London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Midnight Call

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Midnight Call Empty
MesajKonu: Midnight Call   Midnight Call Icon_minitimePerş. Nis. 26, 2012 7:19 pm

Midnight Call IfColuaeshK0u
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Midnight Call Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Call   Midnight Call Icon_minitimePerş. Nis. 26, 2012 10:57 pm

PAZAR

Yer paspası griye dönmüş suyun içine bir kez daha girerken kırmızı kovanın dışına su sıçrattı. Alex kulaklığından yükselen müziğin ritminde ıslık çalıyordu. Paspası sudan çıkarıp sıkma gereği görmeden sertçe yere vurdu. Sudan fırlamış bir balık gibi yeri öptü paspas. Alex de çok ucuza aldığı eski model walkmaninden kasedi dinlemeye devam etti.

"See the sun rise over her skin
Don't change it
See the sun rise over her skin
Dawn changes everything
Everything..."


Marketin en pis işiydi yer paspaslamak. İnsanlar yeni sildiği yerlerin üzerinden geçerken Alex gözlerini kısıp kötücül bakışlar attı kendi hayatlarıyla meşgul olmaktan ötürü kendisini görmeyen müşterilere. Ayaklarındaki çamurları getirdiklerine göre taşrayı gezmeye gitmiş turistlerdi zira o gün yağmur yağmamıştı, hatırladığı kadarıyla. O an yapmakta olduğu iş inanılmaz yersiz geliyordu, ne de olsa yeniden kirlenecekti yer. Ya küçük çocuğu biri cam süt şişelerini düşürecekti ya da az önce olduğu gibi, ayakkabıları kirli insanlar henüz sildiği yerlerin üzerinden geçip çirkin botlarını taban izlerini bırakacaktı. Bu da müdürünün başında dikilip kirlenen yerleri yeniden silmesini tembihleyecek olması anlamına geliyordu. Kafesinin içindeki tekerlekte koşturan hamsterlar gibiydi. Birkaç dakika önce hava balonlarını andıran müdürü önünden geçip kulaklığı çıkarmasını söylemişti ama Alex o gittiği gibi müziğe geri dönmüştü, işini iyi yaptığı sürece adamın şikayetlerinin sadece piçlik yapma amaçlı olduğunu biliyordu. Paspas etrafındaki alanda ıslak lekeler bıraktıktan sonra kovaya geri daldı. Müzikle beraber paspas sapı gitar gövdesi gibi gözükmeye başlamıştı. Alex ucundan sular damlatan paspası kaldırıp elleri arasına aldı. Müziğin sesi bir Walkman ne kadar bağırabilirse o kadar yüksekti. Gitar hayali kurduğu paspas ona Ronnie'ste çalışmayı ne kadar sevdiğini hatırlatmıştı. Pizzacı ve market tam anlamıyla sorumluluk bombardımanıydı, bütün kurallar gerilmesine sebep oluyordu: Mesai saati sigara içme, yeri sil, teslimatı götür, geç kalma, erken çıkma, molaları uzatma... Bütün bunlara karşın Ronnie's oldukça esnekti. İçip sahneye çıkabiliyor, sahneye çıkıp içebiliyor, sahneden inip içmeye devam edebiliyordu. Mesai saati gibi bir kavram pek yoktu. Keyifliydi. Şarkıyı söyleyebildiği ve çalabildiği sürece sigara da içebilirdi. Üstelik Apollonia inanılmaz tatlı bir patrondu. Luigi ve 'zevksiz hava balonu' yanında her açıdan inanılmayacak kadar mükemmel duruyordu. Ronnie'ste bütün hafta çalışmayı tercih edebilirdi ama acımasız gerçekleri vardı işin. Ronnie'ste aldığı para iki işin de tek günlük kazancına yaklaşamıyordu. Ve giderlerini düşününce Ronnies'te bütün hafta çalışmak bile lüks sayılabilirdi. Hayali akorlara basarken akorları aklından geçiriyordu. Yanlış akor basma gibi bir sorunu yoktu zira aklında hepsini doğru çalıyordu. Parçanın fonunda geçen alkışların kendisi için olduğunu hayal etti, elli bin, hayır hayır yüz bin insan önünde çaldığını. Şarkıyı da alçak sesle mırıldanıyordu. "Aaaoo, aaaooo." "Hey." Duyamadığı ama dudaklarını okuduğu kısa boylu kızı görünce gereksiz bir irkilmeyle paspası düşürdü. Kız, her zamanki gibi, önünde belirivermişti ama bu sefer Rammstein grubu eşliğinde gelse bile onu duyamazdı. Kulaklığı boynuna kaydırıp şaşkınca ellerini önünde tutan kıza baktı. Kırmızı bir sıvı sıyırdığı kollarından aşağı doğru akıyordu ve aynı renkten lekeler üzerinde marketin logosu olan önlüğü de lekelemişti. Alex gülünç korkusunu gizleyemeyeceğini fark etmişti ama o sırada kaşlarını çatmış, kanlı olduğunda karar kıldığı minik ellere bakıyordu. "Eşek falan mı doğurttun?" dedi meraklı ama alaycı ses tonuyla. Belki de sonunda sinir bozucu patronlarını çıplak elleriyle öldürmeye karar vermişti. Kız ellerinde kalan katliamın son izlerine bakarken dudak büktü. "Beni et reyonuna atadılar. Geçici bir şey. Ellerimi yıkamaya gidiyordum ben de." Alex yarım ağız sırıtırken paspasını yerden alıp saçlarını geriye attıktan sonra paspasa yaslandı. "Geldiğin yerde insanlar eldiven kullanmaz mı?" Flynn yüzünü buruşturup surat yaptıktan sonra. "Hayır, bizim orada kum tepecikleri var ve Mercedes logolu develere biniyoruz." dedi. Alex için Flynn'in geldiği yer ile dalga geçmek gündelik eğlencelerinden biri olmuştu. "Devam edersen ellerimi suratında temizlerim." "Boyun yetişecek mi ki?" Kendi kendine gülerken üzerine elleri önde gelen kızın bileklerini tuttu, zorunlu giydiği gömleğinde kan lekesi görmek istemiyordu. Flynn en azından tek parmağını onun üzerine sürmek için çırpınırken Alex gülmeye devam etti, paspas gövdesi yine elinden kurtulmuş ve tangırdayarak yere düşmüştü. Flynn güldüğünü belli etmemeye çalışırken aniden gerildi ve gözleri kocaman açıldığında kekelercesine ağzını açtı, Alex'in arkasına bakıyordu. "Lex, Lex, kocabaş...Kocabaş geliyor!" Alex kocabaş'ın müdür oldğunu bildiğinden onun için bu kadarı yeterliydi, kızın ince bileklerine kapanmış elleri aniden açılıp yere, silahı gibi gördüğü paspasa gitti. Telaşla yere atılmasa Flynn'in yüzündeki şeytani gülümsemeyi fark edebilirdi. Flynn Alex kalkana kadar küçük bir kız çocuğu gibi sağa sola sallandıktan sonra kafayı kaldırmış çocuğun alnına parmağını bastırdı ve kırmızı bir nokta bıraktı. Alex alnının tam ortasındaki soğuklukla beraber geri kaçtı ama bu kırmızı lekenin yüzünü bulmasını engellememişti. Flynn sırıtıp ellerini önünde birleştirdikten sonra öne doğru eğilip Alex'i selamladı. "Artık sen Hintlisin." Alex'in eli alnında, kırmızı noktanın olduğu yere gitti. Elini keselercesine alnına sürttükten sonra Flynn'e ters bir bakış attı, kızın aksine kandan haz edebilen biri değildi."Akşam işin var mı Lex? Az önceki performansına bakılırsa Guitar Hero oynayabiliriz." diye sordu Flynn, gözlüğünü burnunun üstüne itmek için dirseğiyle zorlu bir mücadele verirken. Alex bir süre onun kifayetsiz çabalarından zevk aldıktan sonra işaret parmağıyla gözlüğü burun noktasından itti. Akşamı olmadığına dair bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ki meyve sebze reyonlarının önünden geçen baygın bakışlı kızı fark etti. Alex'in Flynn'e özgü alaycı, eğlenen ve kendini beğenmiş ifadesi saniyeler içinde meraklı ardından onaylayan, sert bir ifadeye dönüşmüştü. Merak birkaç saniye sürmüştü, Freja'nın saatini gösterip iyi bildiği depoyu işaret etme süresi kadarcık. Kızın gidişini izledikten sonra Flynn'e onu o an ilk defa görüyormuş gibi baktı. Ne hakkında konuştuklarını hatırlamak için bir süre durup düşünmesi gerekmişti. "Yapamam Flynn, üzgünüm. Başka zaman." Bir şey demesini beklemeden elindeki paspası kanlı minik ellere tutuşturduktan sonra yanından geçip Freja'nın gittiği yolu takip etti.

---

Clem uyuyordu. Onun uyumasını izlemek Alex'i tamamlıyordu. Uyku bile bu huzuru ona sağlayamazdı.
Odaya giren ay ışığı aralık pencereden giren rüzgarın dalgalandırdığı perde ile yerde ileri geri sallanmaktaydı. Dolunay vaktiydi, bu yüzden oda güçlü bir mum aleviyle aydınlatılmış gibi görünüyordu. Alex nefesini verip olduğu yerde sırt üstü döndü ve uyuşuk gözlerin ardından tavanı izledi. Aynı pozisyonda yatmanın getirdiği ağrıların yatak tarafından çekildiğini hissedebiliyordu. Saçlarını geriye atıp uyumak için gözlerini kapadı. Kimi lüzumsuz düşüncelerin yarattığı imgeler belirmeye başlamıştı bile. Telefon çalana kadar uyuyabileceğine emindi. Bir iki çalış boyunca telefonu görmezden gelebileceği inancıyla doğrulma emrine karşı geldiyse de üçüncü çalış ile beraber kendini karanlık salonda bulması bir olmuştu. Işığı açıp tam olarak açamadığı gözleriyle telefonu beşinci çalışında yakalayıp kulağına götürdü. Ayakları yatağın yolunu buluyordu. "Alo?" Telefonun öbür ucundaki kadının sesi gecenin bu vaktiyle alay ediyorcasına şen şakrak çıkmıştı. "Merhabaaa!" Alex yatak odasına girecekken son anda çıplak topuğu üzerinde dönüp mutfağa, su kaynağına doğru ilerlemeye başladı. "Imm, merhaba?" Ağzını şapırdatıp mutfak kapısını ittikten sonra kadın "Evet, merhabaa." dedi. Gevşek konuşma şeklinden dolayı engelli biriyle konuşuyor gibi bir hali vardı. Ya da o engelliydi. Alex bunun bir tür telefon şakası olduğuna inanmaya başlamıştı bile. Kadın damdan düşer gibi kim olduğunu sorduğunda bardağını suyla doldurup küçük bir çocukla yetişkin tadında konuşuyormuşçasına. "Ben Alex Mclain. Telefonun sahibi." dedi. Bu bir telefon şakasıysa uykusu gelene kadar ayak uydurabilirdi. Kapıyı ayağıyla açtıktan sonra telefonu omzuyla çenesi arasına kıstırdı. Bunu yaptığı için iki saniye sonra kendine lanet edecekti. "ALEX! Yanlış birilerini aradım sandım,bu dördüncü olacaktı. sesini duymak ne güzel! Aslında sesin çok değişmiş, yalan söylemiş oldum biraz. Ama konuşmak güzel tabii..." Bağırmasıyla beraber suyun bir kısmını yere dökmüştü. Telefonu yarım yamalak dinliyordu, arayan her kimse onun sesini duymanın güzel olduğuyla ilgili bir şeyler diyordu işte. Bunun için fazla uykuluydu ama kiminle konuştuğunu merak etmeye başlamıştı. "Kim, sen, ne--Kiminle görüşüyorum?" diye sordu huysuzca, uykusuna bir an önce geri dönmek istiyordu. Uyku öncelikliydi elbet.

"Kendimi tanıtmadım mı? Sahiden mi? Neyse neyse, Nephelmina. Hani Clem'in teyzesi. Clem'i tanıyorsun? Yanlış Alex olma ihtimalin yok değil mi?" İsimle beraber Alex'in gözleri yuvalarından fırlamak istercesine büyüdü. Yatak odasına girmişti, elindeki suyu komidine bırakıp ahizeye sarıldı. Neph! Oydu arayan. Alex'in küçük bir çocukken bile hayranlık beslediği muhteşem kadın. Ergenliğe girdiğinde çoğu müstehcen hayalini süslemişti. Ergenlikten sonrasında bile bir fantezi idolüydü Neph onun için. Neph bir bilgisayar oyununun son bölümündeki baba kahraman olabilirdi. Onu elde etse aya çıplak ayak çıkmayı bile deneyebilirdi. Bütün bu ilgisine rağmen kadının onu yeğeninin şirin arkadaşı olarak görmesi çok acıklıydı. Neph'in adını duymak bile libidosu yükselmiş yavşak bir velede çevirivermişti Alex'i. Sessizlik anında Neph bir şeyler mırıldanıp orada olup olmadığını soruyordu. Alex yaylı yatağa zıplayıp telefonu içine sokmak istercesine suratına yapıştırmıştı. " Hayır! Yani evet, ben o Alex, Clem falan hani hani,şey evet doğru aradın! Benim! Aaaleeex! Evet, sen, ne,niye--" " Tamam bu güzel oldu. Biri daha yanlış numara olduğunu söyleseydi çünkü- neyse. Saat kaç? Uyandırmadım değil mi? Yoksa uyandırdım mı?" Alex sırt üstü yatıp yüzünde zevzek bir gülümseme ile tavana baktı. Kalbinin atışını Neph'in duymasından korkuyordu. "Yok uyumak, ne uyuması? Ben uyumuyordum, hayır hayır gerçi uyandırsan da sorun değildi, senin için-- Tıkandım. Konuşmıyorum. Nefes bile alamıyorum. Gerçekten sen misin Neph? Uzun zaman oldu." Neph'in sesi heyecanlı geliyordu. Kadının ses tonu bile Alex'in zevkle titremesine sebep olabiliyordu. "Benim! Sen sensin, ben de benim! Sen Alex olduğuna eminsen ben kesinlikle doğru Neph'im. Sesim çok mu tuhaf? Çok mu değişmiş? Yaşlı gibi miyim? Yoksa mesela Darth Vader duysa- tamam! konudan sapıyorum. Clem oralarda mı?" Alex kendi hayal dünyasında ben senim, sen ben ol tipi zırvalamalarına gömülmüşken Clem'in ismini duyduğunda gerildi. Clem'i istiyordu. Ama Alex konuşmalıydı, Neph de onunla konuşmalıydı. " Clem mi? Clem uyuyor! Ama şey, benimle konuşabilirsin. Ciddiyim, benimle konuş." Sesi çatallaşıp durduğundan öksürüp dirsekleri üzerinde doğruldu. Karizmatik konuşabilme yetisi tamamiyle kendini salıverdiğinden sesi yeni kalınlaşmaya başlayan oğlan çocukları gibi konuşuyordu. Neph'in gülme sesiyle yavaşça gülümsedi, güldüğünü görebiliyordu sanki. Kadının gülüşünü bile seksi buluyordu. Tanrım, diye düşündü. Sıcak nüksetmişti aniden. "Bence kesinlikle sorun değil. Eee Alex söyle bakalım, önümüzdeki günlerde neler yapıyorsun?" Alex nefesini tutup yutkundu, ne demesi gerektiğine emin değildi. Neph'in emri üzerine hepsini iptal edebileceği bir sürü işi vardı. Bunu aklından geçirirken farkında olmadan telaffuz edivermişti. " İş, okul falan. Neden, ne yapmamı istersin? İptal edebilirim?" Hızlı söylenen kelimeler sapıkça bir heves havası uyandırmıştı ki aslında asıl hisleriydi bunlar. Ama Alex bunu belli etmemeyi tercih ederdi. Neph'in tapılası sesi yeniden duyuldu." Aslında, tatlım, beni tren istasyonundan almanı isteyebilirim. Yani önce Clem'le konuşmayı düşünüyordum ama sen yabancı değilsin. Özetle, bir süre misafircilik oynasak çok güzel olmaz mı?" Alex ciğerlerine yumruk yemiş gibi bir ses çıkardıktan sonra telefonu mekanik bir edayla kendinden uzaklaştırdı ve nefes almaya çalıştı. Neph'in mırıldandığını duyabiliyordu. Aklındaki bütün havalı ayartma cümleleri yerini 'Ellerim üşüdü, göğüslerinde ısıtabilir miyim' tipi ifadelere dönüşmüştü. Tabii ki misafircilik oynayabilirlerdi. Doktorculuk da oynayabilirlerdi. Ya da evcilik. Neph ile taş kağıt makas oynasa bile kendine hakim olamayabileceğini düşünüyordu. Telefona yeniden yapıştı. "Buraya mı geliyorsun?! Buraya, yani, ne zaman?! Alırım, sen.... Gerçekten mi??" Yatağın üzerinde sağa sola sallanırken Clem'in kıpırdandığını hissetti ama o sırada sessizce gülmekle meşguldü. Neph'in tatlı gülme sesiyle kendini yatağa geri bıraktı. " Evet, gerçekten, kabul ederseniz tabii? Bir sakıncası yok değil mi? Belki de önce Clem'le konuşmalısın? Uygun olduğunuza eminseniz..." "EMİNİZ! Clem olur dedi." Clem'in uyanıp uyanmadığını anlamak için göz ucuyla karanlıkta yatan kıza doğru baktı. Nedense uyanması taktirde işler kötü olacakmış gibi bir his vardı içinde. " Ah, uyandı mı? uyuduğunu sanıyordum? Aslında onunla da konuşsam iyi olacak. Sanırım..." Neph mırıldanırken Alex şakaklarını ovdu, mantıklı düşünme yetisini kaybetmişti. " Yani uyandı ama şimdi şeyde--Tuvalette! Seninle sonra konuşacakmış. Gelince yani... Bana sadece ne zaman geleceğini söylersen gelip alırım. Biliyorsun Neph, konu sen olunca her şeyi yaparım." İmalı söylenmesi gereken cümle aldığı nefesi sonuna kadar kullanmak isteyen biri gibi söylendiğinden saçma olmuştu, Alex yine ahizeyi uzaklaştırıp kendi kendine homurdandı, aptal gibi davranıyordu. Neyse ki Neph bütün bu aptallıklarını gülerek ödüllendiriyordu. Sonrasında söylediği şeyle Alex'in midesine yumruk attı. " Çok tatlısın, gerçekten senin gibi birini bulmalıyım galiba." Midesi düğümlenirken ateş bütün bedenini eline geçirdi ve dilini düğümledi. Alex soğuk terler içinde nefes almaya çalışırken kızardığını hissedebiliyordu, yüzü cayır cayır yanmaktaydı. Oksijensizlikten başı dönmeye başladığında konuşmaya çabaladı. "B-b-be-ben o-o zz-zaman--Görüşürüz!" Telefonu kapatıp odanın öteki ucuna attıktan sonra kollarını kendine dolayıp derin derin nefes aldı. Ne zaman geleceğini sormayı unuttuğunu fark etmesi için bir süre oturup nefes alması gerekmişti. Yüzündeki gülümseme kocaman oldu, aptal aşık ifadesiyle kendini ileri itip başını yastığa koydu. "Clem?" Kız hı'larken Alex tavanı izlemeye devam ediyordu. "Sanırım teyzene aşığım. Bilmeni istedim. Sence benimle de evlenir mi?" Son sorusu sırasında başını çevirip Clem'in sırtına baktı. "Neph mi aradı?" Alex'in cevap vermesine gerek yoktu, onu böyle kuyruk sallayan labradorlara çeviren tek bir kişi vardı. Clem halinden anlamalıydım diye mırıldanırken Alex sırtını dönüp başının altındaki yastığı kolları arasına aldı. Gözlerini kapadı lakin bu heyecanla uyuyabileceğini hiç sanmıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Midnight Call Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Call   Midnight Call Icon_minitimeC.tesi Nis. 28, 2012 10:02 pm

Nephelmina - Arjantin

Ne bütün kadınlar güzeldir ne de hepsi yakışıklı olur erkeklerin. Filmler, kitaplar, masallar, hepsi yalan söyler, hep yalan söylerler. Hepsi beklentiyi arttırıp tatminsizlik doğurur. Ne kaslıdır her laf atan adam, ne zengin, ne de onu çekici kılan bir detaya sahip olmayı başarabilmiştir. Adaletsiz rol dağılımlarının olduğu yerlerde sürünmek ve süzülmek arasında bir çizgi falan da yoktur. Bazen öyle yüksekten yere çakılır ki insanlar parçalarını bulmak bile imkansızlaşır. Bu yüzden ya düzene ayak uydurup belirli standartlarda kalır, ortalama zevkleri tadarlar ya da altın tünellerden geçerek boka saplanırlar.
"Telefonunu kullanabilir miyim, tatlım?" Koyu kıvırcık saçların çevrelediği yüzün sahibi yattığı yerden başını kaldırmış, pek çok tabloda görülebilecek bir vücut kıvrımıyla doğrularak kendi dirseğine yaslanmıştı... Yanındaki adam uyanmayınca dürttü tırnağının ucuyla. Karşılık olarak İspanyolca homurdanmalar duyunca gecenin belirsiz kısımlarının aydınlanmaya başladığını düşündü. "Eh, madem öyle." Ne dediğini anladığı falan yoktu, adını hatırlayacak kadar bile ayılmamıştı henüz. Adamın üstünden uzanıp telefonu almaya çalıştı. Plastik bir parlaklıkla zamanı gösteren saat sabahın kör saatlerinde olduklarını yüzüne çarparken onu eliyle itip arkasındaki telsize uzandı. Varlığının yarattığı baskıyı hisseden adam uyanmış ve belli ki çok yanlış anlamış, belinde ilerleyen parmakları hissedince boş verip sinsice sırıttı. Telefon bekleyebilirdi. Zaten saat farkı falan diye bir şey vardı.
Clementine - İngiltere

"Çok yorgunum Alex." diye mırıldandı saçlarını gözünün önünden iterken. Bacaklarını uzatmış, karnındaki kedinin yumuşak tüylerini okşarken sırtını Alex'in omzuna yaslamıştı. "Üstelik doğru düzgün bir şey de yapmadım. Yaşlı ve huysuz kadınlar gibiyim." Saçlarında dolaşan parmakların sahibinin güldüğünü duydu. "Film bitsin yatarız." dedi Alex sakince. Onaylarcasına başını salladı.
Hayatı oldukça iyiye gidiyordu. Neredeyse eskisi kadar mutlu olduğunu bile söyleyebilirdi. Alex'le zor günler geçirmek onu çok yıpratmıştı gerçi, ama halinden memnundu. Oldukça memnun. Alex onundu, hep öyleydi ve kendisi de Alex'e aitti, yeniden ait olabilmek mükemmel bir his doğuruyordu. Alex kendini affettirmiş, ama bunu her şeyi yok sayarak yapmayı başarmışken Clem şikayet etmiyordu. Birlikte olmadıkları günlerden gelen küçük sır yeni bir kavgayı ortalarına düşürmüşken onun ardından bir şey yokmuş gibi davranmak iyi gelmişti. Toparlanıyorlardı, toparlanacaklardı da. Kediler ve dondurma vardı. Üstelik Alex'e yeniden sarılabilecek kadar düzelmişti, iyiydi. Sadece bazen, gergin olduğunda, ya da mutsuz, ya da sıkıntılı, kabuslar diriliyor ve geçen günleri unutmasına engel oluyorlardı. Ama ufak bir sorundu, öncekilere kıyasla. Birkaç hafta geçmişti bu hale gelebilmeleri için ve Clem Alex'in sözlerini unutmuş gibi davranabilmek için çok uğraşmıştı. Kabusların onu geriletmesine izin vermeyecekti, olmazdı. Kabuslar geçerdi. Alex'le olan hayatından kaçırdığı zamanları geri döndüremiyordu ancak.
Nephelmina - Arjantin

Telefonun diğer ucundan gelen "Alo?"yu duyunca oturduğu yerde doğruldu. Açılmayan bir numara daha olması ihtimalini atlatmıştı. Şimdi geriye sadece yanlış numara sorunu kalmıştı. "Merhabaaa!" diye bağırdı biraz heyecanlı bir tonla. "Imm, merhaba?" Gözlerini devirip koltuğun kenarında duran gömleğe uzandı. Yanlış numaralar, huysuz insanlar, açılmayan telefonlar ve bir de şimdi gerizekalıymış gibi görünen biri daha. Clem'e ulaşana kadar kaç kişiye daha katlanacaktı acaba. "Evet, merhabaa." dedi yayarak, karşısındaki en azından İngilizce anlayabildiği için halinden memnundu. Çünkü her nasıl olduysa İngiltere numaralarını arayıp Alman birine denk gelmeyi falan başarmıştı. Karşısından ses gelmeyince kiminle konuştuğunu sordu, bir yandan da düğmelerini ilikliyordu. "Ben Alex Mclain. Telefonun sahibi." Mükemmel! Yarım kalan düğmeleri boş verip omzuyla kulağı arasına sıkıştırdığı telefonu yeniden eline aldı. Tutturmuştu bu sefer! "ALEX! Yanlış birilerini aradım sandım,bu dördüncü olacaktı. sesini duymak ne güzel! Aslında sesin çok değişmiş, yalan söylemiş oldum biraz. Ama konuşmak güzel tabii..." Heyecanla oturduğu yerde bağırdığını farkedince duruldu ve arkasında açık duran kapıya doğru bir bakış attı. "Kim, sen, ne--Kiminle görüşüyorum?" Huysuz ses tonu ona ulaşınca kendini tanıtıp tanıtmadığını düşündü bir an. Alex onu tanımamış mıydı? Çok saçmaydı. Telefonda onu duyunca tanıyabilecek yatmadığı tek erkek bile olabilirdi çocuk. Yanlış kişiyle mi konuşuyordu yoksa. Şüpheyle konuştu. "Kendimi tanıtmadım mı? Sahiden mi? Neyse neyse, Nephelmina. Hani Clem'in teyzesi. Clem'i tanıyorsun? Yanlış Alex olma ihtimalin yok değil mi?" Olabilirdi sonuçta. Clem'e ulaşmak ne zaman böyle zorlaşmıştı böyle. Bıraktığından beri devlet başkanı falan mı olmuştu acaba? Ya da onu götürüyor olabilir miydi- " Hayır! Yani evet, ben o Alex, Clem falan hani hani,şey evet doğru aradın! Benim! Aaaleeex! Evet, sen, ne,niye--" Düşüncelerini bölen telaşlı sesle rahatlayıp çıplak bacaklarını karşısındaki sehpaya uzattı ve tırnağındaki soyulmuş ojeyi inceledi. " Tamam bu güzel oldu. Biri daha yanlış numara olduğunu söyleseydi çünkü- neyse. Saat kaç? Uyandırmadım değil mi? Yoksa uyandırdım mı?" Düşüncesizlik mi etmişti? Yapacağı şeyi düşününce bir de uykularını bölmek patavatsızlık oluyordu. Ama Alex sanki öğle yemeğinde buluşmular gibi bir rahatlıkla konuşunca gülmeden edemedi. "Yok uyumak, ne uyuması? Ben uyumuyordum, hayır hayır gerçi uyandırsan da sorun değildi, senin için--" Alex hep böyleydi. Çocukken de. Katlanabildiği tek çocuk olduğunu bile söyleyebilirdi Nephelmina. Clem bu listeye sokulmuyordu elbette ama Alex hep fazla heyecanlı, fazla sevimli bir çocuktu. Nephelmina Alex'in kendisini annesinden bile fazla sevdiğini düşünüyordu bazen. "Tıkandım. Konuşmıyorum. Nefes bile alamıyorum. Gerçekten sen misin Neph? Uzun zaman oldu." Tekrar güldükten sonra beyni, biraz da alkolün etkisiyle, eski garipliğine dönmüştü. Tamam, Alex haksız sayılmazdı, son Amerika'ya gidişinde Clem'le görüşmüş, ama Alex'i görmemişti. Sonra Neph bin çeşit yeri gezmiş, çocukları İngiltere'ye taşınmıştı. Bir süredir konuşuyorlardı Alex'le, haklıydı, iki sene falan olmuştu. Ama ona rağmen, üstelik kim olduğunu da söylemişti, Alex hala onun kim olduğunu sorguluyordu öyle mi? İçerideki odadan bir kıpırtı duyduğu halde aldırmayıp cıvıldayarak devam etti. 43 yaşında biri için fazla neşeliydi. Hep öyleydi. "Benim! Sen sensin, ben de benim! Sen Alex olduğuna eminsen ben kesinlikle doğru Neph'im. Sesim çok mu tuhaf? Çok mu değişmiş? Yaşlı gibi miyim? Yoksa mesela Darth Vader duysa" Ah, evet. Zaaflar. Herkesin zaafı vardır. Hayranlık, hayal, fantezi. Nephelmina Darth Vader'ın düşüncesiyle bile çok farklı şeyler düşünebiliyordu ve bu yeğeninin arkadaşına yansıtabileceği türden düşünceler olarak tanımlanmıyordu. Daha çok şu an banyoda olduğunu duyabildiği adama yansıtacağı düşüncelerdi. Aklından çıkarmayı düşünceden uzaklaşmaya çalışıp Alex'i telefonda fazla bekletmemek için konuşmaya devam etti. "- tamam! konudan sapıyorum. Clem oralarda mı?" Evet Clem'le konuşmalıydı. Clem, meraklı küçük sivrisineği, bir çok güzel anıya sahip olduğu ve gerçekten çocuğu gibi görebildiği tek varlıktı. Ve onun yanına, onu ziyarete, üstelik başka nedenleri barındıran bir suçlulukla giderken durup kızın arkadaşıyla gevezelik ediyordu. " Clem mi? Clem uyuyor! Ama şey, benimle konuşabilirsin. Ciddiyim, benimle konuş." Alex'in heyecanına güldü hafifçe. Kim bilir kaçta aramıştı onları, uykularını böldüğünü düşündü bir an için. "Bence kesinlikle sorun değil. Eee Alex söyle bakalım, önümüzdeki günlerde neler yapıyorsun?" " İş, okul falan. Neden, ne yapmamı istersin? İptal edebilirim?" Eh, madem Clem uyuyordu. Üstelik Clem'in Alex'le yaşadığını da biliyordu. Nasılsa Alex de öğrenecekti bir şekilde. Onun söylemesinin bir sakıncası olmazdı, herhalde. "Aslında, tatlım, beni tren istasyonundan almanı isteyebilirim. Yani önce Clem'le konuşmayı düşünüyordum ama sen yabancı değilsin. Özetle, bir süre misafircilik oynasak çok güzel olmaz mı?" Telefonun ucunda boğulan biri varmış gibi bir ses duyulunca merakla gözlerini kıstı olduğu yerde ve eş zamanlı olarak serin bir el boynuna dokundu. Gülümseyerek telefonu işaret etti önce, daha sonra da ilerideki barı. Eh, bir salak bile içki istediğini anlayabilirdi. Ve Neph kesinlikle bu kadar mükemmel vücuda sahip bir salak görmemişti daha önce, bu yüzden adamın akıllı olduğunu farz edecekti. "Alex? Orada mısın? İyi misin?" Karşılık gelene kadar mırıldandı sakince. Eline bırakılan bir bardak, bacaklarını okşayan parmaklar ve Alex'in yeniden konuşma yetisini kazanması eş zamanlı olmuştu. "Buraya mı geliyorsun?! Buraya, yani, ne zaman?! Alırım, sen.... Gerçekten mi??" Bir kahkaha attı, Alex gerçekten sevimli bir çocuk olabiliyordu istemese bile. "Evet, gerçekten, kabul ederseniz tabii? Bir sakıncası yok değil mi? Belki de önce Clem'le konuşmalısın? Uygun olduğunuza eminseniz..." Daha cümlesini bitiremeden bir ses patladı telefonun ucunda, öyle ki telefonu kulağından uzaklaştırmak zorunda kalmıştı. "EMİNİZ! Clem olur dedi." Bir yudum alıp gülümsedi ve telefonla konuşmasına engel olmaya çalışan adamı hafifçe ayağıyla itti. "Ah, uyandı mı?Uyuduğunu sanıyordum? Aslında onunla da konuşsam iyi olacak. Sanırım..." "Yani uyandı ama şimdi şeyde--Tuvalette! Seninle sonra konuşacakmış. Gelince yani..." Ne olduğunu anlamamış bir ifadeyle kaşlarını çattı ancak bunun nedeni Alex'in cümleleri miydi yoksa kesinlikle telefonu kıskanmaya başladığını gösteren adam mıydı bilmiyordu. "Bana sadece ne zaman geleceğini söylersen gelip alırım. Biliyorsun Neph, konu sen olunca her şeyi yaparım." Alex heyecanla devam edince bir kahkaha daha attı. Açık farkla en uzun süreli hayranıydı ve Neph bunu çok sevimli buluyordu. "Çok tatlısın, gerçekten senin gibi birini bulmalıyım galiba." Yalan değildi, Alex kadar kendine bağlı birini bulsa dört koca ve sayısız sevgili geçirmiş olmazdı. Ya da belki Alex'in çocukluğundan beri ona olan bağlılığını o da başkalarına gösterebilseydi. O bunları düşünürken Alex biri tarafından boğuluyormuş gibi konuşmaya başladı ve birden telefon suratına kapandı. Gülerek telefonu bir yana bıraktı ve boşverdi. Zaten Clem'le konuşsa daha iyi olurdu. Elindeki bardağı tek yudumda boşalttı ve telefonla konuşurken onu rahat bırakmayan adama uzandı. Nasılsa Darth Vader'ı elde etme şansı yoktu, niye ve kime sadık olsundu ki?
Clementine - İngiltere

Bir yandan kanepeye kurulmuş kahvaltı ediyor, bir yandan da ilerideki televizyondan çizgi film izliyordu ki telefon çaldı. "Ben baktım!" dedi telefona uzanırken mutfakta kahve hazırlayan Alex'e sesini duyurabilmek için. "Alo?" "Sesini duymak ne güzel canım." Otomatik bir tepkiymiş gibi gülümsedi. "Sana da merhaba Neph, ve evet aynısı senin için de geçerli. Nasılsın?" Mutfakta bir şeyin düştüğünü duymasıyla elinde iki fincanla Alex'in içeri girmesi bir olunca alayla güldü. "Çok iyi, her zamanki gibi. Sen nasılsın? Bu sefer doğru saatte mi aradım? Yine uyuyor muydun?" Neph'in sorusuyla gece uykusunun arasında Alex'le yaptıkları konuşmayı hatırladı. "Evet, bu sefer kesinlikle doğru bir saat. Ve Alex, kahve koymamışsın." Telefonu ona vermesini isteyen, ne konuştuklarını duymaya çalışan Alex bir an şaşkınlıkla başını eğip boş iki kahve kupasına bakınca yüzündeki gülümseme genişledi ve eliyle mutfağı gösterdi. "Sahi, gece aramıştın değil mi? Neler oluyor diye sormalı mıyım? Bu kadar sık aramazsın sen." Alex gitmeyeceğini belirten bir inatla omuz silkince ayağıyla itti ve çabuk olmasını yoksa daha çok şey kaçıracağını f ısıldadı telefonu kendinden uzaklaştırarak. "Ne, Alex söylemedi mi? Söylediğini söylemişti?" Kaşlarını çattı olduğu yerde Alex'e bakarak. "Alex bana neyi söylemedi Neph?" Alex'in gözlerindeki ifadenin büyük bir hızla değişiminden önemli bir şeyleri kaçırdığını anlayabiliyordu. Bildiği tek şey gece Alex'in heyecanla yattığı yerde dönüp durmasıydı. Bir de Neph'in 'onunla da' evlenip evlenmeyeceğini sorması.
Neph nasıl bir sürü adamla birlikte oluyorduysa ve bundan vaz geçmediyse, Alex de Neph'e çocukluğundan beri delicesine aşıktı ve bundan vaz geçeceği de yoktu. Bu normal olmuştu artık. Clem'in kıskanmaya bile değer görmediği bir aşktı yine de. Daha çok eğleniyordu bununla. Alex'in kızardığı anları görmeyi seviyordu. Neph'in kendi rahatlığıyla birlikte Alex'i bir anda kilitleyebilişini görmeyi seviyordu. Neph'in anlamadığı, ama Clem'in çözebildiği imaları, suskunlukları, şok hallerini seviyordu. Daha sonra bunlara laf atarak Alex'le uğraşmayı da seviyordu.
"Yanınıza geleyim demiştim, Alex de olur dediğini söylemişti ama sorun olacaksa-" Gülerek sözünü kesti teyzesinin. Sonra da Alex'e alaylı bir ifadeyle elini salladı. "Önemli değil Neph gelebilirsin elbette." Alex'in yüzündeki ifadeye gülerek eline düştüğünü belirten bir ifadeyle kahve fincanını işaret etti. "Uyku sersemiydim, unutmuşum, benim hatam. Ne zaman geliyordun?" "Zaman söylememiştim, Alex telefonu kapatınca." Gülmemek için dudaklarını dişledi oturduğu yerde. Alex'in aptal aşık hallerini görebilmesini sağlayan tek kişiydi Nephelmina. Claudia bile Alex'i bu hale sokmuyordu. Neph Alex'in bütün kan akışını, beyninin işlevini, her hareketini kontrol edebiliyordu.Ve Clem biraz vicdansız biri olsaydı bunu kendi isteğine göre yönlendirirdi, ama Alex zaten yeteri kadar aptal oluyordu, onun da eziyet etmesi daha sonra pişman olmasına neden olurdu. "Öyleyse ne zaman geliyorsun?" "Bilmiyorum henüz. Gelebileceğime emin misin? Kalacak birini rahatlıkla bulabilirim biliyorsun." Güldü. Biliyordu. Neph asla sokakta kalan kadınlardan olmazdı. Nasıl yaptığını bilmediği biçimde asil bir sürtük olmayı başarıyordu. Teyzeye sürtük demek yanlış olabilirdi, ama bunu Neph de kabul ederdi. Bir sürü kocadan geçmiş, bir sürü sevgili edinmiş ve hayatını tamamen kendi isteklerine göre yaşayan bir kadındı. Erkeklerin bunu anlamalarına rağmen onu istemelerinin kendi kabahati olmadığını düşünürdü. Masraflarını karşılamak istemelerinin kendi aptallıkları olduğunu söylediği gibi. Ama buna rağmen asil bir tarafı vardı. Kolay elde edebileceğini düşündürmezdi kimseye. Ve her zaman kendi istediğini alırdı. Zaten onu isteyen herkese gitseydi daha ergenliğe girdiği anda Alex'in olmuş olurdu. Clem'in bildiği kadarıyla Neph'i Alex kadar isteyen kimse yoktu çünkü. "Seni uğraştırmaya gerek yok. Burada kalabilirsin. İstediğin kadar." Alex arabaların ön paneline konan köpek oyuncakları gibi kafa sallıyordu. "Hoşuna giden bir şey bulduğunda gitmene engel olmayız, merak etme." Sallanan kafa bir anda durdu ve yüz ifadesi çirkin bir hal aldı. Neph telefonun ucunda kahkahalarla gülüyordu. "Aslında şu anda da gitmem gerekiyor. İki hafta sonraya bilet alırım, uygun mu?" Onaylarcasına başını salladı, Alex yüzünde meraklı bir ifadeyle bakıyordu. Kafa sallamasının Neph'e bir şey ifade etmediğini fark edince onayladı sesli olarak. "Harika. Biletini alınca kaçta geleceğini haber ver, gelip alayım." Alex 'ben giderim' dercesine şişinince olduğu yerde eliyle gidip kahve yapmasını tekrar işaret etti. "Ve Neph, iyi eğlenceler." Diğer taraftan gelen kahkahayı Alex'in bile duyduğuna emindi. "Hiç merak etme." Gülerek telefonu kapattı. "Kahvemi istiyorum!"
Nephelmina - İspanya

Tren istasyonu çok kalabalıktı. Henüz ikinci günüydü İspanya'da ama işini sağlama almak istiyordu. Aslında her mantıklı insanın yaptığı gibi uçakla doğrudan geçebilirdi ama yapmamıştı. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi, uçmaktan pek hoşlanmıyordu. Korktuğundan değildi ama onu boğuyordu ve arada istediği herhangi bir yerde inip orada biraz vakit geçirme şansı tanımıyordu. İkincisi, bir önceki maddesinden de anlaşıldığı gibi, gezmeyi seviyordu. Bir de İspanyollar bazen oldukça seksi olabiliyordu. Ama bu üçüncü neden olarak sayılmazdı, sayılacak olsaydı her yere İspanya üstünden gitmesi gerekirdi ve bu da aptalca olurdu.
Clem'le konuşmasının üstünden bir hafta geçmişti. O arada Arjantin'deki sevgilisine 'mutlaka ve acil olarak İngiltere'de yaşayan ve annesi olmadığı için onun sorumluluğunda olan yeğeninin yanına gitmesi gerektiği' konulu bol yalan içeren bahaneler dökmüş, onu aldattığı adamı terk etmiş ve doğruca İspanya'ya geçmişti. Şimdi de, orada edindiği yeni 'arkadaşından' aldığı alternatif tavsiyelerle bol aktarmalı bir tren yolculuğu yapma planlarındaydı. Önce Fransa'ya geçecek, orada birkaç gün geçirip sonra yine trenle İngiltere'ye gidecekti. Derdini anlayabilecek kadar İngilizce bilen bir gişe görevlisi ararken yanından geçen adamın sesiyle ona doğru döndü. "Saçmalama, Gabriel. Trenle geliyorum. Aktarmayla." Başını çevirip ağır İngiliz aksanlı adamı bulmaya çalıştı, ona yardım edebilirdi belki. "Tamamen zevk için. Hızlı tren diye bir şey var, yaşasın teknolo- Ne? Uçakla daha kısa sürdüğünü ben de biliyorum. Uzatma. Çocukmuşum gibi davranma boşuna, yemedim." Sesin sahibini görmemişti ama onun gibi birinin daha olduğunu bilmek güzeldi. Kuyruğunu yakalamaya çalışan hayvanlar gibi dönüp duruyordu kimin konuştuğunu bulmak için. "Siktir Gabe. Birkaç güne oradayım işte." Bam! Ve işte oradaydı! Mükemmel değildi ama Neph'e tamamen tanışması gerektiğini düşündürmüştü. Filmlerde görebileceğiniz tipler gibiydi. Rahat, zengin ama 'dünyayı hiçbir yerime takmıyorum bebeğim, bu gece boş musun' ağzıyla konuşan yavşak tipler gibi. Burnunu gıdıklayan saçları gözünün önünden itti ve beğendiği birine yaklaşırken istemsizce yüzünde beliren gülümsemeyle adama yaklaştı. "Hey." Omzuna dokunduğu adamın ona dönmesini ve gördüğü şeyi beğendiğini belirten bir ifadeyle onu incelemesini gülerek izledi. "Merhaba?" Tamamen rastlantısal olarak onu bulmuş gibi davranmak zor değildi. "Bilet almaya çalışıyorum ve henüz derdimi anlayan birini bulamadım. Yardım edebilir misin, tatlım?" Laf arasına sürekli serptiği samimiyet belirten sözcüklerin adamı oldukça eğlendirdiğini anlamak zor değildi. "Elbette, tatlım." dedi adam basit bir vurguyla. "Graham." "Nephelmina." dedi elini uzatarak. "Eh, biletleri alsak iyi olur, değil mi?" Onaylayan ve önden gitmesi için yol gösteren adama gülümsedi ve bir gişeye yaklaştılar. "Nereye gidiyordun?" diye sorunca sakince elini salladı. "O kadar da yardımsever olmana gerek yok. Önce kendi işini hallet. Beklerim." Kalkan bir kaş ve kıvrılan dudaklar ondan çevrilip kendi bileti için gişedeki kıvırcık saçlı kıza dönünce kendi kendine sırıttı.
Clementine - İngiltere

Telefonu çalıp durunca izin isteyerek salondan çıktı. Arkadaşlarıyla birlikte birkaç güne teslim etmeleri gereken bir çalışma hazırlamaya uğraşırken, bütün planların tam ortasında çalmaya başlayan telefonun kimden geldiğini bilmiyordu ama geçerli bir bahanesi olsa iyi olurdu. "Alo?" "Clem!" Nephelmina'nın sesi oldukça canlı geliyordu. "Selam Neph. Naber? Bir şey mi oldu?" "Beni şehir merkezinden alır mısın? Köprünün oradan da alabilirsin, bana oldukça yakın. Kendim de gelirdim ancak nerede otur-" "N-ne? Neph? İki hafta demiştin ve- ve? Ne zaman geldin sen? Hani biletini alınca haber verecektin?" Teyzesini azarladığını fark edince sesini alçaltarak sustu. "Tatlım, gerçekten meşguldüm ve aklımdan tamamen çıktı haber vermem gerektiği. İngiltere'ye gelince fark ettim ama geçerli bahanem var elbette." "Senin bahanelerini biliyorum ben." Karşı taraftan gülüşle süslenmiş bir özür duyulunca uzatmaya gerek görmedi. "Görüşünce konuşuruz. Neredesin?"
Neph'i almaya Mayfair tarafına giderken bir yandan da Alex'e özetleyici bir mesaj atıyordu. Neph'in erken geldiğini, onu almaya gittiğini bildiren bir mesaj. Neph'in telefonuyla birlikte hızla bahaneler uydurmuş, Adam'a teyzesinin geldiğini fısıldamış, hızla okuldan ayrılmıştı. Neden erken geldiğini, neden geldiği gibi haber vermediğini ya da geleceğini söylemediğini bilmiyordu ama bunu kesinlikle sorgulayacaktı. Küçük olan kendisiydi, niye teyzesinin peşinde dolaşması gerekiyordu ki.
"Clem!" diye bağırıp zıplayan kadını görünce yönünü değiştirdi. Sevgi dolu bir kucaklaşma anı yaşattı Neph, yalan değildi özlemişti onu. En son ne zaman gördüğünü kestiremiyordu. Ve bugün de belli olduğu gibi Neph'in zaman kavramı pek yoktu. "Özlemişim!" diye cikledi Neph sevgiyle. Clem'in, annesinin, ve anne tarafındaki pek çok insanın sahip olduğu hatlara sahipti. "Neden geleceğini haber vermedin Neph?" Kadın gülerek geçiştirdi soruyu. "Aslında söylediğim tarihte gelecektim ama oldukça ilgi çekici bir adamla tanıştım. O da İngiltere'ye geliyordu, üstelik aynı saçma aktarmayı yaparak. Eh, fırsatlar değerlendirilmediğinde uçup gidebiliyor." Ciddi olmak istese de teyzesinin cıvıltılı haline güldü. "Ne zaman geldin?" "Dün gece. Ve şimdi buradayım." "Kısa bir ilişki olmuş." "Aslında pek değil, birkaç gündür beraberiz. İspanya'dan Fransa'ya, oradan buraya falan falan falan. Gelmişken oyalanmayayım dedim. Nasılsa adresi var bende." Gülerek dalga geçmeye hazırlanıyordu ki ona doğru koşan adamı gördü. "Alex?" dedi kendi kendine sorarcasına. "Anlamadım canım, ne dedin?" Nefes nefese bir Alex birkaç adım gerilerinde durmuş, sakinleşmeye çalışıyordu. Clem'i kahkaha atmamak için dudağını ısırmak zorunda bırakan bir görüntüydü. Haber verdiği andan itibaren Neph'i karşılamak için koşmuş olmalıydı Alex. Yoksa yetişmesi pek mümkün değildi. Clem onun nereden ne yalanlarla geldiğini merak etti, bir ara bununla dalga geçecekti. Alex'in koşarak geldiği yolun izlerinden kurtulmasını, eliyle saçını düzeltmesini ve derin bir nefes alıp onlara doğru yürümesini oldukça eğlenerek izledi. "Neph!" Kadın kimin ona seslendiğini görmek için arkasını dönünce Alex'e düşüncelerini belli eden ve bir sürü alaylı cümle içeren bir ifadeyle güldü ancak Alex'in bunu görecek fırsatı olmamıştı. Neph'e kilitlenmiş, yörüngeye giren bir uydu gibi ona bakıp duruyordu. Neph onu görüp gülerek sarılınca Clem onun nefesinin kesildiğine yemin edebilirdi. Alex'in yüz ifadesi aklında bin farklı şeyin döndüğünü gösteriyordu çünkü.
Nephelmina - İngiltere

"Yorgun musun?" diye sordu kapıyı açarken kız. Kapıyı açmalarıyla birlikte iki kedi pıtır pıtır geldiler önlerine, güldü. "Saçmalama, yaşlı olan sizsiniz." Kedileri sevmek için eğilirken Alex elinde bavullarla içeri giriyordu. Bir süre öylece odanın ortasında durup sonra boş bir ifadeyle mutfağa gittiğini fark edince güldü Nephelmina. "Eee? Yatıyor musunuz?" Yeğeninin yüzünde hiç beklemediği bir şaşkınlık ifadesi vardı. "Adam'ı mı diyorsun? Alex mi söyledi? Ne zaman?" Bir an algılayamadı. Eğildiği yerden kalkıp peşinden gelen kedilerle birlikte kendini koltuğa bıraktı. "Adam da kim?" Kızın yüzündeki ifade yeteri kadar açıklayıcıydı oysa. "Şaka yapıyorsun." Kafası karışmış bir Clem yanına oturunca aptal olup olmadığını sorgularcasına baktı uzun uzun. "Sen kimden bahsediyorsun ki Neph?" Açıkça görülebilen bir şeyin sorulmasından rahatsız olmuş gibi elini mutfağa doğru salladı. "Alex'ten elbette. Elinin altında var olanla yetinmeyip başkasını mı buldun?" Clem'in kediyi kucağına alırken birden tıkanması ve dengesini sağlayamayarak kediyi tutamayışı gülmesine neden olmuştu ama yeğeni pek de gülecek gibi durmuyordu. "Alex benim elimin altında olan bir şey değil Neph." Kime anlatıyorsun dercesine elini salladı susturmak için. "Ben bilmem. Alex'le ben kalıyor olsaydım şu an gayet düzenli bir seks hayatım olurdu." Yanıt olarak sinirli bir 'meh' alınca bakışlarını tekrar Clem'e çevirdi. "Ne?" "Sanki yokmuş gibi konuşmuyor musun bir de." "Saldırmana gerek yok, bir şey yok diyorsan yoktur. Ben düşündüğümü söyledim. Yoksa her zaman doğru şeyi yapmıyorum, biliyorsun. Öyle olsa bu kadar çok koca değiştirmezdim. Ama fırsatlardan bahsettiğimi de unutma. Onları kaçırmamak için günlerce önceden geldim. Bazıları çabuk kaçıyor ve sonra pişman oluyorsun." Clem dik dik bakınca sustuğunu belirten bir işaretle ağzını kapattı. Sonra kendi kendine aptallar diye mırıldandı. Clem mutfağa doğru, Alex'in duyup duymadığını sanki görebilecekmişcesine baktığı için son dediğini duymamıştı. "Evi çok beğendim." dedi ciddi biçimde. Manzarasını, yerini, eşyalarına kadar her şeyini sevdiği bir yerdi. "Gel" Bir şey olmamış gibi yerinden kalkmıştı Clem, ilişkileri hep böyleydi zaten, bir şeyi umursama süreleri çok geniş kapsamlı olmuyordu. "Odanı göstereyim." Bir eliyle Alex'in odanın ortasına bıraktığı bavulu kaldırmaya çalışıyordu, gidip yardım etti. "Bana yer olduğuna eminsiniz değil mi?" "Ne zaman bu kadar düşünceli oldun sen?" Gülerek omuz silkti. "İçimdeki iyiliği göremiyorsun canımın içi." Hı hılayan kız geniş tavanlı bir odaya açılan kapıyı itti. "Vay. Fazla misafirperversiniz ya da birinizin odasını paylaşıyorum." Kız bavulu ayağıyla kapının yanından iterken gülüyordu. "İkisi de denebilir." Anlamamıştı. Gidip geniş yatağa kendini attı ve sorarcasına bakışlarını Clem'e çevirdi. "Nadiren misafir kabul ediyoruz. Yani yatıya. Öyle durumlarda gelen benim arkadaşımsa Alex kalıyor burada." "Normalde?" dedi sorarcasına, yatağı sevmişti, yattığı yerde zıplamaya çalışıyor ve başarısız oluyordu. "Birlikte uyuyoruz." Bunu söylemesiyle birlikte yüzünde alaylı bir az önce ben ne demiştim ifadesi belirmesi ve Clem'in yüz ifadesinin kötü öğretmen ifadesine dönüşmesi birbirini takip etti. Masum olduğunu göstermek istercesine ellerini kaldırdı teslim olmuş gibi. "Bir şey demedim. Alex'i bekletmeyelim hadi."
Clementine - İngiltere

Nephelmina gelişiyle fırtına gibiydi. Eve girdikleri anda fazladan nefes almaya ihtiyaç duyduğunu düşündüğü Alex mutfağa kaçmıştı. Ya kendine gelebilmek için su içip duruyordu, ya çikolatalı dondurmaya gömülmüştü ya da kendince Neph'e mükemmel erkek gibi görünebilmenin planlarını yaptığı için kaçmıştı, bilmiyordu. Alex'in yokluğunda Neph'in gevezelik etmesi pek hoş olmasa da Alex varken böyle konuşmasına tercih edebileceği bir durumdu. Alex'le yatmıyordu. Alex'le yatmayacaktı. Alex'le- her neyse.
Teyzesine kalacağı odayı gösterip yeni imalara maruz kalınca salona geri döndüler. İçeri girdiklerinde Alex Votka'nın seviyesine eğilmiş kedinin yüzüne doğru heyecanla bir şeyler fısıldıyordu. Haline gülmemek çok zordu ama Alex onları gördüğü gibi heyecanla ayağa kalkmış, bunu yaparken de omzunu sehpanın köşesine çarpmıştı. Yine de ortamda Neph vardı, Alex orada kolu kopsa belli etmeyecekti, bu yüzden yüz ifadesi pek değişmemişti.
Eve girişlerinden birkaç on dakika sonra koltuklara gömülmüş kahve içiyor ve Neph'in anlattığı alakasız ama eğlenceli şeylere gülüyorlardı. Alex hala şoku atlatamamış, hala Neph'le aynı evde olduğuna ve birkaç gün daha bu rüyasının süreceğine inanamıyor gibi görünüyor ve bunu çaktırmamaya çalışarak muhteşem bir çaba örneği sergiliyordu. "Eee Neph? Bu ani gelişini neye borçluyuz?" dedi Clem birden, tak diye, Alex'e bakarak göz ucuyla. Ve anında Alex'ten öksürükler yükseldi. Giderse senden bilirim anlamı çıkarabildiği tehditkar bakışları vardı. Teyzesi ise hiç aldırmamış, kızın bu soruyu sormasını zaten bekliyor gibi duruyordu. "Arjantin güzel, ama daha iyi yerler de görmüştüm. Sizi özledim, bu da bir neden, ama aslında bir iki ay sonra gelmeyi düşünüyordum. Sonra madem buradan kaçıyorum neden yanlarına gitmeyeyim dedim. Bir de sevgilimin küçük pembe hayalleri sinir bozucu olmaya başlamıştı üstelik soyadı da bana hiç yakışmıyordu. Gerçekten insanlar soyadı seçerken çocuklarının geleceğini hiç düşünmüyorlar." Alex'in yüzündeki ifadenin şekilden şekile girişiyle ve Neph'in sözleriyle eğlenirken boğulan Clem olmuştu. Öksürükler arasında konuştu. "Birkaç detayı kaçırmadın mı sence de? Soyadı seçimiyle ilgili mesela?" Umursamadığını belli eden bir omuz silkmeyle yanıtlandı. Nephelmina, dört kere evlenmiş, ikinci kocası bir kazada öldükten sonra Nephelmina de Croix adında kalmayı tercih etmiş, sonraki evliliklerinde de soyadını değiştirmemekle ilgili bir takım kağıt işleriyle uğraşmıştı. Normalde bürokrasiden hoşlanan bir kadın olduğu söylenemezdi ama de Croix soyadını seviyordu. Ona pasta adını çağrıştırdığını söylüyor ve kendini pasta gibi hissetmek istemesinde sakınca görmüyordu. Her istediğini yapan bir kadına neden soyadını değiştirmiyorsun diye sormak da saçma olurdu zaten. Daha iyi bir soyadı bulana kadar bu soyadında kalacağı açıktı. Çünkü Clem Nephelmina'nın ilk kocasının soyadını bile hatırlayamayacağı kadar eski bir tarihten beri aynı soyadını kullanıyordu. Rekor. "İnsanlar yine de düşünmeliler. İspanyollar özellikle tuhaf. Soyadlarının çirkinliğinin yanında adres tarifi gibi adlara sahipler. Düzgün vücutları olmasa..." Alex'in yüzü gittikçe renk değiştiriyordu ve dilini yutmuş gibi görünüyordu. Parmakları kahve kupasının etrafına dolanmış, bir yudumdan fazla içilmeyen fincanın etrafında uyuşmuş gibi duruyordu. Söylenenlere göre yüz ifadesi değişmeseydi herhangi birini canlı olduğuna inandıramayabilirdi, öyle hareketsiz ve sabit duruyordu. Clem konuyu değiştirmek ve arkadaşına nefes alabilecek alan tanımak için alakasız bir soruya geçti, yoksa Alex Neph'in cinsel hayatıyla ilgili ufak tefek detaylardan yeni bir dünya kurup içinde boğulacaktı. "İspanyolcan bize şov yapmana yetecek kadar iyi mi peki? Böyle canlı bir hayatın olduğuna göre." Kadının boğazından mırıltıya benzer bir ses çıktı. "Pek sayılmaz. Ama 'Burada kar bok gibi yağıyor.' diyebilirim eğer istersen." Gülerek gerek olmadığını söyledi. "Dil öğrenmekle ilgili sorunların var Neph." Teyzesi sakince bacaklarını altına toplayıp daha rahat bir pozisyona geçti, sırtını koltuğun kenarına yaslayarak oturduğu yere yayıldı ve sakince, günlük hava durumundan bahseder gibi konuştu. "Dilini bilmediğim bir erkeği baştan çıkarmaya yetecek kadar o dili bilsem yeter. Kalan dil bilgilerim tamamen zevk için kurmayı öğrendiğim cümlelerden oluşuyor." Alex'in duymak istediğini duyan kulakları beynine yeni bir sinyal göndermiş, bardağı tutan parmaklar hafifçe hareket etmiş, yeniden onları dinlemeye başladığını belli eden bir ifadeyi Clem göz ucuyla görmüşken bütün 'Alex'e sakinleşmesi için zaman tanımak' planı suya düşmüştü. Boşverdi. Eğleniyordu. Alex kendi halini kendi düşünsündü. "Bunun için dilini bilmeye ihtiyacın olduğuna inanmamı mı bekliyorsun?" Neph'in muzip bir ifadeyle kıvrılan dudaklarından bir onaylama mırıltısı döküldü. "Ben de bundan bahsediyorum zaten." Bir yudum kahve içtikten sonra devam etti sakince. "Ama yine de, biraz daha memnuniyet adına, pek çok dilde 'Tanrım' diyebildiğimi söyleyebilirim." Clem kahkahalarla gülüyor, ama gülüşü sadece Neph'in cümlelerinden değil Alex'in yüz ifadesinden de kaynaklanıyordu. Onun kafasının içinde neler döndüğünü bilmek istemediğinden kesinlikle emindi. Ama bildiği tek şey Alex'in yüzünün kendini tutmaya çalışırken kalp spazmı geçiriyor gibi bir hal almış olduğuydu. "Tanrıyı anmak için uygunsuz zamanlar değil mi Neph?" Gayet rahat omuz silkti kadın. Alex'e olanları görmüyor, anlamıyor ya da umursamıyordu. Normal hiçbir teyze yeğeninin arkadaşı, üstelik karşı cinsten bir arkadaşı varken böyle rahat olamazdı. Ama Neph şu an Alex'in yüz ifadesini kahvenin sıcaklığına bağlayabilecek kadar rahat bir kadındı. Alex orada Neph'in sözleri yüzünden krize girip kendini odaya kilitlese bir iki saniye boş boş bakar sonra da gülüp konuşmasına kaldığı yerden devam ederdi. "Belki," diye onayladı Clem'i. Clem artık iyiden iyiye Alex'i izliyor ve arkadaşının zaafıyla dalga geçmemesi gerektiğini kendine hatırlatmaya çalışıyordu. Gülmemek için dişlediği dudağı kanamaya başlasa şaşırmayacaktı. "ama onun tarafından izlendiklerini düşündüklerinde daha iyi iş çıkarıyorlar."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Midnight Call Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Call   Midnight Call Icon_minitimePtsi Nis. 30, 2012 2:13 pm

Resim kağıdı tapınaktır. Resim kağıdı işlenmemiş bir topraktır. Resim kağıdı keşfedilmeyi bekleyen topraklardır... Ve bunun gibi şeyler. Saçmalamaya başlamışlardı artık. Alex kadının övüp bitiremediği resim kağıdına baktı. Boştu. Ojeli tırnaklar arasında boş bir sayfadan ibaretti. Diğerleri arasında kendisi gibi düşünen var mı amacıyla etrafına bakarken şovalesinin üzerinden uzanıp gözlerini çevirdi. Hayır. Herkes ağzından sular akarak kadını izlemekteydi. Elinde çevirip durduğu 2B kalemi şovalesinin önündeki girintiye yerleştirdi sıkıntıyla. Bunu profesörleri konuşmaya başladığından itibaren sekizinci yapışıydı. Temel Sanat dersi her anlamda çok sıkıcıydı ve kadının konuşmasının mı yoksa çizmeye başlama evreleri mi daha sıkıcı bilemiyordu. Tekrar dediklerini dinlemek üzere kemik çerçeveli gözlüğü ve iri iki ön dişi olan sarışın kadını dinlemeye devam etti. Hala kağıdın neler olduğundan bahsediyordu. Alt tarafı kağıttı. Ne mabet, ne toprak. Bir grup ağaç cesedinin sıkıştırılması sonucu oluşmuştu. Kadını dinlemek yerine incelemeye karar verdi. Dişlerini göz ardı ederseniz ve gözlüklerini çıkarırsanız, şu sıralar moda olmasına karşın kadının küçük yüzünde hoş durmamıştı, güzel bir kadındı. Sonunda boyalı dudaklar konuşmayı bırakıp kapandı ve ince parmaklı eller kalabalığı işaret edip başlamaları gerektiğini belirten bir hareket yaptı. Çekildiğinde masa üzerinde duran şeyi görmek için Alex bacağının üzerine oturmuştu, onca haftanın sonunda ilginç bir şey çizmeyi bekliyordu. Orada bir şey vardı, bir... Meyve tabağı. "Argh!" Alex kafasını şovaleye vurdu sıkıntıyla. Meyve tabağı! Lanet olasıca bir meyve tabağı vardı karşısında. Neden meyve tabağı olmak zorundaydı ki? Meyve tabağı çizmekten nefret ediyordu. Sokakta sahte isimle yaptığı çizimler bile daha ilginçti. Okumaktansa bir kaldırımda oturup insanları çizse kendini çok daha fazla geliştirebileceğine emindi. Meyve tabağıymış. Her yeri dağıtıp gitmek istiyordu. Kalemi eline alıp boş kağıda baktı. Elindeki kalem kağıda gitmemek için yalvarıyordu adeta. Sıfır motivasyonla geçen on dakikanın ardından kağıdın ucuna kafasına Votka sıçramış şaşı Evie çizmenin ötesine gidemediğini fark ettiğinde son çare profesörün söylediği yolla kendini motive etmeye çalıştı. Kağıt tapınaktır. Kağıt işlenmemiş topraktır. Kağıt-- işe yaramıyordu. Derin bir nefes alıp elindeki kalemi tereddütle kağıdın ortasına dayadı. Kağıt, şeydir-- neydi? Kağıt kadındır. Kağıt hatta keşfedilmemiş bir kadındır. Kağıt Vişne'dir. Kağıt Votka'dır. Kağıt Claudia'dır. Kağıt Clem'dir. Kağıt Neph'tir. Kağıt bütün güzel kadınlardır...Ve kediler. Tavşan da olabilir, şu sıralar tavşan istiyordu. Tavşan alsa adını ne koyardı acaba. Neil bir tavşan için çok-- Hala işe yaramıyordu! Kağıdı, kendisine bakıp gülüyormuşçasına hiddetlendiği kağıdı, elleri arasına alıp buruşturmaya başladı. Kağıt bütün zamanını azıcık para için yiyen market müdürüydü. Kağıt kendisine bilmediği dilde küfürler eden Pizza Hut müdürüydü. Kağıt ne durumda olduğunu merak dahi etmeyen babasıydı. Kağıt Florentine'di, Adam'dı! Özellikle de onlardı. Kendini bildiğinden beri sevdiği kızı birkaç yılda elde eden adam, sempatisiyle çocukluktan beri herkesin, şimdilerde de Clem'in, gönlünü fetheden sümüklü çocuktu. Aniden kağıt nefret ettiği her şey olmuştu. Kısacası bu da pek işe yarıyor sayılmazdı. "Mickey Mickey, şunu izle." dediğini duydu birinin. Alex o sırada şovalesini çılgın bir konser sırasında gitarını kırmaya niyetlenen gitarist gibi tuttuğunu fark ediverdi. Tahtayı tutan parmak boğumları buz kesmişti. Fırtına öncesi sessizlik anında gözlerin onda olduğunu görüp dondu, bir şey yapması gerektiğini hissediyordu ama tek yapabildiği soluklanmaktı. Başka ne yapabilirdi ki? Elbette sınıfta büyüyememiş iki yeni yetme tipli çocuk bütün öğrencilerin aksine Alex ile ilgili fısıldaşmaktaydı. Kimse ilgilenmeseydi belki bütün bu öfke nöbetini geçirebilirdi ama o an tek istediği bir deliğe saklanmak olmuştu. Alex hiçbir şey olmamış gibi şovaleyi yerine bırakıp kendi deli saçması düşünceleri yüzünden çıldırıverdiğini nasıl açıklayabileceğini düşünürken profesörle göz göze geldiler. Kadının gözleri, yüksek numaralı camlar arkasındaki genişçe açıldığından normalden çok daha büyük gözüküyordu. Alex gevşekçe gülümseyip basitçe omuz silkti. "Kağıdı sevmedim."

Ders çıkışında lise yıllarından beri kullanmayı sevdiği tek omuzluk çantasına kalemleri süpürürken fısıldaşmaların arasında kendi ismini duymuştu. Amerika'da olsa deli görünüşü ile ne kadar seksi göründüğü ile ilgili bir grup ıvır zıvır duyardı ama kızların ona korkuyla, daha da kötüsü, acıma duygusuyla baktığını kaçırmamıştı. Deli olduğunu düşünüyorlardı. Birine saati sormaya gitse o kişinin saati koluna bile bakmadan söyleyecek olmasının sebebi onu biraz daha süzebilmek değil bir an önce gitmesini sağlamak olduğunu bilecek denli de gelmişti okula. Eskiden olsa bunu umursardı çünkü bu olay av alanının kısıtlanması anlamına geliyordu. Dedikodu çabuk yayılır, Amerika'da psikolojik rahatsızlıkları olan bir deli olduğu düşünülseydi en çirkin kızla bile bir şansı olmazdı. Buradaysa sadece umursamıyordu. Umursaması gereken başka şeyler vardı, mesela ev kirası. Gıda masrafları. İçki masrafları. Çikolatalı dondurma, motorun benzini, sağlık, sigorta, su, elektrik, kedi maması, temizlik malzemeleri... Bunları düşünmek zorunda kalmadığı zamanlar istediği her küçük ayrıntıyı umursayabilirdi. O zaman mavi gözlü kızın titrek gözbebeklerindeki endişeyi de umursardı yanından yürüyüp geçerken.

Günlerden Salıydı, bu da tek boş akşamı anlamına geliyordu. Alex'in okuldan erken tüydüğü tek gündü, diğer günler marketteki çamaşır suyu ya da pizzacıdaki insanın boğazına kadar inen baharat kokusunu hatırlayıp oturduğu yere gömülürdü. Gereğinden fazla erken çıkmıştı ve en ufak bir vicdan azabı bile hissetmiyordu. Evine doğru giden yola girdiği anda omuzlarındaki yükü gidereceğini biliyordu çünkü. Dolaptaki yeşil şişelerden birini açacak, çoğu insanın ucuz bulduğu sigarasını yakıp içerken şişenin üzerindeki logoyu sökmek gibi basit ama kafa dağıtıcı şeylerle uğraşacaktı. Belki evde yeterli malzeme varsa soslu makarna yapardı. Soslu makarna fikri güzel geliyordu. Evet, makarna yapabilirdi. Pizza yapmayacaktı, orası kesin. Mesajın geldiğini belirten Rider's of the Storm parçasının girişini duyduğunda aceleyle açık mavi gömleğinin cebine attığı telefonu çekti iki parmağıyla. Zarf simgesinin yanında Clem yazıyordu. Yürümeyi bırakıp duvar kenarında durdu ve Neph'in geldiğini belirten mesajı okudu. Durduğu iyi olmuştu, en azından kaldırıma, aksi taktirde yolun ortasında ağaç gibi durup gelen arabalara far görmüş bir tavşan gibi bakabilirdi. Ayakları hareket etmeye başladığında Mayfair'e kadar durmayacaktı.

Neph'in geldiği günün gecesi Alex'in düşünebildiği tek şey Neph olmuştu. Gün boyu süren konuşmaların yarısında nefes almayı unuttuğu ya da elindeki kahve fincanının ağırlığını göz ardı ettiği için türlü sakatlıklara sebep olmuş, bunları toparlamaya çalışırken kendini çok daha saçma ve açıklayamadığı duruma düşürmüştü. Bir de gün boyu Neph ile göz teması kurmaya çalışmak vardı, ne zaman kadının gözlerine baksa tıkanıp kekelemeye başlıyordu ve kabul etmek gerekirse Neph'in göğüsleri de gözleri kadar ilgi çekiciydi lakin o da kalbinin durması gibi küçük sonuçlar doğuruyordu. Alex bütün günü kendi hayal dünyasında geçirmiş, konuşmalara başından giden aklının yeterli olabileceği denli katılmaya çalışmıştı. Sonunda havanın karardığı vakitlerde telefonuna adlarını hatırlayamadığı zaten hatırlamasının mucize olacağı insanlardan mesajlar almaya başlıyordu. Bazı geceler boşsa ve canı sıkılıyorsa bu insanları tanıyormuş gibi yapıp peşlerinden barlara giderdi. İngiltere'yi henüz en iyi parti nerededir derecesinde tanımadığından iyi bir yoldu bu. Arka odada kucağında X-Men'in sayılarından birini okurken gelen mesajlara ilgisizce göz attı. Konuşma ortasında Neph'in söylediği altında cinsel içerikli bir mesaj yatan cümleyle Alex beyin damarlarından birini çatlattığından emin bir şekilde ciğerlerini ihtiyacı olan oksijenle doldurup gerisingeri düşerken koltuğun üzerinde duran battaniyeye tutunmaya çalışmış, bu esnada patilerini altına kıvırmış battaniye üzerinde yatan Vişne'nin de rahatını bozmuştu, başarısızlığını yeri öperek taçlandırmıştı. Kalkarken kolu etraftaki ıvır zıvırları devirmeye devam ettiğinden utancın göbeğinde kendini toparlama zahmetine bile girişmeden sakinlemek adına odasına koşmuş ve ikiliyi yalnız bırakmıştı. O zamandan beri odadaydı. Sakinleşmek konusunda işe yaradığını söyleyebilirdi, her anlamda yani. Sayfayı çevirmek için davrandığında telefon yine öttü. Riders of the Storm parçasında nefret edeceğini söyleseler inanmazdı. Mesajı sırf meraktan inceleyip telefonu uzaktaki yastıklardan birine attı. Kafasını toplayamıyordu. Neph'in içeride olduğunu bilmek... Kadının sadece gülümsemesi bile Alex'in hayal dünyasına kapı açabiliyordu. Evet Cleo konusunda saplantılıydı ama Cleo ile yattığını düşündüğü hayallerin sayısı Neph'inkilerin yanında devede tırnak kalırdı. Neph ayaklı cazibeydi, ulaşılmazlığı, tarzı, konuşması, mimikleri, kısacası her şeyiyle Alex'in ergenlik dönemlerinin başlangıcına geri gitmesine sebep oluyordu. Neph'in yerinde olmayı isteyebilecek ama dolduramayacak onlarca yarım akıllı kadın tanıyordu, bir kısmı Neph'ten yaşlıydı bile. Dergiyi yanına atıp ellerini ensesinde kenetleyip başını yastığa koydu. Beyaz tişörtü gömleğin düğmelerini kapama alışkanlığı olmadığından kurşun kalem izleriyle lekelenmişti. Gözlerini kapatırken uyumama vaadiyle kendini sanki gün içinde hiç yapmamış gibi Neph'in oynadığı ucuz senaryolarına daldı.

--

Belki de senin gibi birini bulmalıyım.
Onun tarafından izlendiklerini düşündüklerinde daha iyi iş çıkarıyorlar.
Belki de senin gibi birini bulmalıyım.
Bulmalı
Bulmalı
Bulmalı...

"Clem." Alex rüyasının en tatlı yerinde bedenine temas eden kolların sahibinin adını söylüyordu. Normalde gecenin bu saatinde ismini söyleyişi çölde susuz kalmış bir bedevinin su feryadına benzerdi ama yerinde bir endişeyle gerilmiş olan Alex'in tek amacı o an o kollardan kurtulmaktı. Clem'in kollarını çözüp yatağın diğer ucuna doğru iterken üzerlerindeki yorganı sarılarak katlayıp Clem'in yanına geri kıvrılmasını engellemeye çalıştı. Bir yandan matematik işlemleri yapıp mide kaldıran kaza görüntüleri geçiriyordu aklından. Clem'in ışıksız, uykulu gözlerinde soru işareti vardı. Mantıklıydı, Alex bile garip davrandığını biliyordu. Ve bir an önce açıklama yapmak zorundaydı çünkü hiçbir zaman böyle bir durumda Clem'in kolları bedenine dolanmamıştı. Şimdi sırtını dönse sonra mantıklı bir açıklama bulması gerekecekti. Gerçi biraz zaman kazandırabilirdi bu ama Clem'in gözlerinden kaçamıyordu. "Alex? Ne oldu?" dedi Clem, sesinden eklemediği halde bir gene havası seziliyordu. Alex utangaçça gülümserken dudağını dişledi ve ne demesi gerektiğini düşündü. 'Rüya gördüm. Teyzen vardı ve o, nasıl desem, beni etkiledi. Bayaa etkiledi.' Bunu söylemeye karar verse bile söyleyemeyeceğini biliyordu. Orada aptal aptal bakmak da yeterli açıklama sayılmazdı. "Ben, şey oldu... Susadım. Kalkmam gerek. Uyu sen." Yataktan kalkarken gözlerini kapayıp birkaç saniyeliğine göz ameliyatı yapılan bir hastayı düşündü. Göze giren neşter görüntüsü hoş değildi ama 'üçüncü gözü' hala kapanmamıştı. Clem'in bakmadığı umuduyla yengeç gibi sırtı dönük vaziyette kapıya gittikten sonra vahşi düşüncelerinin şiddetini arttırıp matematik işlemlerini zorlaştırdıktan sonra dediği şeyi gerçekten yapmaya gitti. Zaten Harvard'da okurken gördüğü konuları düşünmek anında motivasyonunu düşürüveriyordu. Ayrıca, süt onu sakinleştirirdi. Faydası olacaktı. Muhtemelen.

Mutfak rahatlama alanı olmaktan çok öteydi. Mutfağın ışığını açmasa da çoğunlukla gölgede kalan bedeni tanıyordu. Ay ışığı aksi yöne yansıdığından yüzü görünmüyordu ama dönüp kendisine baktığında Alex tökezlemeden edememişti. "Ben, şey, uyku tutmadı ve... Süt." dedi kendini izah edebilmek için. Nedense (!) Neph'in yanındayken cümle kurmak atomu parçalamak kadar zor bir eylemdi. Neph yarım yamalak ilk insan açıklamasına cevaben başını yana eğip elindeki bardağı kaldırmış "Ben, şey, uyku tutmadı, ve... votka." Votkanın tadını damağında hissedince yüzünü buruşturan Alex, bunun Neph ile düzgün insan ilişkisi kurabilmek için bir yol olup olmadığını düşünüyordu. Buzdolabının kapağını açtığında küçük sarı ışık bedenini yaladı. Süt, geceleri sakinlemesine yarayan soğuk, doygun içecek, tam karşısında, peynirin yanında duruyordu. Cam şişenin kırmızı, kauçuk kapağını açıp sütü içerken ritüelinin bir parçası olmayan Neph'in düşüncesi yeniden aklının bir köşesinde parlayınca gözleri karanlıkta kalan kadına çevirdi. Neph bakıyordu. Gözleri görünmese de baktığını hissedebiliyordu, bu bile endişeden avuçlarının ürpermesine sebep olabiliyordu. Kalbi tırmalanırken durdu, şişeyi dudaklarından çekmemişti ama içmeye devam edemiyordu. Sakarlık halleri geri dönmüştü, paranoya halleri de onunla beraber geliyordu. Süt içiyordu, Neph'in önünde. Neph'in tercih edeceği erkekler gece süt içmezdi. Fakat süt istiyordu. Ve zaten içmeye başlamamış mıydı? O zaman durmasına gerek olmamalıydı. Orada iki fikrin kafası içinde atışması sırasında şişe elinde aptal aptal Neph'e bakmakta olduğunu anladığı an şişeyi dudaklarından çekti, sütün bir kısmı ayak parmaklarının az ilerisine damladı. Alex kendini hep toparlaması gereken durumlar içinde buluyordu ve her defasında yaptığı gibi içten salaklığına lanet edip sakin, hatta havalı bir şekilde dikilmek adına elini tezgaha yasladı. Aklına dirseğini dayamanın daha havalı olabileceği düşüncesi geldiğinden, duruşunu değiştirmeye çalışmış ama ardından bunun iyi bir fikir olmadığını anlayıp eski pozisyonuna geri dönmüştü. Her hareketi ve her mimiğiyle utanç tarafından işkence edildiği görülebiliyordu. "Normalde süt içmem, viski içerim. Jack. Daniels. Ayrı ayrı değil ama Jack Daniels." Alçak sesle reklam sloganı atarcasına viski markasının adını tekrar etti. Dudaklarının üzerindeki ıslaklık algılarını üzerinde topladığında elini burnuyla dudakları arasına sürttü. Süt. Sütten bir bıyığı vardı. Aynı çocuk gibi. Neph'in kendisine topu balkonuna kaçmış komşu teyzeler gibi davranmasına şaşırmamalı. Gözleri ışığın yarattığı sandalye gölgesinden duvardaki çatlağa kaydı. Arada göz ucuyla Neph'e bakabilme şansı yakalamıştı; kadın yüzüne vuran cılız ışıkta seçilebildiği kadarıyla gülüp kaşını kaldırmıştı. Ayaklarının dibinden sürtünerek bir tüy yumağı geçmişti. Karanlığa bu kadar adapte olabildiğine göre Votka olmalıydı, Vişne böylesine karanlık bir ortamda gri tüylü görünürdü. Kedi fırsattan istifade yerdeki sütü yalıyordu. Teşekkür babında Alex'in baş parmağını yalayıp yerdeki sütü içmeye devam etti. Kimses konuşmuyordu. Neph de onun olduğu tarafa bakmayı kesmişti zaten. Alex gidip gitmeme konusunda yaşadığı kararsızlıkla olduğu yerde sallanıp mutfağında daha önce fark edemediği gereksiz ayrıntıları inceliyordu. Sonunda biraz daha kalabilmek umuduyla derin nefes alıp "Sen, nası-nasılsın? Napıyorsun, erm... Görmeyeli? Görmeyeli derken yani şeyden beri..." Neyden beri? Kendimi odaya kapatıp ergenlik kokan fantezilerimi çizgi roman sayfalarına gömmemden beri mi? Mağlubiyetle omuzlarını düşürüp "Sabah." dedi solurcasına. Aptaldı, aptal gibi davranıyordu. Onu bu kadar aptallaştıran çok az şey vardı, yüzde seksen arttırılmış kakaolu çikolatadan yapılan dondurmanın var olduğunu öğrendiğinden beri bu kadar salakça cümleler kurmamıştı. Gene de Neph gülüyordu, yine. Alex onun gülüşüyle bile çayırlarda yuvarlanma isteğiyle doluyordu. Ya da şey... Neyse boş verin.
Neph güldükten sonra "Pek yeni bir şey yok aslında. Uyuyamadım sadece." dedi. Alex anlayışla kafasını sallarken ağırlığını diğer bacağına geçirmiş, süt şişesinin varlığını tamamen unutmuştu. Aslında ayakta dikildiğini de unutmuştu. Dikkati başka yerdeydi. "Otur istersen?" "O-oturayım mı? Oturabilir miyim?" Her zamanki gibi aptalca bir soruydu bu ama artık düşünerek konuşmaya bile çalışmıyordu. "Bence kesinlikle yapabilirsin. gel, dene hadi." Çekinerek kendi evindeki kendi mutfağındaki kendi sandalyesine oturduktan sonra soluklanıp etrafa baktı. O kadar da zor olmamıştı. "Tamam. Bunu sevdim. Bu güzel." diye sayıkladı daha önce de aşina olduğu masanın yüzeyini okşarken. Neph'in yüzünde asılı kalan bir gülümseme vardı. Pürüzsüz, mükemmel porselen bebekler gibi oturuyordu. Alex yeniden gerildiğini hissetti, sessizlik onu göz açıp kapayıncaya kadar yanlış düşünceler beslemeye teşvik ediyordu. "Çay ister misin?" İçki bardağı sözcükler ağzından çıkar çıkmaz gözüne çarptı. Aptal, aptal! "Yani o bardaktan sonra. Çünkü bardağı görebiliyorum. Yani, evet. Aptal olduğumu düşünüyor musun?" Son cümlesi aniden, üzerinde düşünmeden ama içten bir şekilde çıkmıştı. Değişen her şeye rağmen değişmeyen huyu ile utangaçça ensesini kaşıyıp mahcubiyetle gülümsedi bu soruyu sorarken. Hareketlerini yansıtan çocuksu bir ifadesi vardı. Neph güldü, yine, ve ardından zarafetinden ödün vermeden "Hayır aptal olduğunu düşünmüyorum. Aslında daha çok gergin olduğunu düşünüyorum. Bir de çaya gerek yok. Ama sabah sorarsan hayır demem." Çay zihninin bir köşesinde işaretlenmişti ama o an paçası alev almış gibi hissettiğinden umurunda olan çay olmamıştı. Ellerini süt şişesinin etrafında yerleştirip zihninin parçalarını force ile toparlamaya çalıştı. Gergin olduğunu düşünmesi iyi değildi. Gerçi aptal olduğunu düşünmesinden daha iyiydi ama... Rahat ve havalı gözükmeye çalışıyordu. Bu istediğinin tam aksiydi. Doğru da olsa, öyleydi. "Gergin mi? Yoo, hayır, gergin değilim. Öyle mi görünüyorum? Ben gergin olmam. Hiçbir zaman. Mümkün değil, ben? Gerg--Tamam evet gerginim." Konuşurken derince aldığı nefesi iç geçirircesine verdi. Hayran olduğu ünlüyle konuşan fanlar gibiydi. Kendini rezil etmenin ötesinde. Bir bahaneye ihtiyacı vardı. Mümkünse iyi bir tane. "Ama şeyden ötürü... Clem'in akrabalarıyla hep tanışma fırsatım olmuyor. Kesinlikle ondan." Sesinin inandırıcı çıkması o kadar şaşırtıcı gelmişti ki bir an söylediklerini sesli söyleyip söylemediğine emin olamadı. "Yanılıyorsam düzelt, çünkü kesinlikle yanılıyor olabilirim, bazen bana her şeyi söylemiyorlar ama, neredeyse doğduğun günden beri Clem'in akrabalarının arasında değil miydin?" Güzel soru. Güzel nokta. Alex ımm'larken Neph önce Alex'i sonra kendini işaret etti parmağıyla "...Ve bu ne zamandan beri tanışma olarak adlandırılıyor?" Sorular tarafından sıkıştırılmış Moffat gibi 'yavru kediler' diye bağırmak istediyse de kurtuluşu etraftaymış gibi sağa sola baktı. "Errm, şey, şöyle ki... Ne? Tamam geliyorum! Votka çağırıyor. İyi geceler." Sandalyeden hızla kaltığında ayaklar dengeyi kaybedip sandalyenin geriye doğru düşmesine sebep olmuştu. Alex kaldıracak gibi olduysa da kızarmaya başlayan yüzünün karanlıkta seçilebileceği korkusuyla doğrulup kapıya yürüdü postacı adımlarıyla. Ayağı karanlıkta görülmeyen kedi masası kabına çarpıp mamanın neredeyse tamamının etrafa saçılmasına sebep olmuştu. Bu sefer durmadı, mutfak kapısını itip süpürge sapı gibi yürümeye devam etti.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Midnight Call Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Call   Midnight Call Icon_minitimeSalı Mayıs 08, 2012 8:34 pm

Çarşamba
Clementine

Uyandığında saatin kaç olduğuna dair bir fikri yoktu. Güneş vardı, gözünü alıyordu, ama saat yoktu, göremiyordu. Kalkıp bakmak yerine yattığı yerde doğruldu. Kediler yatağın ucunda kıvrılmış yatıyor, Alex yanında sakince uyuyordu. Sakince yüzüne düşen saçları çekti. Uyandırmak istemiyordu. Son günlerde garip davranıyordu ve uyuyamıyormuş gibi görünüyordu. Uyuması iyiydi, uyuyabilirdi.
Mutfağa girdiğinde Neph pencerenin kenarına tünemiş sigara içiyordu. "Günaydın." Kadın gülümseyerek başını salladı. Kahve yapmaya giderken gözüne çarpan Hulk tişörtüne güldü karşılık olarak. "Güzel tişört. Yatmadan önce de üstünde miydi? Farketmemiştim." Teyzesi ne kast ettiğini anlayınca çocuksu bir iç çekişle sigarasını içti. Kadının Hulk hayranlığını onu tanıyıp bilmeyen biri olmadığını sanmıyordu Clem. "Uyuyamayınca değiştirdim." Kahve makinesini yerine yerleştirip kırmızı düğmeyi iterken kaşını kaldırdı. "Anlamadım." "Uyumama yardımcı oluyor. Güzel rüyalar, bilirsin." Gülerek mutfak raflarından birine uzanıp kahve kupasını aldı. "Seninkileri bilebileceğimi sanmıyorum Neph. Kahve?" "Hayır," elindeki sigarayı söndürmek için eziyordu. "Alex'i bekliyorum." Eli rafta kalakalınca boğulmaya benzer bir gülüşle döndü geriye. "Bana çay yapacak, söz verdi." Omuz silken teyzesinin haline gülmeden edemedi. Kendisine birkaç beden büyük Hulk tişörtü, kafasının tepesinde toplanmış karışık saçları, pencereden salladığı bacaklarıyla olduğundan otuz belki otuz beş yaş genç göründüğünü söyleyebilirdi rahatlıkla. Çocuksu yani. "Alex'i seviyorsun." dedi gülümseyerek, kahve doldururken kendine. Bu bir yargıdan daha çok bir soru anlamı taşıyordu. Fincanını alıp Neph'in yanındaki boşluğa oturdu. "Evet." dedi Neph, içtenlikle. "Fazla eğlenceli. Ve iyi biri, gerçekten." Sonra durup düşünüyormuş gibi bir ifade takındı. O aklından geçen cümleye gülmeye başlarken içeri giren iki kedi kendileri için doldurulan kaplara yöneliyorlardı. "Aslında bütün kocalarımdan daha iyi olduğunu bile söyleyebilirim. Belki bir iki yaş daha büyük olsaydı-" Kadın sözlerini tamamlayamadan konuşmasını bölen derin bir nefes sesi duyuldu mutfakta. İkisi de dönüp mutfak kapısına baktılar. Alex yüzünde beyin sarsıntısı geçirdiğini gösteren bir ifadeyle dikiliyordu. "Alex," dedi Neph gülerek. "geldiğini fark etmedik." Alex hala şok yansıtan bakışlarıyla öylece duruyordu. Clem fincanı yanına bırakıp Alex'e doğru ilerledi. "Günaydın. Neph de seni bekliyordu." Adilik yapıyordu. Normal bir insana etkisi olmayacak ama Alex'in bildiği her sözcüğü unutmasına neden olacak bir cümleydi kurduğu. Ve yeni uyanmış bir Alex'e yapılacak şey değildi. Adil savaşmıyordu. Aslında savaşmıyordu, eğleniyordu, ama olsundu. Arkadaşı bakışları Neph'e dikili, kadının gülen yüzüne kör gibi bakıyorken zar zor sesini bulmuştu. "B-b-be-ni?" Neph'in yüzündeki eğlenen ifade oldukça sevimliydi, kafasını salladığını gördü Clem. "Çay için." Duraksayıp Alex'i inceledi. "Unuttun mu? Sabah sorarsan hayır demeyeceğimi söylemiştim?" Alex bu hareket için verilen emirmiş gibi büyük, robot adımlarıyla hızla mutfağın diğer ucuna ulaşmıştı bir anda. Çay için su doldururken bir yandan da "Unutmadım. Unutmadım. Kim unutmuş. Unutmadım yoo. Hayır unutmadım elbette." diye mırıldanıyordu kısık sesle. Clem gülerek mutfak masasının etrafındaki sandalyelerden birine oturdu. Neph'in Alex'i sevmesi onu mutlu ediyordu. Neph'in insanları kolay kolay sevmediği, daha doğrusu birilerine kolay kolay bir şey hissetmediği düşünülünce -yatmadığı insanlar için geçerli olan kuraldı bu elbette- Clem'in çevresinde Neph'in doğru düzgün sevdiği tek insan bile olabilirdi Alex. Bu Alex'i de memnun ediyor olmalıydı. Ya da delirtiyor da olabilirdi. Bilemiyordu. Alex çayı döküp kendini yakmasın diye dikkatle onu izlemeye koyuldu. Neph tekrar dışarı bakıyor, bir yandan da ıslık çalıyordu.

Nephelmina

Büyük koltuklardan birine gömülmüş, kucağında koca bir dondurma kutusu, televizyonda verilen çizgi filmi izliyordu. Clem evden çıkalı iki saat olmuştu, Alex'in ne zaman çıktığını hatırlayamıyordu. Elindeki kutuyu kapatıp dolaba götürdü ve evden çıkmak için üstünü değiştirmeye karar verdi.
Clem kahvaltı bittikten sonra okula gitmesi gerektiğini söyleyip özür dilemişti. "Evde tek başına sıkılmazsın değil mi?" "Evde kalmak zorunda değilim ki. Beni merak etme." Kız gülerek çantasına uzandı. Bir şeyler aranırken bir yandan da mırıldanıyordu. "Dikkat et, kaybolma. Alex de benden sonra çıkar, yapabilirse. Al bakalım bu sana." Anahtarları üstüne fırlatınca elini uzatıp yüzüne yaklaşmadan yakaladı. "Reflekslerim mükemmel olmasaydı..." "Bir şey olmazdı. Anahtarla ölen kimse duymadım." Neph hala şımarıklık edip güzel yüzünün çizilmesinden bahsediyordu. Ellerini kaldırıp teslim olduğunu belirtircesine kaldırdı Clem. "Tamam, sen kazandın. Ben çıkıyorum." "DUR!" Kapıya yönelmişken dönüp kendisine baktı. "Dolaptaki dondurmalardan alabiliyor muyuz? Çok fazlalar, görünce emin olamadım." Sırıtıp içerideki odayı işaret etti. "Alex'in topraklarına giriyorsun. Sana hayır demez ama yine de sor derim." Zıplayarak yerinden kalkıp Alex'in odasına yöneldi. "Alex dolaptaki do- Star Wars!" İçeri girdiği gibi pantolonunu giymeye çalışan bir Alex'le göz göze gelmiş, çocuğun Star Wars boxerı gözüne çarpınca da cümlesinin ortasında kalakalmıştı. Alex'in içeri girişiyle kaldığı gibi. "Kapıyı çalmalıydım." Bakışlarını yükseltip çocuğun yüzüne odaklanmaya çalıştı. Yeğeninin arkadaşıyla sadece iç çamaşırını beğendiği için yatan kadın olmayacaktı elbette. "Dondurma yiyebilirim değil mi?" dedi birden. Neph'in yaşına göre saçma kaçan pek çok davranışı olduğu doğruydu. Ama Darth Vader ve Hulk fantezileri onu çocuksu tavırları olan bir kadından ergenliğe yeni girmiş bir çocuğa çeviriyordu. Muhtemelen de erkek çocuğuna çünkü herhangi bir kızın ergenliğe girdiği için kendisinin kurduğu detaylı ve saplantılı hayalleri kuracağını sanmıyordu. Zayıf noktaları olduğu doğruydu. Alex hala şokta, elleri pantolonun düğmesini ilikleyecekken yarıda kalmış, kendisini daha çok memnun edeceğini bilse pantolonu çıkaracakmış gibi bakıyor, ancak hareket edemiyorken kafasını sallamıştı dondurma yiyebileceğini belli etmek için. "Teşekkürler." diyerek çıktı odadan. Arkasında Alex'in cılız bir tonla konuştuğunu duymuş ancak ne dediğini anlamak için geri dönmemişti. Dönmeyecekti. Hulk ve Vader'ı aynı anda düşündüğünde sonuçları pek hoş olmuyordu. Clem çıkmıştı, Alex'ten sonra kendisi de çıkacaktı, buna daha dondurmayı almadan karar vermişti. Ve şimdi tam olarak öyle yapıyordu.
Cumartesi
Clementine

"Neph geri mi döndü?" "Nereye?" dedi sakince, dondurmanın üstündeki yumuşayan kısmı kaşığıyla sıyırırken. "Gittiği yerlere. İçlerinden birine. Bir yere?" Gülerek ağzındakini yutup başını Alex'in omzundan kaldırarak yüzüne baktı. Konu Neph olduğunda sevimli biri haline geliyordu Alex. Konuşamayan bir çocuk haline geliyordu. "Hayır. Nereden çıktı?" "Birkaç gündür yok ya hani. Kalacak yeri de yok diye." Alex'in 'bir şeyleri ima ederek öğrenmeye çalışma' çabasını takdir etse de eğleniyordu oldukça. Çarşamba günü eve döndüklerinde Neph evde yoktu. Ama Clem onunla konuşup onun kendine bir Hulk bulana kadar idare edecek birileriyle oyalandığını öğrenmişti. "Neph'in her zaman kalacak yeri vardır. Geri döner sıkılınca." Alex mırıldanınca gülerek eski yerine kuruldu.
Pazar
Nephelmina

"Geleceğini bilsem çıkmazdım Neph. Sorun olmayacağına emin misin?" "Eminim." dedi sakince. Eve gireli bir saat anca olmuştu. Son birkaç günü dışarıda tanımadığı insanlarla geçirip eve dönerken haber vermeyince dışarı çıkmakta olan yeğenini hazırlıksız yakalamıştı, gelişinde yaptığı gibi. "Ben olmasam gitmeyecek miydin?" Kız gideceğini mırıldanınca gülerek onayladı. "Gördün mü? Hayatını bana göre değiştirmeni gerektirecek kadar misafir değilim. Hem Alex beni gezdirir, değil mi? Seninle gelmiyorsa tabi. Başka bir işin var mı Alex?" Koltuğun köşesine tünemiş, geldiğinden beri yüzünde oyuncağını bulmuş bir çocuk ifadesiyle kendisini izleyen Alex heyecanla kafasını salladı. "Yok! Gezdiririm!" Sesinin ne kadar hevesli çıktığını fark edince duraksamıştı. "Olur yani. Git sen tabii Clem. Bizi merak etme. Git şeyin şeyine- şeyin- şeye- doğum günü şeyine! Evet git yani. İyi ki doğdun- şey hayır- sen değil- yani sen de iyi ki doğdun tabi ama arkadaşına da iyi ki doğmuş- arkadaşın da iyi ki doğmuş! Evet git tabii. İyi eğlenceler. Biz-" Clem Alex'in haline gülüp onun zayıflayarak yok olan cümlesinin üzerinden konuştu. "Daha yeni geldin Neph." Omuz silkti sakince. "Alex'le gidip Alex'le döneceksem gitmek sayılmaz. Hem beni dışarı çıkarmadınız hiç. Hep kendi imkanlarımla dolaştım. Kötü ev sahibi olma." Neph'in sözünü kesti Clem, gülüyordu. "Pekala. Çok şımarmayın. Birbirinizi de kaybetmeyin. En geç üç dört saate dönerim." Kız hala kendi kendine hafifçe kafa sallayan Alex'e de sarılıp çocuklarını evde bırakan anne ifadesiyle el salladıktan sonra çıkınca Neph de Alex'e dönüp el çırptı. "Hadi biz de çıkalım."

*meeeh. Alex Clem kurguları başından beri en isteksiz yaptığım rp olmayı başardı heralde. Öyle uzatarak, öyle sıkılarak yazdım ki anlatamam. Acayip kısa oldu gerçi ama başka türlü yazmaya kalksaydım bi hafta daha beklerdin. Kontrol etmek için bile okumam bunu ben, sen bak, değiştirmem gereken yer varsa ya da Alex böyle demezdi dersen söyle değiştireyim u.u Kurtulmak için yazdım çünkü resmen. Aslında devamına da bağlayabileceğim bir şeyler geldi ama resmen uğraşmadım. Bu da böyle bitti yani u.u Yazması gerektiğini bilip hatta yazmak isteyip yazcak şeyi olmamak çok boktanmış düşman başına *kulağını çekip tahtaya vurur*
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Midnight Call
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Midnight, Winter

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Leicester Square-
Buraya geçin: