London Never Sleeps
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Hoş geldin .
Londra senin için Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri uyumuyor.
Perş. Ocak 01, 1970 tarihinden beri buralarda takılmadın.

Aramıza son katılan https://lnsrplay.yetkin-forum.com/u398, Londra'ya hoş geldin!
Sitemiz bir rol oyunu sitesi olduğundan lütfen bu amaçla, Ad Soyad şeklinde kaydolun.
Rol oyununa başlamadan önce Başlangıç Rehberi'ni mutlaka okuyun.
London Never Sleeps toplu konuşma: Chatbox.
Rol oyunu puanlaması için: Tık.

 

 Home is where your heart belongs

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Home is where your heart belongs Empty
MesajKonu: Home is where your heart belongs   Home is where your heart belongs Icon_minitimePerş. Şub. 16, 2012 8:40 pm

Home is where your heart belongs Iba9s0Ft7xbwZt


En son Alex Mclain tarafından Cuma Şub. 17, 2012 4:03 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Home is where your heart belongs Empty
MesajKonu: Geri: Home is where your heart belongs   Home is where your heart belongs Icon_minitimePerş. Şub. 16, 2012 9:22 pm

Yatağın üstünde titreyip duran telefonunu aldı. "Efendim?" "Geldim ben. Hazır mısın? Yoksa değil misin? Gelip taşıyayım mı eşyaları? Çok ağır mı? Yardım istiyor musun? Motorla taşıyabiliriz değil mi?" Telefonda bitmek bilmez bir enerjiyle konuşan arkadaşına güldü. "Hemen bugün ayrılmıyorum yurttan Alex. Eşyalarımın da hepsini almıyorum o yüzden. Bekle, hemen geliyorum." Alex itiraz edemeden telefonu kapattı ve masada duran çantasını kaptı. Evin basit tadilat kısımları bitene kadar yurttan ayrılmayı düşünmüyordu, hele bin tane şeyi taşımak zorunda kalacaklarını düşünürse. Henüz toplanmamıştı bile. Birkaç temel şeyi, kıyafetlerinin büyük çoğunluğu mesela, çoktan koliler halinde yeni evlerine koyulmuştu. Ama kitaplarını, bir takım ıvır zıvırları ve bilgisayarını sona bırakmıştı. Onlara hala ihtiyacı oluyordu. Yeni evlerinin eksikleri için alışverişe hazırlardı. İçinde en az Alex'in telefonda heyecanla konuşması sırasında sergilediği kadar konuşma isteğiyle merdivenlere koştu. Mutluydu, delicesine ve bunu anlatma ihtiyacı hissediyordu. Sekerek merdivenlerden indi ve Alex'in yanına gidebilmek için hızlı adımlarla bahçenin girişine koşturdu.
Tam olarak üç koca haftasonu boyunca ev aramışlardı. Bir sürü yere girip çıkmış, ümidi kesmemek için birbirlerini gaza getiriyor ya da kedilerden konuşuyorlardı. Bu üç haftasonu süresinde beğendikleri evler yok değildi. Mesela ilki bahçe içinde zemin katta bir evdi ve camdan girip çıkabileceğiniz kadar bahçeyle iç içe olduğundan her yer yemyeşildi. İlk girdikleri evdi ve delicesine şanslı olduklarını düşündürmüştü ikisine de. Eğer öyle geniş bir evin neden o kadar uygun fiyatlı olduğunu sormak gibi bir risk almasalardı ve emlakçı kadın bahçedeki böceklerin sıklıkla zemin katı basmasıyla ilgili sorundan bahsetmeseydi tutacaklardı da. Ama Clem her türlü böcekten ürküyorken, Alex de böcek fikrinden ve dahası böcek kovalama fikrinden iğreniyorken o evi kabullenecek değillerdi. Bir cumartesi böyle ziyan olurken pazar günü yine kahvaltı için buluşup bütün gün ev aramışlardı. Alex için oldukça erken uyanma saatleri olduğu düşünülürse bir an önce bir yer bulmak istiyorlardı. İkinci ev ikisinin okuluna da yakındı. Ama ikisi de okulu bırakıp yedi gün çalışsalardı anca karşılarlardı kirayı, o zaman da okula yakın olmasının bir anlamı olmazdı. Üçüncü evin yanından tren geçiyordu ve bu ciddi bir sarsıntı yaratıyordu, Alex ölü gibi uyuyabildiğini hatırlatmıştı ama Clem kedilerin o sesle çıldıracaklarını söyleyince ev arama işkencesinden kurtulamamışlardı. Dördüncü ev çok tadilat gerektiriyordu, en az kira kadar harcama yapmaları gerekecekti. Beşincisi tam anlamıyla mükemmeldi. Gerçekten mükemmeldi. Geniş odaları vardı ve çok güzel ışık alıyordu. Karanlık ya da boğucu bir yer değildi. Bayılmışlardı. Kira sorunu da çalışarak halledilebilirdi. Tam tutacaklardı ki Clem içeride gezdiği odalardan birinden seslendi. "Dur!" Alex küfredip inlemişti. "Yine ne var Clem?" "Tartışma yok. Tutmuyoruz." Emlakçı kadın şaşırmış, evde neyi beğenmediklerini sormuştu. Bir bahane bulup Alex'i sürüklediğinde Alex hala söyleniyordu. "Benimle yaşamak istemiyorsan söyle? Yoksa başka bir ev arkadaşı buldun da beni mi bezdirmeye çalışıyorsun?" Elinin yakınındaki koluna sert bir tokat geçirdi. "Saçmalama Alex." "O zaman ne? O zaman niye tutmuyoruz? Ne güzeldi! Güzeldi Clem günlerdir geziyoruz güzeldi. Öyle çok pahalı da de-" "Arka tarafta yurt vardı." Alex gözlerini kısıp baktı. "Ne olmuş?" "Kızlar yurdu Alex. Lise yurdu." Alex'in yüzünde sinsi diyebileceği bir sırıtış belirmişti. Ne güzel işte demek istercesine bir ifadeyle tamamen zıt bir cümle kurdu. "Yani?" "Yanisi, gerizekalı, sen yaşı tutmayan kızlarla yatıp başına bela alasın diye o evde yaşayacak değilim. O yurttaki kızların neredeyse tamamı yasa önünde hala çocuk. Ve kusura bakma ama Alex, konu dişi kavramı olduğunda pek seçici değilsin." Alex'in 'kızlarını' kabullenmiş, onaylamasa da aptal olmadığından arkadaşının eline geçirebildiği her kızla yatağa girebileceğini biliyor, bu yüzden o evi almak için Alex'in yalnız yaşamayı kabullenmesi gerekiyordu. Kısa bir tartışma anı daha yaşandı ve Alex tartışmayı kazanamayacağını anlayınca sustu, o güzel evden ve zararlı arka cephesinden de uzaklaştılar.
Kızlar yurdu olayından sonra üç ev daha gezmiş ve hiç biri onları tatmin etmemişken, artık aradan geçen haftasonlarına Alex küfrediyor ve akşama kadar uyuyabilmek istediğini açık açık bağırıyordu. Bilmem kaçıncı arayış gününün sonunda küçük bir ara sokak mekanında sakince kahve içiyorlar ve ne yapacaklarını konuşuyorlarken kafasını kaldırdığı anda kocaman bir yazı gördü Clem."Alex, şuraya bak." Alex nereyi gösterdiğini anlamamış, aptal gibi etrafına bakınıyorken güldü ve eliyle yukarıyı gösterdi. "Orası, şapşal." Eski görünümlü ama oldukça güzel bir binanın tepesinde koca bir kartonda ev ilanı vardı. "Bakalım mı?" "Orası çok yukarda değil mi?" Alex'e bakıp omuz silkti. "Ne olacak? Bin tane yer gezdik Alex, buraya da baksak ne olur ki? Ne kaybederiz?" Pekilercesine başını sallayıp telefonunu çıkarınca arkadaşı ellerini çırptı. Alex gördüğü numarayı arayıp kısa bir görüşme yaptıktan sonra bildirdi. "Emlakçı yakındaymış, on beş dakikaya burada olurmuş. Kahveleri bitirelim kalkarız." Tamam dercesine gülümseyerek başını salladı ve kahvesinden bir yudum aldı.
"Burası mükemmel!" Boş evin içinde koşturup duruyordu, eve hayran kaldığını bile söyleyebilirdi. Öyle abartılı bir büyüklüğü yoktu, oldukça makul bir evdi hatta. İki odaya ve giriş kapısından başlayan kısa bir koridorun ardından girilen kapısız kocaman bir salona sahipti. Salonun camları yere kadar uzanıyor ve neredeyse bütün odayı aydınlatıyordu. Diğer odaların ikisinde de bir pencere vardı ama Clem elinde olsa onlara sarılır kırılana kadar hepsini sıkardı kollarında. Çok sevmişti görüntüyü de, pencereleri de. Bir evde en çok pencere pervazını seven ilk insan olduğunu düşünecekti neredeyse. Ama kimsenin böyle pencereleri yoktu. Pencerelerinin önünde neredeyse birer koltuk genişliğinde açıklıklar vardı. İçeriye açılan camlar ve dışarıya açılan tahta kısımlar... Zıplayarak pencere pervazına oturdu. "Bunlar varken koltuğa gerek yok." Bacaklarını toplayıp karşıya uzattı. Pencere biraz daha geniş olsa neredeyse bir yatak olabilirdi. Alex yanına gelip gülerek ayaklarıyla pencerenin diğer köşesi arasında kalan kısma oturdu. "Güzelmiş." Heyecanla başını salladı. "Keşke benim boyum kadar uzun olsaydı, yatak yapardım." Alex kaşlarını kaldırınca sırıttı. "Sen gelmediğinde yani." "Gel," dedi Alex gülerek tepkisine, "diğer kısımları da gezelim." Zıplayarak tünediği yerden aşağı atladı. "O pencereler kapalıyken bence Vişne ve Votka da kullanabilirler orayı. Bence severler. Ben sevdim. Severler. Severler değil mi Al-burası mükemmel!" "Kendini tekrar ediyorsun." Gülerek alay eden Alex'i umursayacak değildi. Çatıya açılan geniş balkona çıktığında bütün şehir aşağıda kalmıştı ve görüntü harikaydı. Emlakçı kadın sakince açıkladı. "Burası eskiden çatıya dahildi, odalar da depo olarak kullanılıyordu apartman için. Ancak ev sahipleri temizletip kiralamaya karar verdiler. Hiç balkonu olmadığı için de burası açıldı." Neredeyse bir oda büyüklüğünde bir terastı kast ettiği. "Eski evin çatısı gibi." Alex onu duyup başını sallamış ama pek de dikkatini vermiyorken balkon duvarının bitiminden başlayan kiremitlere ve bacaya uzanıyordu. "Pek yüksek değil, merdiven yaparsak çıkılabilir. Yaparım." Yeni çatılarını çevreleyen daha alçak katların kiremitleri ve odaların tepesinde bulunanlar birbirlerine balkon köşelerinde bağlanıyordu. Yazın uyuyabilecekleri bir yerdi burası, sabaha kadar oturup konuşabilecekleri bir yerdi, bir sürü yastıkla hatta birkaç koltukla oturup evdeki zamanlarını geçirecekleri bir yerdi. Clem'in düşündüğünün çok üstünde bir yerdi ve gerçekten çok güzeldi. Kedilerin sevebileceği bir yerdi. Kendilerinin de sevebileceği bir yerdi. Kendini çok iyi hissediyordu. Alex'le yeni hayatına başlayabileceği en mükemmel yeri bulmuştu.
Alex'le yeni evlerine giden yolda motorun üstünde bağırışarak ayırttıkları eşyaların geleceği tarihi konuşuyorlardı. Yataklar, kitaplıklar, koltuklar, mutfak eşyaları. Çok fazla masraf vardı ortada. Ama Clem'in bütün 'babamdan para almayacağım' inadı mükemmel yeri bulmasıyla yerle bir olmuş, yine de babasından para alıyor görünmek istemediğinden parayı kardeşi alıyor ve Clem'e aktarıyordu. İhtiyacı olursa ona ödeyebileceğini bilmenin rahatlığı vardı içinde, ve babasına karşı olan inadını kırmamanın verdiği hafif bir güven duygusu. Tamam belki kural ihlal ediyordu ama parayı babasından değil kardeşinden alıyordu. Arada fark vardı.
"Yastık koymuşsun!" dedi odalara girdiği anda. Bayıldığı pencere pervazlarının üstünde kocaman yastıklar vardı."Dondurma da var." dedi Alex elindeki torbayı sallayarak. "Bay Daniels?" dedi sorarcasına. Alex kötü anıları hatırlatma dercesine homurdanıp onları kovarcasına başını sallamıştı ama bahsettikleri Clem için büyük ölçüde eğlenceli bir anıydı. Büyük ölçüde... "Tekrar kuş olmak yok sana. Bana da kör olmak yok. Yeni evimi görebilmek istiyorum. Elindekiyle yetin." Yanına oturan Alex'in göğsüne yaslandı, bacaklarını uzattı ve elindeki dondurmayı açtı. "Yapılacak çok şey var." "Olsun." dedi Alex, dondurmayı açmadan önce Clem'in yüzüne düşen bir parça saçı çekerken. "Bunları bitirelim alınacak şeyleri belirleriz. Sonrası gelir zaten" Birkaç kutu boya, çekiçler, çiviler, vidalar, merdiven için alınacaklar, temizlik malzemeleri... Çok şey vardı, bir de çok uzun tadilat ve temizlik malzemelerini içeren alışveriş listesi. Ama Alex haklıydı, önemli değildi, yapabilirlerdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Home is where your heart belongs Empty
MesajKonu: Geri: Home is where your heart belongs   Home is where your heart belongs Icon_minitimeC.tesi Şub. 18, 2012 2:30 pm

Sonunda her şey rayına oturmaya başlıyordu.
Clem ile olduğu sürece bir problem yoktu. Eski çizgi filmlerin kült sözleri gibi; birlikteyiz, başarabiliriz. Bu sefer kendisini uyaracak bir üvey baba da yoktu, ilk gün heyecanıyla içip sapıtmak da olmayacaktı -kendi sağlıkları için. Sadece çikolatalı dondurma ve ev işleri. Baya ev işi. Dışarı vurmasa da evin baya bir şeye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Elinde çikolatalı dondurması yanında Clem'i oldukça halledilmeyecek şeyler değildi, zaman alacaktı ama şimdiki zamanlarını değil. Alex Clem'e metal tatlı kaşıklarından birini uzattıktan sonra Clem'in üzerinden dondurmaya ilk kaşığı sapladı. "Sana sabah söylemediğim bir şey var, söylemek için böyle bir an beklemiştim." Göz ucuyla Clem'e baktı ve kaşıktaki çikolatalı dondurma parçasını ağzına attı. "Ya da söylemesem mi?" dedi geveleyerek. "Söyle!" Clem elinin tersiyle hafifçe vurduğunda gülmeye başladı, neredeyse dondurmanın içindeki çikolata parçalarından biri boğazına kaçıyordu. "Kediler geliyor." Clem'in dayandığı göğsünden kalkıp heyecanla kendisine dönme eyleminin aynı saniyede gerçekleştiğine yemin edebilirdi. "Ne zaman?!" Alex metal kaşığı yalayıp düşünüyormuş gibi gözlerini kaçırdı. "Yarın. Muhtemelen sabah. Öğlen de olabilir. Becks getireceği için emin olamıyorum." Becky para biriktirebilen türde biri değildi. Ne zaman yeterli parası olursa o zaman Amerika'ya bir uçak bileti alır, rastgele birkaç gün orada takılıp dönerdi. Alex evini özlüyorsa İngiltere'de yaşamak zorunda olmadığını söylemişti ama Becks İngiltere'nin daha fırsatlarla dolu olduğunu, arada Amerika'ya uğramayı sevdiğini söylemişti. Alex Becky ile ilgili şeylere karışmazdı, Becky kendisiyle kan bağı olanlara bile hayatına karışma lüksünü vermiyordu. Bu seferki gidişini bildirdiğinde kedileri de getirmesini istemişti. Becky, eğer unutmaz ve kendinden beklenmeyecek bir üstün sorumluluk gösterirse yarın Vişne ve Votka yeni evlerinde dolaşıyor olacaktı. Alex haberi duyan Clem'i inceliyordu. Clem'in gözlerinde büyüyen heyecanı yaratabilecek başka bir insan tanımıyordu, kendisi bile yapamazdı bunu. Vişne ve Votka'nın yarın yanlarında olacaklarını düşünürken kendisi de benzer bir heyecan duygusuna kapılıyordu. O tüylü, yumuşak, küçük patileri ile etrafta dolaşacaklardı. Votka muhtemelen bu yeni evi bir duvar kenarından süzecek, korkusuna rağmen naylon poşet gibi ıvız zıvırı koklayacaktı. Yastıkları yarından itibaren sahiplenemeyeceklerinin de farkındaydı, iki kedi evdeki her eşyayı kendilerinin saydığından en favori mekanları yastıklar olacaktı kuşkusuz. Dondurmadan kaşığın kapasitesini aşan bir kaşık daha almaya yeltendi ama çikolatalı dondurma siyah tişörtüne düşmüştü, homurdandı. Tırnağıyla dondurmanın düştüğü yere kazırken on saniye kuralına göre hala yenebilecek olan dondurma parçasını ağzına attı sakarca. Tişörtüyle ilgilenmekten Clem'in yorumlarının yarısını kaçırmıştı ama heyecanlı konuşmasına bakılırsa kedilerle ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirmekteydi -arada bir sürü çocuklarımız lafı geçmesinden anlamıştı bunu. Evde kedilerin olmasının evi ev yapacağı doğruydu, kedilere alıştıktan sonra onların yoklukları büyük bir eksiklik olarak hissediliyordu. Bu kadar pasif canlıların insanı tamamlaması hayret vericiydi.
Arada geçen zaman ve yoğun kedi muhabbetinden sonra dondurma azalmış, Alex'in yüzüne bulaşan dondurma ile ters orantılı hale gelmişti. Şimdi ev ile ilgili konuşmaları gerektiğini biliyordu ama bunlardan bahsetmek istemiyordu. Parasal anlamda sıkıntılarını hatırlattığı sürece rahatsızlığı devam edecekti. Dile getirmese de bu ev üstüne biraz daha yük bindirecekti. Mali olarak sıkıntıya binmesinin sebebi eve çıkmış olmaları değil Alex'in gece hayatı idi, babasının ileri görüşlü olduğunu kabul etmek hoşuna gitmese de sürüneceğini söylerken ima ettiği şeyin pahalı alışkanlıkları olduğunu biliyordu. En azından uyuşturucudan sıyrılması iyi olmuştu.

Evin içine doğru dönüp duvarları inceledi. Kafasında bir renk tablosu oluşturmuştu. "Duvarlar için tabaya ne dersin? Ya da briket?" Ellerini oturdukları yerlere dayayıp kollarını gererken esnediTemizlik, boya, tamir işleri, merdiven... Hepsi aynı anda yapılmayacak olsa da planlanmalıydı. Ev ile ilgili konuşmayı sonraya bırakmak isterdi ama aniden Cleo ile karşılaştığını söylemesi gerektiğini hatırlamış ve sonra konuşulacaklar listesinde beklenmedik bir değişim yapmıştı. "Bütün şu işler bitsin sana ne istiyorsan onu pişireceğim. Beşamel soslu tavuk, kremalı mantar çorbası, küçük cupcakeler, kızarmış sebzeler, mezeler, baharatlı soslar..." "Alex!" Alex kendinden geçmişçesine konuşmaya başladığını anladı, büyümüş gözlerinin feri geri geldiğinde Clem'e mahçup bir bakış atıp ensesin ovdu. "Demek istediğimi anladın işte. Her şey. Ne istersen."



shitty shitty rp. -.-"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
 Royal Academy of Dramatic Art I. Sınıf | Tiyatro ve Dramatik Sanatlar
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 531

Home is where your heart belongs Empty
MesajKonu: Geri: Home is where your heart belongs   Home is where your heart belongs Icon_minitimePaz Şub. 19, 2012 8:00 pm

Bu bağımlılıktı. Alex'e duyduğu ihtiyacın başka tanımı olamazdı. Bağımlıydı. Sürekli yanında olmasını istiyordu. Sürekli elinin uzanabileceği bir yerde olsun istiyordu. İhtiyaçtı, Alex'siz olmak kriz yaratıyordu. Bu zararlıydı, hepsinden. Alabileceği bütün ilaçlardan ve uyuşturuculardan. Ama o Alex'i doğrudan alıyordu, yüksek dozlar halinde. Her seferinde arttırdığı bir uyuşturucuydu, her seferinde duyduğu ihtiyaç bir öncekinden fazla oluyor, buna paralel olarak da Alex olmadığında çok zorlanıyordu. Güçlü değildi, dayanıklı da değildi. Kendi başına ayakta duracak kadar gücü olduğunu bile sanmıyordu. Alex kanındayken dimdik durabiliyor, olmadığında karanlıkta yalnız kalmış gibi hissediyordu. Alex sahip olduğu en iyi şey ve en büyük depresyonuydu.
Alex'in boynunda duran kolundan destek alıp hafifçe döndü ve derin bir nefes aldı. Ağzında dondurma tadı, ciğerlerinde Alex olunca herhangi bir kötü şey olamazmış gibi geliyordu. İçinde Alex'ten çaldığı hava, arkadaşının işlemediği bütün hücrelerine sızdı. Yeni bir Alex komasıydı yaşadığı. Başını hafifçe çevirip Alex'e yasladı. Sahip olduğu şeyin ne kadar özel olduğunu bildiği için gülümsedi. Bir romanda yazarın satırlarını süsleyen sözcüklerden oluşmuşlar gibi hissediyordu bazen, üst üste her şey iyi gittiğinde. Bir gün kötüleşirler diye korktuğu için, Alex'ten uzak kaldığı dakikalarda önlem olsun diye, teninin altında bir yerlere sakladı anılarını, aldığı nefesleri, gülüşü, kendisine sarılmış kolu. Güzel olan her şeyi. Bir çeşit erzak depolamak gibiydi, zor günlere saklanmış paket paket Alex anısı vardı. Bolca güzel anı, güzel söz, sevgi dolu anlar, bakışlar, dokunuşlar vardı, güzel sıcaklık hisleri. Yalnız kaldığında yolunu bulsun, hayatta kalsın diye.
Çok fazla konu değişiyor, her bir cümle diğerini daha alakasız bir yöne itiyordu. En sonunda bir yerlere ulaşabilecekleri bir an gelmişti. Dondurma bitmiş, çocuklarından konuşmuş, duvar boyasından bahsederlerken kapı çaldı. Alex'in heyecanlı yemek listesi, Clem'in kedilerine dizdiği aşk dolu satırlar, duvar için düşündükleri renkler hepsi çalan zille kesilmişti. Yüzünü buruşturdu Clem, Alex kapıyı açmak için kalkınca. "Zil sesini değiştirmeliyiz." Alex gülerek kapıya dönünce boş duvarlara baktı. Renk seçimini Alex'e bırakmalıydı. Alex birkaç renk seçip ona gösterene kadar bununla uğraşmak istemiyordu. Kedileri daha önemliydi. Keşke kediler gelmeden bitirebilselerdi. İkisinin de kokudan hoşlanacağını sanmıyordu çünkü. O sürede nerede kalacaklard- "Tutsana şunun ucundan." Elinde kocaman yassı kolilerle gelen iki büklüm olmuş Alex'le birlikte düşünceleri bölündü, fırlayıp ayağa kalkmak zorunda kaldı ve boş dondurma kutularını devirdi. "Bunlar ne? Nereden tutayım, ne? DUR! Bırak Alex, düşecekler!" Düşmüştüler de. Güldü Alex'in surat ifadesine. "Tamam, neyse. Bir şey olmamıştır." Kutuların üstündeki dev yazıyı görünce dudak büzdü. "Kitaplıklar." "Ve galiba masa. Bilemiyorum, öyle sıkıştırmışlar ki içinden her şey çıkabilir." Alex ayağıyla yassı kutuları dürtüyordu, zombi çıkması ihtimali varmış gibi. Geçen haftaları boyunca bin tane yere girip çıkmış, elli çeşit ev eşyası sipariş etmişlerdi. Yakın zamanda gelecek beyaz eşyalar da vardı mesela. Birinin sürekli evde olması gerektiğini de yerde duran kutuların gelişiyle fark etmişti. Bunu sonra konuşabilirlerdi gerçi, pat diye yere, odanın ortasına oturdu. "Hadi yapalım! Lego gibi. Ya da puzzle. Ne kadar zor olabilir ki?"
Çok zor olabilirdi, bir saat sonunda ellerinde üst üste konmuş iki raf bile olmayınca anlamışlardı bunu. Alex kısıtlı sayıdaki tadilat malzemeleriyle tahtaları çaktırmadan oyuyor, Clem de arada sırada onu azarlayıp bir yandan da hazine haritasına benzeyen talimat kağıdını inceliyordu. "Galiba bunu şuraya takacaksın." Eliyle ortadaki parçalı tahtalardan birini ve plastik bir şeyi işaret etti. "Ve şunu da şuraya. DUR! Buraya da olabilir. Göstersene onu bana. Nerenin bu? Bundan yok burada. Galiba bir yere değil o. Bizim değil, yanlış gelmiş." Eliyle odanın köşesine itti küçük parçayı. Alex de elindeki raf kenarlıklarını inceliyordu. "Bunları yapıştıracak mıyız?" "Hı? Neyi?" Kafasını kaldırıp baktı Alex'in gösterdiği şeye. Bomboş odayı dağıtmayı başarmış, etraflarında bin tane şey varken ortada oturmuş legodan ev inşa etmeye çalışan çocuklar gibi her şeyi birbirine uydurmaya çalışıyorlardı. Alex bir tahtanın boşluğuna başka bir tahtayı sıkıştırmayı başarmış, ancak bunu herhangi bir çivi, vida ya da benzeri malzeme kullanmadan yapmıştı. "Bunlar oldu birbirine. Kesin birbirinin parçasıydı. Çıkmıyor da zaten." Eliyle birbirine sıkışmış tahtaları ayırmaya çalışırken huzursuzca kıpırdandı. "Gevşedi galiba! Oluyor evet vebuaradaCleo'ylakarşılaştık. AHA! Başardım!" Elindeki zorla birleştirilmiş iki parçayı birbirinden ayırmıştı, ama Clem'in bütün dikkati kitaplıktan uzaklaşmıştı. "Ne?" Soru sesli söylenmekten çok fısıldarcasına dökülmüştü. Alex başını kaldırıp yüzüne bakınca duyduğu şeyden emin oldu.
Yine olmazdı, olmaması gerekiyordu. Tam yeni bir hayat, yeni bir çevre, yeni bir ev ve ülke yaratıyorlarken olmamalıydı. Alex'in gözlerindeki belirsizlikten hoşlanmamıştı. "Nasıl oldu?" dedi mırıldanırcasına. Ev sessiz olmasa, mesela yoldan bir araba geçse, duyulmazdı sesi, ama Alex duymuştu. Karşısında oldukça rahatsız bir Alex vardı. "Aynı gün ikimiz de Bruno'daydık." Durup nefes alışını izledi arkadaşının. Gözlerinde Clem'e acı veren bir şeyler vardı. Bunu fark etmiş gibi gözlerini kaçırdı Alex, o da ses çıkarmadı. Alex kurtulmak istercesine hızlıca konuşurken de bir şey söylemedi. "Bir şekilde onu öpmüş, karşılık almış, sonra da tekmeyi yemiş olabilirim." Sözlerin bütünlüğü canını yaktı. Dudaklarının kıpırdadığını görmemiş olsaydı, ya da bu anın başı güzel olmasaydı, varlığına inanmış olmasaydı kabus gördüğünü düşünebilirdi. Alex'in eski günlerine döndüğü, kötü zamanlarında boğulduğu bir kabus mesela. Ne söylemesi gerektiğini bile bilmezken şaşkın bir Alex tekrar yüzüne baktı. "Cleo sana bundan bahsetmedi mi?" Hayır dercesine başını salladı. "Bir süredir görüşemedik, yoğunluktan." Alex başını sallayınca yeniden ne söylemesi ne yapması gerektiğini düşündü. Bunun olacağını biliyordu, gerçekten imkansız bir yanı yoktu çünkü. Aynı ülke, aynı şehir, aynı çevre. Okullar... Mutlaka karşılaşacaklardı. Yine de bir parçasının bunun olmaması ihtimaline sarıldığını fark etti. Claudia, çocukluğundan beri en iyi arkadaşı, konu Alex olduğunda elini kolunu bağlıyordu. Kızamıyordu bile, arada kalmışlık hissi etrafında dönüp dolaşıyordu. Ortada yapılmış yarım bir seçim vardı belki, ama yine de tam değildi işte. Cleo'yu silip atamazdı, Alex için silemeyeceği birkaç insandan biriydi Claudia'sı. Ama sevgili arkadaşı Alex'in bütünlüğünü paramparça ettikçe kendisinin de canı yanıyordu. Bir kere toparlamıştı onu az çok. Parçaları iyileştiremese de birbirlerine tutturmayı başarmıştı bir şekilde. Yeniden aynı süreci yaşamak istemiyordu. Yeniden Alex'in gözlerindeki karanlıkta yalnız kalmak istemiyordu. Onu bilen tek kişi olmak, Alex'in gözlerine bakan insanların bir şey anlamadan altına girdiğini bilmek, çok içtiği için oradan buradan toplamak zorunda kalmak, ya da sabaha kadar nerede ve nasıl olduğunu merak etmek istemiyordu. Nefes almaktan bile korkarak sordu. "Nasılsın?" Yanıtı duymak istediğinden emin değildi. "Dün Evie'lerde bir kutu çikolatalı dondurma ve Notebook CDsi kayboldu, yani daha iyiyim." Hafifçe gülümsedi, ama gülmüş olmakla ya da mutlu olmakla bağdaştırılabilecek bir gülümseme değildi. Tamamen kırık, paramparça bir ifadeydi yüzündeki. Olmuştu işte, yeniden Notebook ve dondurma günlerine dönmüşlerdi. Çok alkol, çok seks, çok fazla kadın ve bir sürü yatak da Alex'in önünde gelmesini bekliyorlardı, yeniden. Yeni bir yerde, yeni bedenlerle.
Bir şey söyleyemeden yeniden konuştu Alex. "Bu en kötüsüydü Clem, gerçekten bir şansım olabilecekmiş gibi hissettirdi. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum ama yakınıma geldiği anda işleri daha kötü hale getiriyor." Aldığı nefeslerde hala Alex vardı, ama bu sefer her biri keskin, can yakıcıydı. Her bir nefes yanında daha ağır bir acı sürüklüyordu ciğerlerine. Cleo'yu kırmayı bile göze almıştı ilk defa. İçten içe onu suçluyordu. Yapamayacağını biliyordu, gidip onu azarlayamazdı mesela. Ama konusu açılırsa onu kırmaktan korkuyordu içten içe. Alex'i kırdığı gibi değil, Alex'i parçalayan acıyla kıyaslanabilecek bir kırgınlıktan bahsetmiyordu, sözleriyle üzücü olmaktan korkuyordu. Claudia'yı dinlese onda da haklı taraflar bulacaktı. Ama elinde değildi, Alex'i üzülüyordu. Gerçekten var olan gerçekliği, her durumda sığındığı, en çok sevdiği varlık karşısında, üstelik yeniden, henüz tam olarak iyileşememişken, üzülüyordu. Claudia'yı da düşünebilirdi, düşünüyordu da. Ama o an daha büyük bir sorun vardı. Alex.
Tahta parçalarının arasında emekleyerek ilerledi, Alex'in karşısına gelene kadar. Dizlerinin üstünde dimdik durdu ve elini hafifçe salladı, Alex'e dokunmadan. "Gözlerini kapat." Alex şaşkın, konunun birden ne hale geldiğini anlamamış, Clem'in yorum yapmamasına da tepki verememiş bakıyorken isteğini yineledi. "Kapat, Alex." Emin olmayan Alex'in gözleri kapandı. Birkaç saniye bekledi Clem de. "Aç şimdi. Ne görüyorsun?" "Seni?" Sorarcasına konuşmuştu arkadaşı, onayladı. "Doğru. Tekrar kapat." Alex yüzünde bin tane ifadeyi aynı anda taşıyor, Clem'in nereye ulaşmaya çalıştığını anlamadığı belli, tekrar söyleneni yaptı. Bu sefer sessizlik daha uzun sürmüş, Clem'in sesinin odayı doldurması daha çok zaman almıştı. Dakikalar değil belki ama, saniyeler, uzun saniyeler. Dimdik durduğu dizlerinin üstünden kendini yere bıraktı. Daha gevşek, yerde oturuyorken tekrar konuştu. Sesi oldukça yorgun, kırgın çıkıyordu. "Açabilirsin." Alex gözlerini açmış, sorarcasına yüzüne bakıyordu. Yaşayacaklarının getirdiği korku, anlık üzüntüleri sesine batarken konuşmaya başladı. "Gördün mü?" Sakince eliyle Alex'in başını işaret etti. "Orada yalnızsın. Kafanın içinde. Burada ben varım." Elini yerde duran parmakların üstüne kapattı. "Kimse sana her şeyin iyi olacağını söyleyemez. Kimse kim olduğunu, neler yapabileceğini söyleme hakkına sahip değil. Kimse yapmak istediklerini engelleyemez. Kimse sana ne yapmak gerektiğini de söyleyemez. Ben kuralları yıkıyorum, iyi dinle o yüzden. Nasıl olacağı ya da ne kadar süreceği umrumda değil Alex. Yeniden parçalanmana izin vermeyi düşünmüyorum. Bunu kabullenip boyun eğsen iyi edersin, yoksa daha çok zorlanırız. Ama yine de, sen bilirsin."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Oxford I. Sınıf | Resim
 Oxford I. Sınıf | Resim
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 573
Nerden : NY

Home is where your heart belongs Empty
MesajKonu: Geri: Home is where your heart belongs   Home is where your heart belongs Icon_minitimeSalı Şub. 21, 2012 7:18 pm

Clem'e söylemek. İstemiyordu ama zorunlu hissediyordu. Bir şekilde üzerinde durmadan bilmesini sağlamanın yolu yoktu, sabah not bırakıp tüymek fazla alçakça bir seçenek olduğundan aklından sildi. Bir yandan Clem ile konuşmak istiyordu, onunla her şeyi konuşurdu ve sözünü dinlemese çok daha kötü halde olurdu, ama konunun tekrar açılması. Cleo'nun o günkü hali hala aklında netti, bunun doğru gelmediğiyle ilgili söylediklerinden sonra hissettikleri. Gerçek anlamda kalbi kırılmıştı. Onu tekrar görmek istemediğini söylemişti ama koca bir yalandı bu, istiyordu. Cleo'nun tek suçu melekleri aratmayacak bir güzellikte olmasıydı. Bunun biraz yüzeysel olduğunu biliyordu ama Cleo ile yüz yüze olmadığı zamanlar ondan daha kolay uzaklaştırabiliyordu zihnini. Ne zaman hüzünlü mavi gözbebeklerini görse çarpılmışa dönüyordu. Cleo'nun duygularına ilk elden tanık olmak Alex'in sağlığına zararlıydı. Yine de aynı günün akşamı kendini Evie'lerdeki pembe çarşaflı yatağa bırakmış, tavanın düz zeminini izlerken Cleo'nun öpücüğüne karşılık verdiği anı tekrar tekrar aklında canlandırmıştı. Dudakları arasındaki dudaklarının kımıldayışını, Cleo'nun aldığı o tek derin nefes. Defalarca, defalarca, yorgunluktan anı hatırlayamayıp uykuya dalıncaya kadar. Birkaç saniyeliğine de olsa hayalini gerçekleştirmişti. O saniyeler insanların objektif bakış açısından çıkmış, subjektif hale gelerek yıllara uzamışlardı. Sonrasında gelen kasırga ve yıkıma rağmen Alex'in elinde mutlu olabileceği bir şey kalmıştı. Yine de pesimist duygular tüm olumlu bakış açısını eritip geride öfke ve keder kalıncaya kadar Alex'e işkence etmişlerdi. Kendini üzerinden kamyon geçmiş bir kola kutusu gibi hissediyordu. Clem'e küçük ritüelinden bahsederken en ufak bir çekingenlik bile yaşamamıştı, Clem onun o hallerini en iyi bilen kişiydi, Becky 'The Notebook' gibi bir filmi defalarca izlemenin vakit kaybı ve hayat israfı olacağını söylerken Clem arkasında yatan sebebi görebiliyordu. Clem hep bir şeylerin arkasında yatan sebepleri görebiliyordu; davranışlarının, konuşmasının, bütünüyle kendisinin. O gece, henüz lisedeyken verdiği herkese-karşı-maske-takacağım-beni-görmek-istedikleri-gibi-görecekler kuralından etkilenmeyen tek kişiydi. Sadece o. Bu karanlık yanı tarafından tamamiyle ele geçirilmemesinin tek sebebi, yine bu anında yanında olan kız, Clementine Crandal'dı. Onunlayken kendisi olabilirdi. Onu etkilemek için kızların aslında nefret ettiğini savunduğu ama daha sonra yine kendini onun yatağında bulduğu erkek rolünü yapması gerekmiyordu. Kedi sevebilirdi ve bunu neredeyse delirmiş denebilecek bir biçimde belirtebilirdi. Çikolatalı dondurmayı bir prenses gibi değil de köpek gibi yiyebilirdi. Clem'i yalancı öpücüklerle boğmasına da gerek yoktu, yurtta yanağına bıraktığı o masum öpücük yıllardır yattığı tüm kızların şehvetli öpücüklerinden çok daha yoğun ve iç gıdıklayıcı olmuştu. Üstelik bu olaydan sonra taksi parası bırakıp tüymesi de gerekmemişti -böyle bir şeyi yapmaya kalkarsa Clem'in Votka'yı kendisine karşı kışkırtacağından korkuyordu, ya da daha kötüsü evdeki bütün çikolatalı dondurmaları fakirlere dağıtacağını. Korkunç olurdu!- Devam etmeden önce durakladı ve bu seferkinin en kötüsü olduğunu söyledi. Okşanan yanağa sert bir tokat yemek gibiydi. Kendini öncekinden çok daha perişan hissediyordu, bu sesine de yansımıştı. Öncesinde Cleo sadece başka bir kıtaya gitmişti, her seferinde onunla yeniden karşılaşacakları zamanı kafasında kurmuştu. Hepsi kötü senaryolardı ama içinde bir yerde iyi sonuçlanmasını dilediği kötü senaryolar. Şimdiyse Cleo ile yüzleşmişti, bir an onu geri kazanabilecekmiş gibi olduysa da geri çevrilmiş ve sefil hayatına terk edilmişti. Artık geri dönüşünün olmadığını biliyordu. Cleo açıkça söylemişti başka birini sevdiğini. Alex geriye yaslanıp başını arkadaki duvara vurdu. Nasıl başkası olabilirdi ki? Kendi yerini tutabielcek biri olduğunu düşünüyordu. Bu dünyada en iyi olduğu konu Cleo'yu sevmekti. Kimse onu Alex gibi sevemezdi, sevemeyecekti de. Muhtemelen ayarsızın biridir, diye geçirdi içinden. Kızların serserileri sevdiğini deneyimlerinden biliyordu zaten. Alçıdaki kolun yeniden kırılmasından farksızdı, onu görmemek için her Cleo tipi kızdan uzak durmaya çalışmış, sonunda asıl uzak durması gereken kızdan kaçamamıştı. Ama gözleri, gözleri çiviliyordu insanı. O renkte gözlerin hep soğuk bakacağını düşünürdü ama öyle bir bakışı vardı ki Cleo'nun! Alex'in içinde bir yerde bir sıcaklık yayılıyordu, görünmez bir el tarafından okşanıyor ve heyecanlanıyordu. Uyuşturucu denemiş biriydi, Cleo da bir çeşit uyuşturucu gibiydi. Ona ihtiyacı vardı ama zarar görüyordu. En büyük zararı da umutlarını öğüten son görüşmelerinde görmüştü. Tarif etmek kolay değildi. Bu zayıflık duygusu... Şimdi karşısına çıksa, hata yaptığını, diğer adamı sevmediğini söyleyip yine o gözleriyle bakarak yaklaşsa Alex adı gibi emindi onu yeniden öpmek isteyeceğine. Arkasından ne söyleyecek olursa olsun. Bu durumdan nefret ediyordu işte. Bu muhtaçlık hissinden.

Clem önüne gelip gözlerini kapaması gerektiğini söylediğinde şaşkınca kaşlarını kaldırdı, ne için olduğunu anlayamamıştı. Tekrar edilmesi üzerine gözlerini kapadı. Gözlerini kapadığında bulduğu karanlıkta hep birinin yüksek bir yerden atlayıp suya düştüğünü hayal ederdi. Çıkan baloncuklar, batan kişi. Dinlendirici bir görüntüydü, genelde. Şimdi değil. Komutla beraber gözlerini açtı ve Clem'i gördüğünü söyledi. Hala anlayamamıştı. Clem gözlerini kapatmasını söylediğinde bu sefer daha hızlı kapattı gözlerini. Bir süre açmasını söylemesini bekledi. Söylememişti. Zaman geçiyordu. Karanlığı hep soğuk olarak düşünürdü Alex, bir süre sonra aklından saçma sapan düşünceler gezinmeye başlamıştı. Soğuktu. Dipsizdi. Bir şeyler görebilir miyim umuduyla karanlıkta odaklanmaya çalıştı. Önceden gördüğü ışıkların izleri gözünün önünde uçuşuyordu, bu kadar. Göremediği zaman diğer duyular daha belirgin oluyordu. Clem'in kokusu mesela. Sessizliğin gürültülü uğultusu. Komut gelene kadar bekledi sakince. Gözlerini açtı ve sorarcasına Clem'e baktı. Yüz ifadesine bakılırsa doğru olmayan bir şeyler vardı. Clem'in söylediklerini dinledi dikkatle. Kafasının içinde yalnızdı. Burada da Clem vardı. Ama sadece Clem. Gerçekten yakın olduğu fazla insan yoktu, güven sorunu yaşayan biriydi Alex. Gerçekten inanarak güvenebildiğiniz şeylerin bir yakın dost, iki kedi ve çikolatalı dondurma olduğu bir dünyada yalnızsınızdır. Clem'in bitirmesiyle sessizce Clem'i inceledi, bir gülümseme -kıvrılışına bakılırsa içinde cam kırıkları barındıran buruk bir gülümsemeydi bu- yavaşça genişledi, elini uzatıp Clem'in kulağının altından çenesine kadar uzanan yolu okşadı işaret parmağıyla. "Keşke dünyada sadece sen olsan ama maalesef daha acımasız insanlar da var." Baş parmağıyla Clem'in dudağını sevdi. Cleo öyle derin bir kesik atmıştı ki farkında olmadan, ruhunu bile çizmişti. Bunun geri dönüşü yoktu. İç çekip arkasındaki duvardan destek alarak kalkarken "En azından senin beni terk etmeyeceğini biliyorum." dedi, kendi kendine konuşurcasına. Elini Clem'e uzatıp doğrulmasına yardım etti. "Gel, sana çok özel bir yemek yapacağım." "Neyle?" "Telefonla." Karşı tarafın açmasını bekledikten sonra Pizza Hut'ta çalışan nasıl yardımcı olabileceğini soran adamı cevapladı. "Carl, benim Alex. İki orta boy pizza ve bir litrelik içecek gönderebilir misin, Joseph'e hesabımdan kesmesini söylersin, adresi veriyorum..." Yeni adreslerini verirken sırıttığı belli olmasın diye kelimeleri teker teker söyledi, çalıştığı yere müşteri gibi sipariş vermek egosunu tatmin etmişti. Eskiden benim hesabım dediğinde babam ödeyecek anlamına gelirdi, birkaç saat beleşe çalışacağım değil. Garipti bu yeni düzen.

Adresi verdikten sonra meşgul oldukları şeyi yeni hatırlamışçasına yerdeki parçalara baktı. "Keşke telefonla Hogwarts'tan büyücü çağırıp bunları yaptırabilsek." Ayağıyla dürttükten sonra omuz silkti. Sonra da halledebilirlerdi. Böyle tembellik yapmaya devam ederse sonra yaşamaları gerekecekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Home is where your heart belongs
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» carry me home tonight,
» let her into your heart.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
London Never Sleeps :: c i t y . o f . w e s t m i n s t e r :: Leicester Square-
Buraya geçin: