London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Welcome to London

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Welcome to London Empty
MesajKonu: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimeÇarş. Ocak 25, 2012 2:26 am

Welcome to London JXqYJ1Am1mMPz
CLEMENTINE CRANDAL & ALEX MCLAIN
'Clemetine Crandal için sıradan bir akşam ansızın gelen bir genç adam ile renklenecektir.' diye geçiştireceğim.
Açıkçası ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim bile yok.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Welcome to London Empty
MesajKonu: Geri: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimeÇarş. Ocak 25, 2012 2:40 am

"Affedersiniz bayan, bar ne taraftaydı?" Tren sarsılırken takma tırnaklı yaşlı kadın gözlüğünü burnuna indirip Alex'e yolu işaret etti. Haline bakılırsa trende en iyi bildiği yer orasıydı. Alex boyalı bir şempanzeye benzeyen koca karının işaret ettiği yöne baktıktan sonra zoraki bir nezaketle gülümsedi, daha çok yediği ekşi bir limondan ötürü yüzünü buruşturmak zorunda kalmış gibiydi. Kadının bayağı parfümü yüzünden boğulmadan evvel koridordan hızlı adımlarla ayrıldı. Bir uçak yolculuğundan sonra saatler süren tren yolculuğunun azabını çekiyordu. İşleri sebebiyle biletini Becky'nin almasını istemişti, işlerden kastı okulunu bırakma çabası ve babasının dırdırlarını kulak arkası etme göreviydi -bir erkeğe göre babası oldukça sağlam dırdır yapabiliyordu. Becky işi adam akıllı yapıp New York'tan direk uçak bileti alabilirdi ama yoo, illa bir pürüz yaratacaktı. Alex binebileceği en tekinsiz uçağa bindikten sonra saçma sapan bir pistte inmiş, insanlara sora sora tren garını bulmuş ve önüne gelen ilk trene atlamıştı. Yolda kime durumu anlatsa treni son anda yakaladığı için şanslı olduğunu söylüyorlardı garip aksanlarıyla. Burada herkesin garip, şaşalı bir konuşma stili vardı, köylülerinin bile. Baba tarafından İrlanda'lı olan Alex her nasılsa köklerine dönüş yapmış gibi hissediyordu. Bindiği tonluk demir yığını kaza bile yapsa Oxford'a gittiği için şikayetçi olmazdı.

Konserve genişliğinde koridordan geçtikten sonra göz yoran ışıklarıyla insanı karşılayan bar bölümüne geldi. Orta yaşlı umutsuz görünüşlü adamların yoğunlukta olduğu bu vagonda tek kadın kırmızı elbisesi içinde arsız görünen siyah saçlı kadındı. Başka bir gün kadınla konuşabilmek için yanıp tutuşurdu ama bu gün değil, kadının bütün sinyalleri her türlü çabaya kapalı olduğunu işaret ediyordu. Alex kedi bıyıklı barmene yaklaşıp sırt çantasını yanındaki tabureye attı. "Viski." Adam yavaşça anladığına işaret edercesine başını salladıktan sonra tezgah altına elini attı. Kristal bardağı dolarken Alex bu sayede suratsız tren çalışanlarının, yan vagondan gelen bebek ağlama seslerinin ve cama yapışıp kendisini 'çaktırmadan' izleyen dişsiz insanların daha çekilebilir olacağını biliyordu.

Tren ıslığı başının içinde ötüyor gibi hissettiği anlardan birinde tren yavaşladı ve durdu. Alex başını cilalı tezgah yüzeyinden kaldırırken trenin aşırı ses çıkaran her parçasına içten küfürler ediyordu. Nerede olduğunu anlamak istercesine etrafına baktı, hala aynı baş döndürücü ışıkların altındaydı, giydiği kolsuz petrol yeşili tişörtün koluna içki bulaşmıştı, belki de sızdığında akıttığı salyalarıydı ıslaklığın sebebi, ve uzun saçları dağılmıştı. Burnunu çekip doğrulduktan sonra alnını ovdu, birisi kafasında içki şişesi kırmış gibi hissediyordu. Cam önünden insanların ellerindeki bavullarla indiklerini gördüğünde iyice kendine geldi, inmesi gereken durağı kaçırmadığını umdu. Tabureden zemine atlayıp çantasına atıldı, çantasının hafifleştiğini fark etmemesi işten değildi. Durağı ve inen insanları bir kenara bırakıp çantasının fermuarını açtı tek hamlede, siyah deri cüzdanını kontrol etti. Bileti ve kimliği duruyordu ama tahmin ettiği gibi, paraların hepsi gitmişti. Alex içten bir küfür daha etti, hiç bilmediği yerde beş parasız kalmıştı. O sırada odada olduğunu ilk kez fark ettiği barmen ile göz göze geldiler. İnce bıyıklı tıknaz barmen omuz silkti. "Çingeneler." İnsanlar bunu hakkında kendisini ziyadesiyle uyarmışlardı ama hiçbir zaman bunun gereksiz ırkçılıktan öte bir şey olmadığını düşünmemişti. Çantayı bıkkınlıkla omzuna asıl sallanarak vagonuna geri yürüdü. İngiltere adeta onu uzaklaştırmak için efor sarf ediyordu.
İki durak sonra tren kendi ineceği durağa varmıştı, Alex ne zaman geleceklerini öğrenmek için kahverengi fırça bıyıklı suratsız bir görevliyle konuşmak zorunda kalmış, okuyan insanların gereksizliği ve bir avuç ayyaştan öte olmadıklarını düşünen adamın nutuklarını dinlemişti. Adam hangi bölümde okuduğunu sorduğunda Harward'da ekonomi okuduğunu ama Oxford'da resim okumak için İngiltere'ye geldiğini söylemişti. Fırça bıyıklı adam cevaben küçümseyici bir gülümseme fırlatmış, Alex'ten uzaklaşırken dediklerini mırıldanarak kahkahalar atmıştı. Bütün olanlardan sonra sakin sayılabilecek bir zaman diliminden sonra trenden inmek zor geliyordu. Bavulunu kaldırdığı raftan aldıktan sonra trenden çıktı, trenden çıkan ilk kişi olduğundan memnundu, arkasından bir ordu gibi insan dalgası geliyordu. Alex beş parasız nasıl, nereye gideceğini düşünürken Evie'yi aradı, Clem'den sonra tanıdığı az sayıda insandan biriydi kuzeni. "Sanırım ilk gün önüme gelen otelin birine atılıp tüm günü unutana kadar uyuyacağım." demişti Evie'ye. Telefonu kapattıktan sonra yağmur bulutları başının üstünde geri toplanmış, biraz daha umutsuzluk aşılamıştı. Siyah, nostaljik taksilerden birine yaklaştı. "En yakın otel ne tarafta?" Taksicinin söylediğini ilk seferde anlamayan Alex adama ne dediğini dört defa sordu, sonunda taksici ona 'oğlancı' dedikten sonra gazlayıp gitti. Alex şaşkın bakışlarla arkasından bakarken omzunun gerisinden bir kahkaha yükselmişti, eğlendirdiği adama dönüp baktı. "Turistsin." Alex kırçıllı gri mont giyen beyaz saçlı yaşlı adama kaşlarını çattı. "İki blok ötede şirin bir otel var. Şanslısın, oldukça yakın." Alex gözlerini devirdi. "Şanslı, evet, ne demezsin." Adama teşekkür edip bahsi geçen otele yürüdü bavulunu sürükleyerek.

Tamamen farklı bir ortam içinde bulmuştu kendisini, söylenenlerin aksine İngiltere Amerika'nın yanında bambaşka bir dünya gibiydi. Kötü olduğunu düşünmüyordu ama ortama adapte olması zaman alacaktı. kitaplardan, filmlerden ve televizyondan gördüğü kadarıyla İngiltere'nin kırsalı inanılmaz güzel yerlerdi fakat Alex olanlardan sonra Clem ile konuşup İngiltere'ye gelmeyi kararlaştırdığındaki heyecanı hissedemiyordu. Bunun Clem'i görmesiyle eski haline geleceğini biliyordu ama şimdilik pek de mutlu değildi. Balkonundan çiçekler sarkan küçük otel odasına yerleşip kendini soğuk çarşafın üzerine attı. Parayla ilgili sıkıntısı olacaktı ama halledilmeyecek şeyler değildi. 'İnsaflı hırsız' kredi kartlarına dokunmamıştı. Alex kafasında onlarca düşünce ve yeni başlangıç fikriyle gözlerini kapattı. Uyandığında hava kararmış, yağmur başlamıştı. Alex yattığı zamanki pozisyonunu hiç bozmamıştı. Kalkıp hazırlandı, ayna önünde diş ipiyle zaman öldürdü, siyah kadife ceketinin altına bavulda kırışmamış ender şeylerden biri olan beyaz tişörtünü giydi ve ezilmiş fötr şapkasını kafasına geçirdi. Clem İngiltere'ye gittiğinden beri dış görünüş olarak hiç değişmemişti. Clem'e baskın yapmayı planlıyordu ama kız onu hatırlamazsa Londra Köprüsü'nden hiç düşünmeden atlardı. Atlayabileceğine emindi hatta. Telefonunu koyu kotunun arka cebine atıp odayı isteksizce terk etti. Sokak onu karşıladı ve yağmur Ronnie Scotts'a kadar ona eşlik etti. Yolda para çekmesi ruh halini düzeltmeye yetmişti, uzun bir aradan sonra Clem'i görecek olmanın heyecanı aldı onun yerini.

Ronnie Scott's adını hatırladığı çok az yerden biriydi, Clem'in telefon mesajlarından hatırlıyordu. Clem İngiltere'den ne zaman bahsetse orada olamamanın ve istemediği dersleri görmenin acısını yaşayan Alex, aklında her şeyi tutuyordu. Burası ve ünlü dondurmacı ilgisini en çok çeken iki yer olmuştu. Jazz seviyordu, New York'ta derme çatma bir jazz kulübünde işe girdiği zamanlar soul ve jazz müziğe ilgisi iyice artmıştı. Mekana girdiğinde oda sıcaklığı ve yumuşak müzik memnuniyetle gülümseyip etrafa göz atmasına sebep olmuştu. Gözleri özelikle Clem'i arıyordu, laf arasında o gün burada olacağı bilgisine ulaşabilmişti, kızı sırtı dönük yakaladığında sırıttı. O kabarık siyah saçları nerede görse tanıyacağını biliyordu. Arkasından yaklaşıp öksürdü, aksanını İngiliz aksanına benzetmeye çalıştıysa da kızdığı zamanlarda sergilediği keskin ve yayvan İrlanda aksanı ile Teksas aksanına yaklaştırabilmişti, kısacası oldukça saçma bir konuşma şekliydi bu. İngiliz aksanına alışması sandığından uzun sürecekti. "Birini beklemiyorsanız size bir içki ısmarlayabilir miyim? Biraz konuşup sarhoş olur sonra da sevişmek için bana gideriz." İçindeki çocuk söylediklerine kıs kıs gülerken Alex Clem'in kendisine bakan sıcak ve içten bakışlarını görebilmek için heyecandan ölüyordu o an.

*Saat 4 buçuk ve uykum geldi. Bir de uzun zamandır yazmıyorum ya epey hamlaşmışım. Pek bir garip oldu, zamanla açılırım herhalde. Hihihi o aksan bölümü kulaklarımda çınladı da tarif edemedim, yani ettim da daha anlaşılır tarif et desen edemem.


En son Alex Mclain tarafından Çarş. Ocak 25, 2012 10:23 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Welcome to London Empty
MesajKonu: Geri: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimeÇarş. Ocak 25, 2012 8:25 pm

Arkasından biri seslenene kadar durmayı düşünmeden uzun adımlarla yürüyordu, duyunca da durup ona seslenen kıza dönüp baktı boş boş. Sonra duraksayarak, hecelercesine konuştu. "Sen yurttaki, yani şey- yan odadaki kızsın." Uzun saçlı kız hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "Ve aynı sınıftayız." Yeni bir baş sallama. Aptal ifadesinden arınmaya çalışıp kıza gülümsedi kibarca. Son zamanlarda o kadar çok yeni insan vardı ki hayatında hangisini nereden tanıdığını hatırlamakta zorlanıyordu bazen. Ya da adlarını. Bazen de yüzlerini. Yaşlanmış bile olabilirdi içten içe. Kibar olmaya çalışarak ne olduğunu sordu karşısındakine. Kısa bir açıklama, dalgınlıkla ilgili bir kaç espri ve uzatılan bir cep telefonu sonunda teşekkürlerle ayrıldı yanından ve otomatik bir eylemmiş gibi başını telefonun ekranına eğdi. Yeni gelmiş birkaç mesaj içinde Alex'in adını görünce buruk bir gülümsemeyle ekrana baktı. Bir buçuk ay, çok fazla yeni insan, çok fazla yeni yer, koşturma ve telaştan sonra yeniden evdeymiş gibi hissettirebilecek birinin, belki de tek kişinin, aptal saptal, başkasının görse anlam veremeyeceği bir dilmişcesine kurulmuş sözcük öbeklerinden oluşmuş mesajları onu mesajı okuduğu anlarda onu mutlu etmeye yetiyordu. Sonra etrafındaki yeni tanıştığı insanlarla zaman geçirmek için, bir şeyleri öğrenebilmek ya da bir şeylere alışabilmek için koşturmaya devam ediyordu. Ve bütün bunların içinde Alexle sadece 'haberleşebiliyordu'. Bu onun için alışılmadık ve oldukça rahatsız edici bir duygu olsa da karşı çıkamayacağı, inat etse de değiştiremeyeceği şeyler olduğunu kabullenmesi çok sürmemişti. Pijama ve yumuşak terlik hayallerinden sıyrılıp üstünü değiştirebilmek ve son günlerde tanıştığı binlerce insandan birkaçıyla buluşabilmek için günün çoğunu harcadığı yeni okulunun dışına çıktı.
Londra'ya, evinden oldukça uzak bir yere gitmek beklediği kadar rahatsız etmemişti onu. Kendi şehrinden ayrılmadan önce içinde çok istediği bir şeyi yapacak olmanın heyecanıyla birlikte arkasında iki kedi, birkaç iyi arkadaş ve elinden gelse bir kavanoza saklayıp insanlardan uzak tutacağı bir adam bırakmıştı. Yoksa ailesi, tanıdığı diğer insanlar ya da yaşadıklarının ardından kötü bir biçimde bitirdiği bir ilişkiden uzaklaşmakla ilgili sorunları yoktu. Zorlanmanın aksine geldiği yerde tanıdık yüzler görmek iyi gelmişti ona. Evie gibi, -ki onu oldukça rahatlatmış, delicesine bir sevinçle her şeyine yardımcı olmuştu- ve kendisi gibi üniversite için ülke değiştiren Claudia'sı gibi. Uzun yıllardır hayatında olan sevdiği insanları birkaç on dakika mesafeyle görebileceğini bilmek onu rahatlatmıştı. Bir tek Alex'ti eksiği, bir de iki tüy döken mırıl mırıl canlı.
Ulaşımın kolay, trafiğin geldiği yere kıyasla daha seyrek olduğu, çok yeşil ve çok asil şehrin merkezinden okuluna kısa mesafe aralıkla yerleştirilmiş geniş yurt bloklarına, oradan da odasına ulaşınca yatağına, baş ucundaki kahve kupasına, yastığın üstünde duran kedili gevşek pijama altına ve İngiltereye gelirken Alex'ten aşırdığı Star Wars baskılı tişörte -bununla ilgili birkaç alaylı tehdit mesajı almıştı- özlem dolu bir bakış attıktan sonra üstünü değiştirebilmek için dolabına yöneldi. Uyumak yerine dışarı çıkma ihtimalini iyiden iyiye sindirmiş, son bir haftadır yaptığı gibi birkaç saatlik uykuyla yetinmeyi kabullenmişti. Üstüne dünyanın her yerinde geçerliliğini koruyacak ve Clem'e göre her zaman güzel görünebilecek düz siyah bir elbise geçirdi ve nereye götürülürse götürülsün tuhaf kaçmayacağına emin olduktan sonra bilgisayarına uzandı. Gönderilen mesajlar içinde birkaç okul detayı, birkaç İngiltere'ye alıştın mı temalı mesaj, bir iki okumaya üşendiği uzun metin, Evie'den içinden istediğini seçmesi ve görüşmeleri için hazırlanmış uzun bir program listesi ve Alex'ten gelen iki kedinin aptal fotoğrafı vardı. Onları arayıp çocuklarının sesini duymayı düşündüğü anda kapısı çalındı, kısacık saçlarla çevrili bir yüz içeri uzandı ve henüz yeni yeni alıştığı, ancak hala taklit edemediği ve bu nedenle onu bazen birkaç kere aynı cümleyi kurmak zorunda bırakan yoğun bir aksanla dolu sakin ses tonu hazır olup olmadığını sordu. "Geliyorum." Saçlarıyla mantıksız bir savaşa girmekten vaz geçerek yenilgiyi kabullendi ve ekranı kapattıktan sonra çantasını alarak odadan çıktı.
New York'taki lüks hayatının, altındaki arabaların, çevresindeki bol paralı boş insanların aksine İngiltere'deki yaşamı tam anlamıyla 'öğrenci' gibiydi. Kraliyet akademisinde olmanın maddi açıdan bir ayrıcalığı yoktu onun için. Etrafında yine zengin insanlar vardı gerçi, bir şeyler bilen insanlar. Ama şehre alışmak, ne olduğunun ve nerede olduğunun farkına varmak için peşinde lüks bir araba, döşenmiş bir daire ya da hizmet edecek insanlarla birlikte gelmemişti. Yine de kapıda onu bekleyen, yaya olarak bekleyen, üç kişiyi görünce istemsizce sırıttı. İngiltere'nin asil, zengin ya da ikisi birden olan yeni arkadaşlarının kendisi gibi benliklerini öğrencilik hayatının kollarına bırakmalarına şaşırmadığını söyleyemeyecekti. "Ne o yürümeye mi karar verdiniz?" Onaylayan mırıltılar ve alaylı ifadelere güldü. "Yersiz fakirlikler yapmayın. Ronnie Scott's dememiş miydiniz, oraya kadar yürüyecek miyiz cidden?" İtirazları, aynı anda oluşan bağırışmaları duyunca ellerini kaldırdı ve pes ettiğini belirtti. Madem yürünecekti, yürürdü. Öyle de olmuştu zaten. Kırk dakikalık ve Clem için ayakkabılarına hiç uygun olmayan bir yürüyüş, İngiltere iklimini düşününce şaşırtıcı olmayan bir yağmur ve bol gevezeliğin ardından sakin, son zamanlarda bolca vakit geçirdiği ve elinde olsa bir köşesini camla çevirip yeni evi haline getireceği mekana ulaşmanın verdiği rahatlıkla ilk gördüğü boş masaya kendini attı. "Beni bu kadar yürüttüğünüz için boğazımdan geçecek her yiyecek ve içeceği bu gece siz ödüyorsunuz."
Yeni tanıştığı, konuşabileceği, anlaşabileceği insanlar, güzel bir müzik ve parmaklarının arasındaki kadehle oldukça rahat, hatta mutlu sayılabilirdi. Birden bakışlar ondan başka bir yere dönüp cümleler soran ifadelerle yarıda kaldığında ve kulağının dibinde bir yerlerden tanıdık, ancak o sakin ortamda korkutucu sayılabilecek ses tonunun yükselmesi mutluluğunun yerini şaşkınlığa ve bütün gün yanında gezdirdiği aptal yüz ifadesine bıraktı. Kısık, hatta düşündüğü şeyin olması ihtimalinin imkansızlığını göz önüne aldığı için neredeyse duyulamayan ses tonu dudaklarından döküldü "Anlayamadım?" Masada duyulan cümle, yokmuşlar gibi davranılan yeni arkadaşlarının gerilmesine neden olmuşken kafasını çevirdi ve son zamanlarda attığı en içten kahkahayla birlikte ayağa kalkıp kendini çok iyi bildiği kokunun kollarına bıraktı."Çok adisin. Haddin hesabın yok Lex. Tanıdığım en adi insansın." Sıcacık, özlediği ve aslında yıllardır hep yakınında olmuş olan bu sarılma duygusu İngiltere'nin yağmurlarını Clem için sonlandırmış ve hatta akşamın karanlığında güneş açtırmıştı. Bildiği, tanıdığı adamın her tonunu bildiği eğlendiğini bildiren gülüşü kulağına yakın bir yerlerde yeniden duymanın mutluluğuna vardı bir süre. "Tişörtümü almaya geldim." Kendini sarıldığı kollardan ayırdı ve o kollardan birine ancak kıyabileceği kadar sert, ve bu nedenle Alex'e bir şey ifade etmeyecek bir şekilde vurdu. "Haber vermeliydin. Çok kötüsün." Sonra yeni farkına varmış gibi sırıttı. "Böyle yavşakça konuşuyorsun ve kızlar peşinden geliyor öyle mi? Alex Mclain'i popüler yapan şeyi şimdi anlıyorum, evet. Çok mantıklı." Daha sonra da masadaki şaşkın bakışların farkına varıp kısa bir açıklama yaptı. Alex'in ilk anda umursamadığı, yeni yeni incelediği yüzler Clem'in kısa açıklamasının ardından anladıklarını ve azat edildiğini belirten birkaç cümleyle birlikte gülümseyerek Alex'e selam verince bol teşekkürlü zıplamalar eşliğinde koluna girdiği adamı başka bir masaya sürükledi. "Tanıştırılmayacak mıyım?" "Şimdi değil." "Niye? Neden? Kim onlar? Neden tanıştırmadın? Ne saklıyorsun? Niye?" Sıralanan soruları umursamayarak oturdu. "Sarışın olanı sevmedim. Ne biçim bakıyordu öyle?" Sarışın olanı anlamak için başını çevirip eski masasına baktı. Kendisi gibi Amerika'dan gelen çocuğu görünce sırıtarak önüne döndü. "Eşcinsel." Makul bir açıklama duymuş olan Lex sakinleşip yakınındaki yere çöktüğünde mırıldandı. "Anladım. Demek sana değil, bana bakıyormuş."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Welcome to London Empty
MesajKonu: Geri: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimePerş. Ocak 26, 2012 1:32 am

Alex Clem'e eşlik eden gruba bir bakış attı Clem'in giriş cümlesindeki numarayı ifşa etmesinin ardından, elbette hiçbir kıza bu şekilde yaklaşmamıştı yaklaşsa hala bakir olacağına da emindi, Gözler üzerinde geziyordu. Sürpriz yapmanın da yan etkileri buydu, yabancılar. Clem ile uzun süredir görüşmemişti, doğal olarak kız yeni bir çevre edinmişti. Bir yandan onları tanımak istiyor bir yandan da hepsine kin güdüyordu. Tanımadığı insanları tekinsiz bulurdu, hiçbirini tanımadığı düşünülürse gözünde hepsi Clem'e yamuk yapacak bir avuç insandı. Özellikle de yakışıklı, sarışın tip. Clem'i süzüp duruyordu. En iyi arkadaşına yan gözle bakan erkeklere özellikle garezi vardı. Hepsini tanımadan onlara olumlu yaklaşamayacaktı ama Clem'in onu çekiştirmesine bakılırsa bu gelecek planları arasındaydı. "Tanıştırılmayacak mıyım?" Omzunun arkasından kalabalığa bakıyordu hala. Clem olumsuz cevap verince daha da işkillenmişti. "Niye? Neden? Kim onlar? Neden tanıştırmadın? Ne saklıyorsun? Niye?" Clem otururken ayakta kalmanın gereksizliğini fark edemeyen Alex ayakta dikilmekteydi. Planı Clem'i gelir gelmez sorguya çekmek değildi ama içgüdüleri yine tipik ebeveyn moduna bağlanmasına sebep olmuştu. Clem için endişelenmesi gerekecek biri varsa bunu bilmek istiyordu ki hala yürüyüş mesafesindeyken suratını dağıtabilsin. "Sarışın olanı sevmedim. Ne biçim bakıyordu öyle?" Dilini tutamamıştı gene, elleri ceplerinde, kalabalığa yeniden baktı. Birkaç kişiyle göz teması kurmuştu, sarışın çocuk onlardan biriydi. Alex huysuz yaşlı adamlar gibi kendi kendine homurdanırken tekrar Clem'e döndü, o da kalabalığa doğru bakıyordu kimden bahsettiğini anlamak istercesine. Sonunda tanıma uyan çocuğu gördüğünde sırıttı. "Eşcinsel." Alex'in kaşları saniyeliğine kalkarken dudak büküp kafasını salladı. "Anladım. Demek sana değil, bana bakıyormuş." Karşısına geçip otururken gülümsüyordu. Alex'in tipik, utangaç bir gülümsemesi vardı, yamuk bir gülümsemesi vardı ama dişlerini de gösterirdi. Şapkasını başından çıkarıp gözlerini önündeki masaya çevirdi ve bilinçsizce gülümsemesini sergiledi, Clem'in gidişinden beri uzayan saçları yüzüne düşmüştü. Clem'e ne demesi gerektiğini bilmiyordu, kafasının içinden binlerce olasılık geçerken ahşap masanın oyuklarını eşeledi tırnağıyla. "Seni özledim Clem, öhöm özledik yani, Vişne, Votka ve ben." Utangaç küçük bir çocuktan farksızdı ifadesi ve hareketleriyle, tırnağıyla etinin arasına küçük ama sivri bir ahşap parçası batınca tırnağını oyuktan çıkardı. Gözlerini masa zemininden kaldırdığında Clem'in uzun zamandır görmediği gözleriyle karşılaştı. İngiltere Clem'den hiçbir şey götürememişti. Clem'e bakarken onu tanıdığından daha uzun zamandır tanıyor gibi hissediyordu. Her şeyini paylaştığı tek kişiydi, Clem boxerının desenine kadar bilirdi onu, diğer kızların aksine bunu için tek gecelik bir ilişki yaşamalarına gerek kalmamıştı tek bir çekmeceyi açması yeterliydi, daha sonra Alex-donlarının-çorap-çekmecesinde-ne-işi-var tantanası yaşanacaktı ama olsun. Alex Clem ile lisede tanışmış, sırlarını ve evini paylaşmıştı. Her şeyden öte Cleo vakasını birinci elden bilen tek kişiydi. Alex çoğu zaman Cleo diye diye Clem'in başını ağrıttığını düşünse de Clem'in konuşabileceği biri olduğunu bilmenin rahatlığıyla yaşamıştı. Thomas'ın hastanede olduğunu öğrendikleri gece Clem'in sahip olabileceği en iyi arkadaş olduğunu anlamıştı, Alex o gece Clem'e kıyasla daha önemsiz bir ruhsal çöküntü yaşamaktaydı. Özetle, Alex hayatın kötü olduğunu bilen biriydi, zengin ve tanınmış olsan da istisnaya tabi tutulamıyordun. Gene de Clem yanında oldukça bunu belli süreler boyunca unutabilirdi. Clem sakinleştirici haplar gibiydi, üstelik işe yarayan türden.

Bunların hiçbirini sesli söylemedi, Clem'in değerini bildiğini biliyordu. Zaten Alex tüm duyguları içinde yaşamayı seçtiği için insanların beklentilerini karşılayamıyordu. Ella Fitzgerald'ın Someone Watch Over Me parçasını duydu düşüncelerinin sesi kesildiğinde. Çalan şarkının sözlerinin bildiği bölümünün yaklaştığını melodiden anladığında eşlik etti. "There's a somebody I'm longin' to see. I hope that he, turns out to be. Someone who'll watch over me..." Şarkıyı söyleyen kadın ile sesleri örtüşmese de Alex için fark etmiyordu. Parmaklarını ritim tutarcasına masaya vurdu, gerçi parça çok slowdu. Dirseklerini masaya dayayıp çenesini ellerine dayadı. "Seni sevgili arkadaş grubundan çalacağım sanırım. Düşünürsen, arkadaşlık kredisi açısından bir sürü puanım var. Hepsinin on puanı olsa benim beş yüz puanım olsa..." Gözlerini kırıp gruptaki kişi sayısını saydı. "Evet, gene ben kazanıyorum. Seni bırakmak istemezlerse eşcinsel arkadaşınla konuşurum." Dudaklarını büzüp gülümserken Clem'in yadırgayıcı bakışlarını gördü göz ucuyla. "Kafamın içinde çok daha güzel bir espriydi, sesli söyleyince garip oldu."
Şapkasını başına geçirip baş parmağıyla alnından yukarı ittikten sonra Clem'e göz kırptı tatlı bir gülümseme eşliğinde.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Welcome to London Empty
MesajKonu: Geri: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimeCuma Ocak 27, 2012 12:55 am

Gözlerinin önüne düşen saçlarını itip karşısındaki yüzü uzun uzun inceledi. Araya girebilecek herhangi bir engele, bir iki saç teline bile tahammülü yoktu. Uzun süre uykusuzluktan sonra uyumak, günlerce susuz kaldıktan sonra su içmek gibiydi. O otururken karşısına saniye saniye kaydetti beynine her hareketini. Sanki gerçek olamazmış gibi geliyordu hala. Onun Alex'i kedileriyle birlikte Amerika'da kalmış, babasına küfrede ede bir sürü sayı ve göbekli adam içeren bölümlerde sürünüyordu. Onun Alex'i böyle bir şey yapacaksa, evini, okulunu, ülkesini bırakıp yine onun yanına gelecekse kesinlikle haberi olurdu. 'Yok' diye düşündü içten içe yenilgiyi kabul ederek, 'eğer aklında başka bir şey varsa söylemez.'. Ki öyle olmuştu, kendisi için son beş yıldaki bütün sürprizlerin yerine geçecek bir planla gelmişti yanına. Belki on. Bilemiyordu. En son habersizce yapılan bir şeye bu kadar sevineli ne kadar olduğunu hatırlamıyordu.
Alex gülümsediğinde birbirlerini daha ne kadar sahiplenebileceklerini düşünebildi sadece. Çünkü Alex'in normalde yüzünde dolaşan ve erdemli ya da sadık adamların yüzünde asla rastlayamayacağınız yavşak gülümseyişi -genelde birine asılacağı zamanlarda ya da çok beğendiği seksi bir vücut karşısında yüzünde beliren ifadeyi kast ediyordu- Clem'in yanında tamamen yok oluyor ve yerini sözcüklerle betimleyemeyeceği, çok fazla şey anlatan çocuksu bir gülümseme alıyordu. Sadece o gülümsemeyi görebiliyor olmak bile kim olduğunu ve neler yapabileceğini anlatıyordu ona. Karşısında masaya yeni desenler katan ve yıllardır yanında büyüyememiş adamın kıvranışlarına duygu yoğunluğuyla tarif edilebilecek şekilde baktı. Bol şefkat ve sevgi içeren anladığını belirten bir bakışla... Sonra da bir şey söylemek yerine kocaman, Alex'e söyleyebileceği her şeyi anlatacak kadar kocaman gülümsedi. Ben de yerine geçen 'seni, kedileri, seni, sabaha kadar oturup konuşabilmeyi, Vişneyi ve Votkayı, seni, dondurmalarını, seni' şeklinde kurulmuş bir cümlenin özetiydi kısaca. Biraz daha zorlasa telepatiyle anlaşabilirlerdi hatta. Belki birkaç yıl ya da birkaç gün daha gerekirdi bunu başarmaları için. Çünkü aralarındaki ilişkinin, arkadaşlığın ya da dostluğun, sözcüklere indirgenemeyen bağın zaman kavramı yoktu. Alex'i daha tuvalete tek başına gidemediği zamanlardan beri tanıyordu, aynı küvette yıkanıp birbirlerini iterek plastik ördeği kapmaya çalıştıkları zamanlardan beri. Gerçi o küvetin üçüncü bir üyesi, daha sonra bir parçasıyla eksilmiş Claudia'sı vardı ama konu Alex ve Clem olunca her şey garip bir dengede ilerlemişti. Saçına sakız yapıştıran Alex'le onu düşürdüler diye kavga çıkarıp burnunu kanattıran aynı çocuktu mesela. Tuhaf olan ve zamansız olan da onlardı. Birlikte, yanyana, bazen birbirlerine karşı ama hep aynı yönde ilerlemiş bir ilişkiydi. Yani küvette yıkanan çocuklar bir kişi eksilmiş de olsa o günlerden bu zamana her şey aynı kalmıştı. Bir anlamda her şey, çünkü şu an aynı küvette yıkanıyor olsalar Alex bütün şampuanı gözlerine sıkar yüzünü yıkamayı da reddederdi.
Mırıldandığı şarkıyla ayılırcasına gözlerini kırptı ve kaldığı yerden Alex'e bakmaya devam etti. Yüzüne yaklaşan yüzü ve sahibini yatağa atmak yerine mıncıklayarak sevmek, oyuncak ayı niyetine sarılıp uyumak gibi düz hayalleri olan tek kız olduğunu bilmenin getirdiği davranış rahatlığıyla onu taklit ederek olduğu yerde kendi de masaya eğilip Alex'in yüzüne yaklaştı. Sahte düşünen adam pozunu izledi onun ve söylediklerine sırıtmaktan kendini alamadı. "Sen ve özgüvenin ve kendine geçtiğin torpillerin." Yalan söylüyordu tabi. Alex'e sataşıyor olmasa beş yüz puana anca meh tonunda bir ses çıkarır gözlerini devirirdi. Ama şu an Alex'in benim oyuncağım sizinkilerden güzel tavrı, çocukça gülümsemesi ve- eşcinsel şakası? Düşündüklerini de söyleyeceklerini de yüzündeki sevgi dolu ifadeyi de kesip atan saçma cümlesine aptal mısın sorusunun canlı haliymiş gibi baktı. "Kafamın içinde çok daha güzel bir espriydi, sesli söyleyince garip oldu." Hafifçe gülerek eliyle yakınındaki kafayı itti. "İçindeki eşcinsele dur de kovboy. Senin gibi biri için kafanda da güzel bir espri olmaması gerekirdi. Ben yokken neler değişti?" Durup ara ara onları izlediğini fark ettiği yeni arkadaşlarına baktıktan sonra önüne döndü. Daha sonra 'kimdi o' sorularına tekrar maruz kalacağını çoktan kabullenmişti .Hem de çift taraflı olacaktı bu sorular. Alex de İngiltere'de kaldığı süre boyunca habersiz olduğu zamanda hayatına girmiş her insanı sorgulayacaktı eninde sonunda. "Bu gece arkadaşlık kredinin bonuslarından yararlan. Yanından ayrılmayı düşünmüyorum." Sonra dudaklarını büzdü. "Sevgili arkadaş grubum beni affedecektir nasılsa. Onlar için değerliyim. Kısa zamanda birbirimizi çok sevdik." Karşısındaki kasılan yüz ifadesi ve ha ha çok komiksin bakışlı Alex'e sırıttı. Ne çok özlemişti onu. Bir buçuk ayın içinde delirecek gibi olduğunda Alex burda olmalıydı diye inlediği çok olmuştu, ya da tanıştığı insanlarda gördüğü tanıdık özellikleri ona bağdaştırdığı, her gün yurda dönünce telefonu eline alıp aradığı ve bu konuşma esnasında bilgisayarı açarak bir yandan da internet bağlantısıyla ulaştığı arkadaşını özlediğini biliyordu elbette. Ama bu kadar özlediğini, yokluğunun onu ne kadar yalnız bıraktığını yeni kabulleniyordu. Alışmakta zorlanmadığı yeni bir hayatı olduğunu söylemişti her sorana, sadece evini kedilerini ve Alex'i özlediğini, ama güçlüymüş gibi davrandığını ve her kaprisine katlanacak bir Alex olmadığı için yalnız hissettiğini açık biçimde görebiliyordu şu an. Alex'e sıcak denebilecek bir biçimde baktı yeniden ve bir gecede yaşayabileceği duyguları, kurduğu kısa cümlelerdeki anlam yoğunluğunu zirveye taşırcasına az önce yüzünü kendinden uzaklaştırdığı eliyle şapkayı çıkarıp kendi başına geçirdi ve konuştu. "Hoş geldin." Sözcüklere dökülmekte geç kalınmış ancak son on dakikanın her anında hissettirilmiş olan sözcüğün bir süre havada asılı kalmasına izin verdikten sonra yeniden söylenircesine mırıldandı. "Ama bu yaptığını unutacak değilim. İngiltereye gelmek. Benden habersiz." Uzanıp parmaklarını karşısında dik duran kollardan birine sardı. Teşekkür edercesine bir hareketti, çünkü biraz daha duygu kusarsa Alex'in dayanamayıp gülmeye başlayacağını biliyordu. Belki de kendisi patlamaktan korkuyordu, tam kestiremese de bir şey demedi. Sonra düşünmekten korktuğu şeylerle yüzleşmesi gerektiğini fark edip konuyu şimdi açmaya karar verdi. Böylece Alex gidene kadar hatırlamayacak günlerinin tadına varacaktı. "Şimdi bütün zamanımızı dolu dolu geçirmeliyiz. Buraya geldiğimden beri uyumamaya alıştım zaten. Buradan kalkınca da sana dondurma alırım. Ama yürüyerek gideriz.Keşke kedileri de getirebilseydin, çok özledim. Ama zor olurdu tabi." Rahatsız edici düşünceleri geçiştirmeye çalışırken yaptığı gibi çok konuşuyordu. Ama elinde değildi, Alex habersiz gelmişti evet, bu ona çok iyi gelmişti ve çok düşünceli bir hareketti ona da evet ama ne kadar kalacağını söylememişti. Yanında bir çanta olmamasından bir yere yerleştiği fikrine sığınmış, en azından birkaç gün yakınında olacağının sevincini içten içe yaşıyordu. O sevincin sonundaki ayrılık anı fikrini ve sonrasında yaşayacağı yalnızlığı elinin tersiyle itmek istercesine bir elini rahatsızca salladı. Sonra onu ilgiyle, gülerek izleyen Alex'i görünce dayanamayıp sordu. "Sahi ne kadar kalacaksın sen? Bana haber versen bir şeyler planlardım. Oysa şu an çok az yer biliyorum. Daha çok seveceğin bir yerler keşfetmek için vakt-" Karşısında eğlenen ifadeyi, imalı biçimde kalkan kaşları görünce sesi kısıldı ve durdu. "Hı?" Aptal gibi baktığını ve büyük detayları kaçırdığını farkındaydı. Şüpheyle gözlerini kısıp Alex'in yüzünü inceledi. "Sahi mi?" Tabii ki buraya tamamen gelmiş olamazdı. Öyle bir şey olsa haberi olurdu. Babasıyla bir sürü kavga yaşamış olurdu. E doğal olarak bütün bunları da her şeyini anlattığı tek kişiye, Clem'e, yani kendisine anlatmış olurdu. "Şaka yapıyorsun." O kadar sorun yaşayacak, bin tane şeyle uğraşacak, okulunu bırakacak ve- kıs kıs gülen bir Alex'e karşı sakin kalması mümkün değildi. Tam olarak yok artıktı hatta durumu. Alex'in durumu ise dayaklıktı. "Alex Mclain! Seni öldürürüm!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Welcome to London Empty
MesajKonu: Geri: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimePtsi Ocak 30, 2012 8:49 am

Clem yokluğunda nelerin değiştiğini sorarken bunun cevap beklenmeyen bir soru olduğunu bilmesine rağmen soruyu ciddi anlamda düşündü. Clementine'in İngiltere'ye gideceğini söylediği günü düşünüyordu. Harward'a gireceğini yeni öğrenmiş, babası ile yaptığı devasa tartışmanın etkilerini hala hissettiği için Harward lafını duyan insanların hayranlık dolu tebriklerine homurdanarak cevap veriyordu. 'O okula gideceksin Alexander," demişti babası, kendisine Alexander demesinden nefret ederdi, "Her konuda şımarıklığını çektim. Harcadığın paraya değmiyorsun. Zarardan başka bir şey olmadın! Her şeyi kabul ettim ama bunu etmeyeceğim, evlat. O okula git ya da bütün desteğimi keserim. Sokakta insan resimleri çizip geçinmek zorunda kalırsın, duydun mu beni? Sürünürsün!" Alex için sokakta para karşılığı insanları çizmek sorun değildi, Paris'te son birikimiyle kırmızı bir bisiklet almayı, tozlu bir çatı katında yaşayıp aynı eski binanın alt katındaki jazz barda yarı devirli bir iş bulup Fransa'nın ıslak kaldırımlarında manzara ve portre resimleri çizmek en eski hayallerindendi ama babası bu kadar kesin ve sert konuştuğunda ilk defa adamın sözünü dinlemiş, belki de hayalindeki çatlağın farkına varmıştı; Alex zenginliğe ve refaha alışmıştı parasızlık güzel gibi gelse de içinden bir ses fakir sanatçı kesiminden olmanın işine gelmeyeceğini söylemişti. Çatı katında üçüncü dünya ülkelerinden kalma bulaşıcı bir hastalıkla ölmeyi, parasızlıktan Paris'in en sıradan yaşlı fahişeleriyle zaman geçirmeyi -çoğu insan en bilgililerinin onlar olacağını söylese de Alex'in tipi değillerdi- ve en önemlisi ucuz içkiler içip karaciğerini iflas ettirmeyi istemiyordu. O güzel kadınlara, kaliteli şaraplara ve büyük evlere alışıktı. Başka bahaneler bulup hayalini tavan arasına kaldırmış, babası olacak moruğun dediğini yapmıştı; Harward'daki mülakata gitmiş, tatlı ve zeki hevesli öğrenci rolünü canlandırmıştı. Elbette zamanında Hamlet'i oynadığı düşünülürse bu basit bir roldü ama ekonominin adı bile içinde bir yerlerde bir şeylerin ölmesine sebep oluyordu. Bir de bunun üzerine Clem'in RADA'ya gideceğini öğrenmişti. Ah evet, berbat bir gündü, hayali bir bir yağmur bulutu tepesinde duraklamış yağmurunu üzerine boca etmişti sanki. Clem gittiğinde ne değişmişti? Dışarıdan bakıldığında hiçbir şey. Boş ev içini sıkmıştı tabii, ilk günlerde Alex uyuduğu zaman kolunu atacak Clem'i bulamadığında o kadar huzursuz hissetmişti ki ilk üç gece uyumamıştı, gündüzleri uyumak için çok zamanı olmuştu zaten, hele de ekonominin hiç ilgisini çekmediği ve uyku için birebir olduğu düşünülünce. Ertesi günlerde dolapları Clem'in cılızlığında bir yastık bulmak adına yerle bir ettikten sonra boşluğunu doldurmaya çalışmıştı ama kediler bile yememişti bu numarasını. Sonra Clem'den nelerin kaldığını bulmak için evi yeniden yerle bir etmişti, bu esnada bir tişörtünün gizemli bir biçimde ortadan kaybolduğunu da fark etmemiş değildi. Taşınma sürecine kadar ev savaş alanı gibi kalmıştı çünkü Alex bir şeyleri toplamayı sevmiyordu, sonunda bitmek üzere olan bir parfüm şişesini bulmuş, arkada çalan Ave Maria parçası eşliğinde hoplaya zıplaya bir yerlere sıkmıştı. Parfüm kokusu evde asılı kalmayı bırakana kadar önceki günlere göre daha mutluydu. Buna karşın okul gerçekten can sıkıcıydı. "Harward'da okuyorum" repliği işe yarayan tek şeydi, birini etkilemek için en önemli silahı paraydı, üzerine zekanın prestijle birleştiği dünya çapında bir okulda okuduğunu söylediğinde hem zengin hem de zeki erkek statüsüne yükseliyor, doğal olarak bir çift arzu dolu kadın bakışlarıyla ödüllendiriliyordu. Buna rağmen ekonomi bölümünün e'si bile ilgisini çekmemekteydi. Derslerde uyumadığı zaman tavanı izliyor ve kendini öldürdüğü binlerce senaryo ile kafasını meşgul ediyordu hatta bir derste can sıkıntısından vasiyetini yazmıştı.
Üniversitede bütün mesele 'erkek arkadaş kız arkadaş' meselesiydi, yani Alex'in yüzdüğü sular. Bir süre zeki kızlara gülücük atıp göz kırparak notlarını koparmaya başlamıştı, ama ilerleyen dönemde kızlar Alex'in 'sevgilisi' konumuna asla ulaşamayacaklarını anladıklarında başka erkeklerin peşine düşmüş ve buldukları erkek arkadaşlar kız arkadaşlarını etkilemek için onu bir güzel pataklamıştı. -Alex eskrim derslerinin yerine boks gibi kendini korumaya yönelik bir şey almadığı için oldukça pişmandı bu dönemler yüzünden- Uyuma devirleri geri gelmiş, hiçbir erkeğin yüzlerine bakmayacağını bildiği kızlardan not koparmaya devam etmiş, sınav zamanları uyanmaya dikkat edip birkaç şey karalamıştı. Derslere ilgi göstermek çok zordu. Para hiçbir zaman derdi olmamıştı ki! Sonucunda şaşırtıcı bir biçimde dönemi hiçbir dersten kalmadan bitirmişti -buna babasından ve kendisinden çok şaşıran kimse olmamıştı- Yine de Alex Clem'i özlüyordu ve başarılı olsun ya da olmasın, Harward cehennem gibiydi.Üstüne Clem'in mesajları geliyordu, Clem İngiltere'nin güzelliğinden şundan bundan bahsediyordu. Clem'in kendisini, onun Clem'i özlediği kadar özlemediği düşüncesiyle tek başına kaldığı evde deliye dönüyordu ama bütün mesajları gülümseme doluydu. Mesafeyi sevmemişti, özlemeyi de sevmemişti. Şu zamana kadar tek bir adam gibi sevgili bulmamıştı ki özlem hissine aşina olsun. Özleyebileceği tek kişi de koca okyanusun arkasına kaçmıştı. Yalnız kaldığı akşamlarda evde karamelli mısır yiyip Avrupa sinemasından filmler izlerken -bunu niye yaptığını aklı almasa da izliyordu işin komik tarafı beğenmeye bile başlamıştı Danimarka sinemasının sarkastik komedilerini- Clem'in ondan kaçmak için mi böyle bir yola başvurduğunu düşünüp aklında bir takım saçmalıklar kuruyor ve Clem'i kontrol edercesine mesajlar atıyordu, elbette iç dünyasında yaşadığı ikilemleri yansıtmadan. En nihayetinde doğal gecelerine geri dönmüş, okulun sıkıntısını güzel içki şişelerinin dibine saklamış, tanımadığı kızlara aklında kalan kız isimleriyle hitap etmiş, sabaha bir bahaneyle onları adını bile bilmediği otellerin odalarında bırakıp gitmişti. Birkaç kıza Clem dediğini fark ettiğinde dostunu gerçekten özlediğini anlamaya başlamıştı. Daha fazla şeye gerek yoktu, babasının parasını egoist bir şekilde yaşlı adamın çürümüş mürdümü andıran suratına fırlatmış, bir kısmını cebe atmayı ihmal etmemişti, kredi kartlarını yanına almış, onların da kapatılmasına en fazla bir hafta vardı, ve ertesi gün Becks Amerika'dayken ondan bir bilet almasını istemişti. Her şey çok ani olmuştu ama oradaydı işte: beş parasız, eski Harward öğrencisi.
Clem'in cevap beklemediği soruya gülümsemiş, böylece koca hikayeyi geçiştirivermişti.

Clem arkadaşlık kredisinden yararlanabileceğini söylediğinde sırıttı ama ardından gelen cümle ifadesini yapmacık bir gülümsemeye çevirdi. İki kişiliği vardı sanki; biri hemen yanlarına gidip kaynaşmasını, ingilizlerin sütlü çayının ve balık&patates kombinasyonunun keyfine varmasını söylüyordu. Öteki yanıysa hazır hepsi bir aradayken deli fişek gibi atılıp Liverpool'lu kabadayılar gibi hepsini pataklamasını ardından İrlanda birası söyleyerek babasının atalarının geleneklerini İngiltere'nin bu sevimli jazz barına taşımasını söylüyordu. O üçüncüyü dinledi, oturup Clem ile kalmayı. İç seslerinin en mantıklısı oydu, her ne kadar duygusal kızlar gibi hissetmesine sebep olan aynı içgüdü olsa da. Tek kesin bir şey vardı; susamıştı. Barmene kaş göz edip bira istedi. Dudaklarını oynatarak sessizce 'Becks' dedi. İngiltere'ye yeni gelmişti, biralarının güzel olduğunu duyduysa da şimdilik bildiğinden şaşmayacaktı. Geç kalınmış bir hoşgeldin eşliğinde gülümsedi, Clem yolculuğun nasıl geçtiğini bilse başka bir karşılama cümlesi kurardı muhtemelen. Babasından kopardığı son parayı da çingenelere kaptırmıştı. Paranın ayyaş bir çingenenin alkol parasına gideceğini bildiği halde birinin karnının doyacağı yalanına sığınarak kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Koluna dolanan kızı memnuniyetle kabul edip çaktırmadan saçlarını kokladı, bu vaziyette Clem kendisini yakalasaydı ne yapıyorsun sorusuna kurabiye çalarken yakalanmış çocuk tepkisi verirdi, ve iç geçirdi. Clem'in kendi kokusu kullandığı hiçbir parfüme benzemiyordu, kendine has bir kokusu vardı saç diplerinin, Alex bunu uyku iksiri gibi yorumluyordu zira yastıklarda aynı koku olmadığı için uykusunu bölen bir huzursuzluk hissiyle yaşamıştı son zamanlarda. Bu koku başka hiçbir kadında yoktu, belki bunun sebebi beraber olmayı seçtiği kızların kendi kokularını örtmek için bir parfüm şişelerini üzerlerinde kırmış gibi ağır bir koku yayacak kadar bol parfüm kullanmalarıydı. Kimi geceler koku duyusunu hepten kaybettiğini sanıyordu.

Clem habersiz gelişi hakkında sitem ederken kıkırdadı. "Imm, sürpriiz?" Clem bir takım planları sıralamaya başlamıştı, dondurma lafıyla bir av köpeği gibi dikti kulakları. Birası gelmişti, Clem'in duruşunu bozmaması için hareket etmeden boştaki kolunu soğuk, yeşil şişeye uzattı ve şişeyi yanına çekti. Clem konuşmaya devam ediyordu. Kedilerden bahsetmişti, Alex sırıttı. Kedileri gelir gelmez getiremezdi, motorunu getiremediği gibi. Hepsi yerleştikten sonra olacaktı. Evie'lerin kedilere ne tepki vereceklerini bilmiyordu, kedileri dışarı attırmak ya da hayvan barınağına yollamak fikriyle anında çıldırırdı bu da evsiz kalması demekti. Ayrıca kedileri aktarmasız bir uçakla getirtmeyi düşünüyordu. Yolda eziyet çekmeleri düşüncesi işkence gibi gelirdi. Motoru da Bronx'taki dostu Frank'e yollatacaktı, onca tamir işine yardımından sonra ona bir iyilik borcu olmuştu. Motoru adam gibi tamir edemeyen çırağı yüzünden geçirdiği kaza da düşünülürse, borcunu ödememesi gibi bir seçeneği yoktu. Yani her şey ayarlanmıştı. Clem elini sallarken gülümsüyordu, konuşmasından gelişinin geçici bir şey olduğunu düşündüğünü anlamıştı, Evie bahsetmemişti demek. İçinde büyüyen kahkahayı zapt ettiyse de bu sinsi sevinç dalgası kendisini pişkin çocuk gülümsemesi sergilemeye zorlamıştı. Clem'in eğlenen ifadesini fark etmesi an meselesiydi. Soruyla beraber kaşlarını kaldırıp ellerini önünde kenetledi. Clem'in gözleri kısıldığında kahkahasını bastırdı. Gerçekten eğleniyordu. Clem, sadece yüzüne bakarak aklından geçeni okuyabilecek dünya üzerindeki tek kişi, mesajı almıştı. Şaka yapıp yapmadığını sorarken Alex daha fazla dayanamayıp kıs kıs gülmeye başladı. Clem'in tehdidiyle gülüşü kahkahalara dönüşmüştü. Ah, Clem'in tehditleri bile özlenecek cinstendi. "Rica ediyorum, Oxford'daki eğitimimi tamamlamamı bekle, oraya girmek için çok uğraştım, keyfini çıkarmadan ölmek istemiyorum, cherie." Fransızca kelime, ne hoş. Kendine öncelikle İngiliz aksanının halledilmesi gerektiğini hatırlattı, artık buralı olduğuna göre etrafındaki insanların dediklerini anlamaya başlaması gerekiyordu. İngiliz aksanlı tiplerin Amerika'da özel göründüğü gibi Amerika'lıların İngiltere'de karizmatik görünüp görünmediğini düşündü. İngiliz aksanı güzeldi ama kendi aksanını seviyordu. Anlayabileceği bir biçimde konuşmayı tercih ederdi. Zaman kaybetmeyip konuşmaya devam etti, birasından yudum almak için elini şişeye atmıştı, ne ara yarılandığını bilmiyordu tabi şişenin. "Ekonomi bölümünde ne kadar durabilirdim ki? Tamam, dönemi başarısız olmadan tamamlamış olabilirim, bu da başarı aslında, ama bu ruhsuz şeye devam edemezdim değil mi? Üstelik sen burada çok eğlenirken," Çok eğlenmek bölümü söylemek için havaya iki tırnak işareti çizdi parmaklarıyla "Seni bu eğlencenin ortasında yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı." Yüzündeki yapmacık empati elbette inandırıcı değildi, uzanıp Clem'in eline vurdu sempatisini göstermek istercesine. İçkiden bir yudum aldı, tanıdık bira tadından memnundu. "Köpek gibi peşinden geliyorum Clem, umarım mutlusundur. Hele buraların benim için yasak topraklar olduğunu düşünürsek." Sesi gerilemişti, yüzündeki ifade bir anlığına yerini gerçek endişenin getirdiği huzursuzluğa bıraktı. Gözlerini yeşil şişesinin içinde dönen içkiden ayırıp Clem'e kaldırdığında kelimeleri içinde tutmayı başaramamıştı, ne de isterdi bu konunun çevresinden dönüp geçmek, hiç bahsetmemek. Ama dudakları bağımsızlık ilan etmiş, aklındaki cümleler aynı dudaklardan kopup masaya düşmüş ve oracıkta ölmüştü sanki. "Onu hiç gördün mü?" dedi, ikisi de kimden bahsettiğini biliyordu. Alex bahtsız bedevi imajını saklamaya çalıştı elbette, her zamanki gibi. Ama merak zehirli bir öpücük bırakmıştı sevdiği bira ile ıslanmış dudaklarına. Halbuki İngiltere'de yapılacaklar planı ve dondurmacı düşüncesinin aklını yeterince oyaladığını sanıyordu. İki koyu gözbebeği beklentiyle ışıldadı. Cevabı duymak istemiyordu ama yanlış bir şey yapmanın hissine rağmen istemediği şeyleri duyma beklentisinin heyecanıyla kalbi hızlanmıştı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Welcome to London Empty
MesajKonu: Geri: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 6:30 pm

Oldukça az zamandır yaşıyordu düşündüğünde. On dokuz sene, ve on dokuz sene içinde hep aynı insanlar vardı hayatında. Çocukluğu da, ilk gençliği de aynı çevrede geçince ve Alex ve Claudia'yla büyüyünce, yine onu en iyi tanıyan insanlar onlar olmuştu. Ve aynı şekilde birinden biri yanında olmadığında en çok özlediği de onlardı. Özlemek durumundan nefret etse de, artık bir tören haline gelmişti onun için birinden birini özlemek. Hele son zamanlarında birbirlerinden uzak durduklarını düşününce, mutlaka özleyeceği biri oluyordu bir şekilde. Aynı şarkıları dinlemeyi, özlemini çikolatalı dondurmayla bastırmayı Alex'ten öğrenmişti hatta, onu özlediğinde temel ritüeliydi bu. Çünkü çok özlediğinde uyku da Alex kadar uzak oluyordu kendisine. O yüzden teması, gerçekten konu Alex ise elbette, çok seviyordu. Bütün gün kafasını omzuna yaslayıp oturabilirdi. Bütün günü hiçbir şey söylemeden, sadece mırıldanarak geçirebilirdi. Orada uyuyup kalmayı bile göze almıştı. Ronnie's Scott o gece kapanmasa şikayet etmeyecekti. Ayrılıp Alex'i bırakarak saçma bir yurt odasına dönme fikrini tamamen unutmuştu zaten. Nereye gidiyorsa, peşinden gidecekti.
İlişkilerinin bunu gerektirdiğini on sene kadar önce öğrenmişti zaten, Alex onu bırakıp gidince peşinden gitmeyerek. Ağaç evden inerken ona bağırmıştı sinirle. Tabii ki onunla eski arabaların olduğu bir garaja gitmeyecekti, ne saçma soruydu o. Ama sonra didişip sinirle onu kendi haline bırakınca, ve kendi de sinirli minik adımlarını kontrol edemeyip düşerek ayağını kırınca bütün ev ayağa kalkmıştı. Oyun alanları o zaman birbirlerinin evleri ve bahçeleriyle sınırlıydı. Ancak bu Clem ve Alex'in bakın biz büyüyünce aynı böyle olacağız gösterilerini engelleyemiyordu, birinden biri mutlaka ötekini kızdırıp yalnız bırakarak gidiyordu. Ama ayağını kırması ve üç hafta boyunca evde kalmaya zorlanması, Alex'i çok özlemesine neden olmuştu ve o gün Clem Alex bir şey yapalım denirse yapılır kuralını ezberlemişti. Ancak şu an, içindeki özlem duygusu Alex gitsin sen de peşine takıl fikrini bırakmıştı bir kenara. Biz burada kalalım ve kimse bizi ellemesinlerdeydi. Çünkü Alex'in yanında olduğunu, boynunda duran elin ona ait olduğunu bilmenin verdiği güveni yaklaşık bir buçuk aydır İngiltere sokaklarında tanıştığı insanların hiç biri veremeyince kıymetini çok daha iyi anlamıştı.
Ancak şu an, özleminden çok 'bunu bana nasıl yaparsın' diye bağırmak istiyordu. Nasıl olabilmişti de Alex hiçbir haber verme ihtiyacı hissetmeden ve arkasında bin türlü kavgayı bırakarak gelebilmişti. Nasıl bütün bunlarda onu yanında istememişti. Değerini kaybetmiş olsa, peşinden gelmezdi belki ama şu an onu düşünmeyecekti elbette. Nasıl sorusu daha kocamandı. Nasıl Alex ona haber vermezdi. Adamın sevimli tonlamasıyla yaptığı itiraf onu sakinleştirmemişti. Tabii ki kızacaktı. Resmen bir sürü şeyi bırakıp geldiğini ve bunlar olurken haberi olmadığını kabullenmişti. 'Drama yıldızına bağlama Clem.' diye düşünmeye çalıştı. Ne olursa olsun, gelmişti işte değil mi? Ama yine de, oturduğu yerde doğrulup elini beline koyarak vazosu çocuğu tarafından kırılmış anne tavrıyla baktı Alex'e. Tamam ekonomiden nefret ettiğini biliyordu. Zaten daha en başta kendisine söylediğinde bunu başaramayacağını ve çıldıracağını söylemişti ona. Ailesinin, başta babasının öz oğlunu kendisi kadar tanıyamamasına inanamıyordu. Muhtemelen annesiyle birlikte olan şu adını hatırlayamadığı adam bile Alex'in ekonomiyle aynı cümlede bile bulunamayacağını biliyor olmalıydı. Ama o eziyete kendi boyun eğmiş, hatta giderken hazırlanmasına yardım etmiş ve iyi olacaklarını söyleyerek onu teselli etmişti Alex. 'İstediğini yaptığım sürece yanına gelip gitmeme de bir şey diyemez' demişti kitaplarını teker teker koliye atarken, ' her fırsatta gelirim, hem sen de gelirsin? Gelirsin, öyle evet.' Bütün duygularını bastırarak kafa sallamıştı, elinde bir kova dondurma, bütün işi Alex'in yapmasını beklerken, elbette gelirim dercesine. Son günlerinde sadece dondurmayla beslenmişlerdi, hatta Clem biraz daha yemek yapmazsa hasta olup gidemeyeceğini bile söylemişti Alex'e. Görüşeceklerdi ama, sonuçta Alex'ini ondan almaya bir ekonomi okulunun gücü yetmezdi. Ama bu gelişi de öyle olmuş olmalıydı. Ya da geliyorsa haftalarca önceden, belki de karar verdiği anda, 'BEN GELİYORUM HAZIR MISIN' çığlıkları duymalıydı Clem. Geldim, naber, hadi takılalım, aa bu arada buraya yerleşiyorum olmamalıydı durumları.
Hem bütün o eğlence fikri. Alex'i içtiği bira şişesinden uzaklaştırıp kafasında şişeyi parçalamak istiyordu. Alex'e sadece güzel detayları, ve heyecanlı şeyleri, ve seveceği yerleri, ve bu gibi şeyleri anlattığı doğruydu. Ama gece odasına döndükten sonra, ki bu son zamanlarda nadiren gerçekleşmiş olsa da, yalnız kaldığında özlediği bir ev, iki kedi ve bir de dev bir insan görünümlü kedi vardı. Ya da uyumak için sarılabileceği birini aradığında, ya da çatıda sigara içip aşağıya bakarken sarhoş olsa onu düşmekten koruyabilecek biri olup olmadığını düşündüğünde. Bir sürü eksik ve bir sürü yalnız kalmış boşluk vardı hayatında. Alex'in imaları umrunda bile değildi. İngiltere nefisti, çok memnundu geldiğine ama içinde geride bıraktığı şeylerin boşluğu varken Alex'in buna karar verdikten sonra ona haber vermeyerek kendisini o yalnızlık hissine birkaç gün daha terketmesini kabul etmek istemiyordu. Sonuçta eşitsizlikti, Alex buraya geleceğini bilerek mutlu edebilmişti kendini ama Clem oradan oraya giderken ve bir sürü şeye yetişmek için uğraşırken yanında böyle bir teselli yoktu.
Ama sinirini cümlelere dökmesine fırsatı kalmadan, dünyanın ve evrenin dengesi buna bağlıymışcasına yumuşadı sözleriyle. Bir insanın en büyük zayıflığı başka bir insan olunca bütün sinirleri yıpranıyordu eninde sonunda. Alex'in cümlesi ve yüzündeki ifadenin ani düşüşü bütün bunu bana nasıl yaptın çok adisinleri silmişti içinden. Onu çok sevdiğini bilmesi gibi, bunu gerçekten bilmesi ve onu sevmeyi de sevebilmesi gibi bir şeydi yaşadığı. Canının bir şekilde yandığını bilip bir şey yapamamaktan duyduğu tuhaf acı hissi silebilmek için kaç kova dondurma gerekiyorsa hemen şu an almaya, hatta uğraşıp yapmaya razıydı. Ne söylese, nasıl girse cümleye her şekilde yanlış olacaktı söyleyecekleri. Çünkü en sevdiğinin sahip olduğu en büyük acı yine dönüp dolaşıp kendisine en yakınlardan birini vuruyordu. İçten içe Alex'in bambaşka, Claudia'dan farklı ya da ona benzer özelliklerde, fark etmeyecekti o an, alakasız birini sevmiş olmasını diledi. Ne Claudia'yı suçlayabiliyordu ne de Alex için bir şey yapabiliyordu çünkü. Bir başkası olsa her şey kolay olurdu belki. O zaman Alex, şu anki Alex olmazdı ve belki Clem'le bu kadar çok şey paylaşıyor da olmazdı ama bu kadar acı çekmesi düşüncesinden çok daha iyiydi. Sonra ne demesi gerektiğini dakikalarca düşünse de bulamayacağını bilerek, Alex'in sorusunun üzerinden dakikalar geçmiş, ancak hala büyük bir sessizlikle yüzüne bakıyorken en az acıtan cümleleri bulmaya çalıştı. "İyi. Gerçekten." Öyle ya bahsedilen Claudia'ydı. O yüzden Alex'in görüp görmemesini sorması da saçmaydı. Claudia Alex'le aynı alanda yarışmayan en yakınıydı. Var olmayan bir yarışın başka bir alanındaydı ya da. Elbette görmüştü. Ve geçmişlerini düşününce verebileceği en güzel yanıt iyi olduğuydu. Alex'in onun adını andığında yaşadığı acıya rağmen kötü olduğuna dair bir şey duymak istemeyeceğini biliyordu. "Benden farklı durumda değil. Alışmaya çalışıyor. Ama burada olduğu için şikayeti yok, memnun." Başka bir şey diyebilecek miydi bilmiyordu. Evet Claudia bölümünden de halinden de memnundu. Hatta Clem'in orda olmasından daha da memnundu. Bir çok kez görüşmüşlerdi, bir kere bile neden İngiltere'ye geldim ki kapısına çıkacak cümlelerle konuşmamıştı Claudia. Daha fazla söyleyecek bir şeyi yoktu, aslında çok cümlesi vardı, ama ortaya dökmeye korkuyordu. Uzanıp az önce sarıldığı kollara, bir elini Alex'in parmaklarına geçirdi. Birbirlerini elbette göreceklerdi Claudia'yla, aynı şehir, ortak çevre. Ama en azından Alex'in Clem'in ona karşı olan konumunun değişmediğini bildiğini umuyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Welcome to London Empty
MesajKonu: Geri: Welcome to London   Welcome to London Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 7:01 pm

"İyi. Gerçekten." Alex gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. İyi, elbette iyi olacaktı. Sorun da buydu, Claudia iyiydi zaten. Hiçbir zaman Alex'in varlığı düşüncesiyle kendine işkence etmemişti. Gitmeyi seçmiş, bu yeşil topraklara adımını attığı an yaşamaya devam etmişti. Tamamen zıt hayatları yaşıyorlardı, Claudia kendini dışa vurup mutlu etmek için yaşarken Alex kendini içine gömüp beklenen insanı oynuyor, kendine eziyet etmek için çaba sarf ediyordu. Bunu yapmakta bir sebep sahibi olduğunu biliyordu ama aradan o kadar zaman geçmişti ki hatırlamıyordu bile. Adam gibi, eskisi gibi hissettiren tek şey Clem idi, belki de bu yüzden Cleo gittikten sonra bir uçağa atlayıp peşinden gitmemiş, Clem ile kalmıştı. Clem aynı yolu seçtiğindeyse bir yıl bile dayanamamıştı. Yine de Cleo'nun iyi olma düşüncesiyle mutlu olması gerektiğini düşünse de olamıyordu. İçinden bir ses onun aynı şeyleri yaşıyor olmasını istediğini söylüyordu. Bunca zamandır tek gecelik ilişkilerini kendine muhtaç durumda bırakıp gitmesinin nedeni bu muhtaçlık hissini asıl görmek istediği kişiden elde edememesiydi en başından beri. "Benden farklı durumda değil." diye devam etti Clem Alışmaya çalışıyor. Ama burada olduğu için şikayeti yok, memnun." Alex çenesini sıktığını fark ettiği anda kendini gevşetip parmağını birasının buzdolabı soğuğu yemiş şişe buharının üzerinde gezip tırnağıyla şişe üzerine kedi çizdi. Sessizlik payını düşünceleri sebebiyle fazla bıraktığını fark edince pek de inandırıcı olmayan bir umursamazlıkla omuz silkti, Clem'in geriye taradığı saçları bağımsızlık ilan edip yine yüzüne düşüvermişti. "Umursadığımdan değil tabii." dedi homurdanırcasına, sesi yalan söylemesini engellemek istercesine bilinçsizce alçak çıkıyordu. "Buraya geldim diye sorayım dedim. Yoksa biliyorsun..." Artık söylediklerinde hiçbir mantık olmadığının bilince, baş parmağı ile kedi çizimini silerken inanmadığını bariz bir şekilde açık eden ses tonunu gizlemedi. "...artık sallamıyorum onu." Cümlesini anlaşılmaz kelimelerle bitirirken birayı bitirdi, bunu daha çok Clem'in ifadesinden kaçmak için yapmıştı. Kendini hazırlanmadığı sözlü için çağırılmayı bekleyen bir çocuk gibi hissediyordu, Clem'in kimi sorusu bile homurdanma evrelerine geri dönmesine sebep olabilirdi, komik bir şekilde ismini söylerken bile tıkanıp kalıyordu. Bir gün Cleo hakkında bir cümle kurabilirse düşüp ölebilirdi.
Birayı indirmeden göz ucuyla Clem'e baktı. Ortamın sakin göründüğüne emin olduğunda şişeyi masaya bırakıp ileri itti. "İngiltere'de yeni başlangıç yapıyorum. Eskiden sadece seni, kedileri ve birkaç kişiyi bırakacağım. Güzel olacak." Geride koca bir hayat bıraktığını kabul ediyordu ama yeni bir hayata başlamak güzel olacaktı. Herkesin parmakla gösterip dialog başlatma çabasına girmeyeceği bir yerdeydi. Burada, istenmeyen adam olma düşüncesi bile hoşuna gidiyordu. İlgiden bunalmıştı işin özü. Kimsenin bir önceki akşam yediği haltı bilmeyeceği topraklarda olmak bir nevi özgürlük hissi yaratıyordu. Yeni sayfasını kirletmeme kararı aldı, kendini karalamamaya çalışacaktı. İnsanlarla kavga etmek çözüm değildi, sevdiği bir insanı rahatsız etmiyorlarsa tabii, bunu anlaması için mesken değiştirmesi gerekmişti. Clem, kedileri ve hayatını kurtarmaya yetecek kadar çikolatalı dondurmayla nasıl huzura eremediğine kafa yordu. Gerçekten bilmiyordu. O an o sözü verirken içten olabilirdi ama fazladan bir kadeh viski ile kendini bile unutabilen Alex, tereddüdünü bilinçaltına itti. Sandalyesini de geriye itmişti bu esnada. Clem'in kulağına doğru yaklaşıp fısıldadı. "Gel gidelim. Tamam buranın müzikleri güzel de yeni başlangıcımı yine bir barda yapmayacağım." Yüzünde aklına gelen komik bir şey sebebiyle sinsi bir gülüşme yerleşmişti. "Muhtemelen arkadaşların şu an kulağına seksi şeyler fısıldadığımı düşünüyor. Aklıma gelen en seksi şeyi fısıldayacağım; çikolatalı dondurma." Başını biraz geriye çekti, kaşlarını kaldırmıştı. "Bana baştan çıkmadığını söyleme, şu an çikolata parçalarını dilimin üzerinde hissedebiliyorum." Clem'in gülüşüyle sırıtışı genişledi, Clem'in melodik sesindeki tınıyı duymak bir nevi eve yavru kedi almakla aynı derecede mutluluk hissi yayıyordu. Clem ayağa kalktığında kolunu omzuna atıp saçlarını karıştırdı, bunu yapmayalı aylar geçmişti. Clem'in arkadaşlarını yanına gidip durdular, Alex saatine bakarak Clem'in açıklama yapmasını bekledikten sonra bahsi geçen sarışın çocuğa göz kırpıp haince sırıttı. Nasıl bir izlenim verdiğini bilmiyordu, hain sırıtışı ile çapkın gülümsemesinin birbirlerine benziyor oluşundan sorumlu tutulamazdı sonuçta. Kapıya kadarki mesafede Alex çoktan geride olanları unutmuş, konuyu Vişne ve Votka'nın Clem'in olmadığı zamanlar yaptıklarına getirmişti. Hararetli telaffuz edilen kelimeler Ronnie'sin havasında asılı kaldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Welcome to London
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» London Never Sleeps RPG
» beyler, ağalar london nerede?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Leicester Square :: Ronnie Scott's-
Buraya geçin: