London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 English summer rain

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Louisanne Barclay
Oxford I. Sınıf | Antropoloji
 Oxford I. Sınıf | Antropoloji
Louisanne Barclay


Mesaj Sayısı : 17
Nerden : İngiltere

English summer rain Empty
MesajKonu: English summer rain   English summer rain Icon_minitimePerş. Şub. 23, 2012 8:45 pm

English summer rain Adsz-8 English summer rain 1T3
Becky Wandall ~ Louisanne Barclay
Ağustos 2012
Bir dost ile felekten bir gece.



En son Louisanne Barclay tarafından Perş. Şub. 23, 2012 10:03 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Louisanne Barclay
Oxford I. Sınıf | Antropoloji
 Oxford I. Sınıf | Antropoloji
Louisanne Barclay


Mesaj Sayısı : 17
Nerden : İngiltere

English summer rain Empty
MesajKonu: Geri: English summer rain   English summer rain Icon_minitimePerş. Şub. 23, 2012 10:01 pm

Yatağında döndü. Uyumak, imkansızı başarmak gibiydi onun için. Bir türlü aklındakilerden kurtulamıyor, rahatlayıp gevşeyemiyordu. Gözlerindeki acı gittikçe kendini hissettiriyor ve rahatsız edici oluyordu. Sıkıntıyla gözlerini tekrar kapattı ve başarısız olacağından emin bir şekilde, uyumaya çalıştı. Pür sessizlik bile uyumasına yardımcı olamıyor, ona iğrenç bir gürültü gibi geliyordu. Lanet okuyarak doğruldu ve yatağın ortasında oturur hale geldi. Sokak lambasının aydınlattığı odaya bir göz attı. Sıkıcı mobilya topluluğundan başka bir şey göremiyor oluşu, sıkıntıyla oflamasına neden oldu. Uyuyabilmek için her yolu denemişti; bitki çayları, ılık bir duş, mobilyalarla konuşmak... Yöntemleri işe yaramadığı ve uykusuz olduğu için siniri iki katına çıkmıştı ve delirmek üzereydi. Yanında sessiz bir soğuklukla duran yastığı aldı ve odanın diğer ucuna fırlattı. Oldukça öfkeliydi ve öfkelenince ne yapması gerektiğini biliyordu. Aklına gelen fikri kontrol etmek için duraksadı ve diğerinin yanına fırlatmak için sıkıca kavradığı yastığı tekrar yatağa bıraktı. Aklındaki fikri onaylarcasına başını salladı. Bundan memnun olmuştu. Bebekler gibi uyuyabilmek ve kafa dağıtmak için nereye gidileceğini biliyordu.

Tatlı bir rüzgar saçlarının arasında dolaştı, onu ürpertti. Burnuna gelen leylak kokusunu içine çekerken, temiz havanın ciğerlerine dolmasına izin verdi. Adımları doğrultusunda oluşan ritmik sesleri dinleyerek yürümeye devam etti. Yaz, İngiltere'nin serin havasıyla keyifli bir hal almış, asla boş görmediği sokakların ışıltısıyla renklenmişti. Ama hiçbir ışık, içindeki karanlığı aydınlatmaya yetecek kadar güçlü değildi. Şehir, göz alıcı ışıklar içinde boğulurken O, ruhunu karanlığına kurban vermişti. Hızla yayılan bir zehir gibi tüm benliğini ele geçiren amansız karanlığına karşı duramazdı. Karşı durmak istediğinden falan değildi ama eğer istemiş bile olsa, en ufak bir şansı yoktu. Karanlık, geri dönülemez bir yoldu ve o dibini bulmuştu.
"Evet..." diye geçirdi içinden. "Şimdi de şişelerin dibini bulacağız." İç sesi, histerik bir kahkahayla eşlik etti ona. Evet, biliyordu. Deliliğin bir işaretçisiydi bu. Ya da yalnızca öyle olmasını diliyordu. Kimsenin onaylamadığı hayatının normal olduğunu söyleyemezdi. İçki, seks ve uyuşturucu üzerine kurulu bir hayatın normal olması beklenemezdi zaten. Tipik serseri hayatı sürüyordu. Belki bir fahişe... Bu yüzden, kendini ve hayatını 'anormal' olarak tanımlıyordu; normallik kirlenmesin diye... Yürümeye devam etti, uzun ve çıplak bacaklarına dokunan rüzgardan ürpererek. Temiz havanın vermiş olduğu sakinlikle etrafa bakındı. Uykusuzluktan kızaran gözleri, mağazaların parlak ışıkları yüzünden acıdığında küfretti sessizce. Ama onun sessiz anlayışı, diğer insanlarca oldukça 'yüksek' olarak algılanıyordu. Yanından geçen bir çift, kınayan ve şaşkın gözlerde ona baktı. Aynı şekilde, bir erkek grubu onun küfretmesiyle aralarında gülüp ıslık çalmaya başladı. Onlarla oyalanmadı ve yürümeye devam etti gülümseyerek. Erkeklerin ona sarkıntılık etmesinden şikayetçi değildi, asla olmamıştı. Aksine, bu tip şeyler onun için komikti. Belki de mutluluk verici. Onlar üzerinde bir etki bırakıyor olmanın verdiği bir mutluluk...

Bir araçla değil, yayan gitmeyi tercih ettiği için pişman değildi ancak, uykusuz bedeni şimdiden yorgun düşmüştü ve daha gidecek uzun bir yolu vardı. Kararsızlıkla durarak derin bir nefes aldı. Eğer yürümeye devam ederse eve dönemeyecek kadar halsiz olurdu. Bunu halledebilirdi, birine evine gitmeyi teklif ederdi ve geceyi orada geçirirdi. Ama ağır bir şilte gibi yere serilmekten de korkmuyor değildi. Sarhoş ve yorgun olmak oldukça tehlikeliydi. Ama eğer bir taksi çevirir ve gideceği yere öyle giderse, ayık kalma olasılığı daha yüksek olurdu. Derin bir nefes alıp, caddeye doğru ilerledi. Caddenin karşı tarafında, park halinde bir taksi gördü. Adımlarını hızlandırarak, caddeden geçmek için doğru zamanı bekledi. Trafik kurallarına uymazdı, hiçbir kurala uymazdı ki. İşte bu yüzden bir arabası yoktu. İki ay önce arabasına el konulmuştu. Bunu hatırlayınca, kendisine ceza kesen polis memuruna lanet okudu. Araç akışının kesildiği bir anda caddeye bir adım attı. Diğer hızlı adımlar birbirini takip etti. Taksinin birkaç metre uzağına gelmişti. Ağır adımlarla, park halindeki araca doğru ilerledi. Bacakları, artık onu taşımak istemiyor gibi sızlıyorlardı. "Lanet olası sabah sporları." diye söylendi. Her sabah dört veya beş kilometre yürümenin ne denli saçma olduğunu düşünüyordu şuan. Sırf formdan düşmemek için çektiği bir işkenceydi adeta. Kendine de lanet okuyup, yanına vardığı taksinin arka kapısını açtı ve kendini koltuğa bıraktı. Dikiz aynasından kendisine soru soran gözlerle bakan genç adama "Bar Italia'ya." dedi. Adres tarif etmesine gerek yoktu, Soho'daki herkes orayı bilirdi. Arkasına yaslandı ve soluklandı. Bacakları sızlanmayı bırakmıştı minnet edercesine. Birinin bakışlarını üzerinde hissettiğinde, genç şoförün kendisine kaçamak bakışlar attığını biliyordu. Genç adam ilgisini çekmemiş olacaktı ki oralı olmayarak dışarıyı seyre koyuldu.

Loş ışıkların aydınlattığı girişte durdu ve içeri baktı. Oldukça kabul edilebilir bir kalabalık vardı içeride. Rahatlayarak içeri girdi. İçerisi, dışarıdan bir nebze olsun aydınlıktı ve buram buram Amaro kokuyordu. Arka planda çalan müziğe eşlik ederek mırıldandı:
"E poi ci troveremo come le star, a bere del whisky al Roxy bar. O forse non see'incontreremo mai, ognuno a rincorrere i suoi guai..."
Bara doğru rahat ve ağır adımlarla ilerledi. Kendini yüksekçe bar sandalyelerinden birine bırakırken, barı sarmalayan İtalyan likörünün kokusunu içine çekti ve siparişini bekleyen barmene gülümsedi. "Amaro alacağım." dedi ve barmeni süzmeye başladı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Becky Wandall
The Cock | Barmen
 The Cock | Barmen
Becky Wandall


Mesaj Sayısı : 87
Nerden : Amerika

English summer rain Empty
MesajKonu: Geri: English summer rain   English summer rain Icon_minitimeÇarş. Şub. 29, 2012 6:51 pm

"Hey Joycey, saat kaç?" Ötedeki adam, yani Joey, içkiyi kendisine gülümseyen yakışıklı denebilecek erkeğe doğru sürerken işveli bir gülümseme attıktan sonra meslektaşının sorusuna cevap vermek adına kolunu sıvadı. Becky de onun gibi barın arkasında işini yapıyordu, insanlara aptalca bir şey yapmalarına yetecek kadar alkol sağlamak. En azından iyi olduğu bir alandaydı, Amerika'daki karga burunlu yönetmenin dediğinin aksine tam bir beceriksiz sayılmazdı. Gurme olacak kadar hassas bir tat alma duyusu yoktu, açsa leş gibi bir burgeri tek hamlede mideye indirebilirdi, ama konu içkiler olunca ne yapması gerektiğini biliyordu. Neyin neye iyi gideceğini düşünmesine bile gerek kalmıyordu, harfler yanarak zihninde beliriyor, eli mükemmel karışımı hazırlamak için göz alıcı şişeye uzanıyordu. Barmenlerin yaptığı şovları da yapabiliyordu üstelik -zamanında sahne oyunlarıyla ilgilenmenin faydaları- geri kalanı sadece iş bulmaktı ki onu da uzun zaman önce bulmuştu. Hayatı mükemmeldi, çoğu insan böyle düşündüğü için bile yeterince deli olduğunu söylüyordu ama isteyebileceği başka hiçbir şey yoktu. Hayatta kalacak, üstelik eğlenecek parayı kazanıyordu, sağlıklıydı, canını sıkan hiçbir şey yoktu. Para biriktirmesinin tek sebebi uçak bileti almaktı bu yüzden paramı neye harcasam düşüncesi de olmuyordu. Gelmek istediği noktadaydı, geleceği için herhangi bir okula gidip gereksiz bilgiler de öğrenmesine gerek yoktu. Carpe diem, anı yaşa. Bunu yapmakla meşguldü. "Ya da ne diyeceğim, boş ver. Saati söyleme. Son iki içki ve ben gidiyorum." Joey bir şey diyecek gibi görünmüyordu. Bütün gece orada olup sabahın ilk ışıklarında gitmesi gerektiğini biliyordu ama mekan haddinden fazla kalabalıklaşmaya başlamıştı ve Becky bunaldığını hissediyordu. Patronları öyle zorba, kötü niyetli, şeytani patronlar gibi değildi, burada olsa ve Becky aynı şeyi suratına söylese o da Joey gibi tepki verirdi. Mavi renkli sıvıyı kokteyl bardağına boşaltırken bir çift gözün kendisini süzdüğünü fark ettiğinde bakışlarını bardaktan kaldırıp içkiyi beklerken tırnağını dişleyip cilveli bakışlar atan saçları aslan yelesi misali kabarık kadına baktı. Kadın ile bakışırken ikisi de gözlerini kırpmamıştı, kadın gözlerini hafifçe kısıp başıyla bir yeri işaret etti, tuvaletlere doğru. Bunun ne anlama geldiğini anlamamak için aptal olması gerekiyordu. Becky yavaşça gülümseyip tırnağıyla 'straight' yazan yaka tabletine vurdu. Kızın gözleri Becky'nin yüzünden aşağı kayıp çizgili gömleğinin yakasına doğru ilerlediğinde bakışlar değişti, daha durgun bir hal aldı, Becky onun yüzünden mesajın iletildiğini anlayabiliyordu. Önemli değil dercesine gülümsedi. Etrafında cinsel anlamda ilgilenecek birilerinin olmaması rahatlatıcıydı. Bayanlar ilgi alanında değildi ve erkekler de onu ilgi alanında görmüyordu. Nötr alandaydı, bir nevi İsviçre gibi. Kıza bardağı uzatıp parayı aldı ve ahbabı Joey'nin yanına yürüdü. Barın arkasındaki şişelerin arasındaki aynadan yansıması kayıp geçmişti. Dirseklerinden destek alarak eğilmiş, gülümsediği adamla konuşan Joey'nin omzuna attı elini. "Anne yuvayı terk ediyor, Nancy." Joey dönünce elindeki para rulosunu adamın eline tutuşturdu. Joey tekrar gidiyor musun deme gereği duymamıştı, gene de konuştuğu adama işaret edip Becky'e döndü. Rulodan bir yüzlük çıkarıp uzattı. "Becks al, akşamki payın." Becky kollarından güç alıp tezgahın tepesine çıktıktan sonra öteki tarafa atladı. Siyah eteğinin altından baldırları gözüktüyse de umursamadı, orada müstehcen giyinen onca insanın arasında kimse onun bacaklarına bakmazdı. Gömleğinin içinden aldığı kendi payını çıkarıp. Joey kaşlarını çatmıştı. "Kendi payını aldın bile mi?" Becky ellerini beline atıp sırıttı. "Zaten vermeyecek miydin?" Joey karşı koyacak gibi durduysa da bir şey diyemedi, ikisi de Becky'nin haklı olduğunu biliyordu. Ayriyeten Becky kasadan para kaçıracak biri değildi, parayı sadece yaşamak için bir sebep gibi görüyordu. Üzerinde kimin resmi olursa olsun para sadece kağıt parçasıydı. Joey'e göz kırptı. "İyi geceler Joy."

Kapıya giderken insanların arasında geçip olabildiğince az kişiyle temas etmeye çalııyordu ve kendini serin gece ayazına bıraktı. Param var, zamanım da var ne yapabilirimin tek bir cevabı vardı; içmek için bir yerlere gitmek. İçkinin kendisine servis edilip gönlünün hoş tutulmaya çalışılmasını istiyordu canı gönülden. Bazen müşteri olan taraf olmak hoşuna giderdi. Ve her ne akdar eğlenceli bir şey de olsa gecenin köründe arkadaşlarının evine baskın yapacak ruh halinde değildi. Sadece mayışmak ve bir geceliğine dünyanın mükemmel bir yer olduğunu düşünmek istiyordu. Soho'daydı, böyle düşünen insanların mekanı. Yürüme mesafesindeydi her şahane yer. Bar Italia'nın yolunu tuttu, herkes orayı methederdi ve haklılardı da. Ayakları zihnindeki yolu belirledi ve Becky tadı sıvı şekere benzeyen içkilerin hayaliyle yürümeye başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Louisanne Barclay
Oxford I. Sınıf | Antropoloji
 Oxford I. Sınıf | Antropoloji
Louisanne Barclay


Mesaj Sayısı : 17
Nerden : İngiltere

English summer rain Empty
MesajKonu: Geri: English summer rain   English summer rain Icon_minitimeÇarş. Mart 07, 2012 1:24 am

Bardaki müziğin değişmesiyle değişiyordu sanki ruh hali. İtalyan cazının onu sürüklemesine izin verdi. Biraz melankolik, biraz keyifliydi burası. Deliler gibi dans edip, disko ışıklarının altında öpüşmeye benzemiyordu burada olmak. Ve ilk kez kendini bir fahişe gibi hissetmiyordu burada. Belki onunla ilginenen birilerinin olmayışından, belki de etraftaki erkeklerle ilgilenmeyişindendi. İçmeye gelmişti, rutin seks için bir talihli bulmaya değil. "Ama barmen fena değil." diye geçirdi içinden, barmen bardağını doldururken. Barmen, kristal bardağı Amaro ile doldurup önüne bıraktı; Louis'in bakışları onu rahatsız etmişti adeta -ki gözlerini kaçırmış, aceleci davranmıştı servis yaparken. "Bir sevgilisi var." dedi içinden. "Ama yine de ufak bir kaçamağın hoş olacağını düşünüyor. Belki sonra." Düşünceleri, amacından sapmaya başladığında kendini frenledi ve buraya yalnızca biraz kafa dağıtmaya geldiğini hatırlattı kendine. Barın ahşap tezgahından hızla aldığı kristal bardağı ve kuruyan boğazına iyilik etmek istercesine dudaklarına götürdü. Boğazından aşağı inen sıvı, onu inanılmaz derece mutlu ediyordu. Kristal bardağı dudaklarından uzaklaştırmasıyla, bardağın boşalmış olduğunu fark etmesi bir oldu. Ağzındaki şeker tadı, ona çocukluğundaki şurupları hatırlatıyor ve midesini bulandırıyordu. Bu içkinin fazla içildiğinden mide bulandırdığını aklında yazarak, bardağı barmene doğru itti. Genç adam, bardağı tekrar doldurmaya yeltendiğinde "Hayır." diye itiraz etti ona. Şimdilik, bulantısının geçmesini beklemeyi tercih etti. Giderek şiddetlenen bir baş ağrısıyla başa çıkmak için, şekerli aparatif içkiler seçmek hataydı Louis için. Onun gibi bir alkolik için su gibiydi böylesi içecekler. Her ne olursa olsun, içmeye bir ara vermesi gerektiğini düşünüyordu; ancak, baş ağrısına katlanıp katlanamayacağı bir muammaydı onun için. Sırtını dikleştirdi ve şortunun cebine soktu elini. Cebinden zorla çıkardığı buruşmuş parayı tezgaha bıraktı ve bir 'of' çekerek oturduğu yerde döndü. İçerisi hala makul bir doluluktaydı; en azından, insanların yüzlerini görebiliyordu. Dirseğini sert ahşap tezgaha dayadı ve gözleriyle içeriyi taradı.

Başındaki ağrıya daha fazla dayanamayacaktı. Gözlerini kapattı ve iki eliyle şakaklarına masaj yaptı. Lanet olası ağrı, kalıcı yer edinmişti adeta başında. Tezgahtan destek alarak tekrar döndü ve barmenden sert bir şeyler istedi. Herhangi bir ad belirtmeksizin söylemişti, barmenin anlayacağını umarak. Genç adam, onun bu haline gülümsedi ve içkilere doğru dönerek onun için birini seçti. Adamın elindeki mavi şişeye dikti gözlerini, kurtuluşu o şişedeydi. Sert bir şeyler derken, üzerine gereğinden fazla basmış olmalıydı ki önüne sulandırılmadan gelmişti içkisi. Orta boy bardağa baktı, hemen ardında ise barmene. "Bu bardaktaki her neyse, başımdaki lanet ağrıyı geçirir değil mi?" diye sordu, sesi sinirli ve yüksekti. Genç barmen, derdini anlamışcasına gülümsedi ve "Emin ol." dedi başını sallayarak. Memnuniyetle gülümsedi ve bardağı dudaklarına götürdü. Bir yudum aldıktan sonra ifadesinin değiştiğini fark etti. Ekşiyen yüzü, 'rom' kelimesinin zihninde yankılanmasına neden olmuştu. Bardağı tezgaha bırakırken mırıldandı:
"Sert derken, işte bundan bahsediyordum!"
Memnuniyetle parmaklarını tezgaha vurarak ritm tutmaya başlaması, barmenin tercihini işe yaramaya başladığı anlamına geliyordu. Boğazındaki yanmaya rağmen içkiden büyük bir yudum daha aldı ve keyfini ikiye katlayarak şarkıya eşlik etmeye başladı. İtalyan cazından, İngiliz alternatifine dönen müzik , keyfinin yerine gelmesine yardımcı oluyor; neşeyle şarkıya eşlik etmesini kolaylaştırıyordu. Bardağı tekrar sıkıca kavradı ve dudaklarına götürdü. Bardağın dibi göründüğünde, ekşiyen ifadesi ile bardağı sertçe bıraktı tezgaha. Ona doğru yaklaşan barmene doğru itti bardağı. Genç adam, bardağı yeninden doldurmak üzere aldı. Sabırsızlıkla ayağını salladı Louis, oturduğu yerde. Parmakları ritmin dışına çıkmış, ayaklarıyla uyum içerisinde ve sabırsızlıkla vuruyordu tezgaha. Dolu bardakla geri dönen barmeni görünce gülümsedi. Bardağını ona doğru iten genç adama minnet edip, tekrar içkisi üzerine yoğunlaştı.


Hemen yanındaki tabureye yerleşen kadına göz ucuyla baktı. İlgi çekici bir yüzü vardı. Onu yalnızca profilden görüyor olsa da, biçimli dudaklarını ilk bakışta fark etmişti. Elmacık kemikleri ise, Louis'inkilerin aksine belirgin değildi. Saçları, loş ışık altında parlıyor; daha sarımsı bir renk alıyordu. Siparişi verirken, sesinden tanıdı genç kadını. Yudumlandığı romun bardağını dudaklarından indirdi ve boğazının yanması pahasına hızla yuttu ağzındaki sıvıyı. Genç kadına dönüp "Becks?" dedi şaşkınlıkla ve alkol kokan nefesiyle. Bu saatte, kendi barında çalışıyor olduğunu düşünmüştü oysa!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
English summer rain
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Naked In The Rain

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Soho :: Bar Italia-
Buraya geçin: