Anya Kloujzä London Central IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 2
| Konu: anya kloujzä. Paz Mayıs 06, 2012 1:05 am | |
| Sınıf ;; Dördüncü sınıf, Londra Central Kişilik & Kurgu ;; Adeta bir mutluluk topudur, etrafına daima mutluluk ve pozitif enerji yayar. Şaşırtıcı bir şekilde kendisine acı çektirmekten çok haz alır, mazoşist yani. Genelde hiçbir şeyi umursamaz, canı o anda ne yapmak istiyorsa onu yapar ve içinden geldiği gibi davranır. Yani kızımız için anı yaşıyor diyebiliriz. Hayalperest bir kişiliğe sahiptir. İlk bakışta size içine kapanık, asosyal bir kız izlenimi verebilir ama ona güven verip gerçek benliğine ulaşabilirseniz ne kadar geveze ve hiperaktif birisi olduğunu görebilirsiniz. Herkesi ve her şeyi sever, özellikle doğayı ve hayvanları. Yeşili koruyalım kafasında yaşar birazcık. Azıcıkta cesur bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Onu kızdırırsanız sonuçlarına da siz katlanırsınız. Ama ne olursa olsun kimseye karşı kötü duygular besleyip kin tutmaz. Örnek RP ;;- Spoiler:
Yeni bir gün, yeni yeni dertler demekti her zaman benim çin. Yeni dertlerle dolu, kocaman ve parlak bir güne gözlerimi açmıştım bende. Güneşin keskin ışınları öylece gözüme giriyordu, kahverengi irislerimin içinde bulunan göz bebeklerimin küçüldüğünü hissedebiliyor idim. Sıcacık yatağımda bir kedi gibi gerinerek başladım güne, esnerken ağzım hafifçe açıldı ve gözlerimi kıstım. Yataktan çıktım ve çıplak ayaklarımla, soğuk betona basarak, aheste aheste yürüdüm banyoya. Her sabah yaptığım gibi, günlük banyomu yapmak üzere üzerimdeki saten pijamalarımı üzerimden sıyırdım. Bir su tanesi gibi düşüvermişti pijamalar pürüzsüz tenimden. Çıplak vücudumu sıcacık, köpüklü suya bıraktım ve suyun tenime değmesinden dolayı küçük bir ürpertiyle o anın hazzını yaşamayı çabaladım. Kapalı gözlerimle beraber başımı arkaya yasladım ve küçük bir kestirme yaptım. Biraz sonra banyodan çıktım ve beyaz tenimden aşağıya doğru süzülen ılık sular ile beraber şeker pembesi havluma sarındım. Kapının arkaından cılız ve kulak tırmalayıcı bir ses çalındı kulaklarıma.
"Küçük efendi hanım, kahvaltınız hazır. Ne içmek isterlersiniz bugün?"
Bu ev cinimiz Pinn'in sesi idi. Zavallıcık, annemden yediği dayaklar ve azarlardan dolayı her an başına bir şey gelecek sanıyor ve bu sesine de yansıyordu. Onun bu hallerine içim yanıyordu, hiç kimse böyle ezilmeyi hak edemezdi. Aslında Pinn'de haklıydı. Bütün gün anneme katlanmak, çok zor olsa gerek.
"Sen ne hazırladıysan onu içerim Pinn, gidebilirsin."
Bunları yumuşak ve aheste bir ses tonu ile söylemiştim. Zavallı bir tek benden böyle iyi tavır görüyordu. Ne isterlerdi bu küçük cinlerden? Bu saçma, gereksiz işkenceleri düşünerek odama doğru yol almaya başladım. Yürürken bıraktığım sular hemencicik kuruyor ve yerlerde hafif izler bırakıyordu. Odamın kapısını açar açmaz da yüzüme bir ferahlık geldi ve tüylerim diken diken oldu, parmak uçlarımda ve yavaşça girdim içeriye. Sadece yere düşen su damlacıklarının çıkardığı pıtırtılar vardı odada, mermere çarpan su damlaları küçük bir gölcük oluşturmuştu bir dakika içinde. Penceremden dışarıya, doğanın mükemmelliklerine bakmaya koyuldum. Çok güzeldi her şey, inanılmaz derecede güzeldi. O sırada bir ürperti geldi içime, sırtımdaki sarı tüylerin diken diken olduğunu hissetmiştim birden. Ahşap rengi, antika dolabıma doğru tempolu adımlarla yürümeye başladım, giyinmem gerekiyordu. Dışarıya çıkacaktım, bu ev beni gerçekten de boğuyordu. Üzerime bir kot pantalon ve bir tişört giydim. Etrafımda gördüğüm ilk ayakkabıyı narin ayaklarıma geçirdim ve hızlıca, büyük bir ustalıkla bağacıkları bağlamaya başladım. Saçımı beyaz bir havluya sardım ve su damlacıklarının yere düşmemesine dikkat ederek banyoya, saçımı kurutmaya gittim. Kurutma makinesinin sıcaklığı ensemi yakıyordu. Buna aldırış etmeden kurutmaya devam ettim. O sırada kulağıma bir melodi çalınmaya başladı. Bu melodiyi nerede olsam tanırdım, benim cep telefonumdu. Evet, annem bir muggle olduğu için bir sürü gereksiz muggle eşyam var. Ama umrumda değil bir çoğu, sanki kullanıyormuşum gibi de almaya devam ediyordu. Ben bu düşüncelerle boğuşurken Pinn, cep telefonumu getirmişti. Küçük ev cinimize gülümserken dudaklarımın kenarı kıvrılmış ve hafif bir tebessüm çıkmıştı ortaya. Telefonumu uzun tırnaklı ellerinden aldım ve açma tuşuna basarak yanıtladım.
"Merhaba Anya. Hazır mısın?" "Evet, hazırım Drew. Beş dakika sonra ordayım." "Gelmene gerek yok, ben kapının önündeyim." "İnanamıyorum sana. Bekle, hemen geliyorum."
Aramızda ki diyalog bittiğinde koşarak kapıya yöneldim. Drew, benim erkek arkadaşımdı. Kendisi muggle idi ve benim bir büyücü olduğumu bilmiyordu. Ölene kadar da bilmeyecekti Pencerelerden süzülen ışık, açık pencereden esen rüzgârla beraber gözlerimin önüne gelen yarı ıslak kahverengi saçlarım koşmamı yavaşlatıyordu ama ben aldırmadan koşmaya devam ediyordum. Kapıya geldiğimde derin bir soluk aldım ve kapıyı yavaşça araladım. Güneşin yakıcı ışınları doğruca vücuduma hücum etmişti. Çantamdan güneş gözlüğümü çabuk bir hareketle çıkardım ve hassas gözlerimi korumak için doğruca gözüme götürdüm. O sırada sağımda melodik bir korna sesi duydum. Başımı çevirdiğimde yüzümde sıcacık bir gülümseme oluşmuştu, bunu hissedebiliyordum ve gerçek bir gülümseme idi bu. Annemin partilerinde, konuklarını karşılarken yüzüme kondurduğum sahte gülümsemeler gibi değildi. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı zorluklara rağmen büyük adımlarla Drew'in arabasına doğru ilerlemeye başladım. O da son model siyah spor arabasından çıkmış, bana doğru geliyordu. Yüzünde sabırsızlık ve sevgi dolu bir ifade vardı. Birkaç saniye sonra birbirimize sonsuz bir özlemle sarılıyorduk. Sıcacık ve güçlü kolları, beni bir daha bırakmamak üzere sarmıştı adeta. Bu sarılma bir dakika sürmüştü. Daha sonra geri çekildik ve el ele tutuşarak arabaya doğru ilerledik. İlk konuşan Drew oldu, her zamanki gibi.
"Seni çok özledim. Ben yokken neler yaptın bakalım?" "Bende seni çok özledim. Sen yokken kızlarla buluştuk, teyzemlerdeydim ve küçük Mauren ile boyama yaptık. Sürekli senin nerede olduğunu sordu. Ayrıca bu sefer hiç ağlamadım." "Ah, kendini geliştirmişsin bu sefer."
Bunları büyük bir sırıtışla söylüyordu. Gözlerimi abartalı bir şekilde devirdim ve derin bir iç çektim. Cevap vermeyecektim, her zamanki Drew idi işte. Alaycı ve çekici. Gözlerimi cama doğru çevirdim ve dışarının güzelliğini izlemeye başladım. Güneş artık gözlerimi rahatsız etmiyordu. Eh, arabanın siyaha yakın renkte camları olunca dışarıyı bile güçlükle seçebiliyordum. Drew'in bu halime güldüğünü göz ucuyla görebiliyordum. Aldırış etmeden arkama yaslandım ve uslu bir çocuk gibi davranacağıma kendi kendime söz verdim. Ama bu işte bir terslik vardı. Çok hızlı gidiyorduk. Birden bire heyecanlanmıştım, kanımda salgılanmaya başlayan taze adrenalini hissedebiliyordum. Gözlerimi kapattım ve nefesimi düzene sokmaya çabalamaya başladım. Ters giden bir şeyler olacaktı, bize bir şey olacaktı. Hissedebiliyordum Sesimi kontrollü bir biçimde tutmak için biraz çaba sarfettikten ve titremeyeceğinden emin olduktan sonra konuşmaya başladım.
"Drew, biraz yavaşla. Kaza yapacağız." "Telaşlanma bebeğim, kaza falan-"
Drew sözlerini tamamlayacakken kulak sağır edici bir fren ve korna sesi duyduk. Drew'in spor arabasının siyah camları üstümüze doğru gelip bedenlerimize sağlanmaya başlamıştı Çaresizce çığlık atmaya başladım, canım gerçekten yanıyordu. Akan kızrmızı kanları görebiliyorum, kan kokusu etrafı sarmış ve dayanılmayacak bir hale gelmişti. Çığlıklarım arabanın içinde yankılanıyordu. Endişe ile bakan gözlerim yaşlarla dolmuştu. Etrafı bulanık görüyordum göz yaşlarım yüzünden. Çaresizce çırpınıyorduk, o koca kamyonun altına girmiştik ve birazdan ölecektik ölecektik. Geri sayım başlamıştı. Üç, iki, bir. Ve ardından öldürücü bir darbe, sonsuz bir acı. Gözlerimi açtığımda, bir yatakta mavi kıyafetlerle yatıyordum. Duvarlar bembeyazdı. Etraf hijyen kokuyordu, gerçek anlamda bu kokuyu duyabiliyordum. Anlamam biraz uzun sürmüştü ama en sonunda nerede olduğumu anlamıştım. Hastanedeydim. Başımda birkaç hemşire endişeli hemşire bekliyordu. Hepsininde göz altlarında mor halkalar oluşmuştu. Gece nöbetinden çıktıklarını tahmin etmiştim, yüzde seksen de doğruydu tahminlerim. Uyandığımı görünce ilgilenmeye başladılar benimle. Yavaşça bir şeyler söylüyorlardı, ama hiçbir şeyi duymuyordum. O anda aklım Drew'deydı. Kalkmaya çalışmıştım ama ayağımdan gelen ölüm acısından beter acı buna izin vermemişti. Ayağımda, acıyan yere baktığımda sargıda olduğunu görmüştüm. Büyümüş irislerimle hemşirelere baktım, boğazımı hafifçe temizledim ve güçlükle konuşmaya başladım.
"Drew, o nerede? Nereye götürdünüz onu? Nerede o?!"
Son cümleyi bağırarak söylemiştim, hissediyordum çünkü. Ona kötü şeyler olmuştu, gözlerim yanmaya başladı ve iriken göz yaşlarım bir anda pıtır pıtır dökülmeye başladı. Hijyen dolu odada yankılandı sesim. Hemşireler üzgün bir şekilde bana bakıyorlardı. Evet, korktuğum ve tahmin ettiğim şey gerçekleşmişti. Drew, o ölmüştü... Bir kaç dakika boyunca mermer kaplı yere irileşmiş ve sulanmış gözlerimi dikip kendime gelmeye çalıştım. Daha sonra hıçkırıklarla ve bağırarak ağlamaya başladım, işte şimdi kendime gelmiştim. Çıldırmış gibi davranıyordum, kolumda takılı olan seruma ve bandajlı ayağıma aldırmadan kalkmaya çabalıyordum, acı fazlaydı ama umrumda değildi. Hemşireler beni sakinleştirmek için uğraşıyorlardı, birkaç tanesi ise bana deliymişim gibi bakıyorlardı. Sakinleştirici bir iğne yapmışlardı beni sıkıca tutarak, kolum yanmaya başlamıştı. Yavaşça başımı bembeyaz hastane yastığına bıraktım. Birkaç dakika sonra göz kapaklarım hafifçe kapanıyordu ve ben hâl'a sayıklıyordum. Uykuya dalmadan önce son bir kez daha fısıltı geldi dudaklarımın arasından, sonsuz aşk ve özlemle çıkmıştı bu sefer.
"Drew..."
| |
|
Machinehead madasahatter, thinasadime
Mesaj Sayısı : 427
| Konu: Geri: anya kloujzä. Paz Mayıs 06, 2012 6:26 pm | |
| Anya Kloujzä, London Central Lisesi IV. Sınıf Öğrencisi. Karakter ID'si 8395276. Şöhret Puanı 20.
& Tebrikler, London Never Sleeps'e hoşgeldiniz... | |
|