London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için tarihinden beri uyumuyor.
tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Ch-Ch-Changes!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Theodor Roven
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
Theodor Roven


Mesaj Sayısı : 30

Ch-Ch-Changes! Empty
MesajKonu: Ch-Ch-Changes!   Ch-Ch-Changes! Icon_minitimeÇarş. Şub. 29, 2012 1:26 pm

Ch-Ch-Changes! IbjLmAfX8fatRG
one shot. bol konuşmalı. olay özetli.
formadan düşmüşüm resmen teiş kısa saçlı olunca çizilmiyomuş hihihih.
say hi to new teiş
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Theodor Roven
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
Theodor Roven


Mesaj Sayısı : 30

Ch-Ch-Changes! Empty
MesajKonu: Geri: Ch-Ch-Changes!   Ch-Ch-Changes! Icon_minitimeÇarş. Şub. 29, 2012 1:27 pm

Çok değil, şundan on dokuz yıl önce doğmuştu Theodor. İsveç'in koyu katolik kasabası Lidköping'te gözlerini açmıştı. Zamanında kiliseyi yakan halk, kötü niyetli rahipleri yok ettiğini düşünen küçük kasaba. O olayın üzerinden yıllar geçmiş, sarışın bir oğlan doğup kasabasını sevmişti. Birçok insanı sevmişti. Sevgi dolu bir anne ve huysuzluklarına rağmen iyi niyetli bir baba tarafından yetiştirilmişti. Asker olmak istiyordu önce, silahların iyi niyetlerle kullanılabileceğini anlatmıştı ailesi. O zamanlar nasıl bir dünyada olduğunu bilmiyordu. Kurtuluş günlerinde gördüğü askerlere gıptayla bakıyordu. Daha sonra babası destekledi, piyano dersi aldı Theodor. Asker olmaktan vazgeçmemişti ama gösterilerdeki bando takımına özenmişti. Çocukluk aklı, insan her şeye özenirdi. En küçük şeyde bile kendisinden bir iz görünce mutlu olurdu. Bir iz de bırakmak isterdi. Dünya'nın bu kadar büyük olduğunu bilmiyordu o zamanlar. Ve sorsalar her şeyin sonsuza kadar aynı kalacağını, annesinin aynı kalacağını ve yarım gitarının parmaklarına hiçbir zaman küçük gelmeyeceğini söylerdi. Değişimin farkında değildi . On küsür yıl geçti. Liderler öne atıldı, kuleler bombalandı, dalgalar şehirleri silip süpürdü ve Theodor büyüdü. Bu sefer değişimin farkına vardı. O, var olan bir şeydi ama Theodor kontrol edebilirdi. Bu düşüncelerin üstünden çok geçmemişti. Yetmiş yaşındaki insanlar muhabbet etmişti ve hepsi gençliğinde şöyle böyle yapsaydım daha farklı olurdu demişlerdi. Belki her şeyi planlamayacaktı Theodor ama kendisini en iyi yola sokmaya çalışacaktı. İyimser mi yoksa kötümser mi bakıyordu bilmiyordu ama bu dünyada yarınını bilen insan da yoktu. İstedikleri için çabalıyorlardı insanlar. Belki bir şeyleri değiştirebilirlerdi ama zamanı, olacakları kontrol edebilirler miydi? Bunun cevabını da bilmiyordu. Hayattan çok şey beklemezdi. Umudunu kaybettiğinden değildi. İnsanlara güvenini kaybettiğinden de değildi. Theodor iyi ya da kötü olup olmadığına karar veremiyordu. İnsanların nasıl davranacaklarını tahmin edecek olan da kendisi değildi. Gördüğü her yüzün hayalleri vardı çünkü, düşünceleri vardı. Hepsi özeldi. Kendisi de özel olanlardan biriydi. İşte kaçırılmaması gereken nokta. Karşındaki de senin gibidir. Bunu her insan düşünür ama uygulamaya geçince iş değişir işte. Övünerek söylüyordu ki Theodor bunu uygulayabiliyordu. En azından elinden geldiğince. Önyargıların havada uçuştuğu bu dünyada, adaletsiz olarak nitelendirilen sonunun gelmeyeceğine inanılan bu dünyada insanlar bir şeyleri fark etmelilerdi. Dünyanın sonuna inanmıyorlardıysa bile, şu filmin başrolü hikayesini kenara bırakmalılardı. Herkesin figüran olduğu hikayesini. Bu kendisini dünyanın merkezine koyan insanlar yüzünden kaynaklanıyordu. Kendisi öyle olmamaya çalışıyordu ama- Tanrı yardımcısı olsundu.

Son beş yıldır Londra sokaklarını karış karış gezmişti, aklından harita çıkaracak kadar iyi bildiğini düşünüyordu. En azından yaşadığı semti. Başı belada olan insanlarla birlikte yaşayınca böyle oluyordu insan. Hava sıcaktı o gün. Ağustos başı gelmiş, güneş daha sevecen olmuş, inatçı bulutlara kafa tutuyordu. Buna rağmen Theodor'un kafası üşüyordu. Kendisini çıplak hissetmesinin nedeni de herkes için oldukça basit olan bir aktiviteyi gerçekleştirmiş olmasıydı. Saçlarını kestirmişti. Evet, insanlar tırnaklarını keserlerdi, saçlarını kestirirlerdi ve benzeri. Ama bu öyle böyle bir kestirme değildi işte. Theodor on dört yaşından beri uzatmaya başladığı saçlarını şu an elindeki poşetin içinde tutuyordu. Beş yılın birikimi. Omuzlarından aşağıya dökülen sarı saçları vardı ama şimdi örgü şeklinde poşetin içindeydi onlar. İnsanlar neden diye soracaklardı alıştıkları görüntü bozulduğu için. İşin aslı Theodor'un cevabı da yoktu. Az önce değişiklikler hakkında düşünen adam kendisi değil miydi? Yaptığı her şeyin bir nedene mi ihtiyacı vardı? Hayır. Üç numaranın ferahlığıyla tanışmıştı sadece. Onca zaman kafasında kayıp giden makinenin kabus gibi anlar yaşatacağını düşünmüştü ama olmamıştı öyle bir şey. Sadece saçlarını kestirmişti. Bitip gitmişti. Theodor Roven, Londra sokaklarında asker tıraşlı bir şekilde dolaşıyordu.

Tanıdık sokağa girdiğinde kapşonunu kafasına geçirmişti. Garip bir heyecan dalgası vardı. Hani bir sürpriz hazırlarsınız da son ana kadar bozulmasın istersiniz ya, ondandı galiba şimdi yaşadığı. Arnold ve Harley'nin balkonda oturma ihtimallerine karşıydı bu kapşon işi. Spor ceketinin fermuarı boğazına kadar çekilmişti zaten. Sabahın köründe kalkıp berbere gittiği için ayaza kalmıştı. Şimdi ne kadar sıcak olsa da çıkarmıyordu kapşonlusunu. Sürpriz işiydi işte yine. Merdivenleri ikişer üçer tırmandı. Anahtarla kapıyı açtığında gördüğü görüntü tanıdıktı. Harley büyük koltukta uzanıyordu, üstünde şu fabrikanın tulumu vardı. Arnold da tek boş gününün getirdiği mutluluk için birayla cilalıyordu midesini. Kapının açılıdığını fark etmelerine rağmen dönmemişti ikili. İçeri giren Theodor onlar arkasını dönüp kapıyı kapattı.
“Theodor rapper mı oldun?” Arnold'ın tanıdık sesi kapşon için laf atıyordu şimdi. Theodor pis bir gülüş takındı suratına. Hala arkasını dönmemişti.
“Gel gel yemek söyleyecektik.” Harley elindeki broşürle içli dışlı olduğundan önünü dönen Theodor'a bakmadı. Bir iki üç adım. Sonunda kendisine dönen iki surat. Son derece normal ifadeler. Theodor kapşonlunun fermuarını indirip parlak kafasının üstündeki kumaşı sıyırdı. Bir iki saniye geçti ve evin içinde koro şeklinde söylenen bir küfür patladı.
“Naaaptın lan?” Arnold şok olunca konuşma yetisini kaybediyordu galiba.
“Rüya mı lan bu? Çimdir.” Harley de o kadar yorgun olmasına rağmen yattığı yerden doğrulup bakıyordu pörtlek olan gözleriyle. Şimdi yuvalarından çıkacaklardı galiba. Theodor suratındaki sakin ifadeyle gidip tekli koltuğa çöktü. Koltuğun kollarına da ellerini rahatça yerleştirdi.
“Yoo. Gittim, kestirdim, geldim.” dedi parmakları kafasının üstünden kayıp giderken. İlk şoku atlatmıştı şimdi ikili. Dışarıdan izleyen biri saçma bulabilirdi ama Theodor'un saçlarına ne kadar düşkün olduğunu bilen insanlar anlardı muhtemelen.
“Oha. Harbiden kestirmiş. Peruk, şaka peruğu falan sanmıştım.” Arnold üşengeç kıçını koltuğundan kaldırıp Theodor'un oturduğu tekli koltuğun koluna oturacak kadar şaşırmış olmalıydı herhalde.
“Yok be oğlum. Sıkılmıştım artık. İyi oldu böyle.” dedi Theodor, kendisinden yüksekte oturan Arnold'a bakarken. Kafasının üstünde bir el dolaştı. Harley de kendi yattığı koltuğunun ucuna kadar gelmişti. Zaten tekli kotlukla üçlü koltuk dip dibe olduğundan iki tane adam Theodor'un tepesine üşüşmüştü şimdi.
“Depresyondaki karılar gibisin ha. Saç değişimi falan- Vurma be taşak geçiyorum.” Arnold kendi çapında dalga geçmeye başlamışken Theodor'un şiddetine maruz kalmıştı. Yine de eğleniyordu işte.
“Geçme. Rahatım artık, kafam rahat. Saç kurutma makinesi almamıza gerek kalmadı. Zaatüre olma korkusuyla yaşamayacağım. Şampuan için de daha az para öderiz. Neden kestirmedim ki bunca zamandır?” Sorun para değildi aslında ama şimdi iyi taraflarını görmeye başlamıştı. Kendisini kandırmaya falan da çalışmıyordu. Gerçi Harley ve Arnold'ın ifadesini gördüğü an 'Ne yaptım?' düşüncesi de kafasına girmemiş değildi. Ama şimdi, tekrar altı üstü saç muhabbetine dönmüştü kafası.
Arnold koltuğun kolundan yere atlayıp bağdaş kurdu ve Theodor'u sanki hayvanat bahçesindeki çıplak götlü maymunları izler gibi eğlenen bir ifadeyle izlemeye başladı.
“Çünkü sen Rapunzel'din.” dedi dalga geçip Theodor'un ayağını kafasına yerken. Bir el daha kısa sarı saçların üzerinde gezinirken Harley konuşuyordu.
“Peki Theo. Artık kızları nasıl ağına düşüreceksin? Eskiden Medusa gibiydin.” İşte! Çifte saldırı. Bunu bekliyordu Theodor. İlla kendi şakalarını yapıp Theodor'u çıldırtacaklardı. Ama hayır, güldü Theodor yine. Sonra gözleri devrildi.
“Beni efsanevi yapmaya kararlısınız yani. Hem kızlar bende sadece saç mı arıyor sanıyordunuz?” Suratı buruştu, dilini çıkardı Theodor. Ensesine hafif bir şaplak yerken Harley suratını yakınlaştırmış bakıyordu şimdi.
“Bak bak ifadeye bak. Bir şey diyeyim mi? Bir iki güne kalmaz sigaraya, haftaya da torbacılığa başlar bu ha. Tipi değişmiş bunun.” Theodor'un dudaklarından bir peh sesi duyulurken onları umursamadan bir ayak bileğini diğer dizinin üstüne atıp kaykıldı koltukta. Arnold yerinden kalkmış, sorguya çeken bir dedektif misali koltuğun etrafında yarım daire çizmeye başlamıştı. Bugünün klasik işi olmaya başlamış olan kafa okşama yine gerçekleşti. Arnold'ın yapış yapış elleri neredeyse olmayan saçlar üzerinde geziniyordu.
“Ben onca zaman senin kafanı yamuk sanıyordum. Şekil kafan varmış be. Saçların içinden yaratık falan da çıkmamış. Gel bakayım.” Koltuğun arkasından ani bir hareket geldi. Arnold Theodor'un üstüne atlamıştı şimdi. Boğuşmaya başladıklarında daha çok ağırlık oldu. Sanki yine on dört yaşında dönüp güreşiyorlardı. Harley de üste çıkmış bir şeyler bağırırken Theodor öksürüp vurmaya çalıştı onlara. Koltuk üç koca herifin ağırlığını kaldıramayacak gibi sesler çıkarıyordu şimdi. Theodor güç bela kapşonlunun cebinde titreşen bir şeyin varlığını hissetti, sonra sesini duydu.
“Ya durun be- Dingiller.” diye bağırdı ama sesi eriyip gidiyordu şimdi. Harley Theodor'la sevişen bir kızın taklidini yapıp saçlarıyla ilgili bir şeyler söylerken Arnold katıla katıla kahkaha atıyordu.
“Telefonum çalıyor lan!” dedi Theodor sonunda onların altından çıkıp yere emekleme pozisyonunda kendisini atarken. Boğuştuğundan nefes nefeseydi, kıpkırmızı olmuştu. Ama kısa sürede ayağa kalkıp pis pis baktı ikiliye. Çocuk gibilerdi, Theodor ne kadar kızsa da eğleniyordu onlarla.
“Annem arıyor. Susun ki size köfte yapıp göndersin.” dedi hala bıdırdayan ikiliden uzağa, odanın bir köşesine giderken. Annesiyle sık sık konuşmaya çalışıyordu Theodor. Ana kuzusu işi yoktu, annesini seven ve telefonda konuşan insan ana kuzusu olacaksa öyle olsundu ne vardı yani? İsveç'in bir köşesinde yaşayan ailesi Theodor'un parasını gönderiyor, üniversiteye gittiğini sandıkları arkadaşlarının da hal hatırlarını soruyorlardı sürekli. Onlara göre Theodor çok temiz bir hayat yaşıyordu. Gerçi Theodor'un hayatı temizdi de, aynı şey az ötesinde bağırıp duran iki herif için geçerli değildi.
“Alo. Anne? Nasılsın?” İsveççe konuşmaların başladığına dair ses homurdanan Arnold mutfağa geçtiğinde Theodor ona tehdit eden bir bakış attı. Annesi Arnold ve Harley'nin uyuşturucu bağımlısı iki serseri olduğunu öğrense İsveç'ten kalkıp İngiltere'ye gelir ve onları odaya kapatıp sabah akşam köfte yaparak ikisini uyuşturucu yerine köfteye bağımlı yapardı. Böyle bir kadındı Malin Roven. Şimdi de Theodor'a nasıl olduğunu, her şeyin yolunda olup olmadığını sormaya başlamıştı. Bu muhabbetler geçtikten sonra Theodor derin bir nefes aldı.
“Anne ben saç-”
“Sana bir şey söylemem lazım Theodor.” Annesinin sesi garip gelirken Theodor saç muhabbetini birden kapattı. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Babasına mı bir şey olmuştu acaba? Ama o zaman naber nasılsın muhabbeti olur muydu ki?
“Ne oldu anne söyle?” Kalbi çarpmaya başlamıştı şimdi. Konu ailesi olunca çıldırma boyutuna geçebilecek insanlardan birisiydi. Onların uzağında olması da bunu değiştirmiyordu. Sonuçta annesi oradaydı ve hala annesiydi işte.
“Ben-” Bu bekleme süreleri gerçekten fazla sinir bozucuydu. “Hamileyim.” Kadının son kelimesi cılız çıkmıştı. Theodor'un kaşları çatıldı. Dudakları şaşkınca aralanırken karşısındaki şey boş duvardı ama onu görmüyordu bile. Bu mümkün olabilir miydi? Kadın kırk üç yaşındaydı. Kardeşi mi olacaktı? Nisanda olsalar bunun berbat bir şaka olacağını düşünürdü Theodor. Annesi orada olup olmadığına dair bir soru yöneltirken Theodor şaşkınca hıhımladı. Gariplik Arnold ve Harley'nin de dikkatini çekmiş olacak ki onlar da dikkat kesilip seslerini kestiler. Ama konuşmalar İsveççe olduğundan bir şey anlamıyorlardı muhtemelen.
“Nasıl? Hamile misin? Nasıl?” dedi birden gülerek. Pek mutlu güldüğü söylenemezdi. Şaşkınlık gülmesi. Şimdi sevinmesi gerekiyordu, ama bu on sene önce olsa olurdu ancak. Çünkü kırklarında doğurmak pek güvenli bir şey değildi.
“Evet. Öyleyim. Ve üç aylık.” Telefon parazit yapmamıştı. Üç ay demişti. Üç! Theodor'un suratı gittikçe aşağıya doğru uzarken bugün yaşadığı şaşkınlıklar, bunun rüya olacağını düşündürdü ama hayır. Değil gibiydi.
“Ne? Nasıl fark etmedin?” dedi şaşkınca. Sesi fazla yüksek çıkıyordu. Halbuki fark etmemişti Theodor.
“Menapoza giriyorum sandım.” Aslında kadının açıklaması da mantıklıydı. Sonra devam etti konuşmaya Malin. “Doktorla konuştum. Bir şekilde halledebileceğimizi söylüyor. İstersek yani. Bebek aldırma konusunu düşünmedik bile.” Düşünmezdi tabii ki. Annesi tam bir kürtaj karşıtıydı. Ama böyle bir şeyin de başına geleceğini düşünmemişti kesin. Theodor derin bir nefes alıp surat ifadesini düzeltti. Malin doktorun anlattıklarını anlatırken de sakince dinlemeye başladı. Arkadan babasının sesi geliyordu. Dede olacağı yaşında baba olacağını söyleyen adamın söylendiğini ama bir yandan da mutlu olduğunu anlayabiliyordu. Konuşma bittiğinde ısınmaktan kulağına yapışacak duruma gelen telefonu cebine atıp terini de üstüne sildi ve koltuğa attı kendisini. Harley ve Arnold'ın bir bok anlamadık bakışlarına gözlerini devirdi. Sonra yamuk bir sırıtış oturdu suratına.
“Kardeşim oluyormuş.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ch-Ch-Changes!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: The Streets-
Buraya geçin: