Nils Wójcik London Central IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 67
| Konu: Nils Wójcik Ptsi Mart 19, 2012 5:18 pm | |
| Sınıf ;; IV, London Central Lisesi öncelikli tercihim olur. Kişilik & Kurgu ;; Kibar ve masum yüz hatları, içindeki ahlaksızlığı gizler niteliktedir. Ortalığı arada ufak çaplı şeytanlıklarla karıştırmak ona çok keyif verir. Fakat genel yapı olarak albenili bir erkektir. Çok hafiften bir şuhluğu vardır. Görünüm olarak kadınsı bir havası olduğundan iki cinsin sırlarıyla oynamaya çok meraklıdır. Görünümüne bakılarak bir önyargı oluşturulması oldukça kolaydır fakat normalden daha üstün bir zekaya sahiptir. Bir çok konuda bilgisi vardır ama elinde kitapla gezmez. Arkadaş canlısı ve girişken birisidir. Kavga, gürültü gibi olayları çok kafası kaldırmaz ama kızdırılırsa işlerini daha kurnazca halletmeyi tercih eder. Kariyerine çok önem vermekte, sanata ve güzelliklere aşık; ressam olmak en büyük tutkusu çok ufak yaşlardan beri eğitimini alıyor. ps, şu an pek fazla kurguyu oturtamadım açıkçası, lejantı daha ayrıntılı olur ama >.<
Örnek RP ;;
- Spoiler:
Bir insanı tanımak istiyorsan; önce onun sinirli anlarına şahit ol, belki onunla bir yolculuğa çıkabilirsin, daha sonra sofrada nasıl bir insan olduğuna bak. İnsan terbiyesini, en iyi boş bulunacağı zamanlarda ortaya koyar, ya da nereden geldiğini, ne tür ruha sahip olduğunu böyle belli eder. Kimi yüzler vardır ki, o kadar soylu, o kadar durudur ki; içlerindeki iblisi kimsecikler bilemez, hele bir de ahlağın saygıdeğer maskesini takındıklarında onları bir aziz ilan etmek için insanlar sebep arar. Kimi insanlar vardır ki, yüzleri ve yaptıkları işler şeytanı utandıracak derecededir. Kulakları sadece çığlık, gözleri kan, elleri ise zulümle ödüllendirilmiş; zavallı ömürlerini sadece kendilerinden iğrenerek, belki de kaybolup gitmeyi düşleyerek geçirmişlerdir. Fakat insanlık, hiçbir zaman bize tanınan seçim hakkıyla yargılanmamalıydı. Hiçbir zaman eşit olmayan şartlar altında aldığımız kararlar yüzünden bakışlarımızı kaçırmamalıydık birbirimizden. Ailesinden aldığı belki de en nadide huydu bu. Yargılamak konusunda aceleci değildi, tanımak konusunda, merağına yenik düşüp başına iş açmak konusunda huzursuzca bir isteği vardı sadece. Adamsa biriyle sözleşmiş gibi gerek davranışları olsun, gerek bakışları: bu merağın öyle bir üstüne gidiyordu ki! Caddenin uzak köşesinden tilki gibi bakarken, o duru güneşi en yakın dostuna dayanırmış gibi sırtına alıp kendisine bakarken verdiği intiba ile bileğini yakalayıp kendini buraya deyim yerindeyse sürükleşiyi, şu an sandalyesini çekip kendisine centilmenlik yapışıyla taban tabana zıttı, neredeyse. Evet, neredeyse zıttı, eğer ufak ayrıntıları görmek konusunda bir yeteneğiniz yoksa, ya da sadece aptalsanız. Adam, neler söyleceğini düşünürken, Freyja da sadece gözlerini adamın yüz hatlarına dikmiş bakıyordu, hem bekliyor, hem hakkında fikir yürütmeye çalışıyor, hem de tanımak için can atıyordu; kendisi bile farkında olmaksızın. Konuşmaya başlamasının ardından, ellerini masanın üzerine yerleştirip zarafetle yontulmuş parmaklarını birbirine kenetledi. Eğer bu gizliliğe ve adamdan edindiği izlenime değerse iyi bir hikaye duyacaktı. Adam sakin sakin, günlük bir mevzudan bahsedermiş gibi konuştukça itiraf etmeliydi ki Freyja'nın da keyfi yerine geliyordu. Kaçmak ve saldırmak. Pek 17'lik bir kızdan beklenmeyecek türden tutumlar olurdu, özellikle adamın çetinliğini gördükten sonra. Ondan kaçmaya çalışmak aptallık, başka bir şeyin alameti de olmazdı, buna emindi. Mendilin adamı rahatsız edeceğini tahmin etmişti ama bunu yapışındaki tuhaf neden sadece onu en kısa yoldan tanımaya çalışmaktı. Korkak bir yapıda değildi, ölümden kormaması aptalca olurdu ama iş arkası gelmeyen tehditler olunca da susup zorbalıklara katlanmazdı. Sadece bu geceliğine işler farklıydı, bu adamın ses tonu, bakışları bile insanı sindirir, zorla itaat ettirirdi ya. Babası bu adamı tanısa büyük ihtimal ailenin zıpır aile babalarına bir kaç ders vermesi için ricada bulunurdu. Gerçekten eğlenceli bir manzara olurdu. "Afedersin." Çok kısık bir sesle onu rahatsız edişini telafi etmek istedi, bir yandan da yüz kaslarının gerilip, dudaklarına oturan gülümsemeyi büyük bir ilgiyle izledi. Bakışları merağın doruğuyla açılmış, onun 'gülümeyişinden' cesaret alarak kendi yüzüne tatlı bir gülücük oturup öylece kalmıştı. Neden bilmiyordu ama artık adamın o kadar da kaba olmadığını düşünmeye başlamıştı. Sarfettiği sözcüklerin hiçbiri bu kadar etkili olmamışken bu ufacık kas gerilmesinden farksız olmayan ifade Freyja'nın kendisini teselli etmesine yetmişti. Fakat kendisini neden bu kadar bastırdığına da anlam veremiyor, içten içe ona kızmak hatta elinde olsa iki yanağından çekip 'güleceksen doğru düzgün gül' demeyi isterdi. Pek fazla yabancılık çekmemişti hayatı boyunca itici miydi diğer insanlar için hiç durup düşünmemişti ama elini yanağına yaslayıp gülümsemesini sadece genişleterek adamın kadınlar ve yalan üzerine kurduğu cümleyi dinliyordu. "Anladım" diye özet geçmekle yetindi, yalan yoktu! Ne zaman olmuştu ki? Ona yabani olduğunu bile söylemeye cesaret eden birinden yalan duyar mıydı hiç? Burnunu muzurca kırıştırıp sabırla dinledi, aradığı şeyin ne olduğunu artık öğrenmek için. İsmini henüz kendisine bahşetmeden konuya adapte olmak için masaya yaklaşan adamla beraber kendisi de ciddileşti; işte büyük an geliyordu. Birbirine kenetli parmaklarını çözdü, tatlı bir kızıllıkla kıvrılan buklesini badem şeklinde kesilmiş tırnaklarıyla geriye tarayıp kendisine yaklaşan adama kulak verdi. Ortamdaki herhangi bir sesin dikkat çekip, ufacık bir detayı bile kaçırmamak istermiş gibi gözlerini masanın üzerine sabitledi. İlk cümle resmen bir soğuk duş etkisi yaratmıştı. Gözleri merak, şaşkınlık biraz da eğlenmişlikle ardına kadar açıldı. Freyja'yı mı öldürmüştü? Hadi be! Ciddi olup olmadığını sorgularcasına mavi gözleri şimşek etkisi yaratırcasına adamınkilere kenetlendi. Oh, şaka yapıyormuş gibi durmuyordu, özellikle ölmesi gerektiğini çok normal bir işmiş gibi fısıldarken. Kafası karışmıştı, derin bir nefes alıp itiraz edecekti ki yanlış bir şeye yol açmaması için sanki birisi sırtını sıvazlayıp kendisini sakinleştirmişti. Sus ve dinle Freyja diye yankılanıyordu kafasının içinde bir kaç defa. Sustu ve ölmesi gerektiğini yarı alay eder, yarı umursamaz tavırlarla kendisine ders anlatır gibi anlatan adama dikti, öfkeyle. Neden bilmiyordu, bir an boğulurcasına kendisini sıkan öfke nöbetine tutulmuştu, bakışları bile bunu anlatacak türdendi; sanki daha ölmeden mezara tıkılmaya başlanmıştı. Aldığı nefesi geri bırakıp konuşmaya istekli adama öncelik tanıdı. Nurmengard'dan bahsediyordu, orada çalıştığından, belki de üstü kapalı bir biçimde günahlarını döküyordu masaya. Şu an koşullarla ilgilenmiyordu, adamın bir cinayet işlemiş olmasını o kadar da büyük bir hadise olarak nitelendirmemişti. Şartlar çoğu zaman bizi kötü seçimlere sürüklerdi, bu açıdan Freyja'nın sicilindeki kara lekelerde onu gölgede bırakmazdı ya. İncecik parmak ucunu, kırmızı tatlı renk bir rujun kuşattığı dudaklarına değdirip düşünmeye başladı. Gözleri bir süre ona bakmaya cesaret edememişti, çünkü başına ne geleceği konusunda adam kendisini yeterli düzeyde 'aydınlatmamıştı.' Sessizliğinin onu sabırsızlandırdığını farketmişti. Fakat her halükarda giden kendi kellesi olacağından cümlelerini iyi seçmeliydi. Garson masanın yanında durduğunda ise kendisine gelecek içkiyle dalgınlıktan çıkıp bir an şaşkınca bakındı. Kendisini çarçabuk toparlamasını bilirdi, en kötü anda bile gerzekçe bir telaşa kapılmaz soğuk kanlılığını geri kazanmak için kendisine bir kaç saniye tanırdı. Bakışlarını sadece adama dikti, artık kovalamaca oynamaktan bıkmıştı ve böyle av konumunda da onun karşısında oturmayacaktı. "Bünyemin sağlam olup olmadığını şıp diye anlayabiliyorsan, her ne bulmayı umuyorsan onu da sezemedin mi? Bak, alay etmiyorum kızma sakın. Fakat adımın Freyja Jørgen olduğunu bilmek içini rahatlatır mı ya da beni temize çıkarmaya yeter mi şüpheliyim. Üstelik öleceğimi bile bile... Ne gibi bir canlı olduğumu düşünüyorsun? Ve ne gibi bir pisliği temizlemek üzere gönderildiysen yanlış adrestesin." Bünyesi hakkında yapılan bu yoruma içerlemişti, sıska bir kız görünce neden tüm erkekler aynı kanıya varıyorlardı. Tipik bir anoreksiğe mi benziyordu? Yoksa fazla mı cici duruyordu bu kahküllerin ardındaki bakışları? İşaret parmağı albenili bir hareketle kahküllerini yana taradı ve bakışlarını berrak kıldı. Arkasına yaslalnmış servis edilen içkilere bakıyordu. Gözleri tekrar adamın ellerine kaydı, kendisini öldürmek için belki avuçları kaşınıyordu. Şimdiden görebiliyordu; kafasını öldüğüne emin olana dek ezecek, güzelim giysilerinin kana bulanması belki de onu sadece doyumsuz bir keyfe sürükleyecekti. Kendisi için, izbe bir yerde kazılan derin, kapkara çukuru bile görebiliyordu sanki. Açık renk gözleri bir cam misali kapkara gökyüzüne mıhlanıp kalacaktı. Adam kendisini toprağın içine attığında güzel yüz hatları, herkesten sakındığı zarif bedeni, neşeyle törpüleyip sevdiği renklerde boyadığı tırnakları, güzel müzikler dinlediği kulakları sadece kapkara, tiksinti uyandıran bir hal alarak kara toprakla buluşacak onu sıkıca içine çekecekti. Ailesi kendisini arayıp dururken, o bir ismin bile çok görüldüğü mezarında huzursuzca yatacaktı. Alt dudağını ısırıp soğuktan buhar olmuş bardağın kenarına parmağıyla ufak şekiller karaladı, ardından dudaklarına dayadı sadece. Hışımla aralanan dudakları büyük bir yudum çekti. Kaşları bu senaryosundan sonra sonuna kadar çatılmıştı, o ana kadar nezaket belki de tatlılık barındıran bakışları şu an sadece yanmaktan kapkara olmuş, daha fazlası için bekleyen alevler gibi çılgınca yanıyordu. Adamın pek rahat ve asap bozan tavırlarını bardağına gömülmüş bir vaziyette izliyordu. 'Şimdi senin suratının ortasına bir patlatmak vardı' diye geçiriyordu aklından. Küstah serseri sanki iyi bir haltmış gibi gömleğiyle oynuyordu! O hareketlenince kendisi de huzurlu hareketlerini otomatiğe bağlanmışcasına ruhsuzlaştırıp ayaklarını sandalyesinin demirlerine yaslayıp dizlerini masaya dayadı tuhaf bir oturuşla. Fakat işe yarıyordu işte, sakinleşiyordu. Bardağı susuzluğu dindiğinde masaya bıraktı ama düzgün tırnakları kulbun üzerinde gidip geliyordu yontmak ister gibi. Dorian Grace, bana geldiğinde, böyle mi gelecektin? Sadece ölüm, illa ki ölüm? Yok muydu bu güzel adın başka bir marifeti; sahibini tüketmekten başka? Öfkeyle kırışan alnı, sertçe iğnelermiş gibi bardakla oynayan eli, şuursuz bir öfkeyle çarpılan nemli, güzel dudakları sadece duruldu. Sanki kapı açılmış, mide kaldıran barın iğrenç havası bahar havasıyla değiştirilmişti. Aptalclaydı, kusursuz, kuştu götürmeyen bir aptallıktı Freyja'nın kapıldığı bu his. Adamın ne tür bir insan olduğunu çok iyi kavramıştı, soğuk kanlı bir katil. Donuk bakışlarının ardına zorla sıkıştırdığı o kibar ve yer yer lirik tavırlarına rağmen işine oldukça vefakâr yaklaşan biri. Dorian, zavallı Dorian. Şeytanın yalakalık yapmaktan bıkmadığı zavallı Dorian. Dup duru, sakin bir gülümseme sundu sadece adama. Muhtemelen şaşıracak ve kızın dengesizliği karşısında dehteşe düşecek ve o aradığı varlık olmamasına rağmen yeryüzünden silinip gitmesinin isabetli bir atış olacağına karar verecekti. Ancak umursamıyordu. Adamın yüzüne dikildi gözleri. Hayatında hiç ismi Dorian olan birini görmemişti. Belki de kimse bu nadide ismi edinecek kadar cesur olamamıştı, hem de böyle bir soyadla. Eli çantasında ezbere bildiği bir yere uzandı ve kibarlıkla çıkarıp masanın üzerine bıraktığı kitaba anlam veremeden bakan adama zafer kazanmış gibi sırıtarak baktı. Dorian Gray'in Portresi. Onu tanımasına gerek yoktu ama ne olduğunu kavrayabiliyordu. Dudaklarını büzdü ve geriye yaslanıp parmaklarını şakaklarından birine dayadı ve gözlerini merakla kıstı sanki annesinin merhametiyle adamın tüm hatalarını kucaklayıp bağışlarmış gibi. Sesine tatlı bir buğu çöktü. "Çok günahkârsın değil mi? Şeytanın bile seninle gurur duyduğunu düşündüğüne eminim. Sadece merak ediyorum amacım yargılamak değil, bu hayat sana keyif veriyor mu?" O iğrenç katil, o çirkin sıfatını acımasızca yapıştırdığı adamı dikkatle incelediğinde fark ediyordu. Bakışları ne kadar da hassas ve derin, gülüşü ne kadar acı ve tutku dolu. Çenesi ne kadar erkeksi ve düzgün. Kir pas içindeki parmakları ne kadar güzel. Zavallı Dorian, sen nelerini kaybetmiştin bu dünyada?
| |
|
King in the North The King
Mesaj Sayısı : 138
| Konu: Geri: Nils Wójcik Salı Mart 20, 2012 8:24 pm | |
| Nils Wójcik, London Central Lises IV. sınıf öğrencisi. Karakter ID'si 8395254. Şöhret Puanı 20.
& Tebrikler, London Never Sleeps'e hoşgeldiniz... | |
|