London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil.

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Karan Alexopoulos
Serbest Meslek
 Serbest Meslek
Karan Alexopoulos


Mesaj Sayısı : 19

Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil. Empty
MesajKonu: Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil.   Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil. Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 8:06 pm



Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil. Tumblr_lf8yrrJb7X1qzg930o1_500

Karan, kasıtlı olarak yaratılmış hayali arkadaşlar, alkol.
Ne de olsa bazen özlüyorsun.




En son Karan Alexopoulos tarafından Çarş. Şub. 15, 2012 8:11 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Karan Alexopoulos
Serbest Meslek
 Serbest Meslek
Karan Alexopoulos


Mesaj Sayısı : 19

Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil. Empty
MesajKonu: Geri: Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil.   Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil. Icon_minitimeÇarş. Şub. 15, 2012 8:06 pm

    Derin bir nefes alıyorum. Güneş, resmen canımı yakıyor. İçimdekinin ne olduğunu bilmiyorum, fakat içimde bir şeyler büyüyor. Burada yanlış bir şeyler oluyor. Ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum, ama güneş canımı yakıyor. Güneşi görmek istemiyorum.

    “Olmayı istemediğim şeyler var biliyor musun?” Sesi zihnimin içinde yankılanıyor. En derin rüyalarımdan çekip çıkarılmış diyaloglar bunlar, yaşanıp yaşanmadıkları meçhul. Ya damarlarıma karışıp beynimi işlevsiz bırakan alkolün suçu ya da çok gelişmiş hayal gücümün. Her iki şekilde de sesini duyuyorum. Öfkeye sebep olmak yerine beni sakinleştiriyor. Öyle gevşiyorum ki gözlerimden yaşlar boşanacak.
    “Olmayı istediğin şeyler de var, evet, biliyorum.”
    “Bir parçası olmak istemiyorum.”
    “Düzenin? Kaosun? Düzen görünüşlü kaosun?”
    “Hiçbir şeyin. Oyuncu olmak istemiyorum. Piyon olmak istemiyorum. Vezir bile.”
    “Elde ettiği taşları kendine ayıran bir piyon olmak istiyorsun. Sadece kendin için savaşacaksın.”
    “Ah, dudaklarındaki lekeler de ne öyle?”
    “Böğürtlen.”
    “Siyah böğürtlenler. Peki ya belin, neden böylesine ince?”
    “Kıvrılmış, dudakların tenime değince.”
    “Siyah dudakların, sarı saçların. Siyah saçların ve sarı dudakların olmasını tercih ederdim.”
    “Peki, boya o halde.”

    Kelimeleri kısaltırdı, diye bir ses yankılanıyor zihnimde. Kısaydı kelimeler ve harflerden yoksundu. “Nasıl yani, mesajlaşırken mi?” diyen insanları boğmak istiyorum, HAYIR YANİ, KONUŞMUYORDU demek istiyorum ama bahsettiğim şeyi anlamaları uzun sürer diye korkuyorum. Sonuçta bu bir şeyleri değiştirecek mi dünyada? Ona yeni kelimeler, biraz şefkat, onda eksik olan bir şeyleri verecek mi? Bazı şeyler hayalini kurmak için bile fazla zor. Zaten sonra da alelade birilerinin yüzü beliriyor aklımda, belki de benim, anlayacak vaziyette değilim. Ben... Hep bir şeyler söylemek istemiştim örneğin, ama susmuştum. Dünyada yaptığı tek değişiklik anlaşılmamanın verdiği rahatsız his olacaktı çünkü. Ve doğrusu hayran kaldım sahnenize, yoksa ellerime yabancıdır bu fotoğraf makinesi. Güzel şeyler vardı, saçlarınız güzeldi sizin, biliyor muydunuz, aşklarınız güzeldi. Tam olarak hangisi emin değilim ama güzel şeyler vardı.

    Bir de sözlük kusar gibi yazmıştım ölümünün üzerine. Yani öldüğünü sanmıştım, hayır, yalan söylemiyorum. Ama hiçbir zaman ölmüyorsun ki, çok öldürmek istiyorum, deniyorum da ama nafile. Sonra parkı falan sarıyor kokun, ördeklere bakıyorum. Hayır yani, onlar kuğu, sonra da kendimi birilerine benzetiyorum. Onlara benzedim diye kendimi değiştiremem, ama hep korktum özentilikle suçlanmaktan. Önce benimse bile hep değişti, öyle bir düşünceye ihtimal bile bırakmamak istedim. Birileri bana benziyor diye kendimi değiştiremem. Hatta ben onlara benziyorum demekten bile vazgeçtim. Sadece onlar bana benziyor. Başımı sabit tutmadığım zamanlarda dünya daha da dönüyor. Alkolün, ve yaşanmış şeylerin etkisi bu. Öfke biraz fazla karışmış kanıma, hatta zorlasam bir altın vuruş çıkarırdım diye düşünüyorum. Böyle hikayeler duymuştum, son dozunu verdiğiniz ölü sevgililer, düşüncesizce tüketilen zehirli mantarlar. Birileri beni kaybettiğine üzülme diyor, ben de kendimi kaybettiğimde üzülmemiştim. Ne kadar manidar olduğunu düşünüyorum. Bir şeyleri kaybetmek fikri beni ölümüne korkutuyor. Sonra, daha önce yapmayı denediğim tonca şey var. Ne kadar demode olduğumu düşünüyorum. Örneğin gittiğim ülkelerden yerel gazeteler toplayıp her birinden birer sayfayı harf şeklinde kesmek. Duvarıma yapıştırmak. Çırılçıplak yüzmek. Çıplak yüzmek bir kıza yakışır, bir erkeğe değil. Ki elbisesi çalınan bir sürü de insan gördüm. Dünya da sürekli dönüyor, durduramıyorsunuz ki. Kocaman bir kargaşa var ve ayak uydurmazsanız sonunuz kötü oluyor. Duraksıyorsunuz, kargaşaysa ezdiğinin ne olduğuna bakmadan üstünüzden geçiyor.

    Sadece hafifçe gülümsemekle yetiniyorum. Dünya ağlama isteğimi bile sömürdü.

    “Çok tatlı küçük aşıklardık biz. Yani şu an baktığımda hiç de tatlı gelmiyor, fazla vıcık vıcık, fazla romantik, anlıyor musun?” Söylemek istediğim çok fazla şey var. Sonra zihnimin derinlerinde kayboluyorlar. Çünkü tanrı bize merhamet duygusunu verdi ama bazılarının ona sahip olduğunu söylemek bin şahit isterdi. Söylemek istediklerimi söylesem hayat daha güzel olacak mı? Ve dostum Pluto havlayarak cevap veriyor. “Kimse ‘Sen acı çekiyorsun, gel şefkatli kollarıma her şey düzelir’ diyecek değil.” Özellikle de o. Karınca boyutundaki köpeğe sırıtarak karşılık veriyorum, oysa koşarak sahibinin yanına gidiyor.

    Sırıtıyorum. Yalnız oluşumu boşver. Örneğin, aklımda ilginç sorular var. Cici kızlar kötü erkeklere mi aşık olur, yoksa kötü kızlar cici kızlara mı? Bir de afedersiniz ama üzüldüğümde sevmediğim insanlarla birlikte olup, çılgınca dans ederek eğlenemiyorum. Öyle biriyim. Sadece akşama doğru ışıkları açıp sabah olduğunda kapatıyorum. Sadece birinin sevgisine ihtiyacım var. Tekrarladıkça da daha zavallı bir hal alıyor, ama dünyadaki insanlar da çok saçma. Sevmiyorum ki. Sevemiyorum kimseyi çünkü hepsi ayrı alem.

    Örneğin o kadar şey anlatıyorum ve “Ne güzel,” diyor. Bence de güzel. Bazıları da üzüldüklerinde sevmedikleri insanlarla birlikte olup dans edebiliyorlar. Hayır yani, ilginç bile değiller. “Bazıları da yavrusunu yiyor,” diye cevap veriyor. Susuyorum. Dünya bazı zamanlar daha hızlı dönüyor. “Sen yemezsin olur biter,” diyorum. Virgüllerimden sonra büyük boşluklar yok. Beni başıyla onaylıyor. Nereden çıkıyor öyle şeyler hiç anlamıyorum, bazıları da çok eğlenceli oluyor. Kıskanmaktan değil, ya da belki kıskanmaktan. Aslında çok kıskanmaktan. Ama umurumda da değil. Sadece bazıları çok eğlenceli oluyor ama artık o eğlenceli değil. İçimdeki şey sevgiden çok takıntı. Yalan söyledim, sadece fazla umutsuzum.

    “Acı çekmiyorum,” diye söyleniyorum kolumdan çekiştiren kıza. “Çocuk gibisin,” diye cevap veriyor. “Çocuk görmemişsin,” diyorum daha da çocukça davranarak. Oysa ki çocuklarla hiç aram yoktur. Sonra konuşmaya devam ediyorum. “Dolap sen ol, ben aslan olurum. Cadı da Pluto olsun.” Kolumu çekiştirmeye devam ediyor. Çocuğa benzeyen asıl kişi o. “Susacak mısın?” diyor salak saçma bir ses tonuyla. “Siktir git.” diye cevap veriyorum. Hayır yani, susacak değilim. “O zaman Travis sen ol, Cornelius ben olurum. Rupert da Pluto olsun. Biz dövüş kulübü açalım.” Sonra kaçan hamsterımı hatırlıyorum. Ben değil de, sanki başkaları hatırlıyor. Fark etmez, sonuçta detone insanlardan da nefret ederim.

    Ben susarken o konuşmaya devam ediyor. Sonra yine o başka birilerini hatırlar gibi oluyorum. Bana deli deyin ama hiç aklımdan çıkmıyor. Hep uzun kirpikleri var, zoraki gülümsemeler, bana bakmıyor bile, ve dünya fazla hızlı dönüyor. Ayağa kalkmaya çalışıyorum ve birden eğilip bankın arkasına kusuyorum. Beyni kaldırmıyor, kalbi kaldırmıyor. Benimse midem. Şimdiye kadar yaşadığım ve sahip olduğum her şeyi burada yere kusmak istiyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Güneş resmen canımı yakıyor. Halbuki orada bile değil.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» fireja değil fireya.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . l o n d on :: The Streets-
Buraya geçin: