London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için tarihinden beri uyumuyor.
tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Crush

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Charlotte Morris
The Guardian | Editör
The Guardian | Editör
Charlotte Morris


Mesaj Sayısı : 39

Crush Empty
MesajKonu: Crush   Crush Icon_minitimeSalı Şub. 28, 2012 7:03 pm

Crush Charlize-charlize-theron-4711946-100-100Crush Charlize-charlize-theron-4711940-100-100

The Guardian Binası
16 Ağustos
One Shot
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Charlotte Morris
The Guardian | Editör
The Guardian | Editör
Charlotte Morris


Mesaj Sayısı : 39

Crush Empty
MesajKonu: Geri: Crush   Crush Icon_minitimeSalı Şub. 28, 2012 7:06 pm

Otuzların sonlarındaydı, sıradan insanlar için yarı ömür diye addedilen zaman zarfına tekabül ederdi ki, bir göz kırpması eşliğinde akıp gitmişti hayat. Korkudan azade çocukluğunu ve başında serin kavak yelleri esen gençliğini erozyona kurban verilmişti. Çocuğun masumiyeti, genç kızın dünyayı değiştirme inancı litosferde bir noktada, zaman adı verilen emsalsiz kervanda satılmıştı haince. Ve katledilmişti tüm doğru bildikleri yine kendisi tarafından. Tüm bunlara rağmen, tıpkı türünün diğer üyeleri gibi küllerinden doğmuştu sarışın Anka. Yakıcı alev -hırs- atomlarına kadar bünyesini ele geçirmiş ve kazanmanın verdiği acının taşları ile döşenmiş dikenli yolu seçmişti; ama bu işin bir de kestirmesi vardı tabiki. Akıllı kadındı şu Charlotte, herkes bunu bilirdi. Liderlik vasfı derler ya, Tanrı'nın bir lütfu olan, işte sahipti buna tüm kanı ve canıyla.

Bünyesini tazeleyen ve düşüncelerini belirli bir düzene oturtan oksijeni çekti koyu pastele boyanmış dudaklarının arasından. Bu öyle bir iç çekişti ki Tanrı'nın varlığını cümle aleme duyuran ilahi bir ilhama boğulmuştu. Mavinin duru tonuna sahip gözleri gökyüzünün alelade bir noktasında dururken, herkes bilirdi ki ona rengini gök vermemişti. Aksine, göğe mavilik katan bu kadının ta kendisiydi, başkası değil. Dünyayı istediği renge boyayacak kudrete sahipti. Bu ne büyük bir ironidir ki aynı zamanda da ne büyük bir trajedinin de ev sahibesidir. Derler ya, insan kendisini herkesten ve her şeyden üstün gördüğü zaman çürümeye, yani yenilgiye, bir adım daha yaklaşmış olur. Yine de kabullenmek gerek; dürüstlüğün terk edildiği şu noktada, dünyanın dibe vurduğu ahir zamanda yapılacak en doğru şeyin bu olduğunu. İsimsiz ölmek midir sanki iyi olan? Elbette! Elbette mevcuttur bu zirvenin de dibi. Ulaşmak maksadıyla sayısız merdivenleri aştığın, tırnaklarını kayalara sapladığın ve etinin canından koptuğu o doruğun da ötesi uçurumdur. Çıkışı zor, inişi kolay. Bir adım, sadece tek bir adım... Ve başardığın her şeyin ellerinden ve ruhundan kayıp gitmesi en olası şeydir. Yine de orada, en tepeden dünyayı izlerken aldığı haz, damarlarının duvarlarına ölümcül basınç uygulayan kanının kaynaması, patlayacak gibi hissetmesi ve bu hislerle parmaklarının ucunda tüten dumanla her şey çok daha güzeldi. Tek bir an ve dünya sana kollarını açmış, tarih yapraklarında adın alev almışken, artık isimsiz ölen birisi değilsindir. İnsanlığın idolüsündür, takdiri toplayan kişisindir... Her ne kadar onurunu satmış olsan da, bunlar asla sıradan insanların gün ışığına çıkarmaya cüret dahi edemeyeceği gizli dosyaların başını çekmektedir. Huzur. İşte yıllar sonra gelen bu duygu, başkalarının mutsuzluğuyla geldiği an Yang'ın zaferi kainata ilan edilmiş olur.

İşte bataklıktaki insanların kraliçesi, The Guardian'a ait gökdelenin kırk ikinci katında devasa camların ardından bakıyordu can çekişen insanlara. Tutunacak bir dal arayan o zavallılara. Charlotte onları aşağılamıyordu. Üzülüyordu, acıyordu. Zavallı karıncalar gibi yaşamaya mahkum, bir şeyleri değiştirebileceğine inanan insan sürürsü. Gazetenin editörü bu kadının bir zamanlar ilerlediği yoldan dönemeyenler, kendileri için bir şey yapmaktan vazgeçmenin ne kadar yanlış olduğunu anlayamayanlar. Eğer önce ben demezse kimse, insanlık nasıl var olurdu? Büyük cadde boyunca yeni bir doğuş arayıp devrim isteyen, geçen seneki ekonomik krizin etkilerini üzerinden atamamış ve tüm suçu şuanki hükümete hibe eden protestocular, kamu malına ve özel mülke hunharca saldırıyorlardı. Şehir merkezini ele geçiren bu insanlar, adeta kontrolden çıkmış vahşi hayvanlar gibiydiler. Bulunduğu mesafeden yüzlerini göremediği insanların psikolojisini yükselen öfkeden çıkarabilirdi rahatlıkla. Neler hissettikleri ya düşündüklerini anlayabilirdi. Onlar, bağırıyorlardı, isyan ediyorlardı ve yeni bir politikacıya ihtiyaçlarını olduğunu anlatmaya çabalıyorlardı. Kan emici bu hükümetten bıkıp usanmışlardı artık. Etrafa tükürüklerini saçmaları, yaralı hayvan gibi çığlık atmaları, kan dökmeleri ve kanamaları bundandı. İlkel benliğe dönüş.

Protestocuların böylesine yoldan çıkmasına sebebiyet veren provakatörler, sözde inandıkları şeyler uğruna polis kuvvetlerinin kara silüetlerini taşladılar. Öğrenciler, İngiltere'nin geleceği, en önde çarpışıyordu ve biber gazı yiyip tazikli suya maruz kalıyordu. Sanki ortada bir savaş varmış gibi, sanki orta çağ filmlerinden birisinin ortasındalarmış gibi.

"Bayan Morris. Dışarısı siktiğimin cehennemi gibi." Muhtemelen kapıyı çalmadan kendisini içeriye atmış olan Ian Wilmot, cehennem hakkında ipsiz sapsız önermelerde bulunurken kısa bir an sonra kimin odasında olduğunun ve kiminle konuştuğunun ayrımına varıp nezaket kurallarına hızlı bir U dönüşü gerçekleştirdi. "Yani- ne boksa. Siktir- Yani. Tamam. Neyse. Postalar." Dedi adam hala doğru düzgün bir nefesi akciğerlerine kavuşturamamışken. Charlotte vücudunu oldukça sıkı bir biçimde saran siyah döpiyesi ile karşısında dikiliyorken Ian biraz daha toparlanma evresine geçiş yaptı. Gömleğini düzeltti, garip bir şekil almış koyu kahverengi saçlarını hal yoluna sokma gayretinde bulunurken o günün gazetelerinden, aylık dergilerden ve türlü sarı zarflardan oluşan posta yığınını düzgünce masanın kenarına bıraktı. Sarışın kadın aşağıdaki olaylara ilgisini kaybetmiş, geniş ve şık ofisinin içerisinde eğreti duran bu genç muhabirin devirdiği çamları toparlama gayretini sakince izledi. "Kısa kes Wilmot. Önemli bir şeyler var mı?" dedi boyunu olduğundan çok daha uzun gösteren, zarif topuklar tıklayarak geniş arkalı deri koltuğa yöneldi. İlgili oturağa yerleşip şöyle bir gözden geçirdi postalarını. Masanın üstünde soğumaya terk edilmiş acı kahvesinden tatsız bir yudum alırken altın işlemeli küçük okuma gözlükleri her şeyden evvel yerini almıştı. Canlanmış olan Ian Wilmot, eski spor ayakkabıları üzerinde yarım tur dönüp paspal bedenini ofisin diğer ofislere açılan yanına fırlattı. Charlotte şu enerjik oğlanı severdi, ancak buna ilişkin herhangi bir tavır takınmamıştı şimdiye dek. Derin bir nefes alırken genç adam hızla televizyonları açıp özet geçmeye başladı. "Şu an üç programda sizi taşladılar Bayan Morris. Sabahtan beri yaptıkları tek şey bu, sizin sözde Archibald Cole lehine yazıp durduğunuzu falan söylüyorlar. Özellikle de Guardian satın alındıktan sonra, sizin Cole denen züppe tarafından getirildiğinizi zırvalıyorlar. Özellikle Gerar-" Wilmot heyecanlı heyecanlı anlatırken o züppe denilen adamın söylediklerini yazdığı bir gerçekti; ama zavallı çocuk bunu bile anlayamayacak kadar Charlotte Morris'i idol almış görünüyordu. Gerekli hımlamalar ve kafa sallamaların akabinde National Geographic'in sayfalarını karıştırdı yavaşça. Charlotte bu tip polemiklere girmeyerek varlığını sürdürüyordu nihayetinde. Ian hala bir şeyler anlatıp onların ne kadar şerefsiz olduğunun altını çizerken bir yandan da Archibald Cole'a bile, onun deyimiyle, salladıklarını söylüyordu. Tabii Charlotte'un kontrolünden geçen çok da hafif suçlamalardı bunlar. Küçük eleştiriler yapıp insanların istediklerini de vermeleri gerekiyordu. Bir diğer yandan da hükümetin foyasını çıkarmakla daha çok uğraşıyorlardı.

National'ın sayfaları arasında dalgınca dolaştığı sırada penguenlerle ilgili bir yazının hemen üstünde küçük bir not gördü. Çok yakından tanıdığı bu el yazısı, çok zeki bir adama aitti. Bir zamanlar beraber çalıştığı, genç bir muhabir olduğu dönemlerde günlerce uykusuz kalıp cinayetlerin peşinden koşan bu adamın yanından ayrılmadığı günleri anımsadı ve beraberinde gelen aşkı ve yıkılışlarını. Pratt. Anthony Pratt, Charlotte ile aralarına sızan kara yılan yine bu kadının hırs dolu dünyasıyken yıllar sonra yüzünde küçük bir gülümseme belirmesine sebebiyet verdi, okuduğu adres. "İşim var, önemsiz şeyler bu anlattıkların. Her neyse, dışarı çık ve işini yap sen de. Dandik fotoğraflar istemiyorum." dedi ayağa kalkıp küçük çantasını alırken. Wilmot derhal kısa keserken kapıdan önce patronunun çıkmasına izin verdi. Yıllar sonra, şu küçük kenar mahalle kafesinde buluşmak, o ölen genç kızı diriltmek gibiydi; ama sadece bir kısmını.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Crush
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: The Streets-
Buraya geçin: