London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Crack House

Aşağa gitmek 
+4
Althea McQueen
Sidney Moon
Victoria Lynton
Bunny Bacardi
8 posters
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
YazarMesaj
Bunny Bacardi
Londra Vatandaşı
 Londra Vatandaşı
Bunny Bacardi


Mesaj Sayısı : 70

Crack House Empty
MesajKonu: Crack House   Crack House Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 1:38 pm

Crack House A
bunny bacardi

Crack House I5TEgFl6C5fqz x Crack House Aa x Crack House Amanda-Seifried-amanda-seyfried-28090505-100-100

nanna lindqvist x althea mcqueen x victoria lynton

Crack House Aaa x Crack House Pete88mp7 x Crack House IMXTJu0EVHOvk x Crack House IbePVuoT2YaZEo

theodor roven x harley westwood x arnold walker x sidney moon

20 Temmuz 2012
Harley & Thedor & Arnold adlı ipsiz sapsız insanların evi.
Bir sürü insan da gelmiş; çünkü Bunny Bacardi tahliye olmuş.
Sahalara dönmüş.
Bizimkiler de alem yapmaya yer arıyormuş.
Bir crack house hikayesi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victoria Lynton
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
Victoria Lynton


Mesaj Sayısı : 66

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 5:24 pm

Tek eli beyaz boynuna dolanmış zarif haçı kavrayan genç kadın, neredeyse yirmiyi bulan yaşında bir ilki gerçekleştiriyordu. Londra'nın eski ama gözde olmayan mahallesinin dar sokaklarında hayatı buna bağlıymış gibi sarsılarak ilerleyen kara taksinin arka koltuğunda tedirgince oturuyor, bundan dolayı araba her çukura girdiğinde ya da bir tümsekten geçtiğinde olduğu yerde tehlikeli bir biçimde zıplıyordu. Bünyesine tesir etmeyen derin bir nefes aldığı sırada burada ne işinin olduğunu düşünmemek çok zor bir işken endişe dolu mavi bakışları kucağında yumruk olmuş eline takıldı. Küçük ve zarif bir nişan yüzüğü gecenin karanlığından bir ışık çalmış ve gizli bir dedikoduyu ayyuka çıkaran çığırtkanın gururyla parlarken kanı çekilmiş derisinin kapladığı eli kavradığı haçı terk edip kapadı onu mahrem bir şeymiş gibi. Onu takıyor olması tam bir saçmalıktı. Hem de nasıl bir saçmalık. Ailelerin buyurduğu bir nişanlılık ne kadar geçerli olabilirdi ki? Sonuçta o adamı tanımıyordu bile, sadece bir iki kez görüşmüş ve çoğunlukla onun geç gelip Victoria'yı beklettiği şık restorantların şahitlik ettiği bir nişanlılık neydi ki? O aşk evliliklerinin çok uzak bir diyarda ve belki de cidden Ayyuk'ta var olduğunu bilmesine rağmen hala ne bekliyordu da bu yüzüğü takabiliyordu sarışın kız? Hoş, anneler ne derse o olurdu değil mi? Eğer o karar kıldıysa karşı çıkmak büyük bir lükstü. Victoria'nın kendi sesi yoktu, konuşması yasaktı. Kendi gözleri de yoktu; çünkü bir erkeğe böyle bir yakınlaşmaya kalkması büyük bir ayıptı. Belki de bu yüzden ödevini değerlendiren Profesör, Victoria'yı aşağılamakta çekinmemişti. Üslubunuz gerçekten mükemmel Bayan Lynton; lakin böylesine bir dar görüşlülük, böylesine bir sığlık içerisinde kullandığınız kelimelerin lüzumsuzluğu göze ne kadar da batıyor. Bu ödevi benim önüme koymanız... Kötü bir şaka gibisiniz. Bir yazar adayı olmak için çaba harcıyorsunuz; ama kendi liginizden çıkamıyorsunuz. Söyleyin bana, bu hayattaki olası deneyimlerinizin önüne taktığınız ortaçağ kiliselerinin ablukasında olan bekaret yüzüğünüz mü geçiyor, yoksa siz hep böyle kötü bir şaka olarak gözümün önünde mi dikileceksiniz? Victoria'nın böyle bir reddediliş karşısında söyleyecek lafı yoktu. Onun haklı olduğunu biliyor; ama inançları doğrultusunda hareket etmezse eğer İsa'nın yolundan şaşacağından da korkuyordu. İşin aslı bu şekilde korkutulduğunu da kabul ediyordu. Çoğu zaman gerçekler göründüğünden farklı olabilirdi ve belki de bir yerlerden başlaması gerekiyordu. İradesine güvenerek bir günah işlemiş, annesine kilise korosundan bir arkadaşı ile akşam yemeğine gittiğini söylemiş ve bu siyah taksiye atlamıştı.

Böyle vakitlerde her zaman heyecanlanır ve işaret verilmiş gibi midesi bulanmaya başlardı. Sosyopatlığından ya da asosyalliğinden değildi. İşin aslına bakılırsa bununla alakası bile yoktu, yani en azından kendisine böyle kelimeleri yakıştıramıyordu. Yine de bir ev dolusu hayat standartları Victoria Lynton'dan çok farklı insanla karşılaşmak ve genç kadının onlara imrenmesinin bile günah sayılacak olması ihtimali deli ediyordu onu. Kalbinin ritmi artık Tanrı'ya edilen bir küfür gibi bir hale bürünürken siyah taksi diğerlerinden daha geniş bir sokağa girip, su deposunun önünde durduğunda Victoria kaşlarını kaldırıp apartmana baktı kirli camdan. Şu eski, yetmişlerden kalma filmlerde gördüğü apartmanlardan biriydi. Üst üste dizilmiş tuğlalardın üzerindeki gölge oyunları dolaşırken o filmlerin korku filmi olup olmadığını tartacak kadar düşünmemeye çalıştı. Kalın bıyıkları olan, aç bakışlı taksi şoförüne cömert bir bahşiş bırakıp arabadan indi. Çiçekli elbisesi, bu geceye uygun olmalıydı. Ne giyeceği hakkında sabahtan beri düşünüp duruyordu. Ödevinin geri çevrilişinden bu yana çok düşünmüş, değişik bir hayata sahip olan arkadaşı, belki de kendisiyle konuşacak kadar mütevazi olan tek insanın davetini kabul etmenin farklı bir pencere olabileceğine karar vermişti. Eğer Theodor'un dostları da onun gibiyse anlaşmak çok zor olamazdı. Meryem Ana... Sen yardım et. Hapishaneden yeni çıkmış bir uyuşturucu bağımlısının dönüşünü kutlayan bir grup insanın arasında hiçbirinin Theodor gibi olacağını sanmıyordu. Sadece minik, sakin kalmasına yardımcı olacak bir teselli ışığıydı, kısaca kendisine söylediği bir yalandı.

Alçak topuklu pradalar, serin apartman boşluğundaki döner merdivenlerden hafifçe tıkırdayarak çıktı. Boğuk müzik sesini takip ederken kapıların ardından gelen kavga, kahkaha ve cinselliğe dayanan sesleri umursamamaya çalıştı. Sağlam bir İspanyolcası yoktu ya da lisede birisine İspanyolca bela okumayı öğretmedikleri için anlamlandıramıyordu. Yutkunup gözlerini kırpıştırdı ilgili kapının önünde dikilirken. Kendisini çıplak hissediyordu, sanki bir şeyleri atlamış gibi. Burnundan derin bir nefes alıp zile bastı. İçeriden hayvani bir gülme ve akabinde bir kızın çığlık sesi gelirken neredeyse arkasını dönüp gidecekti. Cesur olmalıydı, buraya kadar geldikten sonra geri dönemezdi ya. Zaten düşünceleri daha oturmamışken kapı ardına dek açıldı. Neredeyse kendi boylarında; ama yaşça daha genç olan bir kız yüzünde az önce olmuş bir olayın neşesini yansıtan gülümsemenin hayaletiyle karşısında dikiliyordu. “Evet?” dedi Victoria'yı şöyle bir tepeden tırnağa inceleyip. Üstünde kısa bir şort ve gayet kötü görünümlü kırmızı bir erkek tişörtü vardı. Yalınayak evin içinde dolanmasını yadırgayan Victoria da muhtemelen onun tarafından yadırganıyordu şu anda. “Şey-” dedi zayıf bir sesle. “Beni Theodor çağırdı. Eğer ona burada olduğumu söylersen-” Yeşil gözlü kız kumral saçlarını geriye atıp kapıyı tutan elindeki sigarayı dudaklarına götürdü. “Ayakkabılarını çıkarma, çaldırmak istemezsin.” dedi sonra bir el işareti yapıp Victoria'ya takip işareti çaktı. Böyle bir ihtimal var mıydı sahiden? Yani çaldırabilir miydi? Nereye gelmişti böyle? Etrafına korku dolu bir bakış attı. Kostüm seçiminin çok frapan kaldığını düşünürken rezil olmuş gibi hissediyordu kendisini. Oysa o dumanlı beyinlerin hiçbirinin umursadığı yoktu. “Theodor. THEODOR! Hangi cehennemde ki bu?” Oysa oda küçüktü, hatta buradaki iki odanın toplamı, Victoria'nın bir yatak odası bile etmezdi. İçini çekti. Nasıl bir insan burada yaşardı ki? Fare deliğinden farksızdı. “Theodor, sevgilin burada.” dedi kumral kız saçını savura savura kara kafalı bir oğlanın üstünden atlarken. Victoria'ya kalsa o oğlan saçını yıkamalıydı acilen- Ne? Sevgili mi? Çevreyi incelediğinden geç düşen jetonuyla beraber gözleri kocaman açıldı. “Yo- Hayır, o sevgilim falan değil.” Oysa kırmızı tişörtünün arkasında silik bir Theodor Roven, Harley Westwood, Arnold Walker yazan kız küçük eğlenceli bir kahkaha attı. “Tamam sakin ol sakin. Şaka yapıyordum sadece, hem onun sevgilisi olsan- inan bana ben bilirdim. Bu bir uyarı mıydı bilemiyordu Victoria; ama onun gözlerinde parlayan bakış yüzünden bir adım geriye çıkmak zorunda kalmıştı.

Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sidney Moon
London I. Sınıf | İşletme
London I. Sınıf | İşletme
Sidney Moon


Mesaj Sayısı : 19

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 11:14 pm

Anahtar deliğinden hayatını izliyormuş gibi hissediyordu Sidney. Daniel Moon'un oğlu olmak böyle bir histi işte. Kendi elinde olan bir şey yoktu, yapbozun en önemli parçası olması gerekirken köşeye atılmış olandı. Tamam, belki Sidney değildi köşeye atılan. Düşünceleri. Onlar en değersiz parçalar gibiydi o kodaman için. İşletme! İşletme okuması için zorlamıştı resmen. Ona neydi ki? Belki babasını çukura attıktan sonra orayı yönetmek istemiyordu. Her gün kafasında garip bir şeyle tershanelere gidip insanlara emirler yapdırıp sinek kaydı tıraş yüzünden çıkmamış sakallarını sıvazlamak istemiyordu. O yüzden üniversiteye adım atar atmaz bir iki arkadaş bulup onlara takılmıştı. Tonlarca devamsızlıktan sonra okulu dondurup eve uğramama kararı da almıştı. Babası yaptıklarına Sidney'nin dinlerken uyuyakalacağı tarzda bir nutuk atmıştı büyük ihtimalle. Tek üzüldüğü bu nutuğu dinleyen ve eve gelmeyen oğlunu özleyecek olduğunu bildiği annesiydi. Sidney annesini severdi. O kadında peygamber sabrı denen şeyden fazlasıyla olmalıydı. Kocasından oldukça küçüktü kadın. Öyle ki Sidney ve annesinin yaşı farkı, babası ve annesinin yaş farkıyla yakındı. Hayat anneniz yanında olunca daha kolay. Her zaman arkanızı toplayan, en iyi arkadaşından da yakın bir kadın işte o. Yine de üniversiteye gidince bir şeyler olur. Götünüzle beyniniz yer değiştirir. Annenizi aramayı kesersiniz. Evde çuvallarca olduğunu bildiğiniz paraya parmaklarınız uzanamaz, son paranızı üç kişilik mala dökersiniz. İki dost kazanırsınız ama sonraki üç gün yemek bulana kadar canınız çıkar. Herkese kendinizi böyle hissetmeniz gerektiğini, kendiniz gibi hissetmeye başladığınızı söylersiniz ama kim olduğunuzdan haberiniz yoktur. Daniel Moon'un oğlu değilsinizdir kesinlikle. Reddedersiniz. Küçükken annenizle oynadığınız küçük oyunlardaki süper kahraman olmak istersiniz. Bunun için de ejderhayı kovalarsınız O ejderha şeklindeki dumanın folyonun üzerinden tütüşünü izlerken ve boru burnunuza dayanmışken süperkahraman gibi gözükmezsiniz yine de öyle hissedersiniz.

Sidney'nin uyuşturucuya başlama sebebi mi? Buldunuz işte! Kendini bulmak belki de. İşte tam da kendisini bulmaya gidiyordu Sidney. Temmuz ayında oldukları doğruydu fakat Londra havası bazen uslu durmazdı. Üşüyen ellerini kot pantolonunun ceplerine sokmuşken omuzları olduğundan daha kabarık duruyordu. Yanında yaşıtı bir kızılla birlikte yürüyordu yaklaşık yarım saattir. Pek de boş olmayan yollardan geçip Londra'daki tüm insanlara şahit olmuşlardı belki de. Her türlüsüne yani. Zaten Londra'da İngiliz bulmak gün geçtikçe zorlaşıyordu. Şehrin yarısı göçmendi. Tıpkı yanındaki kız gibi. İsveç'ten geldiğini söyleyen ağır aksanlı Nanna'yla daha iki üç gün önce tanışmıştı. Önce Pizza Hut'ta suratsız bir teslimat yapan Nanna'yı daha sonra adını bile hatırlamadığı ucuz bir pubın tekinde görüp konuşmuştu. Sonuç buydu işte. Bunny'nin tahliye olmasını kutladıkları partiye götürüyordu onu da. Uyuşturucunun ilk harfini duyduğunda meselenin üstüne atladığından Sidney'nin reddedecek fırsatı olmamıştı. Gerçi reddetmeyi de düşünmüyordu. Takılırlardı işte, fena mıydı?
“Neredeydi demiştin?” dedi Nanna sessizliği bozarken. Sidney kıza döndüğünde ağzından çıkan dumanlara şekil vermeye çalışan Nanna'yı görüp gülümsedi.
“Caddenin adını ezberleyecek değilim ayrıca nereden bileceksin ki? Götürüyorum aklında tut bir daha geldiğinde bulabilirsin.” Kendisi de bir sigara yakmak için dudaklarına oturttu zehirli ruloyu. Kaldırımın eksik taşlarının üzerinden geçerek birkaç insanı solladılar, sonunda fazlasıyla sessiz olan bir sokağa girdiler. İkisinin de adım sesleri yankılanıyordu sokak boyunca. Sidney sigarasından bir fırt çektikçe hafif çıtırtılar kulağına çalınıyordu.
“Şu sessizlikleri sevmiyorum.” Nanna'nın sesi duyulurken Sidney gözlerini devirmemek için kendisini zor tuttu. Sanki neydi? Altı üstü evi gösteriyordu ona, şu en iyi erkek arkadaş sendromuna girmiş kızlardan biri miydi yoksa bu da? Tek kaşını kaldırıp Nanna'ya bakarken kızıl kafalı her şeyi anlamış gibi bir halde hiçbir tepki vermeden yürümeye devam etti. Birkaç kahkaha sesi ve hafif bir müzik duyulduğunda birahane ve sudeposunun karşısındaki apartmana yönlendirdi Nanna'yı omzundan tutarak.
“Çok- sosyetik değil mi?” Kızın sesi apartmanın boşluğunda yankılanırken garip sesler çıkarmaya devam etti Nanna sanki ses yankılanmasını yeni keşfediyormuş gibi. Sidney onun arkasından çıkarken gülümsüyordu. Korkulukların altın sarısı olup her salı parlatılmadığıns şükretsindi, o zaman sosyetikliği görürdü işte. Ya da her altından geçişinde kafana düşüp seni binlerce parçaya ayıracak avizelerden yoktu burada. Eve gitmemeyi bu yüzden seviyordu Sidney. Nanna'nın çıkardığı garip sesleri anca babası boğaz gargarası yaparken çıkarıyordu herhalde. Ya da şu nişanlısı olacak kız kapısına vardıkları evin içindeki kızlardan biri gibi değildi. O ipeklerin içinde elbebek gül bebek büyümüş bir kızdı, Becca, Althea, Nanna gibilerse pisliğin içinde yuvarlanıyordu her gün. Onu pek tanıdığını söyleyemezdi Sidney. Tanımaya çalışsa da bir şey becerebileceğinden şüpheliydi. Sıkıcı olduğu kadar babası gibi düşünen biri olabilirdi. Birkaç 'Geç kaldım, üzgünüm.' buluşmalarında beş dakika kadar yan yana oturup kaldırılan kadehlere eşlik etmek ve yüzükler takılırken sahte bir gülümsemeyle kızın suratına bakmak dışında etkileşimleri olmamıştı. Ama Sidney öylesini istemiyordu. Kapıyı açan Becca'yı süzüp sırıttı.
“İşte böylesini.” dedi kızın kıçına çıkan eteğe bakarken. Nanna pehleyip öylece dururken Sidney kızı omzundan tutup içeri girdi. Misafir kızı birilerinin kucağına attıktan sonra kendisi de uçup keyfine bakabilirdi. Nanna'nın deli danalar gibi tepinip etrafına bakındığını görürken onu eliyle durdurup Bunny'e bakınmaya başladı. Adamın partisine gelip onu görmeden gitmek olamazdı herhalde. Sonra bir şey gördü. Birini. Kolu Nanna'nın göğsünün hizasında sertçe belirirken kızı durdurdu. Kahverengi gözleri olabildiğince açık, haddinden kalın kaşları havalanıp ayrılmıştı şimdi. Bir yutkunma boğazından aşağı geçerken küçük bir küfür de savurdu. Nanna ne olduğunu sorup tacizle ilgili bir şeyler söylerken Sidney onu kolunun arkasına çekti. Sonra kafasını hafifçe uzatıp gördüğü kişiye baktı. Sarı saçları oradaki her kızdan daha parlak ve sağlıklı duran, çiçekli elbisesiyle ortama aykırı duran kızı gördüğünde avuç içini alnına çarpma isteği duydu. Ne işi vardı? Victoria Lynton'ın, yani sevgili nişanlısının partide ne işi vardı?
“Beni takip etmiş.” dedi paranoyak gibi. Nanna da Sidney'nin kafasının altından uzatmıştı kafasını. Kızın saçlarını çenesinde hissederken derin bir nefes aldı.
“Kime bakıyoruz?” dedi Nanna saf ayağına yatarken. Sidney kafasını hafifçe aşağıya eğip burnunu Nanna'nın saçlarına dayadı.
“Nişanlıma.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Althea McQueen
London Central II. Sınıf
London Central II. Sınıf
Althea McQueen


Mesaj Sayısı : 74

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeCuma Şub. 03, 2012 5:25 pm

Üç gün önce, en büyük zevkinin kişisel gelişim kitapları okuyup öğrendiklerini millete satmak olan bir kız çocuğundan öte bir şey olmadığını, gazetedeki bir testten öğrenmişti. Klozete oturmuş, önceki akşam yediği haşlanmış patatesin kabızlığa neden olabileceğini de bu testi yanıtlarken fark etmişti. Bulmaca sayfasına geçerken bunun üzerine biraz düşünmüştü. Kabızlığın sebebini değil de, kim olduğunu bulmayı hedeflemişti her ergen gencin yaptığı gibi. Dudaklarının arasından ince bir iç çekiş duyulurken akciğerleri garip bir baskıyla sıkışmıştı. Çengel bulmacanın ortasındaki yüzü tanıyor, onun şu televizyondaki pembe dizide oynadığını biliyordu; ama bir türlü ismi aklına gelmiyordu. O an çok sinirlenmişti işte. O an bu dünyada hiçbir şeyi bilmediğini, kendisi dahi kimseyi tanımadığına emin olmuştu. Ve o an, ne yaptığını sorgulamıştı. Tuvalette, karnında bir ağrı elinde kararmış bir gazete parçası ile klozette otururken sadece on altı yaşında olduğunu kafasına çarpan bir meteoru fark ettiği gibi fark etmişti.

Theodor ve arkadaşlarını birkaç ay önce tanımıştı. Althea ve liseden bir grup arkadaşı barın tekine girmek için sahte kimlik bile bulmuşlardı. Oradaydılar, sahnede. Theodor, Harley ve Arnold. O üçünün müziğini hayran hayran dinleyip gözlerini sarışın adamdan bir türlü alamazken, grubun ilk ve tek fanı olarak yeniden doğduğunu hissetmişti. Geçen aylarda da Althea, onların yanında küçük kalmamak, ayak uydurmak için oldukça saçmalamıştı. İlk esrarını bu üçlünün yanında içmişti, sigarasını da öyle. İlk kez onlar varken sarhoş olmuştu; ama mutluydu işte. Annesinin çoktan cennet taraflarında bir arsa alması ve kendisinden yalnızca on beş yaş büyük babasının hovardalığı sağ olsun tamamen tek başına hissettiği zamanlarda ilaç gibi bir şeydi onlar. Sonra Althea en büyük aptallığını yaptı. Otuz iki yaşındaki adamın birisine, bekaretini verdi. Hala daha o adamın, John'un, sevgilisiyken başka birisiyle yattı. Althea birkaç ay önceki kız değildi kesinlikle. Bunu üç gün önce banyodaki aynada kendisine bakarken daha iyi anladı. Sifon sesi duvarlara çarpıp havada patlarken gürültü, avuçları da suyu yüzüne vurdu. Gözlerinin altı mor, saçları artık çalı süpürgesi gibiyken eğlencenin acı vermesi ne üzücüydü. Büyümek için çok çabalamıştı, şimdiyse bunun için pişman olmuştu. İşin kötü yanı ise kapıyı açıp fayans kaplı zemini terk ettiğinde Theodor'u görmüş ve burada olmaya değeceğini düşünerek düşündüğü her şeyi unutmuştu.

Üç gün sonra, bugün, karşısında dikilen sarışın kıza bakarken bunları bir bir anımsadı. Eline yakışmayan sigarayı dudaklarının arasına götürüp derin bir nefes aldı. Buraya yakışmayan diğer bir insan da oydu işte. Kıza bir yakınlık hissederken küçük bir kıskançlık da Althea'nın göğsünde mırladı, uyuşuk bir kedi gibi. Ona sus derse haksızlık etmiş olurdu. “Bu arada adım Victoria. Lynton.” dedi utanmış gibi bakışları aşağı düşerken. Althea onda kıskanılacak ne olduğunu bir an için anlayamadı. Sıradan bir insanla bile konuşamıyor, sanki birazdan biri ona saldıracakmış gibi tedirgince duruyordu. Hadi ama? Bu kadar korkunç olamazdı buradaki insanlar, herkes gibiydiler. Kaç insan normaldi ki?

“Althea. Okuldan mı?” dedi sonra merak ederek. “Theodor'un okuldan mı?” Belki de kıskandığı şeyi bulmuştu. Bakışları yine çakmak çakmak olmuş sorgulayıcı tavrı geri gelmişken Victoria'yı seviple sevmemek arasında gidip gelir olmuştu. Şimdi Theodor'un çevresinde böyle kızlar mı vardı? Dolgun göğüsleri ve biçimli hatlarıyla pahalı elbiseler giyen? Farkına vardı o anda Althea. Victoria sağlıklıydı, muhtemelen sigara içilen bir ortama bile girip çıkmayan, ağzına alkol sürmeyen bir kızdı o. Gerçek bir dişi. Odadaki erkek nüfusu her ne kadar onun zengin bir bebekten öte olmadığını düşünüyor olsa da ilkel benlikleri muhtemelen onun fırınına döllerini bırakmak istiyordu. Sağlık. O soyun devamını sağlayacak, sağlıklı dişiydi. Althea bunları düşünürken Victoria, Theodor ile alakasını anlatıyordu ki arkasında bir beden, tanıdık bir koku belirdi. Kızın tüyleri ürperirken kafasını biraz kaldırıp sarışına baktı.

“Althea. Viki benim sevgilim değil.” dedi çocuk ensesini kaşırken. Althea gülüp omzunu silkti. Tabii ki biliyordu öyle olmadığını, küçük bir göz devirmesiyle dalga geçtiğini anlattı. Sonra derin bir nefes alıp iyice rahatlamış görünen Victoria'ya döndü; ama dönmesiyle kapının orada beliren kara kafayı gördü. Yaklaşık bir buçuk haftadır Sidney Moon'u görmemiş olan hücreleri mutlulukla şahlanırken heyecanla ona el salladı. Elindeki sigarayı yere yayılmış, kara kafasını Arnold'ın dizlerine bırakmış Harley'nin ağzına tıktı. “TANRI AŞKINA SIDNEY MOON!” dedi çılgın gibi. Muhtemelen bu hareketi Victoria'yı korkutmuş, kız beynine yıldırım düşmüş bir edayla kendisini Theodor'un arkasına atıvermişti. O kadar da değildi yani. Althea ne yapmıştı ki? Bir dostu görmenin sevinciydi bu! “Beni tut Patty!” Dem vurduğu kişi Patrick Swayze iken, Dirty Dancing kıvamı bir uçuş yapıp havaya kaldırılacağını umarak Arnold'ın üzerinden bir atlama gerçekleştirdi; ancak kaderin ya da bu Walker oğlanının cilvesiyle yeri boyladı. “Ayağının altında küçük bir ben olduğunu biliyor muydun?” Çocuk ayağına yapışmış uçan kızı aşağıya çekmişti ve sonuç. Althea yerin tozunu yalıyordu şu anda. Acı dolu bir inleme çıkardı. Harley'nin kafasını kaldırıp gülmeye başladığını duyabiliyordu. “Çenem kırıldı galiba mavi öküz!” dedi dönüp Arnold'ın koluna Harley'nin de kafasına bir tekme geçirirken.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Arnold Walker
DVD Dükkanı Çalışanı
 DVD Dükkanı Çalışanı
Arnold Walker


Mesaj Sayısı : 12

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeCuma Şub. 03, 2012 8:07 pm

Hava sıcaktı, evin içi daha sıcaktı. Konuşmalar gırla gidiyor, kahkahalar onları bastırıyordu. En baskın olan şey ise insanın hayvanlaştığı mutlu anlardan kaynaklanan sesti. İnlemeler çığlıklara dönüşürken Arnold yattığı yerden tanımaya çalışıyordu seslerin sahiplerini. Şimdi duyduğu, köpeğin enik doğururken çıkardığı sese benzeyen yani, Louis'in sesi olmalıydı. Mart kedisinin çemkirmelerine eşdeğer sesin sahibi de Valerie'den başkası olamazdı. Bunny Bacardi'nin çıkmasını kutluyorlardı. Bir buçuk yıl adamı içeriden çıkarmak üzerine planlar yapmışlardı ama gerek kalmadan çıkmıştı bile. Şimdi azgın tekenin Louis'i veya Valerie'yi inlettiği bir gerçekti. Yapsındı, o mutlu eski günlere dönsündü. Alem zamanında atılan beş shotın üstüne gelen düzüşme, dostlara sarılıp onları ne kadar çok sevdiğini söyleme gibi şeyleri özlemiş olmalıydı Bunny. Hapishane kötü bir yer olsa gerekti. Harley ıslahevini bile iyi anlatmıyordu, hapishane daha bok olmalıydı. Arnold birkaç gece nezarethanede misafir olmuştu, ama sonra bir şekilde paçayı sıyırmıştı.

Evin içinde kaç kişi olduğunu bilemiyordu şu an, millet eğlenmesine baksındı. Nasılsa evi temizleyecek olan kişi Theodor'du. Derin bir nefes çekip o kokuyu aldı. Bir odaya doluşan yirmi küsür insanın ter kokusu tütününkine karışınca doğanı. Eğlencenin dibine vurduğunda burnunun alacağı en has kokuyu. Eğlencenin kokusu yani. Evet evet belki şu entel yazarları bilmiyorlardı, kültür seviyeleri bir japon balığınınkiyle aynıydı ama eğlenmeyi bilirlerdi. Camları sonuna kadar açtıkları için dar sokakta sesler yankılanıyordu ama hava sıcaktı. O kadar sıcaktı ki Arnold biraz serinleme umuduyla kendisini yere atmıştı. O hoş, suratta yeni sıçmış ifadesi bırakan tatlı gülümsemeye kavuşmak için serin olduğunu tahmin ettiği yere uzanmıştı şimdi. Dizindeki kafa Harley'den başkasına ait değildi. Ellerini kafasının arkasında birleştirip tavandaki lekeleri izlemeye koyulmuştu. Yeni sıçmış demişken aklına gelen şeyle birlikte dizini hafifçe kıvırıp tekrar indirdi. Harley'i dürtmüş oluyordu böylece.
“Bir şey diyeyim. Bir ara bilgisayar bulmalıyız.” dedi esneyip ağzını kapatırken. Uyuyacağı falan yoktu ama gerindiği için bu ifadedeydi işte. Üstünden atlayarak geçen Althea'ya kötü bir bakış attı. Kızın buralarda dolaşmasına bir şey demiyordu, aynısını onlar on altı yaşındayken yapıyorlardı zaten. Yine de kıza pislik yapmak hoşuna gidiyordu. Bacağını dürten bir şey vardı. O şeyin Harley olduğunu anladığında kafasını doğrultup baktı.
“Söylesene lan.” Meraklı pörtlek gözleri görünce sırıtıp kafasını yasladı yine zemine.
“Ha bir video varmış. İki kız mı ne bok yiyorlarmış. Biri sıçıyormuş diğeri yiyormuş. Porno gibi bir şeymiş ama-” dedi kafasını kaldırıp Harley'nin surat ifadesine bakarken. Adam suratı buruşmuş bir şekilde bakıyordu.
“Yok lan mal.” dedi Arnold onun ifadesine kahkaha atarken. “Öylesine izleyelim merak ettim lan. Çok sapıkça. Neden yaparlar ki öyle bir şeyi?” Harley'nin rahatlamış ifadesi ve uzayan alt dudağı bilmediğinin işaretiyken tekrar yasladı kafasını zemine. Harley söyleniyordu bir yandan.
“Düzüşürsen düzüşürsün. Bokunu çıkarmanın alemi yok.” dedi pis bir kahkahayla. Arnold onun esprisine bir kahkaha patlattı. Harley'le böylelerdi işte. Altı yaşlarından beri birlikte gülerlerdi. Tamam, kardeş romantizminin alemi yoktu şimdi. İçini çekip şu kavanozun üstüne oturan sapkın herifi anlatacaktı ki bir çığlıkla lafı bölündü. Açıkçası o evde çok çığlık vardı. Çok bağrış vardı. Ama en can alıcı çığlığı atmak için seksten, alkolden daha önemli bir şey vardı: Ergenlik. Kesinlikle. Kulağını tırmalayan bir Althea çığlığı ve onun çıplak ayaklarının zeminde yankılanan lap sesleriyle birlikte kıza döndü. Yine üstünden atlamaya hazır olan kızın ayak bileğini yakaladığı andaki manzarası komikti. Yalpalayan ve yere çakılan Althea.
“Ayağının altında küçük bir ben olduğunu biliyor muydun?” dedi küçük bir kahkahayla. Harley ve Arnold neredeyse anırarak gülme moduna geçtiklerinde bir iki tekme yediler ama işin eğlencesi buydu.
Tek dirseğinin üzerinde doğrulup Althea'nın üstüne koştuğu Sidney'e bakındı. Sidney ise altına sıçmış -şu videoyu duyduktan beri sürekli sıçmalı şeyler düşünüyordu- ifadesiyle dikiliyordu salonun ortasında. Gözleri bir noktaya kilitlenmişken Arnold onun yanındaki kızıl kafalı kıza baktı. Evdeki insanların çoğunu tanımadığını düşünüp bununla ilgili bir yorum yapacaktı ki kafasında bir ayak hissetti.
“Benim ayağımın altındaki bene bakmaya ne dersin?” Theodor'un sesini duyduğunu anladığında sarışının koca ayağını ittirdi ve sonra adamın Althea'yı kaldırışını izledi. Evet evet, küçük kelebeğini kaldırsındı. Ya Arnold'ın kolu ne olacaktı? Ergen tepiği yemişti resmen! Theodor pis bir bakış atıp Althea'nın çenesini hafifçe tutup bakarken Arnold içki içmeden sarhoş olduğunu, çünkü etraftaki olayların hızlıca geliştiğini düşünüyordu.
“Ya kim ulan bu evimizdeki insanlar?” diye isyan etti kimsenin onu takmayacağını bildiği halde. Sonunda tamamen doğrulup oturduğunda Harley'le birlikte duvara yaslanmışlardı şimdi. Dizlerinden birini kıvırmıştı, diğer bacağı uzanmıştı ileriye. Harley'nin kara kafasını omzunda hissediyordu. Cebinde deforme olmuş Lucky Strike kutusundan bir tane dal çıkarıp dudaklarına yerleştirdi. Neden Sidney, Brezilya dizilerinin final sahnelerindeki gibi dikilmişti ve bir kıza bakıyordu. Kafasını döndürüp baktığında kızın sarı dalgalı saçlarını, çiçekli elbisesini, yarasız beresiz bacaklarını ve cilalı ayakkabılarını görmüştü bile. Arnold ayakkabıdan yansımasını, hatta dişlerinin çürüklerini bile görürdü kesin. Ne işi vardı ki burada? Ve kahrolası Sid neden hala öyle bakıyordu kıza?
“Tamam biri bana bu partinin ne zamandan beri beş çayı partisi olduğunu söyleyebilir mi?” Dudaklarındaki sigara yüzünden harflerinden bazıları engelli çıksa da eli havada sallanıp çiçekli elbiseli ve dolgun -kesinlikle dolgun- memeli kızı gösteriyordu.
“O benim arkadaşım ya.” dedi o sırada sıfır sağlık bilgisiyle Althea'nın çene ameliyatından yeni çıkmış olan Theodor. “Victoria. Viki yani. Ben davet ettim.” Adamın suratındaki bir şey mi dedin bakışına gözlerini devirdi Arnold. Sanki ne yapacaktı? Theodor'a Althea'yla ilgili sataşmak için ağzını açtığında o gece sıklıkla olduğu gibi lafı kesildi yine.
“Victoria senin ne işin var burda?” Sonunda Sidney şoktan çıkmıştı. Yine de şaşkın bir sesle soruyordu. Sidney de tanıyordu, o neden tanımıyordu? Arnold'ın takıldığı da buydu. Ayrıca şu kızıl kafalı kimdi? Ve ne çabuk Harley'le göz teması kurup sırıtmaya başlamışlardı. Neden Arnold'ın bilmediği şeyler oluyordu ki burada? Şimdi entrika dolu bir sahne için herkes şaşkınca birbirinin adını söyleyip elini ağzına kapatırsa tam olacaktı yani. Hani şu filmlerde olan gibi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeCuma Şub. 03, 2012 11:32 pm


Hiçbir sigara sonsuza dek yanmazdı ki Harley'nin dudaklarının arasındaki bunu başarsındı. Evrenden çok fazla şey beklememek gerekirdi tabii ki, beyin sinyali kaçıklarından değildi nihayetinde Harley de. Eğer bir şeyi yeterince çok istediğinde gerçekleşiyor olsaydı, Sidney'nin yanında beliren turunculuktan başka bir şeyler gelirdi. Yani bilmiyordu, belki de çikolatalı dondurmaya bulanmış avuçlarında altın vuruş yaptıracak kadar eroinle gelen kanatlı kadınlar gibi. Bu fantezinin yerinde Nanna dikilirken -onun adını unutmamıştı- yine de çarpık çarpık gülüyordu; ancak nedenini de bilemiyordu ya neyseydi. Yani hurdalıkta karşılaşıp saçma sapan bir gece geçirdiği kızın tekiydi. Galiba bu olay biraz Bunny'le alakalı olabilirdi. Herkes onun esrar kokan kollarının arasında olmak isterdi. Sıcak, sevgi dolu ve eğlenceli. Onun hakkında efsaneler dolanırdı. Gençken, yani şimdi de gençti- her neyse. Harley'nin zaman kavramı olmak zorunda değildi, özellikle yuvarladığı o minik bardaklara bölüştürülmüş sıvıdan yeteri kadar içtikten sonra.Bunny'di mesele. Adamın terini şırıngaya çekip herhangi bir eroinmanın damarına enjekte etseler altın vuruş gibi bir etki yaratacağını söylerlerdi. Hani olur ya- üstüne Empire States binası çökmüş gibi bir etki. Lanet olası bina sikik ayı King Kong'dan bile daha büyüktü, o derece. Harley o filmi izleyip de o hayvanın ayı olduğunu iddia ettiği zaman, her ne kadar Bunny tarafından kafasına esaslı bir şaplak yemişse de umrumda değildi. Bunny'i seviyordu, iyi bir adamdı.

Gözlerini Nanna'dan ayırmayı başardığında, kara kafasını başka sevdiği bir adamın kafasının üstüne yerleştirip dramatik sahneye kırpıştırdı gözlerini. Harley'nin çiçek çocukluğu tutmuşken böyle sahneler hoş olmuyordu işte. Kaşlarını çatıp baktı koca karılar gibi. Sid'in dumura uğramış ifadesi Viki kod adlı Bayan Dolgun Göğüs'te de mevcutken sırıttı. “Evet Victoria, ne işin var burada?” dedi hımlayarak Harley de. Çok eğleniyordu doğrusu. Elini uzatıp Arnold'ın paketinden bir adet sigara çekerken kaşlarını kaldırdı. Her ne kadar hayat bu yedilinin dışında farklı bir boyutta ilerlese de gülüşmelerin ve inlemelerin üstünü örten kalın dumanın da altında kızarmış kızın ellerini nereye koyacağını bilemediğine emindi. En sonunda panikle bir elini arkasına saklarken diğer eli de hafif hafif titreyerek kalktı havaya. “Lütfen anneme ya da babama, ya da- ne bileyim herhangi birisine beni burada gördüğünü söyleme. Tamam mı? Söyleme çünkü Patricia ile buluşacağımı, onunla beraber-” Harley gülerek tek kolunu Arnold'ın omzuna sararken gülerek kafasını onun boynuna gömdü. Saçmalıktı resmen bu. Ana kuzusunun tekiydi kız. Resmen gözleri kırpışıyor, dudakları kemirilmekten mor bir hal alıyorken Harley ona gülebiliyordu ancak. Victoria'nın bakışları kendisine güldüğü belli olan insanların üzerinde dolanıp bir süre sonra kaçmayı dilercesine kapıya odaklandığı sırada Harley'nin kafası tekrar dikeldi. “Siz nereden tanışıyorsunuz ki?” dedi Harley gözlerini devirirken. Tamam, Sid'in babasının ebe sikenler kervanından olduğunu biliyordu; lakin yine de onun Victoria gibi bir tipi bu kadar umursaması biraz garipti, ki bu arada beklenen soruyu sormuş olmalıydı; çünkü Althea bile Theodor'a yakınlaşmış olma şansını tepip abidik gubidik sesler çıkarmayarak kafasını uzatmıştı. Oysa sarışın kızdan ses çıkmadı. Başka bir noktaya bakıp cevap vermiyordu. Kızın suratındaki pişman olmuş ifadeyi siklemedi Harley, aslında olayı da siklememeliydi. “Biz de Nanna'yla tanışıyoruz! Hey, bunu da yadırgamayacak mısınız lan?” diye atıldı birden. Çünkü milletin meraklı bakışlarına ek olarak, Victoria'nın ısrarsız cevapsız kalışı sinir bozucu olmuştu biraz. Althea'nın kafası yavaşça Harley'e döndü. Yeşil gözlerindeki ifade genç adama acıdığının göstergesiydi. “Ne bok yemeye söylüyorsun ki? Kimse bunu merak etmiyor.” dedi tek tek, sakince konuşurken. Karşısında geri zekalı vardı sanki. Harley ona sevgilisiyle ilgili laf sokmasını, hatta soktuğu o lafla sikmesini bilirdi; ama onun yerine herkesi kurtaran bombayı kapıdan giren Bunny patlattı. Adam üstündekileri teker teker atmış, sadece kareli bir donla kalmıştı. Hapishanede fazlalaşmış dövmelerini sergileye sergileye genç dostlarının yanına gelirken başparmakları donun lastiğine takılmış, bir İngiliz beyfendisinden farkı olmayan tavra bürünmüştü. Harley onun bu haline gülüp kafasını iki yana salladı. “Hapiste tek bir şeyi özledim çocuklar.” dedi Harley'nin sigarasını dudaklarına oturtup bir kolunun altına Victoria'yı öbürünün altına Nanna'yı alırken. Az önceki olaylardan tamamen habersiz, haberi olsa da Harley onun umrunda olacağını sanmıyorken adam kafasını aşağı yukarı salladı. “İstediğim her şeyi bulabilirdim, anlıyor musunuz? Tamam. Tecavüze uğrayıp uğramadığımı merak ediyorsunuz değil mi? Hayır, çocuklar. Hayır. Uğramadım. Sadece kaputu deldirmeye şu kadar kalmıştı; ama yırttım.” dedi Nanna'ya sardığı kolunu biraz sıkılaştırıp işaret ve başparmağı yardımıyla milim hesabı yaparken. Sonra gururlu bir nefes aldı. Bunny her şeyden yırtardı, hep yırtmıştı. Harley ağzını Arnold'ın sigarasına uzatırken Bunny'nin devasa elleri Nanna ve Victoria'nın birer göğsüne kapandı, kolları halla onların omzunda olmasına rağmen. “Bunları bulamıyorsunuz işte orada! Seninkiler de biraz küçükmüş tatlım.” Adam kafasını eğip Nanna'ya bakarken, morarmış Victoria ise donup kalmıştı bir kez daha. Harley derin bir iç geçirişin ardından kafasını iki yana salladı. Ne desindi? Dönmüştü işte Bunny.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Theodor Roven
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
Theodor Roven


Mesaj Sayısı : 30

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 12:46 am

Arnold'ın dudakları arasındaki patlama noktasına gelen kahkahanın aksine Theodor ifadesizce bakıyordu manzaraya. Victoria için bunların hepsinin fazla olduğundan adı gibi emindi. Onun görüntüsü evdekiler için fazla 'normal'di. Bunny'nin kollarının altında kısılı kalmış kızların ondan rahatsız olduğundan bir onun haberi yoktu herhalde. Şu Harley'nin tanıdığını iddia ettiği kızın tek kelime ettiğini dahi duymamıştı. Şimdi de kafasını hafifçe geriye çekmişti, sonra göğsüne kapanan eli ittirmişti kız. Victoria'nın ise buzdan bir heykel kıvamına geldiği söylenebilirdi. Fazla garip değil miydi? Sidney'nin Victoria'yı tanıyor olması, ikisinin de bu konu hakkında söyleyecek bir şey bulamamaları ve tabii ki Arnold'la Harley'nin ortalığı karıştırma çabaları.
“Oo Bunny!” dedi Arnold küçük bir kahkahayla. Elindeki sigarayı Harley'nin dudaklarına uzatırken Theodor hala Victoria'nın irice açılmış gözlerine bakıyordu. Bunny'e onu bırakmasını söylerse daha çok üstüne gitmelerinden de korkuyordu. Ne var küçük kızımız rahatsız mı olmuş ve benzeri. Sarhoş olmuş keşlerin ne yapacağı belli olmazdı, bunu içtenlikle söylüyordu. Çünkü en iyi iki arkadaşı da öyleydi.
“Sayı yaptın Bunny. Ben de yapayım mı?” Arnold küçük bir kahkahayla yerinden kalkıp Harley'nin dalgın kafasının düşmesine sebep olurken Sidney atılıp Victoria'yı kurtardı Bunny'nin kanatlarının altından. Bunları tek gören kişi Theodor değildi yani.
“Hayır Arnold, hayır. Dinleyin biz biraz- içeri gitsek iyi olur Victoria'yla.” Sidney suratındaki garip ifadeyi silemiyordu. Belli ki ailevi bir meseleydi ki Theodor'un bulaşmaya hiç niyeti yoktu. Arnold'ın da olaya ilgisini kaybettiğine sadece memeler işin içine girdiği için bulaştığına bahse bile girerdi. Arnold omuz silkip yerine otururken Harley'nin kafasını tutup omzuna yaslattı yine. Bu sırada şu kızıl saçlı kız da kendisini kurtarıp Sidney'nin arkasından uzun bir bakış yollamıştı.
“Bu gece aşırı garip değil mi?” dedi Theodor Althea'yı Harley ve Arnold'ın karşısına oturtup içecek bir şeyler getirmeye giderken. Etrafa kötücül bakışlar atan Nanna'ya da oturmasını söyledi.
“Sen de otur Bunny. Bu gece senin gecen.” dedi gülerek. Nanna'nın kaşlarını çatıp kendisine baktığını görmeden mutfağın yolunu tuttu. Orada işi götürmekte olan bir çifte bakıp gözlerini devirdi.
“Elliot, mutfaktan çıkın. Senin doğmamış çocuklarını yemeğimde istemiyorum.” dedi sakince kasadan kucak dolusu bira çıkarıp buzdolabının üstündeki votka şişesini de alırken. Pek tabii çıkmayacak olan Elliot ve küçük arkadaşına bir şey söylemeden yalnız bıraktıklarının yanına döndü. Herkese içkisini dağıtmaya başladı.
“İşte Bunny. Burada votkan. Size de bira-” Ama sözü kesildi sonra yabancı bir ses tarafından. Geldiğinden beri bir kez olsun konuştuğunu duymadığı şu kız Nanna Theodor'a bakıyordu.
“Sen İsveçli misin? Aksanın öyle.” dedi mavi gözler kırpışırken. Theodor'un kaşları kayıtsızca havalandı. Sonra gülmeye başladı.
“Tamam evet. Sen de İsveçlisin demek ki.” dedi kafasını sallayarak. İngiltere'de adım başı İsveç'ten gelen birilerini gördüğünü söyleyemezdi ve kızın kendisine bakışlarındna korkmuştu bir anda Theodor. Ciddi anlamda kurtuluş ışığı görmüş gibiydi ve bir iki saniye yaşların da fışkıracağını hissediyordu. Althea'ya biraz sokulup Nanna'ya baktı.
“Evet!” dedi Nanna hevesle. “Ben de İsveçliyim. Bakma ki şu an giydiğim tişörtün üstünde İngiltere bayrağı var. O farklıydı. Burada İsveçli birilerini aramadan önce.” Kız kendiisni kaptırmış konuşurken Theodor Harley'nin her seferinde nasıl böyle garip tipleri tanıdığını düşünüyordu. Gerçi onu eve getiren de Sidney'di ama o da ortadan kaybolmuştu hem de saçma bir şekilde. Birasından bir yudum alıp Nanna'nın göçmenlere edilen haksızlıklarla ilgili yakınmalarını dinlemeye başlamıştı ki Arnold olaya karıştı.
“E ne var yani siz de kendi ülkenizde kalın.” dedi Arnold sigarayı tuttuğu elini Nanna'ya sallarken. Kızın gözlerinin devrildiğine şahit oldu Theodor, ki hoş bir görüntü değildi.
“Bunu sevgilin de söyledi ama üzgünü-” O sırada Nanna'nın sözü de kesildi Arnold'ın büyük bir kahkahası ile. Arnold ve Harley'i sevgili sanan ilk kız değildi Nanna. Onların öyle davrandıkları gerçekti. Ne kadar kardeş olsalar da garip geliyordu onlara. Nanna'ya da garip gelmiş olmalıydı , anlardı Theodor.
“Evet sevgilim demiştir öyle.” dedi Arnold dudaklarını ileri doğru büzüştürüp Harley'nin göğsüne yatarken. Sonra mırıldayıp Harley'nin göğsünde gezdirdi parmaklarını. Theodor pehleyip Althea'ya sardı kolunu yine başlıyoruz dercesine. Nanna'nın aklı karışmış gibi duruyordu. Eh, kendisiyle dalga geçildiğini anlamayacak kadar salak biri gibi durmuyordu ama olayları da tam çözememiş gibiydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Bunny Bacardi
Londra Vatandaşı
 Londra Vatandaşı
Bunny Bacardi


Mesaj Sayısı : 70

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 12:01 pm



Dünyanın yükünü sikinin ucundan bir kaputa doldurmuş, o kıvamlı endişeyi mutlu edip camdan dışarıya Londra'nın nemli ve özgür gecesine fırlatıp atmıştı. Bunny Bacardi, bu isim altında yaşadığı her günü Tanrı'nın bir lütfu olarak görürken atlattığı bir takım badireler, kayıplar veya terk edilmeler pek de mühim görünmüyordu şu dakikada; ama oradayken, dört duvarın arasında, önemli olan tek şey de kıçını koruyabildiği anlar oluyordu. Bilirsiniz, can fazla tatlıdır. Bir dulun yıllar sonra tekrar çiftleşmesi gibi hayvani bir aşkla korunur. Sonuçta ister bir günlüğüne, ister bir yıllığına o fare deliğine tıkılı olmak fark etmez. Lanet olası, gerçekten fark etmez. Hem de hiç! Orada, tam ensende terli, hayatını vücut yapmaya adamış, abidik müzikleri ve kaslı sikiyle orangutan misali dikilen bir zenci olurdu. Bunny'nin kıçına çok çivi çakmışlardı Az önce söylediği yalanın aksine, hala kıçında hissedebiliyrdu; ama gururla belirtmeliydi ki bir saniyesinden bile zevk almamıştı. Günler boyunca bacakları normalden ayrık, topallaya topallaya yürümüştü. O sıralar tanıştığı, Theodor'un yeni yetme arkadaşı Althea'nın görüş günlerine getirdiği o koca kurabiyeler bile göt deliğine zorlanmadan girebilirdi herhalde; ama şimdi düzelmişti. Ölmeyi göze alırdı doğrusu; ama asla oraya geri dönmezdi. Esaret günleri bitmişti, şimdi Bunny Bacardi'nin zamanıydı. İsmi hatırlanmayan; ama her zaman orada olan adamdı o. Resimlerdeki yüzü silik çıkan tiplerdendi; ama her zaman oradaydı işte, kanatlarını açmıştı bir kere.

Althea boş boş bakan adamı ayıltarak Arnold ve Harley'nin kafalarına indirdi birer tane, intikamcı yüz ifadesinin eşliğinde. “Neden insanlara bunu yapıyorsunuz? Oynaştığınızı görmek isteyen yok!” dedi bir yandan da Theodor'un kolunun altında Harley'nin pis bakışlarından korunarak. Sonra kumral kızın bakışları, kızıl kıza döndü. Althea'nın davranışları resmen 'Theodor benim' diye bağırıyordu; ama Bunny kızın koca herifin tekiyle takıldığını da duymuştu. Oysa o ikisinin bakışlarından birbirlerine karşı- Bunny'e ne oluyordu lan? Götten sikildi diye duygusal ilişkilerde uzman kesilmiş gibi hissetmesinin bir manası olabilir miydi?

“Harley ve Arnold- kardeşler.” dedi Althea açıklama yaparken. Kızın derin bir nefes alıp Theodor'a milim milim sokulmasına baktı. “Beraber büyüdüler falan- bu halleri de tamamen piçlik yapmaktan keyif aldıkları için herhalde. Bilmiyorum işte. Ya da çok seviyorlar- ya niye anlatıyorum ki? Onları biz bile anlamıyoruz işte. Boşver gitsin Nanna.” dedi kız kafası karışmış görünürken. Kumral kızın olayı kavrayamadığını, temelden basit bir hikaye olarak bildiğini düşündü dövmeli adam. Oysa Bunny biliyordu her şeyi. Arnold'ın ailesinin nasıl öldüğünü, Rocco Westwood'un onu alışını ve bu iki çocuğun kardeşliğini... Bir anda küçük bir üzüntü canavarı tarafından dürtülse de umursamadı. O ikisi birbirinin ailesiydi ve Bunny bencilce, o çocukları kendisine istemişti. Üç yıl önce, Harley ıslah evine girmeden evvel Rocco ve Haley Westwood'la olan bağlarını zayıflatmıştı. Özenle. İnce ince çalışarak. Birileri acı çekmek zorundaysa çeksindi; ama Bunny Bacardi'nin bir ailesi olmalıydı. Onu asla unutmayacak ve terk etmeyecek bir aile istemişti. Sonra Theodor geldi, Sidney, Althea, Becca ve Gladys. Şimdi de bu Nanna denen kız belki de.

“Senin çenen de ne kadar düştü Althea. Hani kırılmıştı lan?” dedi Harley Althea'nın bacağına minik bir fiske atarken. Kız omzunu silkip Theodor'un kanatları altına sığınmış bir haldeyken sarışının dudaklarına uzandı. Klasik bir görüntü. Tahliye olduğundan beri sık sık tanıklık ettiği bir şey. Zorla kendisini orospu yapıp gözlerine girmeye çalışan küçük bir kızdan fazlası değildi o. Bunny onun babasıyla sorunları olduğunu duymuştu. Adamla kız arasında yalnızca on beş yaş olduğunu biliyordu, yani o takıldığı herif babasından bile büyüktü. İnsanlar istediğini yapabilirdi tabii ki; ama Bunny Bacardi, kendi insanları için endişelenirdi. Onun da hesabını görecekti, sadece Althea'ya ters bir harekette bulunması yeterdi işte.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 8:36 pm

Sonuna kadar açık camın altında oturuyordu Nanna. Kafasını mermerin çıkıntısına yaslamışken henüz yaktığı sigarasından bir fırt çekti. Yerde oturmak bağırsaklarına pek faydalı olmayacaktı ama ne zamandan beri sağlığını düşünür olmuştu ki bunu takacaktı yani. Harley'nin olduğu ortamda olmak rahatsız ediyordu şimdi onu. Belki o gece karışlaşıp Nanna'nın uçuşuna ve delirişine birlikte tanık olmasalardı çok daha rahat olabilirdi. En azından şimdi soğuk kanlı davranmaya çalışıyordu. Sidney nişanlısına fırça mı çekecekti ne yapacaksa yapıp geri dönse iyi olurdu. Nanna'yı meme elleyici ve don fetişistlerinin ellerine atıp gitmişti. Şu İsveçli çocuğun ve yanındaki on altısından büyük olmayan kızın yiyişmesini izlemek yerine elindeki bira şişesinin etiketine bakmayı yeğledi.
“Aman ne güzel yine başladılar.” Arnold gözlerini devirip şişeyi kafasına dikmişti şimdi. Nanna ona az önce sen de Harley'le yiyişme aşamasına geçecektin tarzında bir şeyler söyleyecekti ki şu 'yeni kız' işi yüzünden söylemedi. Hayır, yeni kız falan da değildi. Nanna oraya ait olmayacaktı. Sadece o gece beleş içki içecek, kelepir esrarı tadacak ve şanslıysa da sıkı bir vuruş yapacaktı. Az önce memesiyle alakadar olan adam hakkında ise hiçbir yorumu yoktu. Kendi halinden çok yanındaki kızın surat ifadesine o kadar çok takılmıştı ki kendisinin de kurbanlardan biri olduğunu fark etmesi geç olmuştu. Mesela adamın üstüne eğilip berbat kokan nefesiyle memelerinin küçük olduğunu söylemesiyle.

Kafasının üstünden esen hafif rüzgarla saçlarından bir tutam uçuşurken Nanna onları tutup indirdi aşağıya. Buraya eğlenmeye geldiyse eğlenecekti. Ayağa kalkmak için hazırlanırken Arnold'ın kendisine bakmasıyla birlikte kaşları havalandı.
“Siz nereden tanıştınız ki?” dedi Arnold Nanna'ya gözlerini dikmişken. Soru Nanna'ya yöneltildiği için ağzını açmaya yeltendi ama Arnold o sırada ağır bir şekilde kafasını çevirip Harley'e bakmıştı. Nanna'yı muhattap almamış gibi. Piç herif. Harley'nin suratındaki ifade olaydan zevk alır gibiydi.
“Hım. Leydi Nanna ve ben-” Nanna onun suratındaki sırıtışa bir tane geçirebilirdi. Sanki o da Lord Dünyanın Vajinasına Sokan Westwood dememişti kendisine. Aklınca dalga geçiyordu herhalde. Arnold Harley'nin sözünü kesti sonra.
“Yok tanışma hikayenizi sormuyorum. Sadece çakıp çakamayacağımı merak ediyorum. Gerçi seninle yapması da fark etmiyor biz paylaşmayı severiz değil mi?” Arnold bir kahkaha atıp büyük bir espri yapmış gibi davranırken Nanna onları çözmeye çalışıyordu. Bir de insanlar Nanna'nın basit, masum teşekkür öpücüğüne laf ediyorlardı ha? Bir de şu heriflerin beyinlerini incelesinlerdi. Paylaşmayı severlermiş. Düzüşmeyi sevmek farklı şeydi, boka sardırmak farklı şey.
“Aslında çakamazsın. O da öyle.” dedi Nanna sonunda dudakları açılırken. Arnold'ın emin olma diyen bakışlarına gözlerini devirip kafasına birasını dikti. Kendisine güvenen şu tiplerden nefret ediyordu. Tamam şöyle bir şey vardı ki Nanna erken konuşan birisiydi. Hayat yolundaki rotası hiçbir zaman tutmuyordu ama umrunda değildi. Bu adamın Harley'nin kardeşi olmasına şaşmamak gerekiyordu işte.
“Tamam Bunny. Sence şu kıza çakabilir miyim çakamaz-” O sırada sözü kesildi Arnold'ın yine. Aksanından Theodor olduğunu anlamıştı Nanna. Kafasını kaldırmamak için uğraşıyordu çünkü kaldırırsa Arnold'ın ya da Harley'nin suratına tekme atma ihtimali vardı.
“Ya adam gibi konuşsana.”
“Ha bunu sen söylüyorsun seni- Pedofil seni!” dedi Arnold Theodor'a elindeki şişeyi sallayarak konuşurken. Konu birden Nanna'dan sapmıştı ve bu iyiydi işte. Çünkü daha fazla çakıp çakmama muhabbeti geçerse Nanna kendi şekliyle çakmaya çalışıp rezil olmaktan korkuyordu. Kafasını kaldırıp Theodor'a baktığında onun alınmış surat ifadesini gördü. Suratında ifadesizlik vardı ve duvara yaslanıp Althea'yı daha çok yasladı kendisine.
“Ne karı gibi alınıyorsun yalan mı?” dedi Arnold sinirle konuşurken. Nanna olayları bilmiyordu, yani Althea'nın Theodor'la olan ilişkisini falan. Aslında umursamıyordu da. Sadece izleyip gözlemliyordu şimdi. Theodor'un eliyle Arnold'a muhattap olmayacağına dair hareketler yapmasını izlerken derin bir nefes aldı. Buradaki işi bitmişti, gidip kendisine bir şeyler bulsa iyi olurdu. Yerinden sakince kalkarken Arnold hala Theodor'a bir şeyler söylüyor, Bunny tarafından susturuluyordu. Bir şey söylemeden odanın içinden geçerken her köşede birbirinin üstünde olan çiftler görüyordu. Nanna'nın tek ihtiyacı biraz rahatlamaktı. Kanına karışacak yabancı maddenin mutluluğunu yaşamaktı. Salonun mutfak tarafında buzdolabının önünde uyuklamakta olan mavi saçlı bir kıza kötü bir bakış atıp elindeki boş bira şişesini kırık tezgahın üstüne bıraktı ve trafta yeni içki aranmaya başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 9:52 pm


Althea'nın kötü bakışları, Harley'nin kafasında kanlı bir delik bırakıp Arnold'ı da oyup geçecekmiş gibiyken kedi hırlaması gibi bir ses döküldü kızın Theodor tarafından az evvel dişlenen dudaklarından. "Kimse senin sıfır - altı yaş yorumlarını dinlemek istemiyorken, neden kendini bu kadar kasıyorsun bir türlü anlamıyorum Arnie." Harley kaşlarını kaldırıp bir ıslık çalarken, kumral kafanın gerçekten bozulmuş olduğunu fark ediverdi birden. Yani Althea alınmazdı ya da başka bir şey. Tanrı aşkına, o insan bile değildi ki? Harley asla böyle bir şeye ihtimal vermemişti. Hayır, onun taş kalpli olduğunu düşünmüyordu; ama ne denirse densin bir şekilde alınmadan işten sıyrılacağını düşünürdü. Demek ki öyle olmuyordu. Demek ki, buralarda bir yerlerde kızın Stephen King'in kızıymış gibi psikopat bir bakış atmasına sebep olacak bir şeyler vardı. Harley bunun ergenlikle alakalı olabileceğini düşündü. Zaten Althea'da bir yamukluk vardı. Ergen olmayan bir ergen gibiydi. Çocuk yetişkin ya da yetişkin çocuk; ama ergen değil. Bu saçma; ama işe yarar kızın etraflarında olması nadir anlarda rahatsızlık veriyordu ve neyse ki bu o anlardan birisi değildi. Geçen sefer Althea, Harley'nin kafasını bir vazoyla yardıktan sonra, öyle anlarda ona bulaşmak istemezdi Harley.
"Birbirinizle kavga etmeyi kesemez misini- şu telefon kimin? Versene." Althea kenarda duran telefonu Bunny'nin isteği üzerine ona attı. "Becca'nın telefonu Bunny, uzun konuşma." dedi kız içini çekip başını sallarken. Adam omzunu silkip ayaklanırken sessiz bir yerler var mı diye bakındı. Onun sallana sallana uzaklaşmasıyla beraber Harley gözlerini kırpıştırdı. Kesin Tinker Bell'i aramaya çalışacaktı, ulaşamayacağını bilmesine rağmen. Böyle durumlar hoşuna gitmiyordu işte. Theodor ve Althea kendilerini zorla karmaşık hallere sokuyorlardı, yok Bunny olmayacak işlerin peşinde koşuyordu. Ne boktu lan bu? İnsanlar niye hayatlarını zorlaştırmak zorundaymış gibi hissediyorlardı? Çok hoşlarına gidiyorduysa Arap siki her zaman bulunur bir şeydi. Arnold, Althea ve Theodor arasında tekrar alevlenmiş tartışmadan yakasını sıyırmak amacıyla salonun köşesinde yer alan mutfak kısmına yöneldi. Göt kadar evde yaşamanın iyi yanı, her şeyin elinin altında olmasıydı muhtemelen. Sağda solda bir şeyler arayıp duran Nanna'ya düz bir bakış attı. Ne arıyordu ki? Para falan mı? Yanlış yere bakıyordu o zaman. "Ne aranıyorsun?" dedi bıkkınlığın doruklarında gezinirken. Sonra derin bir nefes alıp başını iki yana salladı.
Araba mezarlığındaki pek yaşanılası olmayan geceden sonra onu burada görmek hoş muydu bilemiyordu. Galiba değildi, niye olsundu ki? Manyak ağlamıştı falan. Gerçi ağlayadabilirdi, normaldi; ama- her ne boksa. Onun hakkında düşünmek istemiyordu. "Sen içki falan istiyorsan yanlış yerdesin Nanna- kendin getirmeliydin bir şeyler. Sence bu kadar adamı bedavaya suluyor gibi bir havamız mı var?" dedi buzdolabının önünde uyuyan ve hayatında hiç görmediği mavi kafalı kızı ayağıyla dürtüp uyandırırken. Zavallı midesini tutup zayıf bedenini başka bir yere sürüklerken Harley kahverengi gözlerini devirdi. Islık çalarak buzdolabını açtı. İnsanların hala içine sıçmamış olması -ki bu mecazi bir sıçmadan ziyade elle tutulur, burunla koklanır bir sıçmaydı- büyük bir lütuftu gerçekten. Orta kattan Althea'nın yaptığı lazanyadan artanı çıkartıp tezgahın üzerine oturdu. “İstiyor musun?” dedi kıza bakarken. “Althea yapmıştı- tanrım- üç hafta önce.” Suratını ekşitip lazanyayı bıraktı. Üç hafta dayanmıyordu demek ki.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeC.tesi Şub. 04, 2012 11:00 pm

Tezgahın üzerindeki kokuşmuş yemeğe bakıyordu Nanna öylece. Bedava içki de yoktu. Kelepir esrardan da şüpheliydi. Sıkı bir vuruş da yalan olmuştu değil mi? Ne büyük hayal kırıklığı. Sidney harika bir parti olacağına dair kandırmıştı Nanna. Şöyle bir şey vardı ki içerideki herkes eğlenirken Nanna eğlenmiyorsa sorun onda olmalıydı. Yine başlamıştı işte. Yoksa b Harley'e özgü bir şey miydi? Nanna'nın böyle saçmalayıp kendisini aşağılama duygularının kaynağı falan. Hah, onu tanımıyordu bile yine saçmalıyordu Nanna.
“Sidney bana içkilerin bedava olacağını söylemişti.” Derin bir nefes alıp alnını ovuşturdu sakince. Bir sigara yakıp yere çöktü. Soğuk zemine oturup da sırtını dolap kapağına yasladı. Bu gece cidden bir vuruşa ihtiyacı vardı. Kanında birkaç yaramazın gezip Nanna'yı o ortamdan soyutlaması gerekiyordu. Belki sonu şu buzdolabı önündeki kız gibi olurdu ama sorun değildi işte. Birkaç saat boş boş takılıp birilerini izlerdi sonra da çıkıp pansiyonuna dönerdi. Hindistanlı oda komşusu yüzünden köri kokan küçük, havasız odasına. Nanna'nın uyuşturucu kullandığını anladıkları anda onu atacakları pansiyona yani. Çakmağının üstündeki desenlerle oynarken kafasını Harley'e kaldırıp baktı.
“Sid çok şey söyler. Kendi babası para sıçıyor diye bizi de mi zengin sanmış?” Harley tezgahta kötü kokular yayan lazanyayı lavabonun içine atarken Nanna kafasını kaldırmış onu izliyordu. Sidney zengin miydi yani? O zaman ne diye sefil publarda içip çulsuz gibi davranıyordu ki? Daha geçen gün tanıştıklarında kendisinden sefil insan görmediğini söyleyen biriydi Sidney. Yalancı köpeğin önde gideniydi yani. Ya da Harley yalan söylüyordu ama ne olmuştu? Sidney nişanlısıyla ortadan kaybolmuştu birden ama Harley hala buradaydı. Gerçi üç gün önce tanıştığı adam neden Nanna'yı bu kadar ilgilendiriyordu bilmiyordu. Sadece şu an berbat hissetmesinin sorumlusunu Sidney yapmıştı, onunla alakalıydı. Sorusunun cevabını alıp alamayacağını düşünürken derin bir fırt çekti sigarasından. Külü yere silkerken bunu kimsenin takmayacağından da emindi. Kot şortunun çıkmış minik saçaklarıyla oynarken kimden ucuza mal alabileceğini düşünüyordu. Bir şekilde bulabilirdi herhalde. Beş kuruşu yoktu, eve dönerken yürümek zorundaydı. Sidney zengin olup kendisi bile harcamıyorduysa Nanna'ya hayatta borç veremezdi. Nanna da o parayı geri vermezdi böyle bir şey de vardı. Harley'nin sigara yaktığını görürken onun gitmemesi gerektiğini düşünüyordu içten içe. Çünkü bir şekilde toz işini Harley'e sormalıydı ki bunu yapmak istediğini düşünmüyordu. Açıkçası Harley'nin kendisinden nefret ettiğine dair güçlü hisleri vardı.
“Oturacak mısın?” dedi büyük bir gelişmeyle yana kayarken. Şu ağlama olaylarını falan unutmak istiyordu, o yüzden Harley'le yeni anılara yer açmalıydı. Ayrıca ona ihtiyacı olduğu da kesin bir şeydi. Sigarasını açık camdan aşağıya atarken aşağıda çıkaracağı yangın ihtimalini düşünmemişti. Hem saç spreyi kutusuna düşmüş biri hariç yanacak biri olduğunu da sanmıyordu. Dizlerini kıvırıp bacaklarına sarıldı yavaşça. Yanına çömelen Harley'e bakıp dudağının içini kemirmeye başladı.
“Benden hoşlandığını ama Arnold'ı da kırmak istemediğini anlamıştım zaten. Vay anasını. Ne düşünceli kızmışsın da aslında ben bilmiyormuşum.” Harley konuşurken ve konuşmasını oldukça basite indirgemeye çalışırken Nanna ona baktı anlamaz bir ifadeyle. Suratındaki 'Ha?' ifadesi sayesinde bir şey demesine gerek var mıydı bilmiyordu ama burnundan nefesini verdi. Elini Harley'nin bacağına koyup kafasını iki yana salladı.
“İngilizce biliyorum Harley. Sadece aksanım var tamam mı?” dedi gözlerini devirmemek için zor tutup. Sinirlenmeyecekti, abartmayacaktı. Vuruş için Harley'le düzüşmesi gerekiyorsa onu da yapardı. Zor olacağını pek sanmıyordu. Sonuçta Harley geniş omuzlu, uzun boylu bir şeydi işte. Nanna'nın tek yapması gereken uzanıp az önce Harley ve Arnold'ın neredeyse öpüşme kıvamına geldiklerini düşünmemek olurdu.
“Tamam ne sandın bilmiyorum ama senden bir şey isteyecektim ki bu senin sikinle alakalı bir şey değil. Bu gece cidden vuruş yapmaya ihtiyacım var ama tımarhanenin ortasına düştüğüm için kimseye yaklaşamıyorum. Yardım etmen gerek.” Gözleri salonun ortasındaki koltuğun arkasında bir yere dikilmişken alt dudağını kemirmeye devam ediyordu. Küçük bir gülümseme baş gösterdi dudağının sol tarafında. “Yani sakıncası yoksa yardımlarınızı esirgemezsiniz değil mi Lord Westwood?” Aferin Nanna. Batır. Lord Westwood'muş. Saçmalamakta üstüne olmadığını düşünüyordu ve buna katılacak tonlarca insan da bulabilirdi. Neden kelime oyunları ve benzeri yaparak sevimli olmaya çalışıyordu ki? Çektiği her nefeste lavabonun içindeki bozulmuş lazanya kokusu midesine işliyordu. Eşek anırmasına benzeyen bir inleme kulaklarındaydı. Ve Nanna acayip kötü hissediyordu. Patlama kıvamı gibi bir şey. "Boşver. Unut gitsin."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePaz Şub. 05, 2012 1:57 am

“Tamam. Sakin ol, yavaşla biraz.” dedi Harley peltek peltek. Dudaklarının arasında konuştukça aşağı yukarı sallanan sigaranın dumanı gözüne girmesin diye kısık kısık bakıyordu etrafa. Asıl önemli işi ise; dünyaya ilgisiz kalarak tırnaklarının içini mesken edinmiş o pislikleri def etmekti. Onların oraya girip de o kıvamı almayı nasıl başardıkları hakkında uzun uzun düşünürdü Harley. Bu tip düşünceler valiumun etkisinden çıktıktan hemen sonra gelirdi genelde aklına. Sonra hayal kurmaya başlardı. Bir gün çok zengin olunca dünya turuna çıkacaktı mesela. Evet. Bunun tek amacı da mamutların soyunun tükenmiş olduğuna inanmak istememesi olurdu o anlarda. Üzerinde bir mayışıklık, 'Bambi'yi kim öldürdü?' diye sızlandığı vakitler de gayet çok olurdu; ama tüm bu saçmalıkların sebebi uyuşturucu değildi. O küçük bir saklama kabıydı ve o kabın içinde bir yerlerde mutluluk folyosuna sarılmış, hüzünlü ve üzümlü ıslak bir kek olurdu. Derin bir nefes alıp Nanna'ya baktı sonra, sigarayı dudaklarının arasından kurtarırken. Çok sıcak bir geceydi.

“Belki de diyorum-” dedi onun saçlarındaki külü silkerken. “Mars 'ta yaşayan sensindir Nanna. Ya da haklısındır burasının akıl hastahanesi olma ihtimali de var.” Midesi bulanmaya başlamıştı bir yandan da, midesinde ve ağzında yer edinmiş bozuk lazanyanın gazabından dolayı. Çifte etki. Pis şey. Midesine giren tek lokma, Harley'i talihsiz bir adam yapmaktan başka bir işe yaramamıştı. Sigara yanıklarıyla süslenmiş tişörtü yeni bir moda akımı başlatacak kadar insanlık dışı duruyorken, Harley'nin aklından bu düşüncenin zerresi geçmedi. Karnını sevdi biraz. Ona güzel sözler fısıldadı ki zavallıcık iyi olsun. Mutlu olsun da kendisine gelsin, Harley'i dellendirmesin. Zira o bir mideydi, Harley onu sümüklü mendil gibi bir kenara fırlatıp atamazdı. Aralarında sağlam bir hukuk vardı. Dile kolay! On dokuz yıldır birlikteydiler. Mide bulantısının ya tetikçisi ya da dostu olan sigarasından bu sefer de faydalı şeyler beklerken kafasını aşağı yukarı salladı. “Sana mal bulurum. Orası sorun değil. Yani ne bileyim, aynasızlar burayı bassa-” dedi çenesini başparmağıyla kaşıyıp Nanna'ya bakarken. “Tabiri yerindeyse, eşeğin amına su kaçıracak olaylar yaşanır. Anladın sen?” dedi tek gözünü kırparken. Yaşasın ticaret. Yaşasın sıcak para.

Şu kokuya daha fazla dayanabileceğini sanmıyordu Harley bu arada. Para hayalleri bile bu kokunun iğrençliğini bastıramazdı herhalde. Nasıl durmuştu o bunca zaman dolapta da kimsenin ruhu duymamıştı acaba? Gerçi Harley Polly'nin barında falan bir şeyler atıştırıp geldiği için hep, dolabı falan açmazdı; ama Tanrı aşkına! Birisi eşek doğramıştı sanki burada. Kafasını iki yana sallayıp kurtulmaya çalıştı burnunun alışması gerektiği yere gittikçe daha da duyarlı olmaya başladığı rahiyadan. İnsanlar demek ki bu tip olaylar yaşayınca intihar ediyordu.“Ha-” dedi bir iki saniye boş boş durduktan sonra. “Sen bana nasıl ödeyecek para? Canlı para?” Ruslar gibi konuşurken kendince komik olduğunu sanıyordu; ama alakası bile yoktu. Daha geçen hafta kestiği saçları yine biraz uzamış, alnına yapışmıştı terden. Bir de iğrenç kokuyordu. Seks, ter, tütün, iyice leşleştiren haşiş. Bir de üzerine Ruslar gibi İngilizce konuşmaya çalışıyordu, elin İsveçlisiyle. Ne kadar komik olabilirdi ki? Daha çok trajikti. Trajikomik bile değil. “Biraz komisyon isterim. İyi mal bulurum sana çünkü, öyle bir uçarsın ki- ayıldığında bile uçarsın. Hatta o kadar iyi olur ki belki hemen öldürür seni. Kanatlı melek falan olursun.” dedi işaret parmağıyla Nanna'nın boynundaki haça tık tık yaparken. Sonra derin bir nefes alıp cümlesini noktalandırdı. “Seksle falan ödemeye kalkma tatlım, yemezler. Bilmiyorum. İşte. Öde. O zaman sana istediğin yardımı yaparım.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePaz Şub. 05, 2012 9:55 am

Harley'nin kafasının sağlam olacağını nereden düşündüğünü bilmiyordu Nanna. Konuştuğu süre boyunca ağzını açmamış, toz bulup bulamayacağını öğrenmek için cümlelerinin içinden cımbızla ayıklama yapmıştı. Sonunda anladığı şey şuydu. Nanna Mars'ta yaşıyordu, seks karşılığı mal alamazdı -ki bunu tahmin ediyordu- ve kanatlı melek olmak için para ödemesi gerekiyordu. Boynundaki haçı zincirinden çekti hafifçe ve Harley'nin pençelerinden kurtuldu. Bir sigara daha yakıp gözlerini dizinin üzerindeki minik bir morluğa dikti. Onun nasıl olduğu hakkında bir fikri yokmuştu, muhtemelen bir yere çarpmıştı ya da düşmüştü ama bilmiyordu işte. Yoksunluğun verdiği hafif sinir ile histerik bir şekilde güldü. Canlı parası olsa Nanna kesin Harley'e danışırdı zaten. Kendisinin de kaynakları olduğunu, ama onların pahalı olduğunu ve bir adamın Nanna'yı tehdit aşamasına geldiğini söylemeyecekti ona. Adam cinsiyet ayırmadan kesip doğrayacak biriydi ve geriliyordu işte Nanna. Sigaranın ateşiyle şortundan çıkan saçakları minik minik yakarken düşünmeye çalışıyordu. İhtiyacı olduğunda çalışırdı insanların aklı. Kendisi için iyi bir şey olup olmayacağını bilemezlerdi ama bir şekilde açlıklarını gidermeye çalışırlardı.
“Param yok.” dedi kısaca. Sesi boğuk çıkarken hafifçe öksürüp Harley'e doğru döndü. Adamın baygın bakan gözleri bile ben kül yutmam diyordu sanki ve Nanna oradan gitmesi gerektiğini anlamaya başlıyordu yavaş yavaş. Bir daha da tanımadığı etmediği insanların partisine gelirse ne olsundu işte. Gülümsemeye başladı. Sigarasından bir fırtı daha akciğerlerine katran doldurmak için çekerken kafası hafifçe aşağı yukarı sallandı.
“Az önce seksle ödeyebileceğimi düşünmüştüm cidden. Sadece bir an için o da konuşmaya başlayıp saçmalamanla ilgiliydi.” Hani her şeyin çözümü seksti? Hani çomak deliğe girince herkes mutluydu? Öyle değildi şu an, Nanna mutlu hissetmiyordu. Aksine her saniye artan sinir kat sayısı evdeki herkesi katletmeye gidecek kadardı. Ki bunun normal bir sinir olduğunu söyleyemezdi. Fırtına öncesi sessizlik gibi bir şey. Yoksunluk siniri. Damarlarındaki her hücresi ihtiyaç halinde zıpıldayıp dişlerini geçiriyorlardı birbirlerine ve küçük canavarlar olacaklardı yakında. Gerçi Nanna uçuşa geçse de hücreler bir şekilde ölüyordu ama bu sefer Nanna hissetmiyordu. Yani ölümü, yavaştan ve daha huzurlu oluyordu. Kafasını dolabın tezgahına iyice yasladığında çenesi yukarı kalktı ve tavan gözlerinin önüne geldi. Pek temiz olduğu söylenemezdi evin geri kalanı gibi.
“Tamam, param yok. Şimdilik yok. Ama daha sonra öderim. Borç versen?” Sonunda zavallılık aşamasına geldiğini hissediyordu. Ama dilenmemesi gerektiğini söyleyen gururunu uyuşturucuya başlamadan önce satmıştı işte. Belki bir nebze işe yarardı. Pek yarayacağını sanmıyordu aslında. Harley'nin zeka düzeyi hakkında yorum yapacak kadar tanımıyordu onu ama araba mezarlığında Nanna'yı ağlatma kıvamına getirdiği düşünülürse yanlış adama baskı yapıyordu. Belki de şu Arnold denen adamı denemeliydi gidip. Histerik gülümseme numara iki kendisini belli ederken Harley'nin kendisine güvenmesi için bir neden arayıp bulamıyordu. Mesela Sidney'i öne sürse, az önce onun yalancı pisliğin teki olduğunu öğrenmişti Harley hayatta güvenmezdi. Onun dışında da kimseyi tanımıyordu zaten.
İçindeki canavarı susturması gerekiyordu. Bir şekilde. Herhangi bir şekilde. Artık sadece toz beklemiyordu. Herhangi bir hap da olabilirdi. Nasıl bu hale gelmişti Nanna?
“Hadi daha fazla bekletme işte. Çalışıyorum ve düzenli bir işim var. Borç vereceksen söyle vermeyeceksen gidiyorum.” Başı ağrımaya başlamıştı. Eve gidip uyuma çalışmalarına devam etse iyi olacaktı. Belki yetmiş yaşlarında olan ve ihtiyacı olmadığı halde odasında uyku haplarını depolayan Madam Marne'in odasına girebilirdi. O yaşlı karı turp gibiydi ve uyku düzeninin de Nanna'nınkinden çok daha iyi olduğunu biliyordu. Yine de yaşlı insan ayaklarına yatıp kendisine hizmet ettiriyor, devleti sonuna kadar sömürüyordu. Doğruldu hafifçe. Ayaklanırken Harley'nin suratına bakıyordu hala.
“Şu lazanyayı atsana berbat kokuyor. Gebereceksiniz.” dedi gülümsemeye çalışıp. Sevimli ayaklarına yatmaya çalıştığı söylenemezdi. Ciddi anlamda kokudan ölebileceklerini düşünüyordu. Gerçi şimdi hepsinin burnu hissizlikten düşecekti belki de ama adam öldürmüş gibi kokuyordu ev. Şaka mı ediyorlardı üç hafta öncesinin yemeğiyle yani. Sonra gözleri kırpıştı birden. Suratına bir sırıtış yayılırken araba mezarlığında Harley'nin pizzaya saldırışını hatırladı.
"Tamam, anlaşma yapalım mı? Ben pizzacıda çalışıyorum ve bedava pizza alabiliyorum. Bana sıkı bir mal bul sana pizza getireyim. Bir tane de değil yani fazlasıyla getiririm dert etme. Beleş pizza?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePaz Şub. 05, 2012 1:31 pm

Derin bir nefes alıp durumu tartar gibi yaptı. Ne güzel de oyuncuydu bu Harley Westwood kod adı altında Dünya gezegeni üzerinde adımlar atma hakkına ulaşmayı başarıp da bir halta yaramayan lavuk varlık. Olsundu yine de, kendisiyle gurur duyuyordu bu bok beyniyle. Belki de o yüzdendi bu onur, yani beyin kıvrımlarının arasında fink atan boktan. Yine de duyuyordu, çünkü dünya barışından yanaydı. Gerisini insanlık düşünsündü artık. Harley nasıl kötü birisi olabilirdi ki? İmkansızdı.
Derin bir nefes alıp ortamın dumanından ciğerlerini nasiplendirirken artık nefeslerini ağzından almaya gayret ediyordu, kokuyu unutabilmek için. Belki de şöyle bir şey vardı ki kokuya o kadar çok odaklanmıştı ki o yüzden bu kadar kuvvetli geliyordu. İşte sırf bu yüzden, tabii ki iyi niyetli bir halde -yersen- Nanna'nın şortunun altında uzanan bacaklara baktı. Normal bir insan evladının bacaklarında falan çil olmazdı herhalde; ama bu kızda vardı. Ne tuhaf, ne şaşılası! Hafifçe gülümseyerek oradaki küçük morluğu dürttü. Seni isyankar şey. Yeşermeye başlamış kenarlarıyla gayet dekoratif olduğunu düşünürken sigara izmaritini camdan dışarıya yollayıp sadece evi değil, Londra'nın eski taş sokaklarını da kirletti kendi çapında. Kim bilir kaç yılda kaybolurdu o izmarit. Gerçi kimin umrundaydı, muhtemelen şu dünyanın sonu olaylarında Harley çoktan ölmüş olurdu, önündeki on yıl içerisinde işte. Hatta şu an on dokuzsa, yirmi yedi yaşına kala kala- vay canına. Dokuz yıl- yok dokuz değil. Sekiz yıl kalmış oluyordu. Gerçekten de, yolun yarısını geçmişti galiba. Kız bacağını bir adım geriye alırken, ağır ol kovboy bakışları atıyordu galiba.
“Hadi ama çaylak, cevap versen iyi olur. Sonsuza kadar seni bekleyecek değilim.” Nanna'dan çıkan bitkin sesin altında resmen bir sabırsızlık yatıyorken, Harley haaalayıp ayaklandı. Pizza için düşünmesine gerek yoktu- ki zaten Harley noter onaylı bir pizza canavarıydı zaten. Yine de emlakçıya evi beğenmemiş ayaklarına yatan bir müşteri gibi ağırdan satıyordu kendisini. “ALTHEA! ŞU BOK GİBİ KOKAN LAZANYANI DÖK ARTIK!” diye seslendi odadaki kalın duman örtüsünü delip geçen bir desibelle. Sonra önden yürüyüp Nanna'ya eliyle işaret etti, takip et beni dercesine. Maden yatağına gidiyorlardı çünkü. Odanın diğer yanında sinir krizi geçiriyormuş gibi bakan Althea'yı umursamadı. Becca, tamamen iyi niyetinden ötürü lavoboya gidip lazanyalarla uğraşırken Harley sırıttı. “Şu Val iyi kız be.” dedi başını aşağı yukarı sallarken. “Senin Sid de onu pek seviyor ki sorma.” Kehkeh gülerken Harley, içeride yatak olan yegane kapının kilidini açıp içeriye girdi. O odayı halka açamazlardı, çünkü el altından uyuşturucu ve ot satan Arnold'ın mallarını kimsenin bulmasını ve saniyesinde kamulaştırılmasını istemiyorlardı. Nanna'yı içeriye çekip tekrar kilitledi kapıyı. Odaya anca bir yatak ve diğerlerinin ıvır zıvır eşyaları sığıyordu zaten. Köşede derlenip toplanmış vasat bir davul, üstünde de iki üç tane gitar vardı. Döşeği kaldırıp altından güzel, temiz bir toz çıkardı. “Pizza olur.” dedi sonra döşeği yerine yerleştiirip küçük paketi sallarken. “Ama bana onları getireceğini nereden bileyim. Ben olsam getirmezdim çünkü.”
Yani. Değil mi? Yürü Harley! Yürü koçum. Bu devirde kimseye güven olmazdı, olamazdı. Akıllılık ettiğini düşünürken derin bir nefes aldı. Sonra kafasını aşağı yukarı salladı. “Pasaportunu ver Nanna. Borcunu tamamlayınca sana iade ederim.” Gözlerini devirirken omzunu da silkti. Pörtlek gözlerin devrilmesi insanlarda iyi bir etki yaratmıyor olabilirdi; ama bunu şu saniyelerde umursayacak bir insan da odada bulunmuyordu. Kız tereddütle başını iki yana salladı. “O kadar da değil. Pasaportumu senin sikik ellerine bırakamam.”
Harley omzunu silkti. Onun kendi sorunuydu, elindeki mal gayet kıymetliydi ve en kötü ihtimalle Harley kendisi yapardı vuruşunu. Cevap vermeden eroini cebine attı; ama o anda karar değiştirmiş Nanna adamın karşısına oturup sırtını duvara yasladı. “Tamam. Çıkar şunu. Ne olacak ki?” dedi kabul etmiş görünürken. Harley dudağını büküp poşeti Nanna'nın kucağına bıraktı. Çekmeceden mum ve iki şırınga çıkardı turnikeyle beraber. Kendis ihtiyacını da şimdi karşılasa iyi olurdu doğrusu. “Şırıngalar temiz, daha paketten çıkarmadım hiç. Şu mumu yaksana, kaşığı da tut.” Bu işin altın kuralı, vücudunun bok götürmesini istiyorsan temiz olmak zorundaydın. Yoksa bu işin HIV'i vardı, cartı vardı, curtu vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nanna Lindqvist
Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
 Freddie'nin Biftek Salonu | Garson
Nanna Lindqvist


Mesaj Sayısı : 122

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePaz Şub. 05, 2012 2:52 pm

Az öncesine kadar zeki biri olduğunu düşünüyordu Nanna. Yani şu bedavadan pizza alıp tozu götürme işiyle güzel bir sistem kurabilirdi. Gerçi şansı hala vardı ama Harley'nin pasaportu alma işi pek hoşuna gitmemişti. Ona güvenemiyordu ki. Ya bir suç işleyip Nanna'nın pasaportunu oralarda bir yer atarsa ne olacaktı? Ki öyle bir tipi de vardı. At hırsızı, ne olacak? Diye düşündü içinden. Şimdi sistemi çözmeye çalışıyordu. Vuruşu yapacaktı, pasaportunu verecekti. Ertesi gün pizzayı getirip pasaportunu geri alacaktı. Bir iki kere daha aynı işlem olduktan sonra Harley zaten Nanna'ya güvenirdi. Böylece hem Harley'nin karnı pizzaya hem de Nanna'nın kanı uyuşturucuya doyardı. Elleri heyecandan titrerken odaya bakma fırsatı bile olmamıştı. Fazlasıyla karanlıktı şimdi. Kapalı perdenin üzerinde açılmış sigara yanığı deliklerinden ay ışığı içeri süzülüyordu. Onun dışında üzeri dağınık olan yatak, üst üste yığılmış eşyalar ve- Gözü odanın diğer ucundaki şeylere dikilirken çakmağını yaktı. Anca suratını aydınlatan ışık daha iyi görmesini sağlamıyordu ama orada davul ve gitar gördüğünden emindi. Biraz sefil durumdaydılar ama sonuçta varlardı. En azından müzik aletleri birlikte duruyordu. Yani bir grup vardı. Harley'nin evi olduğunu öğrenmişti zaten, demek Harley'nin grubuydu. Harika, ihtiyacı olan her şey Harley'de vardı. Ve Nanna kıskançlık duygusu içini kaplarken mumları yakıp birini Harley'nin önüne koydu, diğerini kendi önüne aldı. Acaba ne tarz müzik yapıyorlardı? İnsanın dinlediği müzikle yaptığı müzik aynı olmak zorunda değildi ama Joy Division dinleyen birinin ne çaldığını tahmin etmek de zor olamazdı. Belki Harley ve diğerleriyle ilişkisini ilerletebilirse kendisine de müzik yapacak insanlar bulabilirdi. Ya da konuk sanatçı olarak sahnede boy gösterebilirdi. İnkar edemiyordu artık Nanna, Harley golleri art arda diziyordu. Nanna ise kalede dumur olmuş bir şekilde bakıyordu ona. Harley şimdi gol attığının farkında değildi, galiba. Adamın dudaklarından sarkan sigaraya bakıp derin bir nefes aldı. Bu oda gürültüden daha az nasibini alan bir yerdi.
Şırınganın içine yetmiş ünite kadar, yani ölçek üzerindeki '2' numarasına kadar su çekip üzerinde toz olan kaşığın içine boşalttı Nanna. İşine odaklanmış biriydi şimdi. Bacakları gevşek bir şekilde iki yana açılmıştı. Ortasında yanan mum ayin yapıyormuş görüntüsünü veriyordu. Elindeki kaşığı dikkatlice ısıtmaya başladı mumun üzerinde. Harley'nin ne kadar uyuşturucu kullandığını görmüyordu şimdi ama şırıngaya çektiği suyun kendisininkinden daha fazla olduğunu ve tozun da fazla olduğunu söyleyebilirdi. İç geçirip alt dudağındaki ruju kemirdi. Bir gecede hem uyuşturucu hem grup işini halledecek kadar şanslı değildi ama konuşmadan edemeyecekti işte.
“Köşede müzik aletleri var. Davul falan.” Bakışları kaşığın üzerine inmişken ısınıp köpükler çıkarmasını bekliyordu. Minik iğnenin ucuyla karıştırırken Harley'nin 'Hı?'layan ve sonra olayı çakıp hıhımlayan sesini dinledi. Demek dünyanın vajinasına böyle koyacaktı Harley. Güzel. En azından hayalleri benziyordu.
“Grubunuz var yani?” dedi Nanna, Harley'nin ağzından cımbızla laf alıyormuş gibi hissederken. Karıştırma işi bittikten sonra mumu biraz ileri ittirdi. Harley kaşığın içindekiyle haşır neşir olduğundan mı yoksa Nanna'yı kaale almadığından mı bilinmezdi ki cevap vermiyordu. Nanna küçük bir pamuk topunu kaşığın içinde yuvarlayıp içine daldırdığında Harley kendi şırıngasını hazırlamıştı bile.
“Evet, var. En iyisi.” dedi Harley bacaklarını ileriye doğru uzatıp birbirinin üstünde bağlarken. Nanna onun konuşmasını dinleyip bir yandan da pamuğun içindeki sıvıyı şırınganın içine çekiyordu. Odaklanmıştı, gözleri kısılmıştı. Bir damlasını bile ziyan etmemek için büyük uğraş veriyordu. Dilini ısırıp dudaklarının arasından ucunu çıkarmıştı ve bunun farkında bile değildi. İşi bittiğinde mumu kendisinden epey uzağa itip gülümsedi.
“En iyisi?” Kaşları hafifçe kalkmışken Harley'e bakıyordu. Demek iyilerdi ve sürünüyorlardı ha? Araba mezarlığında zavallıcık oyununu baz alarak sürünme işini düşünüyordu. Harley fazla kibirli biri gibi gözükmeye çalışsa da içten içe kendisine acıyan biri miydi yoksa değil miydi çözememişti. Yani Nanna şu an onun sürünüyor olduğunu düşünmüyordu. Mal deposu vardı, grubu, evi. Daha ne istiyordu ki?
“En iyisiyiz ama daha kimse bilmiyor. Sana ne demiştim? Dünyanın vajinasına koyacağımı söylemiştim değil mi? Öyle yapıyoruz. Çaktırmıyoruz daha. Gizliden gizliye.” Harley'nin suratındaki çarpık gülümseme mum ışığında garip bir hal almıştı. Demek o kendini kanıtlama işi de müzikle alakalıydı. Nanna Harley'e benzediğini düşünmekten korkuyordu şu anda. Ve ondan nefret ettiği düşüncesi yavaş yavaş erirken gülümseme yerleşti dudaklarına. Minik bir poşet toz ve iki müzik aleti neleri değiştiriyordu işte. Adamın elinden sarkan iki turnikeye uzanıp ikisini de aldı eline. Şırıngasını Harley'e tutturup aldığı sarı lastiklerden birini elinde evirip çevirdi.
“Ben de müzik yapıyorum- Uzat kolunu. Başka birinin bağlaması her zaman daha kolaydır.” dedi topuklarının üstüne oturup turnikeyi iyice sıkarken. İki parmağıyla bir iki fıske vurduğunda damar uyanıp kendisini gösterdi. Nanna Harley'nin suratına bakıp derin bir nefes aldı. Sonra kendi kolunu uzattı ki Harley turnikeyi bağlasın.
“Yani müzik yapmaya uğraşıyorum. Ama bazıları sizin gibi şanslı olamıyor.” dedi adamın yamuk kesilmiş saçlarına bakarken. Mumun alevi sarımsı turuncu ışığını bir yere kadar ulaştırabiliyordu. Nanna Harley'nin yol gibi gözüken iki bacağının ortasında oturuyordu. İç çekerken omuzları aşağıya düştü Nanna'nın.
“Şans mı? Bileğimizin hakkı var bizim.” dedi Harley küçük bir kahkahayla. Altında da alay yatıyordu ama Nanna çözmek için uğraşmadı. Vuruşun vakti gelmişti. Hissediyordu. Geriye doğru emekleyip sırtını duvara yasladı yine. Şırıngayı damarın fırladığı yere yavaşça sokarken her zamanki gibi nefesini tutmuştu. Hafif bir çekişle boşluğun içine kan dolarken damara girdiğini fark edip rahatladı. İşte dünyanın efendisi olmak ya da zavallının teki gibi hissetmenin arasındaki ince çizgiye doğru yol alıyordu şimdi. İğnenin arkasından bastırırken vücudunun hafif şok tepkisiyle gözleri kısıldı. Tuttuğu nefesi gürültülü bir inlemeyle odanın içine salındı. Kolları gevşemişti, dizlerinde bir uyuşma baş göstermişti. Şırıngayı kolundan çıkardığında yaşadığı hazzın tarifi yoktu. Düşünmemesi gerekiyordu, bu anı düşünceleriyle mahvetmemesi gerekiyordu ama elinde değildi. Kendi amacını bulmuştu Nanna, küçüklüğünden beri olmak istediği şey sabitti. Yıldız olup dünyayı sallamak. Ve her şeyin başlangıcının o an olduğunu hissediyordu. Her vuruş sonrası hissettiği gibi yani. Suratına yerleşen rahatlamanın altında acıyla kasılma hayaleti yatıyordu. Bunlara rağmen de sırıtabiliyordu.

bunları giymiş nanna, tık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Harley Westwood
Fabrika İşçisi
Fabrika İşçisi
Harley Westwood


Mesaj Sayısı : 166

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePaz Şub. 05, 2012 6:07 pm

Eskiden, her gece Tanrı'ya dua ederdi. Göklerdeki babamız, diye başlardı. Parmaklarını sıkıca birbirine geçirir, beti benzi atmış suratına kocaman gelen kahverengi gözlerini yumardı. Eğer yeterince sıkı yaparsa istekleri daha kolay gerçekleşecekmiş gibi hissederdi. O zaman göklerdeki baba daha iyi duyacak sanırdı. Çocuklara özgü pembelikteki dudakları aralanır ve kimsenin duymadığını düşünürek fısıldardı, içini çeke çeke. Lütfen benim annemle babamın da kafasına ev düşmesin. Arnold bana öyle dedi. Onların evi düşmüş. Tanrım, lütfen bizim evimiz de düşmesin. Ablama da bir şey olmasın, yoksa üzülürüm. Bir de Rocio onun donlarını alıp Miranda'ya hediye ettiğimde bana kızmasın. Arnold'ın annesiyle babasına da orada iyi bak. Üşütürlerse de portakal yemelerini sağla, annem bana hep portakal yedirtir. Şimdilik bu kadar. Teşekkür ederim. Eğer adresini bilseydim sana çikolata gönderirdim.
Harley, Tanrı'nın adresini hiç öğrenemedi; ama onun Noel babayla işbirliği içinde olduğunu bilirdi. Hem o iyiydi, düşünceliydi. Ne annesiyle babasına ne de ablasına bir şey olmuştu. İkisi de sağlıklıydı; ama Harley'nin işlerinde birtakım yamukluklar vuku bulmuştu. Mesela büyümüştü. Eğer büyümeseydi, hücreleri öyle azgın azgın bölünmeseydi, böyle şeyler yaşamazdı. Hem kendisini hem de ailesini yaşarken öldürmezdi. Değil mi? Öyle olmazdı herhalde; ama işin rengi başkaydı işte. Harley önce Bunny'le tanışmıştı. On altı on yedi yaşlarındaydı anca. Sonra okuldan atılmıştı, ıslah evine girip çıkmıştı. Attığı her adımda o küçük çocuk yorulmuş, bıkmıştı. Sonra minik Harley derin bir uykuya yatmış, içinde bir yerlerde kaybolmuşken artık yürekten umursadığı tek şeyin elindeki kartopunda olduğunu biliyordu. Yani, Harley için kartopuydu o. Edindiği en açık kahverengi eroin buydu ve şimdi sol kolundaki deliklere bir yenisini ekleyip mutlu olacaktı. Önce kalbe, sonra bütün bedene. Büyük göç, büyük seyehat. Ne boksa, büyük olması yeterdi.
Nanna'nın rahatlayıp inlediğini duyarken hafifçe gülümsedi. Herkesin mutlu hissetmeye hakkı vardı değil mi? Şırınganın ucunu Nanna'nın az önce fiskeyle bulduğu damarla buluşturup kan çekti, verdi ve özgürdü. “Siktir.”
Uyuşturucu sonsuz bir orgazm gibiydi, sürekli bir devinimdeydi. Ruhu kutsanmıştı, görev tamamlanmıştı. O parçalanma, kopup birleşme hissi her derin nefeste kendisini belli ederken renkler daha canlı daha mutluluk verciydi. Kasları hızla gevşerken tatlı bir ürperti ele geçirdi bedenini. İlk denediğinde kusmadığı yer kalmamıştı; ama artık vücudu tam anlamıyla alışmış, ihtiyacı her seferinde daha da artmıştı. Sekiz satte bir isterdi önceden; şimdi beş ya da altı saatte bir özlem içerisinde toza koşuyordu. Olmadığı zamanlar kodein ya da morfin ile rahatlayıp uyumayı tercih ediyordu. Uykudan yeni kalkmış, çok da güzel bir rüya görmüş gibi aptal bir mutluluk ve uyuşuykla şırıngaları temizledi. Tül bir perdenin ardındaymış gibi Nanna'nın gevşemiş yüzüne baktı. Dalgın bir huzurla Harley'nin işini halletmesine bakıyordu. Kendi baygın bakışları onunkileri yakalarken güldü Harley. Mayışmışlardı. Gürültülü bir nefes verişin ardından kaşlarını kaldırdı. “Sen de mi-” dedi kaşları dayanamayıp eski yerine düşerken. “Sen de mi müzik yapıyorsun? Gerçi söylemişt-in.” Konuşmak biraz yorucu; ama hoş bir duyguydu. Yarım saat kırk beş dakika içerisinde kendilerine gelecekleri barizdi, şu an bile Harley o ilk anın verdiği hazzı yakalayamıyordu. Yavaş yavaş buhar olacaktı. Ne üzücü. Duyguları gökkuşağı patlaması gibi birbirine dalmışken Nanna'nın kıkırdamasıyla kızı kendisine çekti. Mumlar söndürülmüş, geriye kalan her şey yeri boylamıştı -şırıngalar hariç, onlar komidinin üzerinde kardeş kardeş uzanıyorlardı- ve Harley tamamen huzurla, dünyaya ve insanlara inanılmaz bir sevgi beslerken Nanna'ya sarıldı. Gökyüzünden yumuşak yatağa düşmüş iki pofidik yıldız gibi yatağa düştüklerinde Nanna'nın saçları yastığın üstünde dağıldı. Onun hala oynak bir zevkle dolmuş kesik nefesleri duyulurken Harley'nin göğsüne dibişti kız titreyerek. Adamın kafasında tatlı bir baş dönmesi varken Nanna'nın mırıltılarını dinledi.“Ondan.” diyordu kız gözlerini kırpıştırıp tek bacağını çocuk gibi Harley'nin karnına koyup biraz daha sokulurken. “Ondan geldim ya buraya ben. Müzikten. İyiyim ben. Çok iyiyim.” Sayıklayan ince sesin kısa süre sonra uykuya dalacağından emindi Harley. Belki de kendisi uyumaya başlamıştı da, ondan sesi bu kadar uzaktan geliyor gibiydi. Harley'nin parmağı tembelce dolanırken onun bir tutam saçına gözleri kaydı biraz. Onun iyi olduğuna şu an inanıyordu. Açıkçası Valium varken yememişti; ama şimdi onun Kraliçe'nin kendisi olduğuna bile inanabilirdi. “Solist arıyorduk aslında.” dedi çatlak bir sesle; ama uzun süre hiç yanıt gelmedi. Belki Nanna olan Harley'di. Kafası karışmıştı. Uyku. Uyku lazımdı Harley'e.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sidney Moon
London I. Sınıf | İşletme
London I. Sınıf | İşletme
Sidney Moon


Mesaj Sayısı : 19

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePtsi Şub. 06, 2012 4:51 pm

Sidney Moon zamanı gelince yaşlanacaktı. Ama o zaman gelmeden önce ne yöne gideceğini bildiğini sanacak, tam yerinde olmayan kafasını berrak olarak tanımlayacaktı. Şöyle ki o evde kalmaya devam etseydi her şey daha kötü olacaktı. Babacıkla oturup kalkacak, ondan işleri öğrenecek, robot evlat olacaktı. Babacık şimdi kızmış olmalıydı. Çünkü Sidney hiçbir not bırakmadan çekip gitmiş, o günden sonra okula uğramamıştı. Babacık bulduğu yerde Sidney'i tutacak ve onun boynuna giyotini vuracaktı. Bu giyotinden kastı şık bir kravat olsa da umrunda değildi. Bir kere zorla gitmişti o yere, kafasına o kasklardan birini geçirmişti ki taşınan mallardan biri düşerse ölmesin. Kamyon büyüklüğünde demirleri bir kask tutacaktı, herkes inanıyordu yani buna. Victoria'nın kolunu yumuşakça kavrayıp onu Bunny'nin dövmeli kanatlarından ayırdığında suratı hala allak bullaktı. Ya fazlasıyla bir tesadüf vardı bu işin içinde ya da bir sorun vardı. Annesine bir şey mi olmuştu? Sonunda babacık onu da mı delirtmişti? O sabırlı, anlayışlı kadını. Balkona kadar tek kelime etmeden yürütmüştü kızı. Zaten onun da konuşacak hali yoktu. Yüzüne az önceki şaşkınlık kazınmışken kapıyı arkalarından çekip kapattı. Victoria'yı, süngerinde bolca sigara yanığı bulunan sandalyeye oturtup kendisi de korkuluğa yasladı kalçasını.
“Bunny'e aldırma.” dedi sakin bir sesle. Hayatında böyle bir şey yaşamamış olduğu belli olan kızın yüzüne baktı Sidney bir sakinlikle. Val olsa buna aldırmazdı, Miriam Bunny'i bir köşeye götürüp işe başlardı. Belki de 'normal' olan Victoria'nın tepkisiydi. Yani hiç tanımadığı bir adam gelip memelerini sıktığında şaşırıp tokat atması gerekiyor olabilirdi. Victoria'ya şu ana kadar öğretilenler bilmemkimin soyundan gelen ünlü adamlarla konuşmak, tuvalette hangi kağıtla kıçını sileceğini öğrenmek ve yüz döşeğin altından bezelye tanesini hissetmekti. Hayır, bunu Victoria'nın sıkıcı olduğunu düşündüğü için söylemiyordu. Aynısını Sidney'e de yapmışlardı. Çoğu bunun abartılacak bir yanı olmadığını, düzenli bir hayatı olduğunu ve bununla mutlu olması gerektiğini söylerdi. Saygılı küçük bir bey olarak yetiştirildiğini, bunun neresinde kötü bir şey olduğunu sorardı. Şu halini gören biri kendisini harcadığını, uyuşturucunun hangi halta yaradığını, neden hayatını mahvettiğini söylerdi? Onlar emindi ki sokaktan birini alıp Sidney'nin hayatına koyduklarında mutlu olacaktı onlar. Her yemekte Meryem Ana'nın rahmine dua edeceklerdi. Hayır efendim, Sidney istediğini yapmak istiyordu. Bunun ceremesini çekmek zorunda olsa da sıkılıyordu. O ihtişamlı, altın kaplamalı trabzanlara tutunup inerken boğazını sıkan papyondan çok daha fazlasıydı. Sadece on dokuz yaşındaydı Sidney. On dokuz. Annesinin onunla konuştuğunu hatırlıyordu. Birlikte puzzle yaparlarken. Daha küçüktü, belki beş ya da altı yaşlarında. Konuştukları şey babacıktan gizliydi.
"Sidney, ne istiyorsun?”
“Lego. Puzzledan daha eğlenceli o.”
“Tamam Sid.” Kadın, Sidney'nin saçlarını okşadı. “O zaman lego yap. Ne istiyorsan onu yap tamam mı?”
“Ama babam puzzle yapmamı istiyor. Ofisine asacakmış. Oğlum yaptı diyecekmiş.” Kadının suratındaki buruk gülümsemeyi o zaman fark edememişti.
“Lego yap Sidney. Legoyu istiyorsun.”

Şimdi düşünüyordu da Sidney, lego yapıyordu işte. Annesinin istediği buyduysa onun üzüldüğünü düşünmüyordu. Bir iç çekiş, ardından cebinden bir sigara çıkardı. Yaktı. Victoria'nın artık daha sakin olan ifadesine gülümsemeye çalıştı.
“İçeri girip seni gördüğümde- Beni araştırıp takip ettiğini falan sandım.” Hatta Theodor, Victoria'nın arkadaşı olup onu davet ettiğini söylediğinde bile inanamamıştı. Bu kadar tesadüf filmlerde falan olurdu herhalde. Londra da göt gibi bir yer değildi sonuçta. Ama aynı üniversiteden oldukları düşünülürse, olası bir şey olduğu anca beyninde yer ediniyordu.
“Theodor'un okuldan arkadaşısın değil mi?” Aslında ikisi de aynı üniversitelerdi. Bölümleri farklıydı gerçi aynı olsa bile sorun olmazdı Sidney bir ay bile gitmemişti okula.
“Evet.”
Sessizlik. Evin gürültüsü camlardan taşıp kulaklarına boğuk bir şekilde dolarken Sidney'nin sigarasının çıtırtısı duyuldu. Sokak sessizdi o saatte. Zaten çok göz önünde bir yerde değildi ev. Fazlasıyla arkalarda, su deposu ve sadece o mahallenin gittiği bir birahanenin ne kadar gürültü yapabileceğini düşündü. Bir de hastabezi kullanan yaşlı komşuların.
“Ailemin burada olduğumdan haberi yok.” dedi ayakkabısıyla balkon taşının kırık kısmını dürterken. Alt dudağını kemirdi. Kızın ifadesine baktı. Daha sakindi artık. Arada bir kafasını önüne eğiyor, arada da Sidney'e bakıyordu. İnsanın nişanlısıyla bu şekilde olması acı verici olmalıydı aslında.
“Benimkilerin de.” dedi Victoria. Sesinin tınısı, saftı. Sakinlik ve durulukla kaırşık bir saflıktı işte. İyi olmasıyla alakalı olan. Salak değildi Victoria. Sidney keisnlikle öyle düşünmüyordu. Derin bir nefes aldı temiz olduğunu düşündüğü havadan. Uzaklardan bir yerden korna sesi gelirken herkesin başka yerlerde, başka şeyler için çırpındıkları aklına geliyordu. Kendisini iyi mi kötü mü hissettiğini bilmeden konuştu.
“Kimseye söylemezsin değil mi? Beni burada gördüğünü yani.” Victoria'nın cevabı hızlı olmuştu. İçeride zaten ailesine söylememesine dair şeyler söylediğinden onun da burada olmasnın yanlış bir şey olduğunu fark etti.
“Hayır, hayır. Lütfen sen de söyleme.”
“Söylemem.” dedi Sidney hızlıca kafasını sallarken. Elindeki birikmiş külü korkuluktan aşağıya silkti. Ağırlığını verdiği bacağının yerini değiştirip diğerine yüklendi. Dirseği de korkuluğun üzerinden güç alırken ne söyleyeceğini düşünüyordu. Ee şimdi ne olacaktı ha? Her şey eskisi gibi devam edecekti, Victoria artık nişan meselesinin olmayacağını anlardı umuyordu. Zaten yüzüğünü satmıştı Sidney. Önceki hafta Arnold'ın paraya ihtiyacı vardı.
“Bak neden açıklama yaptığımı bilmiyorum.” dedi konuştuğunun bile farkında değilken. Yani farkındaydı ama gerçekten neden açıklama yaptığını bilmiyordu. “Yani seni doğru düzgün tanımıyorum bile. Bunu kötü bir amaçla söylemedim. Sadece birbirimizi tanımıyoruz. Ama sana açıklamam gerek işte. Oraya dönmeyeceğim bir daha. Ben hiçbir zaman onun oğlu olmak istememiştim.” Yutkundu. Elindeki sigaranın zehrinden bir fırt çekti. Yeniden konuşmaya başladığında dudaklarının arasından çıkan duman dans ediyormuş gibiydi ama Sidney bunu fark edemeden kendi alemine dalmıştı. “Ben ailemi buldum. Az önce senin memelerini elleyen adam mesela. Ya da Theodor, Althea falan. Kendi seçme şansımı yarattım ve onları seçtim. Bana neredeyse hiçbir şey sormadılar. Beni önemsemediklerinden değil işte, sadece sormadılar. Ben de hiçbir şey anlatmadım. Hayatımla ilgili yakınılacak bir şey olmadığını düşünüyor diğerleri. Ben de yakınmamaya çalışıyorum. Şımarık biriyimdir belki. Ama cidden umursamıyorum.” Gülümsedi. Mutlu bir gülümsemeden çok kendini berbat hissetmesiyle alakalıydı. Babacağın ocağından kurtulduğunu yeni yeni hissederken onunla ilgili bir şyler görmek tedirgin olmasına neden olmuştu. Öz babasıyla değil de tefecinin tekiyle uğraşıyormuş gibi hissediyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victoria Lynton
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
Victoria Lynton


Mesaj Sayısı : 66

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePtsi Şub. 06, 2012 7:19 pm

Komikti. Gerçekten alay edilecek, vahim bir vaziyetle haşır neşir olmak durumundaydı. Derin, titrek bir nefes aldı. İçeride uyuşuk bir coşkuyla eğlenen, şarkı söyleyen ve bedenlerini korkusuzca olduğu kadar da utanmazca sergileyip cinsel marifetlerini gösteren insanların Victoria ile alay etmesi yorum yapılamayacak bir haldi. Asıl sorun şuydu ki, Victoria onlara kesinlikle saygı duyuyor ve bu günah dolu ruhların her birisine ayrı ayrı özeniyordu. Onların yaptığı işe hayrandı, belki bazıları nefret ediyor olabilirdi bulundukları halden; ama burnunun ucunu henüz kapıdan dışarıya çıkarmış bir çocuk gibiydi Victoria ve o kapının dışında büyük, yanan ve dehşete düşüren görkemiyle kendisini çağıran gerçeklik vardı. Belki de bugüne kadar insanlardan, onların yaşamlarından, evcil ve vahşi hayvanlardan, ucuz marka sabunlardan, üzerinde slogan yazan tişörtlerden ya da herhangi bir şeyden kaçırılmış olması tek bir şeye işaret olabilirdi: hayvanat bahçesi aslanı. Küçük çocuklara el sallayan, dışarıda olmak istemesine rağmen orada bir gün yaşayamayacağına emin olan bir aslancık. Doğal seleksiyon diye bir şey vardı ve tam olarak bu noktada ilk ölecek olan da Victoria'nın şahsıydı.
Yine de denemek zorundaydı değil mi? Şimdiye kadar istemediği bir sürü şey yapmak zorunda kalmıştı. Sürekli olarak cesur adamların yazdığı cesur kitapları okurdu. Yattığı yerde gözlerini yumup onlardan birisini hayal ederdi; ama ne kadar öğrenebilirdi ki? Ne kadar yaşayabilirdi? Elleri çamura bile bulanmamıştı bir kez olsun. Çok iyi ata binerdi, çok güzel tenis oynardı. Avrupa'da, Asya'da ve Amerika'da bulunmuştu. Şehir şehir gezmişti; ama her şeye camın arkasından bakmak zorundaydı. Doğrudan bakarsa eğer, o güneşin gözlerini kör edeceğini, yolundan sapacağını söyleyip dururdu annesi. Abin gibi bizi hayal kırıklığına uğratma, derdi. Oysa Victoria, kör olmak istiyordu. Çok korkuyordu, burada çok utanıyordu; ama onlar gibi olmak istiyordu- hayır. Tam olarak öyle değil. Onlarda var olan bazı özelliklere sahip olmak istiyordu. Özgüven mesela. O hapishane kaçkını adama tapabilirdi göğsünü ellemesine rağmen.
Alt dudağını kemirip Sidney'nin söylediklerini dinledi. Sonra, nedensiz bir gülümseme dudaklarına oturdu. Başını aşağı yukarı salladı, onaylayarak. İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyordu, çünkü başarılı bir yazar olmak istiyordu; ama gizli bir emeli daha vardı: John Keating olmak. Ölü bir ozan olmak. Kendisi gibi olan çocukların ufkunu açmak- Victoria bunu nasıl yapabilirdi bu halde? Lise öğretmeni ya da ilkokul... Ne fark eder? Ailesi izin vermezdi ki. Evinde oturup, şu anda karşısında demirlere yaslanmış adamın çocuklarını doğurmakla yükümlüydü; ama istemiyordu. Bunu ikisi de istemiyordu. Gözlerini kırpıştırdı. “Sidney.” dedi sessizce; ama bu sefer korkaklıktan uzak bir tavırla. Bir an onun yanında olmanın verdiği rahatlığı hissetmişti, neredeyse yalnız olmak gibiydi. Neredeyse, kendisiyle başbaşa olmak gibiydi. Gözlerinin önüne düşen dalgaları geriye atıp hafifçe güldü. Deli gibi gözüküyor da olabilirdi; ama bu değişimin çaldığı küçük bir ıslıktı işte. ”Seninle evlenmeyi ben de istemiyorum. Onun alınmayacağını bilerek. Bahsettikleri konu çok farklıydı çünkü, reddediş değildi. Başlangıçtı; ama nasıl anlatması gerektiğini bilemiyordu. Söyleyecek o kadar çok şey vardı ki! Sabaha kadar konuşabilirdi burada. Sırtını sandalyeye iyice gömüp sarı kafasını sıvalı duvara yaslayarak tavana baktı, yıldızlara döndürdü bakışlarını. En sonunda da Sidney'e baktı halini bozmadan. “O kadar çok sıkıldım ki bu durumdan. Abim, Victor, kaçtı ve beni o ailemle bıraktı. Şimdi tek çareleri benim. Seninle evlenip şirketlerini devam ettirmemiz gerekiyor. Düşünebiliyor musun? Beni sattılar. Seni sattılar. Bizi sattılar ve ikimiz de bunu istemiyoruz.” dedi histerik bir hal almışken konuşması. Sanki tüm bunlar başka birisine oluyor gibiydi. Saçma sapan bir pembe dizinin içerisinde yaşıyorlardı işte. Sonra derin bir nefes alıp gürültülü bir şekilde verdi. “Bazen olduğum kişiden utanıyorum. Anlıyor musun? Herkesin korkağın teki olduğumu düşünmesinden ve evet, gerçekten öyle olmamdan.” dedi yanakları al al olmuş, resmen ateş basmışken. Birden yükselen hararetle sesi de yükselmişti, artık ne kadar dolduysa. Küçük çantadan bir toka çıkarıp saçlarını kafasının tepesinde özensizce toplarken bile konuşmaya devam ediyordu. Çenesi durursa çatlayabilirdi, yıllarca nasıl konuşmamıştı bu konu hakkında hiç. “Seni tanımıyorum bile. Anlıyor musun? Tabii ki anlıyorsun, kime anlatıyorum ki? Seni bir türlü-” doğru kelimeyi bulmak için bir iki saniye bekledi. Sonra da argoya kaçtı hafifçe, pek kullandığı kelimelerden birisi değildi. “kafalayamadığım için-” Sözcüğü söylerken coşkusu da gözden kaçırılacak gibi değildi doğrusu. “nasıl da azarladılar durdular beni! Sırf onlar değil! Herkes! Bay Perkins mesela. Profesörüm. Böyle çocuk gibi yaşayamazmışım! Herkes bir yandan çekiyor.” dedi ellerini birbirine çarpıp. Sonra küçücük bir çığlık attı gözlerini yumup. Hızlı konuştuğu ve heyecanlandığı için soluklarını kontrol edemiyordu; ama saçma bir mutluluğa sarılıvermişti şimdi. Evet. Belki yarın sabah uyandığında kaldığı yerden devam edecek miydi bilmiyordu, bir yandan da ailesini hayal kırıklığına uğratmak da istemiyordu. Her ne kadar aynı fikirlerde olma ihtimalleri sıfır olsa da- ailesiydi işte. Yine de bunu şimdi düşünmeyecekti! Bir parça mutluluk keki yemişti şimdi. Psikolog sadece dinlerdi, yapması gerekenleri söylerdi. Lisede falan uyumsuzluk çektiği için gitmişti. Kel ve gözlüklü adam sadece öğüt veriyordu; ama Victoria'nın buna ihtiyacı yoktu ki! Kimse anlamıyor muydu? Konuşmak için gerçek bir insana ihtiyacı vardı. Kendisini dinledikten sonra iki yüz elli pound gibi korkunç bir meblağ almayacak birisine. “Tamam. Biraz şey oldum- pardon.” dedi boğazını temizlerken. “Vay be. Dolmuşum.” dedi gülüp başını iki yana sallarken, bir yandan da elini sallayıp kendisine hava vermeye çalışıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sidney Moon
London I. Sınıf | İşletme
London I. Sınıf | İşletme
Sidney Moon


Mesaj Sayısı : 19

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePtsi Şub. 06, 2012 9:35 pm

Özgür hissetmek, rahatlık duygusu. Her ne kadar istediğini yapsa da bir yerlerde saklanıyordu. Öyle sayılırdı. Victoria'yı gördüğü ilk anda korkmuştu işte. Kızın ondan bir şeyler beklediğini, incindiğini ve benzerini sanmıştı. Ama o konuşurken izlemişti işte. Duyguları yüzüne yna gibi yansıyordu. Aşağıdaki sokak lambası ışığını anca ulaştırabiliyordu onlara. Bir de yazın nadir anlarında olan bulutsuz gece ay ışığını bağışlıyordu. Bir çığlık, Victoria'nın hapis olduğu hayatı anlatıyordu işte her şeyiyle. Farklı bir gaza gelme yaşıyordu Sidney. İçi içine sığmıyordu. Yaslandığı yerden kafasını sokağa doğru çevirdi. Elindeki izmarit Victoria konuşurken çoktan kaldırımın üstünde yuvarlanıp rögar kapağının küçük boşluğuna oturmuştu. Alt dudağını dişlemiş gülümsüyordu şimdi uzaklara. Söyleyecek çok şey vardı ama seçemiyordu kelimeleri. Sokağın ucunda bir adam çöpten spagetti yiyordu. Balkonun camına açık televizyonun görüntüsü yansıyordu. Sonunda derin bir nefes alıp içini çekti.
“Fazla dolmuşsun hatta.” dedi sonunda küçük kahkahası havada şaklayıp yayılırken. “Bize görevlerimizi söylemeye çalışıyorlar farkında mısın? İşte- o çığlığı atmamak için Victoria. Ben kaçtım.” Belki kızı teşvik ediyordu. Kaç demeye çalışıyordu. Onun için nasıl olacağını bilmiyordu. Abisinin durumunu biliyordu zaten. Victor her şeyi Sidney ve Victoria'dan önce çözmüştü. Eğer Victoria da isyan bayrağını çekerse halleri ne olacaktı bilmiyordu. Belki daha iyi olurdu, akıllanırlardı. Kendilerini filmde sanmaktan vazgeçerlerdi. Küçük dünyalarından çıkıp elindeki paraları saçma şeylere harcamayı bırakırlar ve şu çöpten spagetti yiyen adama bir yemek ısmarlardı. Kürklerinden vazgeçip hayvan barınakları açarlardı. Gülümserlerdi. Bu sayede annesi de sahte gülümsemelerine son verirdi işte. Kadının gerçek kahkahasını duyardı Sidney. Özlemişti annesini. Modern geçinen sefil toplumdu aslında onlar.
Cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal daha çekti. Yakıp kokusunu içine çektiğinde yüzündeki gülümseme hala değişmemişti. Victoria'nın topladığı saçlarına baktı. Hafifçe esen bir meltem kızın bir tutamını uçuruyordu yavaşça. Sigarasından bir fırt çekti. Dumanı havaya karıştırdı sonra.
“İçer misin?” dedi buruşmuş paketi kotunun arka cebinden çıkarıp Victoria'nın fazlaca iri gözlerinin önüne tutarken. Rahatlamasını istiyordu kızın artık. Sigara içeceğinden emin değildi ama çığlığı da beklemiyordu ya hani, beklenilmeyen şeylerin gecesiydi şimdi. Saat geceyarısını anca vuruyordu, Soho'nun derinliklerindeki bir kuleden gong sesi bar müziklerini aşıp sokakta çınlarken kızın tereddütünü izledi aynı gülümseme ile. Victoria'nın fazlaca beyaz eli uzanıp paketten bir sigara çekti.
“Sakın gülme ama.” Söyleyişi bile Sidney'e küçük bir kahkaha attırmıştı. Böyle konuşacağını düşünemiyordu onun ama duruma alışıyordu yavaştan. Uzun kirpikler kırpıştı. Victoria elindeki ruloyu evirip çevirdi, sonra Sidney'e geri uzattı. İçmeyecek miydi?
“Sen yaksana.” Sidney'nin kaşları havalandı ardından da kafası sallandı. Paketin içinden çektiği çakmağı evirip çevirdi elinde. Kapağını artistik bir şekilde açtıktan sonra yaktı sigarayı ve bir reverans yapıp kıza uzattı.
“Bayan Lynton, sevgili nişanlım. İlk sigaranızı size takdim ediyorum.” Bir neşe ortamı köklenmişti balkonda. Victoria'nın asil bir hanımefendi olup nazik bir şekilde sigarayı elinden alışı, hepsi oyun gibiydi. Kulaklarında içeride düzüşenlerin sesleri varken ne kadar asil olabilirlerdi ki acaba? İkisi de aynı anda dudaklarına götürdü sigaralarını. Bir sessizlik hakim olurken Sidney'nin dudaklarının arasından çıkan dumanlar düzenli bir yol takip ediyordu. Sonra bir öksürük sesi duyuldu. Victoria kafasını önüne eğmiş, suratı buruşup küçük mimik çizgilerine bürünürken Sidney kıza baktı tek kaşını kaldırıp. Kızın kafası kalkınca eliyle iyi olduğu işareti geldi. Gözleri hafifçe dolmuştu. Sidney küçük bir kahkaha atacaktı ki tuttu onu. Gülme demişti ama dalga için değildi bu. Dumanlar Victoria'nın öksürükleriyle kesik kesik çıkarken Sidney bir tepki vermemeye çalıştı. Ama Victoria ikinci nefesini de çekti. Bu sefer daha az öksürükle atlattı bunu. Karşılıklı sigara içiyorlardı.
“Şunu izle bak.” dedi Sidney klasik numara olan dumandan halkaları yaparken. O sırada balkonun kapısı açıldı.
“Nabıyo'nuz lan?” dedi gözleri hafiften kızarmış, burnu da gözlerine eşlik eden bir Arnold kafası gözükürken. Sarhoş olmuştu, ot içtiği de barizdi zaten. Ama Arnold'a vız gelir tırıs giderdi herhalde bu. Mavi gözler irileşirken etrafındaki kırmızı damarları iyice seçebildi Sidney. Arnold hımlayıp gidiyordu ki Sidney eliyle gel işareti yaptı ona.
“Victoria ile tanış. İçerideyken garip şeyler oldu.” Sidney gülerek yana kaydı biraz. Arnold ikisinin yanına vardığında yere çöküp oturdu. Sırtını korkuluğa yaslarken kıza sırıttı.
“Merhaba. İçeride kutsal bakirecilik oynadığından şaşırdı bizimkiler. Ben şaşırmadım.” dedi usta bir yalancılıkla. Çay partisi diye bas bas bağıran da Sidney'di zaten. Adamın kafasına elini uzatıp saçlarını karıştırdığında Arnold bir tepki vermeden Victoria'ya bakıyordu.
“Sigara içiyor.” dedi Arnold tek kaşını kaldırıp. “Ver. Bana da bir fırt ver. Benim Lucky fazla şanslı değilmiş. İçerideki barbarlar sömürdüler.” dedi kafasını sallayıp. İki çift göz Arnold'a şaşkınca bakarken mavi gözler devrildi. “Sigaram bitti diyorum be.” dedi Victoria'ya elini uzatıp kızın sigarasını almaya çalışırken.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victoria Lynton
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
Victoria Lynton


Mesaj Sayısı : 66

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimePtsi Şub. 06, 2012 10:46 pm

İnsanlar tuhaftı. Yani bu sigarayı yapmak, tütünü işlemek, belli oranları tutturmak... Hepsi bir makine istiyordu, hepsinin kaynağı üstün beyinlerdi. İşte bu yüzden insanlar çok zekiydi; ama yine bu yolla aptallıklarını da kanıtlıyorlardı. Kendi soylarının zayıflıklarını kazanca çevirmek çok haince değil miydi? Yine de Victoria, bu kısa andan zevk almaya çalıştı. Belki sosyal yaşantıdan kendisini dışlayabilirdi; ama biyolojik olarak kendisini onlardan ayrı bir noktaya koyamayacak şekilde ağzı, burnu, uyluk kemiği yerindeydi. Şükürler olsun göklerdeki babamız, Victoria'nın deneme tahtası olarak kullanmaya hazır da bir hayatı vardı. Her şey çelişkilerle doluydu işte. Madem denemelerine izin yoktu, bu şeyler niye vardı?

Altı üstü birkaç nefes içebileceği sigarayı, yasak elmayla aynı kefeye koyduğunu fark etmedi; ama içinde küçük bir haz bulutu dolaştı. Bu gece zararlı şeyleri yapıyordu, bedeni bir şeylerle tanışıyordu. Victoria, gerçek öğrenme nasıl olurdu, onu öğreniyordu ve bu tamamen heyecanlı bir süreçti. Boğazındaki o paslı tat, kafasının içinde fütursuzca dönen dünya, bağırsaklarındaki sessiz savaş, sol dizinin tutmayışı... Hepsi tek bir nefeste kızın hasta ama mutlu hissetmesini sağlarken, eğer sigara buysa, evet içebilirdi. Her zaman bu heyecanı verecekse, sıradan olmayacaksa ve yazı yazma isteği uyandıracak kadar coşkun hissettirecekse devam edebilirdi. Yine de bildiği bir şey vardı ki, bu elinde tuttuğu şey alışkanlık yapıcı bir maddeydi. Yani ne bilsindi işte, eğer alışkanlık yapacaksa normal bir şey olarak kalacaktı ve – Ve ne? Şu elinde tuttuğu şeye çamur atmamalıydı belki de. Değil mi? Yani orada durmalıydı işte Victoria; çünkü her gece yatmadan önce dişlerini fırçalayıp okuduğu kitapların listesini gözden geçirmek, iki günde bir yenisini eklemek ve her birinin ana ya da yan karakterlerinde gizli bir misyon, saçmasapan bir bağlaçta değişik anlamlar ve mesajlar aramaktan başka ne alışkanlığı vardı? Yani bunları seviyorsa- ne olabilirdi ki?

Victoria kaşlarını kaldırmış bu sigara denen şeyin tam olarak nasıl bir şey olduğunu çözmeye çalışırken çay partisi çocuğun tavırlarıyla dikleşip kafasını yana yatırdı, yine de düşüncelerini yakalayamıyordu. Bir dış dünyadaydı, bir iç ve ne yazık ki içi dışı bir olmayan bir durumla karşı karşıyaydı. Vahim. Mesela, Victoria daha demin elindeki sigaraya bakmış ve kendisini neredeyse Hamlet'in yerine koyarak Var olmak ya da olmamak, mesele bu. Gözü dönmüş talihin sapına, oklarına için için katlanmak mı daha soylu? Yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp son vermek mi onlara? diye gaza gelip üstüne bir de bu tiradı atmak suretiyle şu mavi göze rezil olmanın eşiğinden dönmüştü. Bunu şu an fark ediyordu; ama şimdiden bir şeyler değişiyordu işte. Yine de aklına gelen şu 'kutsal bakirecilik' lafına kesinlikle alınırken burnunu dikip sigarasını geri çekti. Oksijen yetersizliğinden ölecek olsa bile şu an onunla paylaşmak istediğini sanmıyordu. Zaten sigara denen şey anladığı kadarıyla kendi kendini yiyebiliyordu. Bir nefes alıp güçlükle içine çekti. Öksürük gelmemişti bu kez; ama gözlerinin yandığı bir gerçekti.

“Evet. Değil mi?” dedi kafasını kim bilir hangi yolla bu hale getirmiş çocuğa. Hippileri andırıyorlardı, yalnızca daha tuhaftılar. Derin bir nefes aldı sonra başını iki yana sallarken. “Ben senin çay partinin nasıl yüzüne baka baka tuhaf bir şey olduğunu söylemediysem, sen de benim halime şaşırmadın değil mi?” Kaşları havalanırken mavi gözlü çocuğun baygın bakışlarına bakıp şu an pek de dayanamadığı sigaradan minik bir nefes aldı. Galiba bir süre yürüyemeyecekti şunu içtikten sonra. Kendi kızarmış gözlerini kırpıştırıp sigarayı onun eline uzattı. Az önceki doluluğundan dolayı daha yüksek sesle konuşmayı başarmıştı; ama yine de bu şekilde onun yanlışını yüzüne vurmak etik olarak pek de iyi değildi. Sonuçta onun kafası da pek iyi değildi ve- bilmiyordu. Aslında, niye alttan alan hep Victoria oluyordu ha? Alınmıştı işte! Etikmiş. Başlardı etiğine! Adamın eli sigaraya uzanırken Victoria birden çocuk gibi omzunu silkip geri çekti sigarayı. Hanım hanımcık oturmak yerine -dizler bitişik- bacaklarını toplayıp üstüne oturdu. Şu an dünyayı değiştirecek gibi hissediyordu, kendini mi değiştiremeyecekti yani? 'Merhaba, ben John Keating' sendromuna tutulmuştu işte. Yalnız yarın sabah ya da bu balkonu terk edip içeri girdiğinde geri gelecek olan duyguyu istemiyordu. Hani o eziklik duygusunu. Belki yine dolacaktı böyle çok ve bir iki hafta sonra şu gelinlik denemece şeylerin katılacaktı. Lakin öyle olmasını istemiyordu. Özgür olmak istiyordu. O dünyanın tepesinden haykırma şeyini yapmak istiyordu.
“Sidney versin sana sigara.” dedi sandalyeye yerleşirken iyice. “İnsanların kalplerini kırmak, size bir şey kazandırmaz bayım.” Burnundan bariz bir hıhlama duyulurken başını çevirdi Victoria. Umuyordu ki şu adam gitmezdi, Victoria böyle yaptı diye. Hazır açılmışken, içten içe deli gibi sohbet etmek istiyordu onunla. Heyecanlı olmaz mıydı?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Arnold Walker
DVD Dükkanı Çalışanı
 DVD Dükkanı Çalışanı
Arnold Walker


Mesaj Sayısı : 12

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeSalı Şub. 07, 2012 5:57 pm

Arnold şu an anlayamadığının farkındaydı. Az önceki çay partili cümlenin karmışklığı kızın düzgün aksanından mı, yoksa şu yüklemi özneyi doğru yere yerleştirmesinden miydi bilmiyordu. Aha! Belki de az önce deli gibi içtiği tekilayla alakalı olabilirdi. Tekilanın hissini seviyordu. O ensesinden yayılan sıcaklığı, ağzındaki acı tadı, midesine inene kadar çizdiği alevli yolu. Sonra midesinin bir an takla atıp yerine oturmasını. Yıllar tekilaya olan duyarlılığını arttırmasının aksine saflığını bozmuştu işte. Gerçi şimdi gözleri baygın bakıyor olabilirdi, tamamen geri zekalı gibi gözüküyor da olabilirdi. Küçük bir kahkaha atmakla yetindi. Zaten ne zaman birinin dediğinden bir şey anlamasa ikinci kez sormak işkence gibi geliyordu. Sidney'e kafasını çevirdi sakince. Adamın sigara paketini çıkarışı oldukça hızlı olmuştu ya da Arnold'a öyle geliyordu, bilmiyordu işte. Victoria'nın elindeki sigarayı istemesinin sebebini de bilmiyordu. Onun dediğini yapabilirdi de. Yani Sidney'den dal alabilirdi. Ama şöyle bir şey vardı ki kafası yeterince yerinde değildi ve düşünmek istemiyordu. İnsanların sorunu da bu değil miydi zaten? Düşünmek istemiyordu. Bazen uyuşma hissi, düşünmekten o kadar cazip geliyordu ki. Üşeniyordu, çünkü düşündükçe yeni sorular ve sorunlar baş gösterecekti. Başka insanları umursamak zorunda kalacaktı. Ama bencil olmak istiyordu Arnold. Bundan kaçmaya çalıştıkça da kafasını uyuşturuyordu. Bir süre sonra bu bir takıntı haline geliyordu. Hele de bağımlılık yaratıcı maddelerle yapıyorduysa bu uyuşma işini. Olay da buydu zaten. İnsanın takıntıları onun düşünmesinden uzaklaşmasına yardım ediyordu. Bu çok daha farklı şeylerle de olabilirdi. Arnold işkolik biri olabilirdi, kelebek koleksiyonu yapabilirdi, aile düşkünü bir herif olabilirdi. Ya da para. Her türlü takıntı insanı bir şeylerden uzak tutuyordu. Gerçek dünyadan uzaklaştırıyordu. Kendi evrenini yaratmasına izin veriyordu belki de. Arnold'ın takıntısı da uyuşturucu üzerineydi işte. O gerçekleri görme evresini daha yaşamamıştı. Ertelemeye devam ediyordu, bu yüzden de zavallı Haley ve Rocco'yu aramıyordu belki de. Elinde tutuşturulmuş sigarayı yakıp çakmağı da Sid'e geri uzattı. Sonra baygın gözleri kızı buldu. Victoria.
“Amacım seni kırmak değildi be.” dedi gülerek. “Taşak geçiyordum. Ne yani gözlerim kıpkırmızı farkında değil misin?” Bir cık cık sesi dudaklarının arkasında yankılanırken sırıttı. “Asıl sen kabasın.” Gülmeye başladı. Sid'in onun davranışlarına alıştığına ve aldırmaması üzerine konuşmasını yarım yamalak duyup çocuğa şık bir hareket çekti.
“Tamam Viki. Sana Viki diyebilir miyim? Her neyse deme desen de diyeceğim zaten.” Gözleri hafifçe kısılıp kızın bulanık olan yüzünü berraklaştırdı kafasında. Az önce saçları toplu değildi.
“Şirin kulaklar.” Suratında oluşan gülümsemenin farkındaydı. “Kalbini kırmak değil amacım. Yani kulaklarınla dalga geçmiyorum. Cidden şirinler.” dedi kendi kulaklarıyla oynayıp. Sigarayı dudaklarına taktı sakince. Ağzında sigarayla konuşurken kafasında Victoria'ya soracağı soruları toparlamaya çalışıyordu. Şöyle bir şey vardı ki merak ediyordu. Sid'in kodaman babasının cennetinden geldiği belliydi.
“Sizin partileriniz nasıl? Bizimkini gördün yani.” Kafası aşağı yukarı sallanırken yanında dikilen Sidney'nin de yere çöküp yanına oturduğunu fark etti. Kafasını ona çevirdiğinde suratındaki saçma sırıtışa küfretti çocuğun. Arnold bir şey yapmıyordu, merak ediyordu sadece. Sid'e hiç sormamıştı ama onun boklarını merak etmiyordu zaten. Gerçi her insanın içinde biraz şu duruma girme isteği olmalıydı. Mükemmel eğlence sopalara yaslanıp kriket oynamaktan geçecek değildi ya. Bu açıdan seviyordu hayatını işte.
“Bizim partilerimiz falan yok. Victoria burya kafasını dağıtmaya gelmiş belli ki. Sorguya çekmesene onu.” Konuşan Sid'di. Kafasına bir fıske yerken çocuğun karnına geçirdi elinin tersiyle Arnold. Sert vurmuş olmalıydı ki Sid'in hafifçe inleyip bir küfür savurduğunu duydu. Sonra bir kahkaha attı.
“Tamam.” dedi kafasını sallayarak. “Siz de bana ne kadar patata- patara- patavatsız. Siktir işte neyse ondan. Onu demeye çalıştınız. Susup sizi izliyorum o zaman. Ne yapacağız yani senin yamuk yumuk duman halkalarını izleyip eğlenecek miyiz?” dedi gözleri devrilirken. Sid gülmüştü. Arnold da güldü. Sonra az önce Sid'in dudaklarından çıkan halkaların çok daha düzgününü yapmaya başladı. “Kafam biraz daha iyi olabilseydi dumanlarla Viki yazabilirdim. Cidden.” Sarışın kızın iri gözlerinin içine bakıp gülümsedi. Sevimliydi. Arnold onun yanaklarını sıkmak için doğrulup uzandı. Sonra kızın yumuşak yanaklarını kavradı parmaklarıyla.
“Ne yumuşaksın be.” Güldü yine.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victoria Lynton
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
London I. Sınıf | İngiliz Dili ve Edebiyatı
Victoria Lynton


Mesaj Sayısı : 66

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeSalı Şub. 07, 2012 9:30 pm

Buradaki herkes homosapiendi; ama bu homosapienliğin verdiği homosapience bir saçmalığın esiri olmuşlardı. Yani madem hepsi aynıydı, o zaman niye bu kadar farklıydılar ki? Bu ayrım niye yapılıp duruyordu? Onlar kendilerini soyutluyordu, tesadüfe bakın ki Victoria da kendisini soyutluyordu ve bunu basit olarak bu cümlede bile yapabiliyordu. Onlar ve Victoria. Sanki onlar dünyalıydı, Victoria da uzayın derinliklerinden gelmiş bir dost oluyordu bu durumda. O yüzden içeride taşlamışlardı ya da o adam Victoria'yı elleyere muayene etmişti değil mi? Biliyordu. Böyle olmalıydı. Derin bir nefes alıp gözlerini kapadı üzgünce. Victoria'daki sorun neydi ki yani? Ne farklı işliyordu da değişiyordu renkler? Yani tek sorun para olamazdı. Değil mi? Onlardan farkı üzerindeki kıyafetlerse ve bu Victoria'nın şahsi hapishanesiyse işler bir fermuar kaydırmaya bakardı. Hoş. O fermuar açılıp da Victoria'nın hazinesini sunmuyor diye de olabilirdi.

Kafasını çocuğun fazlaca sıcak olan ellerinden yavaşça çekti. Sonra derin bir nefesle ellerini onun omzuna bastırıp eski yerine oturmasını sağladı. Bu şekilde habersizce gelen temaslar geriyordu kızı. Kötü, yararsız bir heyecan oluyordu. Bütün hücreleri alev alıp Victoria'yı titretiyordu. Evet, titremek. Ürpermek de olabilir. Her şey olabilirdi bu noktada. Sonra güldü hafifçe . İzmaritinde koyu pembe ruj kalmış sigarayı aşağıya atıp gözlerini devirdi. “Hayır. Bırak sorsun, sonra ben de sorabilirim.” dedi omzunu silkip arkasına yaslanırken. Bir yandan da dirseğini korkuluğa koyup kafasını da avcuyla desteklemişti. Parti sormuştu değil mi? Victoria ona anlatacaktı öyleyse. Her şeyi, hepsini. En ince detayına kadar anlatacaktı ve bu kırmızı gözlüye. Hikayeye başlamadan önce gözlerini kapayıp şöyle bir düşündü. “Sidney bizim gezegende parti olmadığını söylüyor; ama yanılıyor. Uzay gemisine binip buraya gelmeseydi haberdar olabilirdi. Gerçi benim bizzat katıldığım çok azdır ama-” dedi dudağını büküp omzuna silkerken derin bir nefesle gözlerini aralayıp çocuğa baktı. “Sana anlatabilirim.” Sanki gizli bir sırrı veriyor gibi sesi kısılmıştı şimdi. Aslında öyle sayılırdı işte. Sonra Arnold'ın suratına düşen bir tutam saçı iki parmağıyla tutup kenara çekti. Yeni oyuncağıyla oynayan kız çocuğu gibiydi. Biraz öne eğilip ince bir örgüye başlarken hımladı. “Ama önce benim arkadaşım olacağına söz vermen lazım, biraz buralarda bir şeyler öğrenmem lazım. Olur mu?” dedi kaşlarını kaldırırken. Adam olmuş çocuktan umarsız bir hımlama duyulurken Victoria da başını salladı. “Birincisi, evet. Parti yapıyorlar, en büyüklerini. Mesela bir sürü striptizci geliyor. Hem kadın hem de erkek oluyorlar. Sonra bedava içki olur. Güzel içkilerden; ama ben hiç içmedim. Beni hasta ediyor. Hem de günah. Her neyse. Öyle işte. Ha sonra senin ağzını burnunu kızartan şeyleri onların babaları ülkeye sokuyor. Biliyorsun değil mi? Onlardan da oluyor. Çok güzel müzik yapan insanlarla aynı masada oturuyorlar. Uzay gemimiz öyle güzel bir yer aslında; ama ben pek o taraflarda bulunmuyorum işte. Sevmiyorum çünkü. Burayı da sevmedim. Benim Neverland'im olduğunu söyleyemeyiz; ama burada ailem yok. O yüzden çok daha güzel.” dedi sonunda bitirirken. Çok konuşmuştu; ama nefes nefese değildi. Çünkü yavaş yavaş, masal anlatır gibi anlatmıştı. Victoria koro kızıydı işte. Kilise korosu. Kulüpte tenis falan oynardı, kötü alışkanlığı yoktu. İdealdi. Tek ihtiyacı olansa kendi kararlarını almaktı. Şu an aldığı bir karar gibi mesela. Yüzük parmağında parlayan iki değerli halkayı çıkarıp derin bir nefes aldı. Birisi nişanlısına öbürü de Tanrı'nın şahsına verdiği sözü temsil ediyordu. Düşününce Sidney Moon bunu hiç umursamamıştı. O direk karşı gelmişti, Victoria ise tatlılıkla halledebileceğini, sadece zamana ihtiyaç olduğunu düşünmüştü. İşte Viki, yeni bir şey öğrendin. Zaman her zaman bir çare olmayabilir. İkinci yüzük, yani bekaret yüzüğü. Tanrı Victoria'nın bacaklarından kan gelmesini umursamazdı herhalde. Düşünüyordu da, onu sevmeye devam edecekti ve- belki de önemli olan da buydu. Tek ihtiyaçları sevgiydi. Yüzükleri Arnold'ın avcuna bıraktı yavaşça. Onlarla istediğini yapabilirdi, hiçbir zaman Viki'ye ait olmamışlardı ki zaten.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Arnold Walker
DVD Dükkanı Çalışanı
 DVD Dükkanı Çalışanı
Arnold Walker


Mesaj Sayısı : 12

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeSalı Şub. 07, 2012 11:02 pm

İki tane yüzük duruyordu orada. Birinin pırlantası ay ışığında parlayıp Arnold'ın gözlerini kamaştırıyordu, diğeri ise düz ve sade bir yüzüktü. Kirli avcunun tam ortasındaydı iki halka da. Suratına bir suratış oturdu Arnold'ın. Sadaka kabul ediyormuş gibi hissediyordu. Hayır, rehinci gibi hatta. Önceki hafta tefecinin tekine borç ödemesi için Sidney de bir yüzük tutuşturmuştu eline. Arnold kabul etmeyecek değildi. Kaportayı çizdirmek istemiyordu sonuçta. Yüzüğü bozdurup parasını adamın eline saymıştı. Sonra gaza gelmişti, götüne güvenip adamlara cüretkar birkaç söz etmişti. Dayak yemese de yaka paça oradan atıldığında yaptığı tek şey bir sigara yakmak olmuştu. Şimdi kimseye borcu yoktu, yüzükleri kıza geri uzattığında almayacağından da emindi. Kafası ne kadar dumanlı da olsa Victoria'nın suratındaki rahatlama ifadesine tanık olmuştu sonuçta. Sanki yüzükleri Arnold'ın avcuna bıraktığında uzun süre sıçamayıp sonunda sucuğu bırakmış gibi bir ifade gelmişti. Şu saçma video yüzünden yine boklu muhabbetler. Beyninden onları kovarken sırıtışın hala korunduğunu fark etti.
“Sağol.” dedi bağdaş kurarken. “Satarım bunları. İyi para ederler. Şu pırlanta dişim kadar neredeyse.” dedi küçük bir kahkahayı daha Londra gecesiyle birlikte atarken. Yüzükler kotunun arka cebinde yer edindikten sonra ellerini kokladı. Acaba Victoria için fazla mı pis gelmişti? Kızın suratına katıksız bir saflıkla baktığının farkında değildi şimdi. Saçını falan örüyordu ki saçlarının ellerinden daha pis olduğundan da emindi Arnold. Yağlı kafaydı o. Demek ki ondan ittirmemişti ellerini. Gözleri hafifçe kırpışırken suratına garip bir gülümseme yayıldı.

Çay partilerinden bahsediyordu Arnold ama Victoria'nın anlattığı şekildeyse eğer- Neden gelmişti ki kız buraya? Arnold hep tuvalet giyen kadınların elinde çayları, kafalarında beyaz perukları dudaklarının üstünde yapay bir ben, keskin bakmak için özenle alınmış kaşlar hayal ediyordu. Yani anlattığına göre buradaki ter ve ucuz bira kokusunun yerini lavanta kokuları eşliğindeki viski yudumları alabilirdi. Strpitizci diyordu. Boru dansı, kucak dansı, diledikleri her şey. Buralarda harcanıyorlardı. Ama aynı böyle bir parti yapacaklardı. İleride, ünlü olduklarında. Henüz onların farkına varmamış bir albüm yapımcısı kapılarını aşındıracaktı. İnanıyordu buna. Toplarının ta derininden inanıyordu hem de, kalp yetmezdi bu işe. Taşaklı olmak lazımdı. Bir solist ve iş tamam. Gözünün önünde bir görüntü belirdi. Arnold'dı. Ama farklı bir Arnold. Rahat bir koltuğun ucunda, ağzında purosuyla kucağında iki porno yıldızı belki de.
“Ee madem böyle şeyler var ne işiniz var burada? Onların da esaslı bir şekilde eğlendiğini görmüş olduk. Evet benim patronlarımın uyuşturucu ürettiğini biliyorum ama böyle-” Elini yumruk yapıp salladı hafifçe. “Sıkı bir parti yapacakları aklıma gelmezdi işte.” Hafiften ayılmaya başladığını seziyordu. Gözlerinin kırmızılığı daha azalmış olmalıydı. Sulanmayı kesiyordu çünkü yavaş yavaş.
“Sahi sen neden orada denemiyorsun şansını? Herkes sana daha farklı davranıyor falan diye mi? Ne bileyim bak saçmalıyor olabilirim hala sarhoşum.” dedi kafasını sallayarak.
“Değilsin.” Sidney'nin karışmasıyla küfür salladı ona. Neyse neydi işte. Sevmişti bu kızı. Garip bir şey vardı işte. İçeridekilerden farklı görmeye başlamıştı. Halbuki onları tanırken de hepsinin farklı olduğunu fark edip şaşırıyordu. Zaten ota boka şaşırıyordu Arnold.
“Tamam. Anlattın. Burayı da gördün ne anlatayım ki sana? Biz hep böyleyiz.” Kafasını hafifçe salladıktan sonra dizlerinin üstüne çıktı. Victoria'nın ne yapacak tarzı bir bakış attığını fark ettiği anda sırıtmaya başladı.
“Arkadaşın olacağıma söz veriyorum.” dedi elini göğsünün üstüne bastırıp kafasını da eğerken. Sonra elini göğsünden çekip kıza baktı. Uzanıp sarıldı hafifçe. Sırtına pat pat yaparken az önceki Bunny sendromunu yaşamasın diye fazla uzun durmadan çekildi. Düşünceli bir piçti Arnold. Sidney'e döndü sonra.
“Viki'yi önceden getirseymişsin ya, kafa kızmış.” dedi kızın saçlarını karıştırıp bozarken. Yere tekrar oturduğunda arkasına yaslandı. Kafası bir tarafa döndükçe garip Bir şey hissediyordu. Yok, uçmuş olduğundan değil. Boynuz gibi dikilmiş, jöle etkisi yaratmış yağın diktiği bir örgü vardı şimdi orada. Saçına sırıtarak bakan Sidney'e pis pis baktı.
“Sahi sen ne bok arıyorsun burada?” dedi azarlar gibi bir tavır takınıp. Hafif bir rüzgar esti. Örülmüş saç kımıldadı. Sustu birden. Çok konuşuyordu, çok soruyordu. Arnold sormazdı genelde. Bana ne deyip geçerdi. Sidney geldiyse yediği haltı bilerek geliyordu herhalde. Demek işin içinde bir şey vardı ki orayı sevmiyordu ikisi de. Hafif bir gülümseme yayılırken Sidney soruyu cevaplamamayı tercih etti, Arnold'ın cevap istemediğini de anlamıştı. Belki orada böyle değillerdi. Ter falan kokmuyorlardı ama dedektif gibi sorguya çekiliyorlardı insanları. Boğuyorlardı. Tabii ya, Arnold memnundu. İçeriden yükselen hayvanca seslerden, ortalığa kusan insanlardan, ilk vuruşunu yapan tipleri görmekten mutluydu işte. Kucağındaki porno yıldızlarını hala istiyordu ama- Hadi oradan. Saçını geriye yatırmak Arnold'a yakışmazdı.
“Bundan sonra geldiğinde beni bulursun Viki. Benim evim zaten burası.” Göğsünü kabartıp bir sigara daha istedi Sidney'den.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Althea McQueen
London Central II. Sınıf
London Central II. Sınıf
Althea McQueen


Mesaj Sayısı : 74

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeÇarş. Şub. 08, 2012 5:07 pm

İnsanlar. Ağır çekimde yaşıyor, hepsinin hücreleri saniye hesabıyla ölüyordu. Yaşlanıyorlardı ve hiçbir şey yapmıyorlardı. Sarışın bir kız, esmer olan kızın dudaklarını dişledi. Perry denen keltoş, yarın muhtemelen Althea'nın temizleyeceği halıya coşkunca kustu. Yeşil. Yemyeşil bir kusmuk, kim bilir ne yemişti en son. Bunny'i gördü telefona küfreden, sonra Meddison'ı gördü bir köşede ağlayan. Jason, Denver'ın sevgilisini becerirken insanların ne hale gelebildiğini gördü. En küçükleri Althea, on altı. En büyükleri Jim Nolan, kırk altı. Ölüme bir adımı kalmış adam, suratındaki derin çizgilerin bir kısmı falçatayla yapılmış. Tehlikeli bir hayat sürüyor, evi bile yok. Ailesi yok. Kimsesi yok. Tek başına o. Yalnız. Aksi herif, Althea'yı da hiç sevmezdi. Sorun bakalım, bu kumral fasulye sırığı sıska kız onu sever miydi? Hayır. Hayır hiç sevmezdi; çünkü bu amaçsızlıktan, vazgeçmişlikten ve korkup caymışlıktan nefret ederdi. O zaman niye buradaydı Althea McQueen? Madem öyle, ne yapıyordu burada? Basit. Arıyordu. Evini, ailesini, güvenebileceği insanları... Sanki doğduğu andan beri bunun peşindeydi. Çoğu zaman bunu umursamaz; ancak bünyesine yetip elmacık kemiklerinin üstünü kızartan azıcık alkolle beraber düşünür olmuştu.
Bir annesi vardı, ki bu ıspanak yiyip kaçak dövüşen adamın sevgilisi Olive Oyl kılıklı kızı tek başına bırakıp sözde göklerdeki krallığa geçiş yapmıştı. Gerçi Althea çok realist bir tip değildi; ama bu konuda en azından kendisine karşı gerçekçi olması gerekiyordu. Annesinin yerin dibinde yandığına emindi, yani o mavi göklerdeki beyaz bulutların arasından falan kızını gözetlemiyordu. Bundandır ki ne zaman annesinden bahis açılsa yeşil gözleri toprağa dönüyordu ve onun adına üzülüyordu. Hızlı yaşamıştı, çok genç ölüp Althea'yı babasına terk etmişti işte. Ona üzülüyordu, kendisine ve babasına da üzülüyordu. Aslında herkese üzülebilecek bir kızdı, hamur gibi bir şeydi Althea. Yine de kendisinden sadece on beş yaş büyük olan babasına o kadar da iyi niyetli yaklaşamıyordu. Otuz bir yaşında bir ergen babası olabilirdi; bu yüzden fevri hareketleri son derece hoş görülebilirdi; ama lütfen... Gerçekten de Althea yokmuş gibi davranmayı ne zaman kesecekti ki? Hadi cevaplayalım, mezarına girdiğinde.
Bu arayış da bu yüzdendi işte. Kendisini sevecek, iyi davranacak insanlara ihtiyacı vardı, ki Althea da onlara sevgisini verebilsindi. Bir dünya dolusu insanla beraber bu gezegeni, yaşadıkları yeri tahrip ettikten sonra ebedi uykusuna yatınca arkasından ağlayan, onu anımsayan insanlar olsun isterdi. Şu isimsiz ölenlerden birisi olmak değil. Bu yüzden, o insanları bulduğu için buradaydı ya zaten. O yüzden babasından büyük bir adamın altına yatıyordu, ona bacaklarını açıyordu ya zaten. Yine de bu yaptıkları doğru değildi, olmadığını da biliyordu; ama elden ne gelirdi ki? Başlamıştı bir kere bu işe. Üstelik bu dünyada iz bırakmak istediği de bir gerçekti neticede.
Süs balığı olamam, diye düşündü dümdüz bakan yeşil gözleri kırpışırken. Kirpikleri titredi, kendisi titredi. Bütün bir sahne gözlerinin önünde oynadı. Derin bir nefes alıp sırtını Theodor'un göğsüne biraz daha yasladı. Sonra hafifçe gülümseyip çocuğun tel tel sakallarına burnunu sürttü. “Birazdan gitsem iyi olacak.” dedi yorgun bir sesle. Üstelik uykusu gelmişti ve biraz da acıkmıştı. Bu evde uyuyamayacağından değil, Theodor'a sarılıp uyumak gayet dinlendiriciydi; ancak bu gece fazla kalabalıktı. Kimsenin inleme sesiyle uyanmak istemiyordu. Gözlerini kapayıp kafasını tekrar göğsüne yasladı onun. Hafifçe esnemişti şimdi de. “Ertesi sabah yardıma gelirim. Bu sefer tek başına halledebilirmişsin gibi değil. Hem kitaplarımı da getirip ders çalışırım biraz ve- evet. Yazın ortasında olduğumuzu biliyorum; ama sanırım şöyle sağlam bir tekrar yapsam harika olacak.” Evet öyle olacaktı, yoksa Althea tıp okulunu rüyasında görürdü. Tıp okuluna gidemezse, Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü'ne katılamazdı. Bunun için ayrıca Fransızca bilmesi de gerekiyordu, her şeyi şimdi halletmeye başlamanın tam zamanıydı. “Ve bir de Fransızca kursu buldum. Benimle bakmaya gelir misin? Yanımda reşit birisinin olması gerekiyor. John'a sorardım; ama iş görüşmesi varmış. Biliyorsun, hala bir iş bulamadı kendisine; ama bu sefer o reklamcılık şeyinden umutlu.” dedi sesi gittikçe alçalırken.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Theodor Roven
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
London I. Sınıf | Müzik Tarihi
Theodor Roven


Mesaj Sayısı : 30

Crack House Empty
MesajKonu: Geri: Crack House   Crack House Icon_minitimeÇarş. Şub. 08, 2012 9:44 pm

Yanmayan kaloriferin köşesine yaslanmıştı Theodor. Gece yarısı olmuş sayılırdı, ona rağmen evdeki sesler giderek artıyordu. Gece daha gençti ya, tabii. Böyle olurdu işte alem zamanları. Gidilen ev alt üst olurdu ve kimse de bir şey demezdi. Daha çok bu ev kullanılıyordu çünkü bu insanların yarısından fazlası evsiz barksız yaşıyorlardı. Ama geldikleri evi temiz tutmaya çalışıyorlar mıydı orası tartışılır bir şeydi. Az önce uzaylı kanı gibi çıkan kusmuğun temizliğini kim yapacaktı acaba? Yine de bu insanları seviyordu. Hepsi bin bir derdini tasasını unutup eğlenmeye geliyorlardı, bu sırada Theodor da eğleniyordu. Alttaki boğuk müziği dinlemeye çalıştı ama imkanı yoktu. Bastırılıyordu müzik, hatta birazdan sesi azaltmazlarsa Bayan Knight kapıya dayanacaktı. Ve kaşlarını çatıp kalabalığı dağıtmaya çalışacaktı. Sonra Harley ve Arnold Theodor'un sırtını patpatlayıp onu öne süreceklerdi. Theodor da Bayan Knight ve alınmamış kaşlarıyla, Sidney'ninkilerle yarışabilirdi, baş başa birkaç saat geçirip kadının elinden kurtulmaya çalışacaktı. Sevimli olmaya çalışan bir sesle zararsız partilerden bahsedecekti. Biraz ökö birası, patlamış mısır, müzik falan. Kadın bunları yemeyecekti elbette ama yemiş gibi davranıp çay demleyecekti. Hatta Arnold ve Harley'i de davet etmek isteyecekti. Zor işti bunlar.

Ayrıca Althea'nın yanından ayrılmak da istemiyordu. Kendisine yaslanmış kızın karnı sararak doladı kolunu. Elindeki yarısı dolu şişeden bira içtikten sonra da Althea'nın saçlarına yasladı yanağını. Aralarında üç yaş olmasına rağmen Althea bazen fazlasıyla küçük geliyordu Theodor'a. Özellikle de şimdi. O heriften bahsederken. Reklamcılık şeyinden umutlu olan, on altı yaşındaki bir kızla yatan beyine sahip koca heriften. Althea'nın on altı yaşında olduğunu görmüyor muydu? Onun ergenlik çağında olduğunu, incinebileceğini, sırf bu yüzden Theodor'un ona baskı yapmadığını. Sahi, adam Theodor'u tanımıyordu. Ama Theodor'un baskı yapmama işi doğruydu işte. Althea'yı seviyordu. Bu kadar basit. Onun çoğu yaşıtına göre daha olgun olmasıyla ilgili şeyler düzmeyecekti beyninden. Onu seviyordu. Ellerini, yanağının yaslandığı yumuşak saçı, ses tonunu, rengini. Yine de bir şey diyemiyordu işte. Kaçmasından korkuyordu belki de. Althea'dan uzak kalmaya çalışmıyordu, aksine onun her şeyine ortak olmaya çalışıyordu. O yüzden anlaşmışlardı. John'la ilgili her şeyi anlatacaktı Theodor'a. Bilecekti böylece o herifin herhangi bir itlik yapıp yapmadığını.
“Tamam.” dedi yumuşak bir sesle. Bir yandan da kızın dirseğini okşarken başparmağıyla. Sonra gülümseyip Althea'nın saçlarının arasına bir öpücük bıraktı.
“Temizleme işine yardım etmesen de olur. Bu sefer Arnold itine halıların iplikleri çıkana kadar sildireceğim. Geçen sefer uydurduğu mide ağrısını yemedim, yedirdiğini sanıyor oysa.” Gaza gelmiş gibi konuşuyordu. Şu John konusunu es geçmemişti. Sadece Althea'yı kendisi bırakacaktı ve yolda daha iyi konuşabilirler diye düşünüyordu. En azından onun yanına gitmeyecekti, böylece Theodor da daha huzurlu bir gece geçirebilirdi. Derin bir nefesle birlikte kusmuk kokusunu da alırken suratı buruşturdu. Ne yemişti bu kız böyle?
“Gelirim ben.” dedi sonra gözlerini kapatıp. “John'a sormana falan da gerek yok ayrıca.” Sesi elinde olmadan uyuz olduğunu belli ediyordu. Ağzından nefes almaya çalışırken kafasını yasladığı yerden çekip Althea'nın omzuna yasladı çenesini.
“İstersen birlikte çalışırız. Tamam sınavdan çıktığım anda bildiklerimin yarısından fazlasını unuttum ama kalmıştır bir şeyler.” Gülümseme yayıldı dudaklarına. Althea'nın hayallerini paylaşmayı seviyordu. Bazen birlikte uyuduklarında anlatıyorlardı birbirlerine. Theodor, Harley ve Arnold'a her şeyini söylerdi evet ama Althea'yla konuştuğu kadar rahat konuşamadığından da emindi onlarla. Kızın kulağı ve yanağının birleşim yerine bir öpücük bırakıp kafasını arkasına yasladı. En iyi arkadaşım diye geçiştiremeyeceklerini biliyor olmalıydılar bunu. Althea da farkında olmalıydı bunun. Bunny bile fark etmişti. İçindeki garip duygu ve mide kasılmasıyla Althea'ya baktı.
“O gelene kadar burada kalırsın.” Hatta geldikten sonra da kalabilirdi. Biliyordu işte Theodor, Althea onun yanında uyurken burada olduğu kadar rahat edemezdi. Arada Arnold'ın taşkınlıklarına denk gelseler de. Birilerinin düzüşme sesleri kulaklarını tırmalasaydı biliyordu Theodor.
“John yani.” Kısık sesine küfretti içinden. Metres hayatı yaşıyor gibi hissediyordu.

resmen batırdım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Crack House
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: The Streets-
Buraya geçin: