bilgisayarı kullanıyordu. Tabii ki onu fırlatıp pencereden aşağı atmak istediği çok an olmuştu; ama kendini tutmayı başarmıştı. Bilgisayarın açılmasının on ila on beş dakika arasında süreceğini bildiğinden kendine gazoz almak için mutfağa gitti. Eve geldiğinde duşa girmeden önce annesini yatırıp pisliğini temizleyecek vakti bulduğundan her şey yerli yerinde görünüyordu. Yine de bir oda spreyi alması iyi olabilirdi. Gerçi bir keresinde William kusmuk-kızarmış patates-cips kokusunun evlerinin sembolü olduğunu söylemişti. Hatta ne zaman bir Meksika barının tuvaletine girse kendini Emalarda hissettiğinden bahsedip kafasına bir şaplak yemişti. Ema buzdolabını açtığında tek bulduğu boş gazoz şişesi oldu. O kadar alkolün arasında kadının nasıl olup da gazoz içmeye vakit bulabildiğini hala anlayabilmiş değildi. Annesi satar diye hiçbir zaman su ısıtıcı almadığından bir çaydanlığa su koyup kaynamak üzere ocağa bıraktı. Çay da gazozun yerini tutardı. Herhalde. Odasına döndüğünde bilgisayar açılmıştı. İnternete bağlanmak için küçük bilgisayar sembolüne tıklatıp yan komşunun geçen yıl çaldığı kablosuz bağlantı anahtarını girdi. Tabii ki bilgisayar korsanlığından anlamazdı. Will ve Will'in ortak bir arkadaşları sayesinde çalmışlardı şifreyi. İnternet tarayıcısı açıldığında son üç gündür yaptığının aynısını yaptı ve Youtube yavaş yavaş yüklendikten sonra arama barına 'Isaac Dahlin' yazdı. Üç gün içinde Isaac'in tüm şarkılarını dinlemiş, hatta bazılarını ezberlemişti. Her gece yatağa yattığında bunun için vicdan azabı duyuyordu. Karısını bir daha aldatmayacağına söz verip yine de her akşam metresine giden bir adam gibiydi. Video yüklenirken eBay'e girip imzalı Isaac Dahlin CD'lerinin açık arttırması ne durumda diye kontrol etti. Isaac haklıydı. Bu işten gerçekten çok para kazanacaktı. Sırf bunun için bile onca belaya değmişti. Ah, kimi kandırıyordu ki? Hiç de değmemişti işte. O günün yaşandığına, takvimde var olduğuna, o sabah uyandığına o kadar pişmandı ki. Kafasının içi Tokyo Balık Pazarı gibiydi. Isaac hakkında düşünmemek için o kadar çok uğraşıyordu ki beyninin içinde küçük bir savaş vardı. Ne düşündüğü üzerine kontrolünü tamamen kaybettiğinde -yani uyuduğunda- Isaac'in çeşitli şekillerde yer aldığı acayip rüyalar görüyordu. Belki son üç günde yirmi defa dinlediği Isaac şarkısının hala yüklenmemiş olduğunu görünce Google'ı açtı ve 'i' harfine bastı. Arama barının hemen altında o daha ikinci harfi basmadan Isaac Dahlin yazısı belirmişti. Ema son üç günde onu dokuz kere aratmış olmasının bu kadar yüzüne çarpılmasının haksızlık olduğunu düşündü ve belki yüzüncü defa Google'a bu özelliği ekleyenlere sövdü. Yine de imlecini yazının üstüne getirip enter'a basmaktan alıkoyamadı kendini. Karşısına çıkan neredeyse tüm bağlantılar daha önce tıklanıldığı için mor renkteydi. Sıkkın sıkkın içini çekip sekmeyi kapattı. Belli ki Isaac hakkında okuyabileceği daha fazla hiçbir şey yoktu. Neyse ki müzik videosu yüklenmişti. Şarkıyı başlattıktan sonra odasının küçüklüğü sayesinde yerinden kalkma ihtiyacı duymadan masasının üzerinden matematik kitabını aldı. İşte yaz tatilinin özeti buydu. Sabah iş, akşam ders. Bu, dünyaya verdiği son şanstı. Bu kadar çabaya rağmen üniversiteye giremezse yukarıda birilerinin ondan nefret ettiğine emin olacaktı. Daha kitabın kapağını bile açmamıştı ki kapının çaldığını duydu. Annesini kimse ziyaret etmezdi, onun için gelenler ise önce ara- Evet, gelmeden önce arayamazlardı. O halde gelen Williamlardan biriydi. Ona bugün dışarı çıkamayacağını çalışması gerektiğini kanıtlamak için kitabını elinden bırakmadan kapıya yürüdü. Ama açtığında karşılaştığı kişi aklına gelecek son kişiydi. "Selam Emaburrs" Ema şu lakap konusunda bir şeyler yapmaları gerektiğini düşündü; ama önce çözmeleri gereken daha büyük bir sorun vardı. Isaac Dahlin'in evinde ne işi vardı? Bizzat kendisinin yani? "Sen ne- Ne arıyorsun burada?" Isaac telefonunu parmaklarının arasında salladıktan sonra Ema'nın onu ilk gördüğü an düşünmüş olması gereken şeyi söyledi. "Arkanı topluyorum. İçeri çağırmak yok mu?" Aslında gerçekten içeri çağırmamayı tercih ederdi. Ema'nın evinin Isaac'in bulunup bulunabileceği en kötü yer olması bir kenara bırakılacak olursa, onu oturtabileceği bir yer bile yoktu. Çünkü ev mutfak ve iki odadan ibaretti. Biri annesine, diğeri de Ema'ya aitti. Ama Isaac zaten bir davet beklemiyormuş, sorduğu soru sözdeymiş gibi içeri girmişti bile. "O gelen... Benim sesim mi o?" İşte bunu hiç hesaba katmamıştı. Yani bu durumla ilgili kendine bile hesap veremiyordu; ama Isaac'e bunu açıklamak zorunda olmak bambaşka bir durumdu. Bu gibi durumlarda hep yapacağı şeyi yaptı: İnkar etti. "Ne? Hayır!" Durduğu yerden dört uzun adım daha sağa kayarsa odasına girer ve yatağına ulaşırdı. O da böyle yaptı. Hızla Isaac'ten uzaklaşıp bilgisayarının kapağını kapattı. "Başka bir şey dinliyordum. Sürekli kendini dinlemekten kafan karışmış senin." dedi; ama Isaac'in ifadesinden anlaşılan ne duyduğuna çok emindi. "Peki kimi dinliyordun?" İşte bu soru beklenmedikti. Ema yalanlar konusunda muhteşemdi. Doğuştan bir yalancıydı. Her durumdan sıyrılabilirdi. Ama şu adamın karşısındayken -fazla kabarık saçlarından mıdır bilinmez- yalan söyleyemiyordu. "Ben- şey işte. Bilirsin..." "Lise matematik kitabı mı o elindeki?" dedi Isaac bir anda ilgisi tamamen başka tarafa çevrilmiş olarak. "Evet." diye cevap verdi Ema. Ne de olsa ilgisinin dağılmış olmasından şikayet edemezdi. "Sen... liseye mi gidiyorsun? Kaç yaşındasın sen?" Isaac bu soruyu neredeyse endişelenmiş gibi sormuştu. Ki içinde bulundukları durum göz önüne alınınca son derece saçmaydı. "Merak etme, bir sene fazla okudum. 18 yaşındayım yani. Reşitim. Yeey!" dedi alaycı alaycı. Ema Isaac'in fark ettiğinden emin değildi; ama bu diyalogda yanlış bir şeyler vardı. Isaac'in endişeyle yaşını sorması, onun merak etmemesini söylemesi. "Yani Jane yaşı küçükleri çalıştırmıyor." diye ekledi bir şekilde bu diyaloğu daha az garip yapabilirmiş gibi. "Neyse telefon için teşekkürler, bir şey ikram ede-" Isaac sözünü kesti. "Yanık kokusu alıyor musun?" "Çaydanlık!" diye bağırdı Ema mutfağa doğru koşarken ve görüntü beklediğinden daha korkunçtu. Tahta saplı bir çaydanlık üretmek hangi geri zekalının işiydi bilmiyordu Ema; ama bu yüzden o kadar ucuz olmaydı şimdi ocağın üstünde ateş almış olan şey. Bu çaydanlığı ilk yakışı değildi. Aslında beş kezden fazla bile olmuş olabilirdi. Herhalde bu yüzden olacak bu diğerlerinden çok daha korkunç görünüyordu çünkü çaydanlığın sapı da alev almış ve Ema'nın suyu koyarken almayı unuttuğu ocağın üstünde asılı duran havluyu tutuşturmuştu. Ema bir tencereye su doldurmak için hızla dolapları açıp kapatırken Isaac de mutfağa girmişti. Suyu açıp tencereyi altına koydu; ama su çok zayıf akıyordu ve dolaplar da çelikten değildi. Isaac de aynısını düşünmüş olacak ki ceketini çıkarıp hızla ocağın üstüne attı. Ema da dolmuş olan azıcık suyu ceketin üstüne fırlattı. Başarılı bir ekip çalışmasıydı. Ama Isaac'in yüzünde acıklı bir ifade vardı. "O ceket dört yüz sterlindi." Ema dönüp cekete ikinci bir kere daha baktı. Bir cekete o paranın yarısını bile ödemezdi. "Teselli için sana çay yapardım ama..." dedi parmaklarını ocağa doğru sallayıp. "Çaydanlık yandı."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Isaac Dahlin
Müzisyen
 Müzisyen
Isaac Dahlin


Mesaj Sayısı : 20

Main Direction Empty
MesajKonu: Geri: Main Direction   Main Direction Icon_minitimePtsi Şub. 27, 2012 4:52 pm

Ema'ya gitmek fikri başta çok mantıklı gelmişti gözüne. Yani normal insanlar bunu yapardı. Her ne kadar son yıllar kendisinde böyle bir lüks bırakmamış olsa da, biriyle arkadaş olmak istediğinizde onunla görüşürdünüz. Belki dan diye evine girmez, zorla kendinizi davet ettirmezdiniz ama görüşürdünüz. Ve Isaac bunu istiyordu. Ema'yı görebilmeyi yani. Onunla normal olabilmeyi. Etrafındaki sürü ve elbette Vaven varken ne kadar kolay olabileceğini bilmese de, normal olduğunu düşünmeyi, normal davranan biriyle vakit geçirmeyi, normal ilişkiler kurabilmeyi ve biriyle arkadaş olabilmek için çabalamayı istiyordu. Peşinden gelen, onu tanımak için bir sürü şey feda etmeye hazır insanları boş verip bir cep telefonu için bilmediği kapılara geliş nedeni de buydu.
Ama o an bundan pek emin olamıyordu. Genel olarak bütünlüğünden emin olamıyordu yani. Oraya gelmesinin iyi bir fikir olup olmadığından, Ema'yla arkadaş olup olamayacağından. Bütün bunları sorgulama nedeni bir kitaptı. Kızın elinde duran kitap... Matematik kitabı... Üstelik üniversite falan da değil, düpedüz 'lise' matematik kitabı. Bütün ilgisi dağılıp kızı bununla ilgili sorgulaması ne kadar anlayışla karşılanabilirdi bilmiyordu ama umrunda değildi pek. Bütün hayalleri kitap tarafından parçalanmıştı. Ema'yla arkadaş olacaklardı. Canı sıkıldığında, boş vakitlerinde, kızın boş vakitlerinde zaman geçireceklerdi. Onu tanıyacaktı. Nefretini parçalayıp iyi anlaşmalarını sağlayacaktı. Yıllar sonra Vaven dışında sırf kendisi olduğu için yanında biri olacaktı. "Lise matematik kitabı mı o?" dedi açıkça gördüğü şeyi onaylatmaya çalışarak. Bunun gerçek olması halinde bütün magazin tantanasından değil de Vaven'den alacağı tepkiyi düşünüyordu daha çok. 'Liseli bir kızla görüntülenen müzisyen' olursa eğer, arkadaşı tarafından emeklerimi nasıl harcıyorsun bağırışları eşliğinde bütün saçları ateşe verilirdi, büyük ihtimaldi. Ema'ya da Isaac'i görmemesi için uyarılar yapardı, Vaven'di o. Yanlışları da doğruları da kesindi. Tekleyerek sordu. "Sen- liseye mi gidiyorsun? Kaç yaşındasın sen?" Tamam, kıza başından beri ufaklık diyordu, bunun farkındaydı. Ama tamamen 'boyut' farkıydı kast ettiği. Ema kendisinden kısaydı, ve sevimli. Ufak tefek yani. Aptal değildi, kendisinden küçük olduğunun da farkındaydı. Ama 'lise' farklı bir şeydi. Yani Ema o kadar küçük durmuyordu bir kere. Kendisi liseye gittiğinde, gittiği zamanlar, yani seneler öncesinde, liseye giden kızlar liseye gidiyor gibi görünüyordu. Öyle hatırlıyordu, yanılmadığına da emindi. Ama Ema. Tamam, onu sevmişti belki ama yaş farkının bir boyutu olmalıydı. Kendisinin can güvenliği ve kızın psikolojik sağlığı için. Birlikte görülselerdi... Yazılacakları da, söylenecekleri de, Vaven'in kıza yapacağı baskıyı da düşünemiyordu.
Düşüncelerini Ema'nın alaylı açıklaması bölünce şikayet etmedi. Durumları kötünün iyisiydi. Ama neredeyse on yaş vardı aralarında. Neredeyse. On. Korkunçtu. Yaşlanmış gibi hissediyordu kendini. Oysa yaşından şikayeti yoktu, 27 çok acayip gelirdi gözüne çocukken. Büyük şeylerin gerçekleşeceği bir yaş gibi. Gerçi bir anlamda büyük şeyler gerçekleşmişti. Ema gibi biriyle tanışmıştı, kız halinden yaşlarca büyük gösteriyordu ve Isaac 'YAŞLI' hissediyordu. Ema'nın konuyu yanlış anlaması garip tavrını mazur gösterince konuyu değiştirmesi gerektiğini fark etmişti ki, yeni bir yersiz çabasına ihtiyaç kalmadığını fark etti. "Yanık kokusu alıyor musun?" Rahatsız edici bir kokuydu. Ema'nın telaşıyla kendisi de paniğe kapılarak kızın peşinden koştu. Ve Ema'yla yaşına odaklanmaktan fark edemediği bir şeyi fark etti: evi. Küçük mutfağın neredeyse her köşesi alev almaya hazır, küçük ve korkunç görünen çaydanlığın kendilerine dokunmasını bekliyorlardı. Panikle aklına gelen ilk şeyi yaparak ceketini ocağın üstüne fırlattı. Ateşin cılız çabaları Isaac'in kalın ceketinin hışmına uğrayınca çaydanlık cesedinin üstü örtülmüş oldu. Ema da ölüye saygısızlık ederek daha gömülmeyen cesedin üstüne su atınca- ne saçmalıyordu? Sanki düşünceleri duyulabilirmiş gibi onlardan sıyrıldı ve biraz da Ema'yla uğraşmak adına yüzünü buruşturdu. "O ceket dört yüz sterlindi." Evet, öyleydi. Ve hediyeydi. Yani buradan çıkınca eve dönmeden yerine yenisini koyması gerekecekti. Ancak önemsemiyordu, gerçekten umurunda değildi. Ev ve Ema'yla birlikte alev almak, ya da kıza altına giremeyeceği bir maddi zarar yüklemekten iyiydi. Ema ceketi inceledikten sonra sevimli diye adlandırabileceği bir ifadeyle teselli ödülünün olmayacağını söyledi. "Yazık." diye mırıldandı sinir bozucu olmaya devam etmek için. Ema'nın alaylı hallerini seviyordu çünkü. "Ben ceketimi kurban edeyim, telefonunu getireyim- o neydi?" Bir ses duyduğuna emindi. Hatta bu sesin evin içinden geldiğine de emindi. Bu evde aksiyon bitmiyor muydu cidden? Yani bunu gerçekten sormak istiyordu. Ama o soramadan Ema onu mutfaktan sürükleyip küçük bir odaya iteledi. "Önemli bir şey değildir. Sen bekle ben yine de bir bakayım." Oldukça hızlı hareket ediyordu kız, bir şey söylemeye bile vakti olmamıştı. O da kızı beklerken etrafa bakındı. Küçük, ama kendi içinde düzeni olan bir odaydı. Ema'nın hayatının bilmediği yönleriydi. Yatağın üstüne oturup masa üzerinde duran defterlerden birini aldı. Edebiyat defteri. Kızın notlarını bir araya getiren defteri ve düzenli yazıyı inceledi. Elindeki deftere kıyasla kendi yazısı oldukça- "Geldim, önemli bir şey değilmiş söyl- neye bakıyorsun sen?" Ema'nın ani tepkisiyle hafifçe irkilince önce defteri çevirip Ema'ya özel bir şeyi karıştırmadığını göstermek istedi sonra da yanındaki masaya koydu, aldığı yere. "Edebiyat notları. Kurcalamak istememiştim. Afedersin." Kız küçük bir baş hareketiyle onaylayınca rahatladı. Ema'yı alaylı görmeyi seviyordu evet, ama onu kızgın görmek istediğinden emin değildi. Kız odayı gözden geçirince onun oturacak bir yer aradığını düşünüp kenara kaydı, bir sandık ve bilgisayarın durduğu kısma değil de yatağın diğer ucuna. "Aslında,"[color=darkblue] dedi başından beri yapmış olması gereken açıklamaya gecikmeli bir başlangıçla, ama elinde değildi, Ema'nın hayatı da kendisi kadar ilginçti, şaşırtıcı belki de. "telefonunu daha önce getirecektim ama fırsat olmadı. Başkasıyla göndermek istemedim çünkü ve- niye öyle bakıyorsun Ema?" Kız hala dikilmiş duruyordu, oturmuyor ya da konuşmuyordu. Onun bakışlarını görünce ayağa kalkıp şüpheyle sordu. "Yatağa oturmamamız mı gerekiyordu?" Olabilirdi. Bu evde Ema vardı, burası Ema'nın odasıydı. Ne söylense, ne olsa daha fazla garipsemeyecekti.

DENİZ ÇOK ÇOK ÖZÜR DİLERİM. Çok beklettim seni, beklediğine de değmedi resmen. Ay '^'
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Main Direction
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: The Streets-
Buraya geçin: